Ali Çolak kimdir? Ali Çolak kitapları ve sözleri
Türk Yazar, Gazeteci Ali Çolak hayatı araştırılıyor. Peki Ali Çolak kimdir? Ali Çolak aslen nerelidir? Ali Çolak ne zaman, nerede doğdu? Ali Çolak hayatta mı? İşte Ali Çolak hayatı...

Doğum Tarihi: 1965
Doğum Yeri: Nazilli, Aydın, Türkiye
Ali Çolak kimdir?
1965 yılında Nazilli’de doğdu. Toygar İlkokulu’nu, Sümer Ortaokulu’nu ve Nazilli Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini ikinci sınıfta bıraktı. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi ve 1988 yılında buradan mezun oldu. Bir süre bir yayınevinde çalıştı. 1989’un Mart ayında arkadaşlarıyla birlikte edebiyat dergisi Kırkikindi’yi çıkardı.(3 Sayı) Daha sonra Milli Eğitim bakanlığı’na geçerek Mardin’in Savur ilçesinde edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Burada yarım dönem çalıştıktan sonra istifa etti ve İstanbul’da bir özel öğretim kurumunda öğretmenliğe başladı. 12 yıl süreyle öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.
1989’da, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde başladığı yüksek lisans çalışmasını, tezini tamamlamadan bıraktı. Çeşitli edebiyat dergilerinde denemeler yazdı. 1992 yılında Zaman gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Deneme türünde eserler veren ve çeşitli yayınevlerinden çıkmış 10 kitabı bulunan Ali Çolak, 1996 yılında ‘Günlük Güneşlik Şarkılar’ adlı kitabıyla, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ‘Yılın Deneme Yazarı’ ödülünü aldı. Ali Çolak, haftada bir yazdığı köşe yazılarının yanı sıra 2001 yılından bu yana Zaman’ın kültür - sanat sayfası editörlüğünü yürütüyor.
Ali Çolak Kitapları - Eserleri
- Mavisini Yitirmiş Yaşamak
- Günlük Güneşlik Şarkılar
- Periyi Uyandırmak
- İnce Sözler
- Bilmem Hatırlar mısın?
- Susarak Konuşalım
- Yitik Hüzün
- Söz Işıldağı
- Günsarısı
- Günün Ötesi
- Şair Dediğin
- Bir Bahçe Düşü
- Ama Sözcükleri Götüremezler
- Bir Ateş Yakmak
- İslam’a Göre Anadolu’da Düğün Adetleri
Ali Çolak Alıntıları - Sözleri
- 'Kaçmak'... galiba bugünlerde ruhum en çok onunla meşgul. Kendime mi, uzaklara mı, meçhule mi? Ne önemi var... (Yitik Hüzün)
- " Bu kentin koynuna girdiğim günden beri Cebimde ölümüm Avuç avuç dağıtırım insanlara bir türlü tükenmez ölümüm." Alâeddin Özdenören (Bir Bahçe Düşü)
- ''Aşkın şiddetine mukavemet edecek ve fakat birbirine değdikçe alev alacak kelimelerimiz yok artık.'' (Bir Bahçe Düşü)
- Dağı taşı, kurdu kuşu, cümle yaratılmışı dost bilsek kendimize... (Günün Ötesi)
- Delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem. (Periyi Uyandırmak)
- İnsan çağımızda gönül tarlasına durmadan put dikiyor. Kendi türettiği eşyaya, kendi kurduğu sisteme veya kendinin yücelttiği insana tapmak yoluyla kendine tapmaya çalışmakta belki de. Kendini dolaylı yoldan putlaştırmanın boş deneyinde.. (Ama Sözcükleri Götüremezler)
- Oyuncağın kıt olduğu zamanlarda yaşamanın güzel bir yanı var mıydı? Bu bir avuntu değilse evet vardı! Mecburiyetten, elinden iş gelir çocuklar olmuştuk. Çakıyla, testereyle, keserle kendi oyuncağımızı kendimiz yapabiliyorduk. Harikulade uçurtmalar yapar uçururduk mesela... Küçücük ellerimizle yaptığımız oyuncakları hiçbir fabrika üretemezdi... (Bir Ateş Yakmak)
- Yitirdiğinin farkına varmak, belki de aramaya başlamak için ilk adımdır. (Mavisini Yitirmiş Yaşamak)
- İçinizde bir kıpırtı oluyorsa karlar savrulunca, yüreğiniz kamaşıyorsa, yaşınıza başınıza aldırmayın. Çıkın sokaklara, yürüyün, ıslık çalın, türküler söyleyin... Size eşlik eden birileri mutlaka olacaktır. Hiç kimse yoksa, gece yarısı bir dostunuzu uyandırın, İsmet Özel'in dediği gibi. Ona kar musikilerinden söz edin. İçinizi beyaz bir şarkı kaplasın sabaha kadar... (İnce Sözler)
- Çocukluğun cumartesileri, biraz uyku, tatlı bir tembellik, naz ve en çok da oyun değil midir? Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, ama o kadar da çabuk bitiveren, sabun köpüğü gibi uçup giden, ardında ince yorgunluklar, zaman dinlemeyen çocukça arzular ve akşam kızıllıklarına doğru yükselen toz bulutları bırakıp giden bol ışıklı bir gün... (Günlük Güneşlik Şarkılar)
- İnsan insandır ve acılar evrenseldir. (Günsarısı)
- Onlar hüznü bir ceyiz Çileyi ince bir nergis Ve gülerken bir dağ silsilesi Taşırlar Ve acıdan ibarettir Kayıtlarımızda anneler (Bir Ateş Yakmak)
- İnsan bir hatıra oluyor nihayetinde (Susarak Konuşalım)
- Ahmet Haşim'in 'hastalığı' ise. Allah affetsin, yine boğazındandır fakat bu normal bir 'yemek' tutkusu değildir. Haşim toprak yer! Evet, toprak ... Masasının üzerinde, mavi bir çanak için-de, kili hiç eksik etmediğirıi en yakın arkadaşları anlatır. Büyük bir iştah ile yediği bu kili, zamaan zaman misafirlerine de ikram ettiği olmuştur. Hani şu vaktiyle. hamamlarda saça sürülen koyu toprak rengindeki kil yok mu, şair işte onu çerez gibi atıştırır: Üstelik böbrek hastası olduğu ve kumlu şeyler yememesi icap ettiği halde ... Bu vaziyetine şahit olan Abdülhak Şinasi Hisar, onun iştahla yediği toprakta çocukluk günlerinin kokusunu buldu-ğunu anlatır: "Karanlık ve yalnız saatlerinde bu toprağı, ağzına alıp çiğnediği zamanlar, onun kokusunda belki çocukluğunun, Dicle'nin geçtiği mevsimlerde ve en eski gecelerinin titrek, hislerini buluyordu. Haşim, bu kili ağzına alınca belki o eski toprakların, gecelerin, sıcakların usaresini bir meme gibi emdiğini duyuyor ve ruhuna onların tadının döküldüğünü duyuyordu (Şair Dediğin)
- Sevdiğini hiç söyleyememek ne acıdır! (Günün Ötesi)
- Mendil kadar toprağım olsa dünyada Bir ağaç dikip de şöyle yaslansam Dalından bir kazma sapı yapsam bir de ok Tabutunu kendi çakmış bahtiyar olsam Şaban Abak (Mavisini Yitirmiş Yaşamak)
- Yeryüzünde hiçbir ses, hiçbir koku ve yaşanmış hiçbir an bütünüyle yok olmaz, silinmez. Yeri ve zamanı geldiğinde, bir itici güç, bir olay ya da bir çağrışım hiç ummadığımız anda fitili ateşler ve onlar, saklandıkları yerlerden, küllerini silkeleyip çıkarlar: hatırlarız! Hatırlayamadıklarımızın ya zamanı gelmemiştir ya da geçmiştir. Jorge Semprun, "Her şey kaldı bende her şey!" diyordu. (Bilmem Hatırlar mısın?)
- Şimdi, varsa yoksa plastik ve mutlu kadınlar sanatı. (Yitik Hüzün)
- Ağrıya, melâle, kedere tutulmuşlar, huzursuzlar... Hangi çağda, nerede yaşarsa yaşasın, buluyorlar birbirlerini.. (Ama Sözcükleri Götüremezler)
- Hepimiz ayrı ayrı tutulduk dünyaya Denizi görenler deliye döndü Gökyüzüne bakışı vardı bir ceylanın Bütün ömrümce unutamam... (Susarak Konuşalım)