Barış konuşmaları
Yaşanan tıkanmaya rağmen çözümde ısrar edilmeli, toplumun bütün kesimleriyle birlikte barışın inşası sürdürülmelidir.

‘Mardin Artuklu Üniversitesi’ bünyesinde yer alan öğretim elemanlarının oluşturduğu, ‘Kadim Akademi’nin ‘Barış Konuşmaları-2’ başlığı altında gerçekleştirdikleri etkinliğin konuğu olarak cumartesi günü Mardin’deydim.
Uzaktan görünüşüyle birbirinin güneşini ve görüntüsünü engellemeyen taş yapıları, özel mimarisiyle tarih ve kültür yayan Mardin, son yıllarda hızla hak ettiği tarihi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliği ile öne çıkan bir kent. Dillerin, dinlerin, kültürlerin buluştuğu, turizmde dünyada görülesi mekân haline geldiği, doğal film platosu olarak da ayrıca değer kazanan bir marka kent.
İlk toplantısında, bölgede faaliyet gösteren ‘Âkil İnsanlar’ heyet başkanı Yılmaz Ensaroğlu’nu davet etmiş, sonrasındaysa farklı alanlarda çalışmalara sahip isimlerle sürdürme amacında.
Kent diğer yandan, Artuklu Üniversitesi ve özellikle ‘Yaşayan Diller Enstitüsü’nde Prof. Dr. Kadri Yıldırım ve ekibinin yoğun çabalarıyla, ‘Kürtçe öğretmeni’ olacak nitelikte sayıları 500’ü aşan mezun vermesiyle bilinirliği artan bir üniversite, bir kent Mardin.
Toplantı, davet sahibi ve ev sahibi olarak ağırlayan Prof. İbrahim Özcoşar ile Araştırma Görevlisi Deniz Işıker’in moderatörlüklerinde gerçekleşti.
Cumhuriyetin 90. yıl kutlamalarının hemen sonrasına denk gelmesi, beni ister istemez ‘Cumhuriyet ve Kürtler’ bağlamında bir değerlendirme yapmaya ve böylece üzerinde çokça konuşulan, konuşulacak olan ‘barış/çözüm süreci’ni ve seyrini anlama çabasına itti.
Şüphesiz, cumhuriyet sadece sonradan ‘ulus-devlet’ formatı üzerinden şekillendirilen bir devlet olarak kurulmadı. Kürtlerin de kurucu unsur olarak aralarında yer aldığı bir devlet olarak kurulmalı. Bunun çok sayıda delili var.
Daha ‘Erzurum Kongresi’ ve ‘Sivas Kongresi’nin çok öncesinden başlamak üzere ve ‘Amasya Protokolü’yle devam eden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temelini oluşturan bütün çalışmalarda devletin Kürtlerin de olduğu kaydı açıklıkla düşülmüş. Bizzat M. Kemal Atatürk’ün sözlerinden bir kaçına yer vermekte yarar var.
“İki halkı çarpıştıran haindir!” (17 Eylül 1919-Fuat Paşa’ya mektup)
“Kürt, Türk kardeşinden ayrılmayacak” (24 Haziran 1919-Kâzım Karabekir Paşa’ya mesaj)
“Türk, Kürt, Çerkes kardeşiz” (7 Ocak 1920- Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e telgraf)
“Kürdistan’a otonom yönetim” (27 Haziran 1920-El Cezire Cephesi Komutanı’na yazılan)
“Kürdistan’da bulunmaktan kıvanç duydum” (24 Mart 1919-Savaş İşleri Bakanlığı’na mektup)
“Osmanlı toprağı, Türkler ve Kürtlerin yaşadığı topraklardır.” (11 Eylül 1919 Amasya Protokolü madde: 1)
“..hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. “16-17 Ocak 1923-İzmit konuşması)
Ancak ne zaman ki Lozan Antlaşması imzalandı, -Ki orada da Türkler ve Kürtlerin temsil edildiği söylendi- Kürtlere yönelik politikalar değişti. ‘Red-inkâr ve imha’ da özetlenen, on yıllarca süren bir sistematik uygulama baş gösterdi. Daha ilk andan itibaren gösterilen her türlü tepki rahatsızlık, ‘isyan, ayaklanmalar’, ‘tedip, tenkil ve tehcir’ hareketleri adı altında kanla bastırıldı. Koçgirî, Şêx Sait, Zilan, Ağrı, Dersim bunlardan ilk akla gelenleridir. Önemli sorulara muhatap olduk:
Cumhuriyetle birlikte bu konuda yapılan temel yanlışlar nelerdir?
PKK-KCK’nin… Kürtlerin hak talepleri konusunda tek temsilci olma iddiasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Öcalan’ın bu süreçteki rolü nedir?
Ak Parti kendisi dışındakileri, diğer siyasi partileri, STK’ları veya mesela âkil insanları dikkate alıyor mu/aldı mı?
Tarafların yaklaşımı barış için yeterli mi? Üçüncü bir taraf yok, olabilir mi?
Sorulara aklımızın elverdiği ölçüde cevap verdik.
1960’dan itibaren, dünyadaki sol rüzgârların da etkisiyle Kürtler yavaş yavaş kimlik ağırlıklı bir çerçevede konuşmaya, tartışmaya, arayışlara başlamış kimi legal kimi illegal örgütlenmelerle hak ve özgürlük mücadelesini geliştirmeye çalışmışlardır. PKK’de o günkü adıyla ‘Ulusal Kurtuluşçular-Apocular’ diğerlerinden farklı olarak silahlı yöntemi esas alarak çıkmış ve bir süre sonra da sonradan planlı olduğu anlaşılan ve bugün de Kenan Evren ve diğerlerinin ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’ ile yargılandığı 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte Kürtlere yeni bir zulüm dalgası başlamış.
Bu dalganın da yarattığı yeni kırılmalarla 1984’te Eruh ve Şemdinli baskını ile birlikte ‘silahlı mücadele’ dönemi başlamış. O günden bu yana, ölen 50 bin insan, boşalan binlerce köy ve mezra, ekonomik olarak 1 milyon dolara kadar hesaplanan maddi ve manevi olarak hesaplanmaz büyüklükte kayıp.
Oslo’da yapılan ve 3. taraf olarak Norveç’in de gözlemci olduğu anlaşılan görüşme sürecinin kesintiye uğramasının ardından yeniden bir yanda Abdullah Öcalan diğer yanda Başbakan’ın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la başlayan ‘diyalog/çözüm/barış süreci’ son derece değerlidir.
O tarihten bu yana Türk ya da Kürt gençler ölmemekte, cenazeler gelmemektedir. Konu her zamankinden çok özellikle de âkil insanlar heyetlerinin Türkiye genelinde yaptıkları çalışmalarla sorunun kavranmasının ve çözüm yollarının ortaya konulmasının yaygınlaşmasını sağlaması açısından bütün geçmiş süreçlerden farklı bir tablo ortaya çıkmıştır. Zannedilenin aksine, toplumda çözüm için bu amaçla yapılan görüşmelere büyük destek olduğu ve bir an önce çözüm için çok sayıda yerinde öneri yapılmıştır. Ancak sürecin hakemlik kurumuna ihtiyacının yakıcı olduğu kesin. En sıradan futbol maçında bile, yani rekabetin olduğu on bire on bir kişinin oynadığı bir oyunda bile çok sayıda hakeme ihtiyaç olduğu malum. Yüz yıllık devasa çatışmalı ve bölgesel bir sorunun Türkiye içi çözümünün hakemsiz çözümünü öngörmek en hafif deyimi ile safdilliktir.
Ancak bu önerlerin çok küçük bir kısının yer aldığı ‘Demokrasi Paketi’yle yetinilmiştir. Devasa sorunun kalıcı çözümü, ‘X,Q,W’ya konulmuş anlamsız yasak ya da özel okullarda –oldukça sınırlı olduğu sonradan anlaşılan- Kürtçe eğitim olmadığı gün gibi ortadır. Kürtçeyi yabancı dil statüsüne sokan, Kürtleri de ‘azınlık’ olmaya doğru indirgeyen özel okullarda Kürtçe eğitim serbestisi, -yönetmeliklerle kuşa çevrileceği açık olan- düzenleme yetmez.
Bu nedenle, yaşanan tıkanmaya rağmen çözümde ısrar edilmeli, toplumun bütün kesimleriyle birlikte barışın inşası sürdürülmelidir.
SEDAT YURTDAŞ / Radikal Gazetesi
Uzaktan görünüşüyle birbirinin güneşini ve görüntüsünü engellemeyen taş yapıları, özel mimarisiyle tarih ve kültür yayan Mardin, son yıllarda hızla hak ettiği tarihi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliği ile öne çıkan bir kent. Dillerin, dinlerin, kültürlerin buluştuğu, turizmde dünyada görülesi mekân haline geldiği, doğal film platosu olarak da ayrıca değer kazanan bir marka kent.
İlk toplantısında, bölgede faaliyet gösteren ‘Âkil İnsanlar’ heyet başkanı Yılmaz Ensaroğlu’nu davet etmiş, sonrasındaysa farklı alanlarda çalışmalara sahip isimlerle sürdürme amacında.
Kent diğer yandan, Artuklu Üniversitesi ve özellikle ‘Yaşayan Diller Enstitüsü’nde Prof. Dr. Kadri Yıldırım ve ekibinin yoğun çabalarıyla, ‘Kürtçe öğretmeni’ olacak nitelikte sayıları 500’ü aşan mezun vermesiyle bilinirliği artan bir üniversite, bir kent Mardin.
Toplantı, davet sahibi ve ev sahibi olarak ağırlayan Prof. İbrahim Özcoşar ile Araştırma Görevlisi Deniz Işıker’in moderatörlüklerinde gerçekleşti.
Cumhuriyetin 90. yıl kutlamalarının hemen sonrasına denk gelmesi, beni ister istemez ‘Cumhuriyet ve Kürtler’ bağlamında bir değerlendirme yapmaya ve böylece üzerinde çokça konuşulan, konuşulacak olan ‘barış/çözüm süreci’ni ve seyrini anlama çabasına itti.
Şüphesiz, cumhuriyet sadece sonradan ‘ulus-devlet’ formatı üzerinden şekillendirilen bir devlet olarak kurulmadı. Kürtlerin de kurucu unsur olarak aralarında yer aldığı bir devlet olarak kurulmalı. Bunun çok sayıda delili var.
Daha ‘Erzurum Kongresi’ ve ‘Sivas Kongresi’nin çok öncesinden başlamak üzere ve ‘Amasya Protokolü’yle devam eden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temelini oluşturan bütün çalışmalarda devletin Kürtlerin de olduğu kaydı açıklıkla düşülmüş. Bizzat M. Kemal Atatürk’ün sözlerinden bir kaçına yer vermekte yarar var.
“İki halkı çarpıştıran haindir!” (17 Eylül 1919-Fuat Paşa’ya mektup)
“Kürt, Türk kardeşinden ayrılmayacak” (24 Haziran 1919-Kâzım Karabekir Paşa’ya mesaj)
“Türk, Kürt, Çerkes kardeşiz” (7 Ocak 1920- Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e telgraf)
“Kürdistan’a otonom yönetim” (27 Haziran 1920-El Cezire Cephesi Komutanı’na yazılan)
“Kürdistan’da bulunmaktan kıvanç duydum” (24 Mart 1919-Savaş İşleri Bakanlığı’na mektup)
“Osmanlı toprağı, Türkler ve Kürtlerin yaşadığı topraklardır.” (11 Eylül 1919 Amasya Protokolü madde: 1)
“..hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. “16-17 Ocak 1923-İzmit konuşması)
Ancak ne zaman ki Lozan Antlaşması imzalandı, -Ki orada da Türkler ve Kürtlerin temsil edildiği söylendi- Kürtlere yönelik politikalar değişti. ‘Red-inkâr ve imha’ da özetlenen, on yıllarca süren bir sistematik uygulama baş gösterdi. Daha ilk andan itibaren gösterilen her türlü tepki rahatsızlık, ‘isyan, ayaklanmalar’, ‘tedip, tenkil ve tehcir’ hareketleri adı altında kanla bastırıldı. Koçgirî, Şêx Sait, Zilan, Ağrı, Dersim bunlardan ilk akla gelenleridir. Önemli sorulara muhatap olduk:
Cumhuriyetle birlikte bu konuda yapılan temel yanlışlar nelerdir?
PKK-KCK’nin… Kürtlerin hak talepleri konusunda tek temsilci olma iddiasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Öcalan’ın bu süreçteki rolü nedir?
Ak Parti kendisi dışındakileri, diğer siyasi partileri, STK’ları veya mesela âkil insanları dikkate alıyor mu/aldı mı?
Tarafların yaklaşımı barış için yeterli mi? Üçüncü bir taraf yok, olabilir mi?
Sorulara aklımızın elverdiği ölçüde cevap verdik.
1960’dan itibaren, dünyadaki sol rüzgârların da etkisiyle Kürtler yavaş yavaş kimlik ağırlıklı bir çerçevede konuşmaya, tartışmaya, arayışlara başlamış kimi legal kimi illegal örgütlenmelerle hak ve özgürlük mücadelesini geliştirmeye çalışmışlardır. PKK’de o günkü adıyla ‘Ulusal Kurtuluşçular-Apocular’ diğerlerinden farklı olarak silahlı yöntemi esas alarak çıkmış ve bir süre sonra da sonradan planlı olduğu anlaşılan ve bugün de Kenan Evren ve diğerlerinin ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’ ile yargılandığı 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte Kürtlere yeni bir zulüm dalgası başlamış.
Bu dalganın da yarattığı yeni kırılmalarla 1984’te Eruh ve Şemdinli baskını ile birlikte ‘silahlı mücadele’ dönemi başlamış. O günden bu yana, ölen 50 bin insan, boşalan binlerce köy ve mezra, ekonomik olarak 1 milyon dolara kadar hesaplanan maddi ve manevi olarak hesaplanmaz büyüklükte kayıp.
Oslo’da yapılan ve 3. taraf olarak Norveç’in de gözlemci olduğu anlaşılan görüşme sürecinin kesintiye uğramasının ardından yeniden bir yanda Abdullah Öcalan diğer yanda Başbakan’ın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la başlayan ‘diyalog/çözüm/barış süreci’ son derece değerlidir.
O tarihten bu yana Türk ya da Kürt gençler ölmemekte, cenazeler gelmemektedir. Konu her zamankinden çok özellikle de âkil insanlar heyetlerinin Türkiye genelinde yaptıkları çalışmalarla sorunun kavranmasının ve çözüm yollarının ortaya konulmasının yaygınlaşmasını sağlaması açısından bütün geçmiş süreçlerden farklı bir tablo ortaya çıkmıştır. Zannedilenin aksine, toplumda çözüm için bu amaçla yapılan görüşmelere büyük destek olduğu ve bir an önce çözüm için çok sayıda yerinde öneri yapılmıştır. Ancak sürecin hakemlik kurumuna ihtiyacının yakıcı olduğu kesin. En sıradan futbol maçında bile, yani rekabetin olduğu on bire on bir kişinin oynadığı bir oyunda bile çok sayıda hakeme ihtiyaç olduğu malum. Yüz yıllık devasa çatışmalı ve bölgesel bir sorunun Türkiye içi çözümünün hakemsiz çözümünü öngörmek en hafif deyimi ile safdilliktir.
Ancak bu önerlerin çok küçük bir kısının yer aldığı ‘Demokrasi Paketi’yle yetinilmiştir. Devasa sorunun kalıcı çözümü, ‘X,Q,W’ya konulmuş anlamsız yasak ya da özel okullarda –oldukça sınırlı olduğu sonradan anlaşılan- Kürtçe eğitim olmadığı gün gibi ortadır. Kürtçeyi yabancı dil statüsüne sokan, Kürtleri de ‘azınlık’ olmaya doğru indirgeyen özel okullarda Kürtçe eğitim serbestisi, -yönetmeliklerle kuşa çevrileceği açık olan- düzenleme yetmez.
Bu nedenle, yaşanan tıkanmaya rağmen çözümde ısrar edilmeli, toplumun bütün kesimleriyle birlikte barışın inşası sürdürülmelidir.
SEDAT YURTDAŞ / Radikal Gazetesi
DİPLOMATİQUE
06.11.2013 / 16:20Sedat Yurttaş'ı ben de dinledim. Dili ve üslubu barış iklimine uygun bir konuşmaydı. Fakat örgütün ve BDP nin barış dili ve ilişkisini sindirme sorunu yaşadığı apaçık görülüyor. Dar örgüt çıkarları mı, yoksa bütün kürt ve türk halklarının ortak geleceği, refahı ve özgürlüğü mü esas alınmalı sorusu cevap beklemektedir.