tatlidede

Bedrettin Cömert kimdir? Bedrettin Cömert kitapları ve sözleri

Türk Sanat Tarihçisi, Yazar Bedrettin Cömert hayatı araştırılıyor. Peki Bedrettin Cömert kimdir? Bedrettin Cömert aslen nerelidir? Bedrettin Cömert ne zaman, nerede doğdu? Bedrettin Cömert hayatta mı? İşte Bedrettin Cömert hayatı... Bedrettin Cömert yaşıyor mu? Bedrettin Cömert ne zaman, nerede öldü?
  • 07.12.2022 08:00
Bedrettin Cömert kimdir? Bedrettin Cömert kitapları ve sözleri
Türk Sanat Tarihçisi, Yazar Bedrettin Cömert edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Bedrettin Cömert hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Bedrettin Cömert hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Bedrettin Cömert hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 27 Eylül 1940

Doğum Yeri: Vezirköprü, Samsun, Türkiye

Ölüm Tarihi: 11 Ağustos 1978

Ölüm Yeri: Ankara, Türkiye

Bedrettin Cömert kimdir?

27 eylül 1940 yılında Vezirköprü'de doğdu. Sivas Lisesi'nde parasız yatılı olarak okumaya başladığı yıllarda "Varlık" dergisinde ilk şiirlerini yayımladı. 1960 yılında liseyi bitirdi ve devlet bursuyla İtalya'ya gitti. İlk iki yıl, Perugia'da İtalyanca ve Latince okudu; ardından Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. 1965 yılında Maria Augostino ile evlendi. 1966 yılında ilk çocukları Ergun doğdu. 1970 yılında Türkiye'ye döndü ve Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi bölümüne asistan olarak girdi. 1971 yılında Roma Üniversitesi felese enstitüsü'nde "Son elli yılda Türkiye'de sanat eleştirisi" konusundaki tezi ile estetik doktoru oldu. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde öğretim görevliliğine atandı. 1973 yılında ikinci oğulları Kemal doğdu. Hacettepe Üniversitesinde ikinci doktorasını yaptı, konusu "giotto ve san francesco geleneği" idi. 1977 yılında Gombrich'in Sanatın Öyküsü kitabını çevirdi ve Türk Dil Kurumu'nun çeviri ödülünü kazandı. Aynı yıl, "Benedetto Croce'nin estetiğinde ifade kavramı ve ifadenin iletim sorunu" adlı tezi ile doçent oldu. Doçentlik tezi, ölümünden sonra Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı ve çocuklarıyla birlikte yurtdışına gitmekte olan eşine son dakikada, havaalanında yetiştirildi. 11 temmuz 1978'de, sabah 08.30'da kurşunlanarak öldürüldü. Makalelerinin derlendiği Eleştiriye Beş Kala adlı kitabı şubat 2007'de yayımlandı.

Bedrettin Cömert Kitapları - Eserleri

  • Mitoloji ve İkonografi
  • Estetik
  • Giotto'nun Sanatı
  • Croce'nin Estetiği
  • Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak
  • Eleştiriye Beş Kala

Bedrettin Cömert Alıntıları - Sözleri

  • Düşünce, imge yaratmaz. İmgeler, düşgücünün ve şiirin, ona sağladığı bir gereçtir. (Croce'nin Estetiği)
  • Zanayiş xo reyde femkerdişî estanekan zî banderkeno. Zanîn bi xwe re fêmkirina çîrokan jî Têne. Knowing also brings with it understanding the stories. Bilmek kendisi ile hikayeleri anlamayı da getirir. (Mitoloji ve İkonografi)
  • ''Kabalığı, açık saçıklık saplantısını, anlatım özgürlüğünün belirtisine çevirme yanlışlığı, son zamanlarda birçok göz boyamaları anlamamızı engelliyor gibime geliyor. Hele de açık saçıklığı, toplumculuğun bayrağı haline getirme çabaları yok mu, işte buna aklım hiç ermiyor. Açık saçıklığın ne düşün ve anlatım özgürlüğüyle, ne de toplumculukla bir ilişkisini görebiliyorum. Çünkü kolay bir şeydir açık saçıklık. Asıl güç olan şey, biçimsel-üslupsal bir edep ve incelik içinde, her konuyu işleyebilmektir. Ağzına geleni söylemek, hiç olmazsa sanatta ve edebiyatta, kesin başarısızlığa götüren bir yoldur. Açık saçıklığa, açık saçıklık olarak karşı çıkışımda hiçbir ahlaksal endişe yoktur. Mademki bir sanat eserinin ilk koşulu, güzelliktir, içeriği sürekli kılacak biçimsel arınmışlıktır, o halde, açık saçıklığın üslup aracılığıyla değişime uğramamış, dolayısıyla biçimle güzel kılınmamış her türüne, gerçek sanatçının emeğine duyulması gereken saygı adına karşı çıkıyorum. Açık saçıklığı, çıplak kadın resimlerindeki cinsel bölgelere, mezbahada hayvan damgalar gibi mavi damga basarak önlemeye çalışan çağdışı kafaya nasıl karşı isem, bu cinsel bölgelerin gereksiz gösterisini yapan, bir eserin odak noktasını oralara çekerek açık saçıklıktan medet uman ve bu yolla yeteneksizliğini gizlediğini sanan tutuma da aynı şekilde karşıyım. Çünkü sanatın, hele toplumcu sanatın açık saçıklığa ihtiyacı yoktur.'' * Yansıma, Kasım 1974, Sayı 35 (Eleştiriye Beş Kala)
  • ...Geçtiği ilk denize İonya, ilk boğaza da “İnek Geçidi” anlamına gelen Bosporos denir. (Mitoloji ve İkonografi)
  • 1 * Yerleşik bir noktada hep aynı toplama işlemini yapıyordu Naftalin olduğu zamanlar Atlar kişnemezdi ona göre Ama atlar odalara girdikleri zaman Koskoca bir mart ayı Alıp gidiyordu En genç naftalinleri Ve o Çenesi çıkmış bir yüz gibi anlamsız çıngıraklarla Hep aynı toplama işlemini yapıyordu Yerleşik bir noktada * 2 * Fabrikalarda Ve cumartesi ağaçlarının altında Tüm insanlar çalışıyordu ki O hep böyle Bir pantolon gibi Diz vermiş gözleriyle Şalgam satmaya çalışıyordu dilencilere Duraksız adımları gittikçe kirleniyordu Boşanır boşanmaz bağlaç yerlerinden Kanlı bir çarşaf dolanıyordu diline Yine çakıl taşı beyaz sandıklar içinde Yine mahallede maskara bir güvercin Ve fabrikalarda Ve cumartesi ağaçlarının altında Tüm insanlar çalışıyordu ki O hep böyle Bir pantolon gibi Diz vermiş gözleriyle Şalgam satmaya çalışıyordu dilencilere * 3 * O halde Brezilya’da lokumsuz balıklar Tokat atmıyorsunuz siz Dut pekmezine çivi çakmıyorsunuz O bir mürekkep şişesi kadar tehlikeli Ayağa kalkmış bir topal tedirginliğindeki gözlerin Hep adama kavisli bir cetveli andıran Kullana kullana yazısı silinmiş kalfaların Yok canım o kadar da değil ağlamak O halde Nerede kalmıştık Demek sizde hardalların ayakları sulak Demek sizde herkes kasap değil Demek Böyle Ha * 4 * Bulutlar damalı bir bakraç içinde Çok içli bir marangoz rendesinin üstüne kondular En çarşısız ölmek de buydu zaten Marangozun karısı için Rasgele bulduğu sarkılan üflemeye koyuldu Sonra Tül tül Bir rüzgâr okşadı Kadının memelerini Ne kadar kıl varsa vücudunda Hepsi Ama Hepsi Bayramlık şapkalarını giydiler Ve marangoz Davullar zurnalar armağan etti karısına * 5 * Hazırladığı bir bardak elmanın sayfalarına Bir fabrikanın Kan kırmızı göbeğini kesti Eşiğindeki insanların kulakları kaşınıyordu Bir demirci Örsüne sapladığı kasıklarını tutarak Çocuklarını tokatlıyordu Saat oniki sularıydı Köprülerde cam kırıkları parıldıyordu Kırmızı burunlu candarmalar çamur devşiriyordu O hâlâ Hazırladığı bir bardak elmanın sayfalarına Aiutami a piangere* şarkısını söylüyordu * 6 * Topu topu soluğu eğri bir bacayım ben Söylesem neye yarar ki Şarkılarımdaki tüm ilkbaharların Alçıda olduğunu Ve yumruklarımın Altmışlık bir kadının oturağına döndüğünü çek git Kalabalığını postanelerde ara Topu topu soluğu eğri bir bacayım ben. * Dip Not: Roma’da yazdığı 15 Mart 1963 günü mektupla birlikte geldi *Hasan Hüseyin Korkmazgil* * *(ağlamama yardım et) (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • Öğretmen-ozan Halim Yağcıoğlu, Kasım 1978 sayılı Kemalist Dergisi'nde şöyle anlatıyor Bedrettin Cömert'i: ''..Bedrettin Cömert'i 1958'lerde Sivas Lisesi'nde tanıdım. Gaziantep Öğretmen Okulu'ndan oraya atanmıştım çünkü. Bedri, dikkati çekmeyecek kadar içine dönük, kendi dünyasında yaşayan, maddeden çok sanata tutkulu, dal gibi incecik bir çocuktu. Lise: 9, 10, 11'de üç yıl arkadaşlığımız oldu. Gerçekten arkadaştım ben Bedrettin'le.. Arkadaşlıktan da öte sağ kolumdu bir bakıma. Okulun Kültür ve Edebiyat Kolu'nu dersimin gereği yönetmem, onu bana bağlamış, her alanda yardımcım olmuştu. O yıllarda Sivas Lisesi en parlak yıllarını yaşıyordu. Buna neden eğitsel kollara büyük önem veren müdürümüz Mustafa Yenisey'di. Yalnız lise bölümü yatılı olan okulun tek bir günü boş geçmiyor, saygıdeğer Sivaslılara peş-peşe gösterilerle zevkli saatler yaşatıyorduk. Kuşkusuz bu hareketli okul yaşamında Bedrettin Cömert'in büyük payı vardı. Küçük yaşına rağmen arkadaşlarının saygısını, sevgisini kazanmış, lisenin Kültür ve Edebiyat Kolu başkanlığını oy çokluğuyla üstlenmişti. Daha sakalları bile çıkmamıştı oysa.. Zeki bakışları, dikkati, kavraması, düşünmesini bilmesi önde gelen değerlerindendi. Parasız Yatılı sınavlarına girerek kazanmış, dağıtımda Sivas Lisesi'ne düşmüştü. Bir memur çocuğuydu kısacası.! Babasının gönderdiği 5 lira ile yetinmek zorundaydı ay boyunca. Tek koyu renk giysisine dikkat eder, okulun verdiği giysileri belki de kardeşlerine yollardı.'' (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • Ekho, Narkissos'u seviyordu. Issız bir kırda dolaşırken görmüştü onu ve hemen güçlü bir arzu kaplamıştı gönlünü. Kaç kez ona sokulmak, kaç kez içini açmak istemiş, becerememişti bir türlü; çünkü yaratılışı izin vermiyordu buna. Hera, konuşmamaya tutsak etmişti Ekho'yu. Konuşabilmesi için başkasının konuşması gerekiyordu önce. Ekho durmadan izliyordu sevdiğini. Narkissos bir gün arkadaşlarına, "Orada kim var?" diye bağırınca, ancak "Var" diyebildi Ekho. Ne ki Narkissos görmüyordu onu. "Gel" diye bağırınca, Ekho da kollarını açıp çıktı ağaçların arasından. Periyi gören Narkissos, şaşırıp kaçtı. Gönlünü yaraladığı kızlardan birisi tanrılara yalvararak, Narkissos'un cezalandırılmasını ister. Tanrılar da, "Başkasını sevmeyen kendini sevsin!" buyururlar. Dalgalarında gümüşler oynaşan berrak bir pınar, av ve sıcaktan yorulan Narkissos'u çeker. Gidermek istedikçe artar susuzluğu ve birden, suya vuran kendi güzelliğine tutulup kalır. Bu imgeyi vücut sanır. Öpücükler sunar pınara. Ellerini daldırır sulara, fakat yakalayamaz güzeli: Gördüğünün ne olduğunu bilmez. Yanar tutuşur sevdadan. Böylece, eriyip gider Narkissos. Ekho'ya gelince: Hâlâ oralarda, son sözcüğü tekrarlar durur. (Mitoloji ve İkonografi)
  • soyunup sevişmekten korkacak yine yine sap gibi kalacak güzelliğiyle. bir önyargıya kurban gidecek bin içimlik memeleri korkacak sevişip ezgi olmaktan (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • Bugün, sanat yapmaktan çok, sanat üzerine düşünüyoruz. (Estetik)
  • Mademki her sanat yapıtı bir ruh durumunu ifade ediyor ve ruh durumu bireyseldir ve hep yenidir, o halde sezgi sonsuz sezgileri gerektirir, dolayısıyla onları türler kutusuna indirgemek olanaksızdır... (Croce'nin Estetiği)
  • ışıl ışıl günlere ereceğiz ırak olacak gayrı nemiz varsa karalardan düşüncelerden yana gür sevgiler doyuracak susuzluğumuzu susuzluğumuz bitince kaygılarımız da bitecek darılmalarımız da * kar yağacak yine ağırdan ağırdan bazı bazı kuduracak soğuk biz yine el ele ışıl ışıl günlere doğru inan güzelliklere boy atacaksın mut kaynıyacak ocağımızda denizlerden dağlardan yaban kuşlarından bir düzen kuracağız bitecek kaygılarımız kaygılarımız bitince daha güzel olacağız * 1960 (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • Geleneksel metafizik felsefenin 19. yüzyılın sonlarından itibaren önemini yitirmesi sonucunda, Avrupa kültürü bunalıma girmiştir. Düşünce adamı artık pratik olayların karışık denizinde kendini kaybetmeye başlamış, kuşkuculuğun ve us gücüne güvensizliğin kurbanı olmuştur. Oysa yaşam, ne olayların düzensiz bir biçimde birbirini izleyişi, ne de karanlıkta bir sendelemedir. Şeylerde bir doğrultu, bir ereklilik, bir düzen vardır. Bu doğrultunun, bu erekliliğin, bu düzenin kesin ve saltık olmadığı doğrudur; tarihsel evrim gerektiğinde, her doğrultu, her ereklilik, her düzen, yerini yeni bir doğrultuya, yeni bir erekliliğe, yeni bir düzene bırakacaktır, ama bu durum, düşünceye, elverişli bir araştırma alanı sağlaması bakımından yeterlidir de. Felsefe ancak metafizik istemlerini bir yana bıraktığı, çözümlemelerini tarihsel olarak sınırladığı zaman yaşamını sürdürebilecektir. Kategoriler ve tanımlar yine olanaklı olacak, ama hiçbir zaman evrensellik ve ölmezlik savında bulunamayacaklar. Husserl'e göre, her şeyi oluşturan öğenin ne olduğunu sormak yararsız bir çabadır. Dolayısıyla, ''Sanat nedir.?'' diye sormak da yersizdir. Bu soruların karşılığını yaşamın kendisi, yaşadığımız deneyimlerin kendisi verecektir. Deneyimlerimiz, insanların yaşamında sanat diye bir şeyin varlığını açıkça gösteriyor. Yine deneyimlerimiz, aynı açıklıkla, sanatın örneğin siyasetten veya tarımdan değişik bir şey olduğunu da gösteriyor. Bu yanıtlar, gerçekliğin ne olduğuna, niçin olduğuna bir yanıt değil, gerçekliğin görünüşünün betimlenmesidir, yani fenomenolojisi'dir. Ne var ki böyle bir betimleme, olaylara düzen ve anlam veren bir betimlemedir. (Croce'nin Estetiği)
  • kopuk bir özgürlük gibiyken akşam üsküdarımsı bir eskilikten kuşlar geçer konarlar çan durakları içinde -----en güzel şarkıların tellerine mışıl mışıl denizlerden kopar bir çığlık kurdeşen gibi gidişmeye başlar dağların tabanı ve yine kuşlar -----en son dairelerinde -----görünmeyen bir yalnızlığa resim yaparlar kopuk bir özgürlük gibiyken akşam yanaşamamak en yakın istasyona dalıp gitmek -----gitmek bilmeden ölümün masmavi anlamını ellerin titremesi haşhaş çiçekleriyle donatırken gemileri takmaya çalışırken tavşanların boynuna -----en güzel akşamları -----en güzel geceleri --------ayaklarımızın ıslanması ---neresine otursak zamanın -----çatlamamız kaşınan bir yara hazzında * kopuk bir özgürlük gibiyken akşam üsküdarımsı bir eskilikten kuşlar geçer konarlar çan durakları içinde -----en güzel şarkıların tellerine ve yine kuşlar en son dairelerinde -----görünmeyen bir yalnızlığa resim yaparlar * Hasan Hüseyin Korkmazgil'in Notu: Roma'dan yazdığı 15 Mart 1963 günlü mektupla birlikte geldi. (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • Bedrettin Cömert'in, Hasan Hüseyin Korkmazgil'e yazdığı mektuplardan: * ''..Ben daha en temel sorunları bilmeden, el yordamıyla sorunlara yaklaşıyorum. Son zamanlarda okuduğum, çevirdiğim yazarlardan öğrendiğim şey bu. Bu nedenle bütün gücümü bu temel metinlerin çalışılmasına vereceğim. Acelem yok. Hem, boş yere acele, saman alevinden farksız oluyor. Elimde bir sürü çeviri var. Yol aydınlatan yazılar. Sonra, çevirmekle hem boş durmuyorum, hem de sorunlara daha derince girmek imkânı yaratılıyor. Örneğin, Marks'ın 1844 Ekonomi ve Felsefe Müsveddelerinden 'Yabancılaşmış Emek' , 'Para ve duyuların tarihi kaynağıyla ilgili bölümleri, Engels'ten, Marks'tan sanat üzerine yazıların epeyisini çevirdim. Hepsini temize çekmem kaldı. (..) Somut eleştiriyi, yani eylemi şimdilik boşladım. Birincisi, kuramsal eksikliğimi gidermem gerek, ikinci olarak da, Türk Edebiyatı'nı, Türk Tarihini ve toplumunu iyice ve bilimsel tanımadan , boşa çaba gibime geliyor. Burada kalacağım iki yıl süresince birinci boşluğumu iyice kapatmaya çalışacağım. Daha doğrusu başladım da. * Görüldüğü gibi, Bedrettin Cömert için, ''Şiiri Eleştiriye Yediren Adam'' veya ''Eleştiriyi Şiirle Besleyen Adam'' demem boşuna değil. * Hasan Hüseyin, Ankara, Mart 1979 - Şubat 1981 (Eleştiriye Beş Kala)
  • "... ama birgün belki yıkılmadan daha anlam tüm uzaklıklara karşın içimizde yenilenir sevgimiz..." (Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak)
  • ''''.. Leonardo'nun özel yeteneklerinden başka, onu, Son Akşam Yemeği olayını bu biçimde yorumlamaya ve sonunda bulmaya iten temel nedenler var mıdır, varsa hangileridir.? Biliyoruz, 16. yüzyıl her bakımdan bir ''reform'' çağıdır. Protestan reformu, Katolik Kilisesinin, hem yapı, hem tutum yönünden, kendine yeni bir çeki düzen vermeye zorluyor. Bunun sonucu olarak da, din artık, tartışmasız hakikatlerin bir vahyi olmaktan çıkıyor ve insanın, Tanrıyı, kendi içinde sürekli araması biçiminde kendini gösteriyor. Artık din, bir yetkeye (otoriteye) itaati değil, bireyin Tanrı karşısında seçim yapma sorumluluğunu içeriyor. Aynı evrimi doğmakta olan bilimde de görüyoruz. Bilim, eski metinlerin yetkesine dayanan ve kuşaktan kuşağa devredilen bir bilgi olmaktan çıkarak, her zaman açık bir sorun sayılan gerçekliğin canlı görünümünde yapılan bir araştırma niteliği kazanıyor. Bütün bu değişimlere koşut (paralel) olarak, sanat da uygun bir yön alıyor. Artık sanat, ortaçağda olduğu gibi, nedenini açıklayamadığımız evrenin edilgin bir temaşası ve resmedilişi değil. Sanat da tedirgin bir araştırma kimliğine bürünüyor. Kendine özgü tabiatını, amaçlarını, oluş yöntemini, tarih süreci içerisindeki var oluş koşullarını araştırıyor. Mademki açıklayamadığımız evrenin kendisi araştırma konusu olduğuna göre, sanat, neden bu evrenin biçimini yansıtsın.? Tanrı, yaratılmış şeylerde değil, insanın kendi içindedir. O halde Tanrıyı, niçin yaratılmış şeylerin kutsal uyuşumunda arıyoruz.? Niçin kendi içimizde, kurtuluş için savaşan ruhumuza dönmüyor ve Tanrıyı, orada aramıyoruz.? Bu nedenle, en önemli sorun, insanın davranışı sorunu oluyor. Bu bakımdan tarihi, sonuçlanmış bir hareket olarak görmek olanaksızdır. Nitekim Leonardo'ya göre, tarih, birbirleriyle içiçe, birbirlerinden ayrılması imkânsız davranış ve tepkilerden oluşan, çok karmaşık bir ruhsal durumdur. (G.G. Aryan, Storia dellarte İtaliana Floransa 1968, C. III, S. 3) Bu insan ve tarih anlayışını Leonardo'nun şu sözlerinden de anlıyoruz: ''İyi ressam, başlıca iki şeyi çizmek zorundadır; yani insanı ve onun aklındaki düşünceyi; birincisi kolaydır, ama ikincisi zordur, çünkü ressam, vücut üyelerinin hareketlerini tavırlarla (jestlerini) gösterecektir.''..'' (Eleştiriye Beş Kala)
  • Asklepios: Doğumların yazgısı nasıl ki Eileithyia'ya bağlıdır, sağlığın korunması görevi de Asklepios'a verilmiştir. Asklepios Apollon'un Koronis adında bir kızdan olma oğludur. Koronis, Asklepios'a gebe kaldıktan sonra bir başkasıyla yatar. Apollon, Koronis'i bir odun yığını üstünde diri diri yakarak cezalandırır. Fakat kadın yanmaktayken, tanrı kendi dölünü çıkarır ve büyütmesi için At Adam Kheiron'a verir. Kheiron, Asklepios'a hekimlik sanatını öğretir. Yılan veya çevresini yılan saran bir değnek Asklepios'un işaretidir. Bol üyeli bir aileye sahiptir. Kimi adak kabartmalarında karısıyla, Asklepiades denilen iki oğluyla, kızları Hygieia (kimi zaman, boynundan sarkan bir yılana kadehle içki sunarken gösterilir), İaso, Akeso, Aigle ve Panakeia ile tasvir edilir. Bazan da külâhlı bir paltoya sarılmış Telesphoros adında bir çocukla görülür. Asklepios sanatta, Zeus'a eş bir görkemlilik içinde, yaşlı ve sakallı bir erkek olarak tasvir edilir. Düşünceli ve babacan bir ifade taşır. Yanında kimi zaman köpek bulunur. Fakat ona kutsal hayvan, horozdur. * Moiralar: Kader tanrıçaları Moiralar'ın sayısını ve adlarını ilk kez Hesiodos, Theogonia'da saptar. Üç tanedirler. Klotho (iplik eğirici), Lakhesis (kader çeken), Atropos (kaçınılmaz). Klotho, her bir ölümlünün, doğduğu andan itibaren, ölümüne dek ömür ipliğini eğirir; bunun içi, işareti masuradır. Lakhesis, ömrün uzunluğunu belirler; işareti ise kâğıt tomarı veya küredir. Atropos, ömür ipliğine kaçınılmaz darbeyi indirir; bu nedenle makas veya terazi taşır. * Nemesis: İnsanların haddini bilmez, taşkın davranışlarına, aşırı zenginliklerine karşı tanrısal öfkeyi simgeler. Sanatta ciddi ve düşünceli bir kız olarak tasvir edilir. Vurgulanmak istenen yönüne göre işaret alır. Ilımlılığı temsil ediyorsa cetvel veya dizginledir, ya da bir parmağı dudağındadır. Cezalandırmayı temsil ediyorsa, kılıç veya kamçı taşır. Müdahale hızını simgelemek için ise kanatları vardır, grifonların çektiği bir arabayladır. * Tykhe: Önce iyi talihi, olumlu kaderi simgeledi. Sonra kötü talihi de temsil etmeye başladı. Hesiodos'a göre, Okeanos'un kızıdır. Genellikle kule taçla, dümen veya bolluk boynuzuyla tasvir edilir. Küre ve kanatları ise değişkenliği simgeler. (Mitoloji ve İkonografi)
  • Damon’a göre müzik, ruhumuzu öyle bir taklit etme durumuna sokar ki, insanların değişik karakterlerini taklit etme yeteneği kazanırız. Yani, kendimizi olduğumuzdan başka bir hale geti­rerek, değişim ve gelişimimizi sağlarız. (Estetik)
  • Sanatın doğası üzerine kafa yormuş düşünürlerin hemen hepsi, şimdiye dek şu soruya doyurucu bir yanıt bulmaya çalışmışlardır. Sanat nedir.? Bu soruya verilen tüm yanıtlar tarihsel süreç içinde birbirini tamamlayan ve birbirini gerektiren bir zincir oluşturmuşsa da, yanıtlara tek tek baktığımızda önerilen çözümlerin, açıklamaların çoğunun tümden birbirinden ayrı, hatta kimi zaman da birbiriyle çelişir olduğunu gözlemliyoruz. Sanatın birden çok tanımının yapılması, dolayısıyla tanımlar arasındaki ayrılık, düşünce tarihi açısından bir gereksizlik olarak görülmemelidir elbette, çünkü ''Sanat nedir.?'' sorusuna verilen her yanıt, sanatın doğasına ilişkin her tanım, sanat diye bildiğimiz çok karmaşık olgunun değişik bir yanını aydınlığa kavuşturmuş; insanları sanat yapıtından daha çok, daha derin haz alma konusunda daha bilinçli kılmıştır. İnsan yaşamı sürekli bir oluşum ve devingenlik içinde sürdüğüne, buna koşut olarak da ''tarih'' adını verdiğimiz kesintisiz süreç giderek yeni düşünce ve duygu birikimleriyle varsıllaştığına göre, tanımların saltık, değişmez geçerliliğinden söz etmek olanaksızdır. Tanımların geçerliliği yer ve zaman koşullarıyla bağımlı olacak ve tutarlı her yeni tanım karşısında bir önceki tanımın etkisi ve geçerliliği ister istemez azalacaktır. Ama yine kaçınılmaz bir biçimde, her tanımda, sanat gerçeğini birazcık olsun yansıtan; sanatsal deneyimi aydınlatan; beğeniye, geriye dönüşü engelleyen bir boyut kazandıran öz kalacaktır. İşte, insanın sanat düşüncesine ilişkin geçmiş'ini şimdi'nin somutluğunda eritip özümleterek gelecek'e bağlayan şey, insanlığın tarihsel kalıtımı olarak geride kalan bu özlerin kesintisiz bir süreçte birbirini tamamlamasıdır. Evet, sanat nedir.? Günümüzde bu soruya, bundan, örneğin yarım yüzyıl öncesinde olduğu gibi, yer ve zaman koşullarını hesaba katarak bile, kesin bir yanıt vermek, başka bir deyişle bu soruyu bir tanımla yanıtlamak yalnızca güç değil, aynı zamanda olanaksız. Çünkü, ''makine yapan makine'' çağımızda, bilimin kesinliklere değil, olasılıklara dayandığı çağımızda sanatı da bu ''olasılıklar uygarlığı''nın dışında düşünmek biraz çağdışı olur herhalde. (Croce'nin Estetiği)
  • Ne ki, açınca yanında getirdiği kutunun kapağını meraklı Pandora, dağıldı insanlara acılarla dertler. Tam Umut da çıkıp gitmek üzereydi ki, kapattı Pandora kutuyu. Kapağı açılan dert kutusundan, tek bir umut kalmıştı dışarı çıkmadık. (Mitoloji ve İkonografi)

Yorum Yaz