tatlidede
tatlidede

“Berrîyê Ovası’nın Pas Tutmayan Kaması” Kızıltepeli Çeçenler

“Berrîyê Ovası’nın Pas Tutmayan Kaması” Kızıltepeli Çeçenler

       Rusların Kafkasya’daki Müslüman halklara karşı güttüğü emperyalist politikaların çok derin bir tarihi vardır. 21 Mayıs 1864, 300 yıl süren Kafkas-Rus savaşlarının sona ermesi ve Kuzey Kafkas halklarının sürgüne zorlanmasının milâdıdır. Bu tarihten sonra aralarında Çeçenlerin de bulunduğu Kafkas halkları dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır. Anadolu’ya yerleştirilen Çeçenler; Sivas, Konya, Kahramanmaraş, Mardin (Kızıltepe) gibi illere dağıtılmışlardır. Tabi, dönemin devlet politikaları gereği bu topluluklar, ileride birleşip tehdit oluşturmasın diye birbirinden uzak yerlere dağınık bir hâlde iskân ettirilmişlerdir.

       Kürtlerle ilk karşılaşmaları pek hoş olmamış Çeçenlerin. En azından Çeçen sözlü tarihinden derlenen bir anlatıda böyle söyleniyor. Bu anlatıya göre Çeçenler, hayli geniş bir coğrafya gezdikten sonra Kızıltepe Ovası’nda Kürtlerle karşılaşmışlar. Çeçen kafile lideri susamış yaşlılar ve çocuklar için Çeçencede ayran anlamına gelen “şar” istiyor. Kürtler ise karşılarında Kürtçede “kavga” anlamına gelen ve heyecan içinde şar, şar, şar!!! diye bağıran kişinin kavga etmek istediğini sanır ve ciddi bir gerginlik çıkar ortaya. Tamamen yanlış anlama sonucu yaşanan bu hadiseden sonra Kürtler, “şar”ın ayran olduğunu öğrenmiş ve Çeçenlerin konakladıkları yerde onlara ayran ikram etmeyi adet hâline getirmişler.

       Çeçenler Mardin çevresine ilk geldiklerinde, daha serin bir yer olduğu için Kasımiye Medresesi ve çevresine yerleşirler. Burası gittikçe artan nüfusa yetmeyince Kızıltepe’deki Berrîyê Ovası’na taşınırlar. Burada da o dönem harabe, yıkık bir vaziyette bulunan Ulu Cami ve etrafını mesken tutarlar. Kafkas insanı olan Çeçenler soğuk iklime alışık olduklarından Kızıltepe’nin hararetli sıcağına başlarda pek ayak uyduramazlar. Bundan ötürü daha serin bölgelere taşınma arayışına girerler. Bir kısmı Muş’taki serin bölgelere göç ederek göçün üstüne bir göç daha eklerler. Şu anda Muş’ta kalan az sayıdaki Çeçen, Kızıltepe’den göç eden bu Çeçenlerden kopmadır. Muş’un serin havasını ve suyunu çok seven Çeçenler, Muş-Varto depremiyle sarsıldıktan sonra dönüp dolaşıp yine Kızıltepe’ye geri göç ederler. Oysa yine de Muş’u hayatlarından tamamen çıkartmazlar; uzun bir süre boyunca yazlarını Muş’ta, kışlarını da Kızıltepe’de geçirirler.

       Kızıltepe’den Muş’a göçerken Diyarbakır’dan geçen Çeçenlerin bu göç sırasında da hikâyeleri var. Çeçen reisinin çocuğu sıcaktan epeyce bunalınca reis, çocuğunu vilayet binasının yakınındaki bir süs havuzunun suyuna daldırır. Nasıl olduysa, şehrin valisiyle karşılaşırlar. Reis, valiye kim olduklarını, nereden nereye gittiklerini iyice hikâye eder. Bunun üzerine vali, Diyarbakır’a yerleşmelerini önerir; üstelik kendilerine toprak vermeyi de vaat eder. Hatta reisin atındaki heybeye bir sürü arazi tapusu bile sıkıştırır. Fakat Çeçen reisinin kararı kesindir; kafilesini daha serin bir yere göçürmekte kararlıdır.

       Çeçenlerin bir sergüzeşti de Milli Mücadele döneminden ki belirtmeden geçmek olmaz. O sıralar Türk ve İngiliz hükümetleri arasında Misâk-ı Milli sınırları konusunda müzâkereler devam ediyordur. Türk ve İngiliz heyetleri Kızıltepe’ye gelir ve sınırları tespit ederler. Belirlenen sınır Kürt ve Araplar gibi Çeçenleri de ortadan ikiye bölecektir. Hepsinin diğer tarafta canının yarısı duruyor. Durumu Anlayan Çeçen beyi ve beraberindekiler İngilizlere, kafalarını kesmek kastıyla saldırıyorlar; fakat Türk heyeti kavgayı ayırır ve bir yolunu bulup onları uzaklaştırır.

***

       Kızıltepeli Çeçenler, yakın bir tarihe kadar kendilerinden olmayana ne kız vermiş ne de onlardan kız almışlardır. Fakat son zamanlarda bu katılık kendiliğinden esnemeye başlamış ve Kürtlerle artık dayı-yeğen olmaya başlamışlardır. Bir zamanlar Kızıltepe şehir nüfusunun dörtte biri kadar olan Çeçenlerin bugün şehirdeki nüfusu yüz elli kişiye kadar düşmüş. Bu azalışta seksenli ve doksanlı yıllarda şehirdeki asayişin bozulmasının çok büyük etkisi var. Ortamın huzursuzluğundan göç eden Çeçenler batıdaki şehirleri yurt tutmaya başlarlar. Çeçenlerdeki kültürel çözülmeden konuştukları dil de zamanla nasibini almış. Bugün çok yaşlı az sayıdaki Çeçen ve bir iki aile dışında Çeçence konuşabilen kimse kalmamış.

       Geleneklerine sıkı sıkıya bağlılıklarıyla bilinen Çeçenlerin düğünlerine kendilerinden olmayan birilerinin katılması zinhâr yasaktı. Düğünlerde Çeçen kıyafetleri giyilir, mızıka dedikleri akordion tarzı bir çalgıya özellikle yer verilir ve yerel danslar edilirdi. Bir keresinde yine böyle bir Çeçen düğünü tertiplenmiş ve düğüne yabancı bir kimse dâhil olmasın diye kapıya iki nöbetçi bırakılmış. O sırada devriye gezen bir çift inzibat askeri düğün sesini duyup içeri girmek isterler; fakat nafile. Kapıdakiler asla onları içeri salmak istemezler. Gürültü patırtı kopunca içerideki büyükler olaya el koyarlar. İnzibatlardan birisi ricacı bir tavırla; kendisinin de Çeçen olduğunu, mızıka sesini duyunca dayanamayıp geldiğini ve kendisine izin vermelerini ister. Büyükler, inzibatın Çeçen olduğuna kanaat getirince içeri alırlar ve genç inzibat düğünde Çeçen dansları oynayarak bütün kurtlarını döker.

       Kızıltepeli Çeçenlerin süreç içerisinde çıkardığı en önemli isimlerden birisi Demokrat Parti iktidarında Kızıltepe belediye reisliği yapan Mecit Yücel. Mecit Yücel, bugünkü çarşı parkında su kuyusu açar. Su kuyusu deyip geçmemek lazım, zira o dönem için zor şartlarda açılabilen bu kuyuyu Almanlar gelip açmış. Öyle ki, dönemin başbakanı Adnan Menderes Kızıltepe Belediye reisi Mecit Yücel’e, şehrin içme suyuna kavuşturulmasından ötürü duyduğu memnuniyeti telgrafla bildirmiş. Bu durum gazete havadislerine bile yansımış.

***

        Sarp Kafkas dağlarının bu çetin mizâçlı insanları tarihin birçok kesitinde bu mücadeleci özelliklerini sergilemekten geri durmamışlardır. Kızıltepe kırsalındaki yağma ve talan zamanlarında da bu çetin ceviz olduklarını ortaya koymuşlardır. Osmanlının son dönemleri ile genç Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde kırsalda açlık ve sefâletin iliklere kadar hissedildiği zamanlardı. Şemmar ve Tayi gibi kabileler kalabalık gruplar hâlinde Kürt köylerine baskın veriyor, ne var ne yok talan ediyor, ele ne geçerse kapıp götürüyorlardı. Bu ölümlü ve sert baskınlardan, özellikle ‘Erradê (Akdoğan), Merşo (Demirkapı) ve Bûnasê (Büyükdere) gibi köylerde yaşayan Çeçen köylüleri de nasibini alıyordu. Yağmalardan bizâr olan Kürtlerle birlik olan Çeçenler yağmacılara çok sert karşılık vererek onları sindirmiş, karşı baskınlara dahi başlamışlardı. Çeçenler talancı kabilelere çok sert baskınlar gerçekleştirince bu sefer de bu kabileler topraklarını terk ederek daha aşağı bölgelere kaçmak zorunda kalmış. Onların boşalttığı ve bugün Suriye sınırları içerisinde kalan arazilere de bizim Kızıltepeli Çeçenler yerleşir. Bugün Suriye’de yaşayan Çeçenler, bu olaylarda oralara yerleşenler. Kimisi geri dönmüş. Hâlâ ellerinde on binlerce dönümlük Suriye arazisi tapuları var. Hatta Özal döneminde buradaki toprakları geri almak için resmî işlemler bile başlatılmış; fakat Suriye hükümeti buna karşılık kendi vatandaşlarının Hatay’daki topraklarla ilgili tapuları masaya sürünce karşılıklı olarak bu sevdadan vazgeçilmiş.

       Çeçenler, ilk başlarda Kızıltepe şehir merkezinde nüfus bakımından güçlü durumdaydılar. Koçhisar ile beraber şehrin iki mahallesinden biri olan Tepebaşı’nda nüfus çoğunluğu onlardaydı. Köylerde Kürtlerle uyuşamayan diğer Çeçenlerin de katılımıyla daha da güçleniyorlardı. Şehir kültüründe yaşamanın Çeçenlere kazandırdığı en önemli avantaj Türkçeyi öğrenmiş olmaları ve bu sayede devletle doğrudan muhatap olabilmeleriydi. Devlet tarafından gizli olarak hazırlanmış aşiretler raporunda da Kızıltepe’deki Çeçenlere yer verilmesi, edindikleri iyi konumu ortaya koyar. Raporda, Kafkas kökenli bir aşiret olarak belirtilen Çeçenlerin Kızıltepe ilçe merkezinde yerleşik oldukları ve devlete bağlı oldukları vurgulanmıştır. Raporda liderleri olarak Hacı İbrahim Yıldırım, Eyüp Katı (Binbaşı) ve Hacı Salih Özdemir’in isimleri geçer.

       Çeşitli Osmanlı arşiv belgeleri de Çeçenlerin devletçe desteklendiğini, Kürt ve Araplara karşı denge unsuru olarak değerlendirildiğini ortaya koyar. En başından beri devlete sadık gruplardan biri olan Çeçenler, orduda, diğer güç odaklarında ve devlet hizmetlerindeki yüksek mevkilerde görev alırlar. Sorun çıkaran eşkiyanın bastırılması ve vergilerin düzenli toplanması için Çeçenlerden askerî güç olarak yararlanılıyordu. Bir Osmanlı arşiv belgesinde; Mardin'e iskân edilen Çeçenlerden bazen şikâyet olsa da, söz konusu sancakta fenalıkları ve sorunları ortadan kaldırmak için faydalı olabilecekleri bildiriliyordu. Bir diğer belgede, 1889 tarihinde Şammar Aşireti’nin çevre aşiretlerden gasp ettiği hayvanları ve paraları geri almak amacıyla hazırlanacak askerî kuvvette bir bölük Çeçen’in jandarma kıyafeti ile geçici olarak istihdam edilmesi isteniyordu.

       Çeçenler, bürokraside edindikleri nüfûz sayesinde hem Kızıltepe içinde hem de kırsalda büyük miktarda toprak elde etmiş, Tepebaşı Mahallesi’ndeki eski Ermeni arazileri üzerinde 1970’li yıllarda büyük bağ ve bahçeler yapmışlardır. Önceleri Kızıltepe’de daha güçlü olan Çeçenler, özellikle çok partili hayata geçilmesinden ve Kürt siyasetçilerin siyasi partilerde boy gösterip güçlenmeleriyle zayıflamaya başlamışlardır. Derikli Karahanlar, Şeyhiler ve Kalkaniler gibi büyük ailelerin Kızıltepe’de daha fazla rol sahibi olmaya başlamasından itibaren Çeçenlerin eski etkinliklerini kaybettikleri belirtilir.

***

       Sürgün üstüne sürgünün, göç üstüne göçün bütün zorluklarını yaşayan, kabul görme ve ayakta kalma mücadeleleriyle bir tarih yaşayan ve acı tatlı bir sürü hikâye biriktiren Çeçen halkının Kızıltepe’ye gelen kısmı, zaman içerisinde yerli halkla kaynaşmış ve şehrin zengin kültür yelpazesi içerisinde önemli bir konum elde etmiştir.

       Kızıltepe’de erkek ismi olarak Çeçan, bayan ismi olarak da Çeçanê isimlerinin çocuklara konmuş olması bölge halkının Çeçen ırkının fiziksel özelliklerine karşı beğenisini ifade etmesi bakımından dikkate değer. Bütün bunların yanında bugün Kızıltepe’nin tam ortasında, çarşı merkezinde, Çeçen Mezarlığı/Mezelê Çeçana olarak anılan kabristanın bu isimle anılıyor olması -ki ilk sâkinleri Çeçenlerdir- Çeçenlerin Kızıltepe’de ne kadar kökleştiğinin ve Kızıltepelileştiğinin net bir göstergesidir.

Yorum Yaz