matesis
dedas

Dünden bugüne kadar; Kürt İsyanları

Cumhuriyet öncesi ve sonrasında 15 tane Kürt ayaklanması yaşanmış ve hepsi kanlı bir şekilde bastırılmıştır. İşte Dünden bugüne kadar; Kürt İsyanları
  • 01.10.2023 20:04
Dünden bugüne kadar; Kürt İsyanları

1.Seyit Rıza (Dersîm) İsyanı

 
Dersim Olayları/Dersim Harekâtı
Doğu isyanları

1935 yılında Dersim
Tarih 20 Mart 1937 – Kasım 1937
2 Ocak 1938 – Aralık 1938
Bölge Dersim ve etrafı
(Dördüncü Umumi Müfettişlik mıntıkası)
Sonuç İsyan bastırıldı.
Türk Ordusu Dersim’de tekrar hakimiyet kurdu.
Seyit Rıza ile birlikte 6 kişi idam edildi.
Dersim halkının büyük bir kısmı zorunlu iskan ettirildi.
Taraflar
Türkiye Dersim aşiretleri
Komutanlar
Mustafa Kemal Atatürk
İsmet İnönü
Celâl Bayar
Fevzi Çakmak
Kâzım Orbay
Abdullah Alpdoğan
Galip Deniz
Kemal Ergüden
İsmail Hakkı Tekçe
Şemsi Erkuş
Seyit Rıza   İdam edildi
Kamer Ağa (Yusufan)
Cebrail Ağa (Demenan)
Kamer Ağa (Haydaran)
Güçler
~50.000 asker ~6.000 isyancı
Kayıplar
199 ölü, 354 yaralı İsyancı ve sivil kayıp:
13.000 veya 40.000
Zorunlu iskan:
12.000
 
Dersim İsyanıDersim Katliamı; şu anki adıyla Tunceli ili’nde 1937 yılında merkezi hükümetle Dersim aşiretleriarasındaki anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isimdir. Dersim’de mutlak devlet hakimiyetini sağlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekât düzenlendi. Harekât neticesinde bölgede yaşayan 13.000’den fazla insan ile 199 asker öldü, 12.000 insan zorunlu göçe tabi tutuldu.

İsyanın Arka planı

Bölge gerek coğrafi yapısı, gerekse merkeze uzaklığı nedeniyle merkezi otoritenin tam sağlanamadığı, ağalık tarzı feodal bağların kuvvetli olduğu bir yapıdaydı. Bu açıdan Osmanlı döneminde de bölgede pek çok ayaklanma yaşanmıştır. Dönemin içişleri bakanlarından Şükrü Kaya 1876 yılından beri bölgeye 11 askeri harekat düzenlendiğini; ancak bir çözüm sağlanamadığını belirterek, bölgenin bu alandaki geçmişini ortaya koyar. Dersim ayaklanmaları olarak adlandırılan, bölgedeki isyanlar arasında bir önceki isyan 1916 yılına tarihlenir.

Ermeni Tehciri sırasında da bazı Dersimli Alevi Zaza aşiretler Dersim Ermenilerini Osmanlı hükümetine teslim etmeyi reddetmişler ve Ermeni kaynaklarına göre 20.000 ile 36.000 arası, Dr. M. Nuri Dersimi’nin anılarında yazdığına göre binlerce savunmasız Ermeni ailesinin güvenli olarak kaçmasını sağlamışlardır. Dersimlilerin 1915 Ermeni Tehciri sırasında takındıkları tutum onların imhasında ayrı bir rol oynamıştır. Yine Nuri Dersimi’ye göre, 1915’te çevre vilayetlerden 30.000’den fazla Ermeni sığınmaları için Dersimliler tarafından Dersim’e getirilmiştir.
Bunun yanında Rus işgalina karşı Dersimliler, Osmanlı hükümeti ile bir anlaşma yaparak özerklik vaadi içinde “savunma savaşı”na girerler. Osmanlı idaresinden aldıkları silah-mühimmatla, doğrudan Osmanlı ordusunun emrine girmeden Ruslara karşı durma karşılığında Dersimlilere “bağımsız çatışma hakkı” tanınır. Ruslar geri çekildikten sonra Osmanlı idaresi tarafından Dersimlilere ve bu aşiretlere madalya ve hediyeler verilir. Seyit Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan’da “İl İdaresi Üyeliği”ne atanır. Dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta -Seyit Rıza ile ilgili olarak- “şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti” ifadesini kullanır. Dersim olaylarının meydana gelmesinde Dersim aşiretlerinin ve önde gelenlerin Ermeni Tehciri’nde Ermenileri kurtarmış olmalarının, Rus işgaline karşı kendilerine vaat edilen özerklik durumları ile daha önceki Koçgiri İsyanı’nın etkisi olduğu düşünülür.
İsyancılar, Şeyh Hasan aşiretine mensup olan Abasan Aşireti reisi Seyit Rıza önderliğinde, askere gitmek ve vergi vermek istemeyen diğer aşiretlerce de desteklenenince yaklaşık 6.000 kişilik bir grup isyancılara katılmıştır.

Dersimlilerle ilgili raporlar

Seyit Rıza

1920’lerin ikinci yarısından sonra Dersim bölgesini tanımaya yönelik pek çok rapor hazırlanmıştır. Özellikle Hamdi Bey’in 2 Şubat 1926 tarihli raporu, “Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hukumeti Cumhuriye için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir” tespitiyle başlıyordu. İsmet İnönü “Doğu raporları”nda “Erzincan beyleri Dersimlileri maraba adıyla çalıştırıyorlar. Bu bir nevi Erzincan beylerinin Kürt himayesine sığınmasıdır”, Genel Müfettiş Cemal Bardakçı, “Dersim’deki huzursuzluğun sebebi açlıktır”, Fevzi Çakmak ise “Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar” diyecektir. Fevzi Çakmak aynı zamanda, Dersimlilerin okşanmakla kazanılamayacığını, silahlı kuvvetlerin müdahalesinin Dersimli’ye daha çok etki edeceğini bildirmiştir.
Raporlarda en çok üzerinde durulan noktalar ise, aşiretlerin birbiriyle olan ilişkileri, hangi aşiretin hangi dili (Kürtçe, Türkçe) konuştuğu, aşiret yapıları, Dersimlilerin gelenek ve görenekleri, aşiretlerin coğrafi sınırları ve nüfuzları, Dersim’in stratejik noktalarıdır. Bunlar üzerine raporlar sunulmuştur ve başarılı bir Dersim Harekâtı için gereken önlemler bu raporlarda tespit edilmiştir.

Tunceli Kanunu

25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı ve 4 Ocak 1936 tarihinde Dersim Vilayeti’nin adı Tunceli Vilayeti oldu.

Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükûmet otoritesi kurulamadı.

Dördüncü Umumi Müfettişlik

Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu kanuna göre kurulan umumi müfettişliklerin geniş yönetsel, askerî ve yargısal yetkileri vardı. 1 Ocak 1928 tarihinde Diyarbakır, Elâzığ, Urfa, Bitlis, Van,Hakkâri, Siirt ve Mardin illerini kapsayan ve merkezi Diyarbakır’da bulunan Birinci Umumi Müfettişlik kuruldu.. Ve Trakya’da yaşanan pogromlardan önce 19 Şubat 1934 tarihinde, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Çanakkale illerini kapsayan ve merkezi Edirne’de bulunan İkinci Umumi Müfettişlik kuruldu [20] 25 Ağustos 1935 tarihinde Ağrı, Kars, Artvin, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Erzurum illerini kapsayan ve merkezi Erzurum’da bulunan Üçüncü Umumi Müfettişlik kuruldu. 6 Haziran 1936 tarihinde tarihî Dersim Bölgesi (Tunceli, Elazığ ve Bingöl) ni kapsayan ve merkezi Elazığ’da bulunan Dördüncü Umumi Müffetişlik kuruldu ve Umumi müfettişliğe Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı.
1936 yılında açılan dördüncü umumi müfettişliğin başına getirilen Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi.Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde yaptığı TBMM konuşmasında Dersim’deki ağalık düzeni sorununu Türkiye’nin en önemli iç sorunu olarak tanımladı.

Uhundu köyü

Harekatı Tetikleyen Olaylar

27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır. Diğer Türk Birlikleri ile bağlantı kurulmasın diye Dersimli gruplar tarafından bölgenin telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pax bucağı karakoluna baskın düzenlenir. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu’nun da basılması için asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu’na da baskın düzenlenir. Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zaafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Mazgirt Köprüsü’nü tahrip ederler. İhsan Sabri Çağlayangil’e göre, 1937 yılında Atatürk Singeç Köprüsü’nün açılışını yapmak üzere Dersim’e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacıyla bir askeri karakol bulunuyordu. İsmail Hakkı adlı bir teğmen’in komutasındaki karakola isyancılar tarafından saldırı düzenlendi. Karakol yakıldı ve 33 askerin tümü öldürüldü.

Askerî harekât 

Birinci Tunceli Harekâtı 

Sabiha Gökçen’e bir röportajında Atatürk’ün olaylara bakış açısı ve bölgeye ne zaman geldiği sorulmuş ve bunun üzerine Gökçen şunları ifade etmiştir: “1937 sonlarına doğru. Pertek’te bir köprü yapılmıştı, onun açılışı dolayısıyla Atatürk gelmişti. Yani bu mevzular görüşülmüyordu. Arazide geziler yapıyorduk bazen Atatürk ile. Ben gösteriyordum yerleri, şurası şudur burası budur diye.

General Abdullah Alpdoğan’ın düzenlediği ilk harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Aşiretler ise bunun verdiği moralle tamamen silahlandı. Bu yüzden isyanı bastırmak iyice zorlaştı. Abdullah Alpdoğan yanına aldığı 50.000 asker (üç kolordu ) ile bölgeye gitti fakat dağları bir türlü aşamadı. Bunun sonucunda bir hava saldırısı gerektiğine karar verdi. Gerekli onayı alınca Sabiha Gökçen’i davet etti. Sabiha Gökçen de kabul edip Hava Kuwetleri’nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirdi. İsyancıların saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini bombaladı.
Yapılan harekât başarılı olmayınca, askerler bölgeye girmeyi başaramadı. 13 Eylül 1937’de anlaşmaya çağrılan Seyit Rıza tutuklandı. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937’de sona erdi. 11 kişi idama mahkûm oldu, fakat yaşların geçkin olmalarından dolayı içlerinden dördü hakkında idam cezası 30 sene ağır hapse tahvil edildi.
 
Mahkeme
10-12 Eyül 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza barış görüşmesi için Erzincan Vilayet konağına geldi ve o arada tutuklandı. Ertesi gün, Elazığ’da bulunan Umumi Müfettişliğe nakledildi ve 15 – 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ve Halvori gözeleri’nde toplantı yapan 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı.
Asılan kişiler şunlardır:
  • Seyit Rıza
  • Resik Hüseyin (Seyit Rıza’nın oğullarından, 16 yaşında)
  • Seyit Hüseyin (Kureyşan-Seyhan aşiret reisi)
  • Fındık Ağa (Yusfanlı Kamer Ağa’nın oğlu)
  • Hasan Ağa (Demenan aşiret reisi Cebrail Ağa’nın oğlu)
  • Hasan (Kureyşanlardan Ulkiye’nin oğlu)
  • Ali Ağa (Mirza Ali’nin oğlu)
17 Kasım 1937 tarihinde Mustafa Kemal, Diyarbakır’dan Elâzığ’a geldi ve Tunceli’nin Pertek kazasına geçerek Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü’nün açılış törenine katıldı.

İkinci Tunceli Harekâtı

Ancak olaylar durulmadı ve 1938’de Kureyşan aşireti intikam için diğer aşiretleri silahlanmaya davet etti.
Başbakan Celal Bayar (görev süresi: 25 Ekim 25 1937 – 25 Ocak 1939) Dersimli isyancılara karşı saldırıyı onayladı ve İkinci Tunceli Harekâtı (2 Ocak – 7 Ağustos 1938) başlatıldı.

Üçüncü Tunceli Harekâtı 

10-17 Ağustos 1938 tarihinde Üçüncü Tunceli Harekâtı düzenlendi.


Temizleme harekâtı
6 Eylül’de başlayan temizleme operasyonları 17 gün boyunca devam etti. Direniş amacıyla kırsal alanda kalanların direnişi ise 1948’e kadar sürmüştür.
Harekât sırasında basın üzerinde baskı vardı, 13 Eylül 1938 tarihinde Dersim’de zehirli gazlarla katliam yapıldığı yönünde haber yapan Köroğlu adlı bir gazete hemen kapatıldı. Harekâtın lehinde yayın yapmak ise bir süre sonra serbest bırakıldı.6 Eylül’de başlayan temizleme operasyonları 17 gün boyunca devam etti. Direniş amacıyla kırsal alanda kalanların direnişi ise 1948’e kadar sürmüştür.

Hava kuvvetleri

Muhsin Batur, Dersim üzerinde yaklaşık iki ay görev yaptı. Fakat hatıralarında okurlarından özür dileyerek hayatının o bölümünü yazmayacağını açıkladı. Nuri Dersimi, Türk hava birimlerin zehirli gaz bombasını attığını aktardı. Sabiha Gökçen ise, olaylarla ilgili olarak 1956 yılında Halit Kıvanç’a verdiği bir röportajda, “Canlı ne görürseniz ateş edin! emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” demiştir.

Harekâtın sonuçları

Dersimliler

Hukukçu yazar Hüseyin Aygün, Dersim Harekâtı ve sonuçları hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı bir araştırma olarak nitelendirilen Dersim 1938 ve Zorunlu İskân adlı kitabında, isyanın açıkça kışkırtılarak çıkarıldığını, Cumhuriyet dönemi ayaklanmaları içerisinde sivillere yönelik eziyetin ve kıyımın en şiddetlisine uğradığını, ardından da isyancılarla beraber aileleri ve hatta isyana iştirak etmeyenlerin eziyete ve kıyıma maruz kaldığını, binlerce sivil vatandaşın öldürülmüş ve kalan on binlercesinin de sürgün edilmiş olduğunu belirtmiştir.
Bölgeden Ankara’ya gönderilen raporlarda kadın ve çocuklar dahil olmak üzere insanların zehirli gaz ve yangın bombaları kullanılarak imha edildiği yazılmaktadır. 30 Mart 1937’de, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde şu yazı geçmektedir: “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.
Askerî harekât, her ne kadar bazı aşiretleri sürgün etse de, harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 13.160 ile 40.000 arasında sivil ölürken, 2248 hane, 11.818 kişi başka yerlere sürgün edilmiştir
 
Olaylardan önce ve sonra Tunceli il nüfusu
1935 1940
101.099 94.639
Nüfusun Azalmasındaki Etkenler
Toplam Kayıplar Sürgünler
13.160 11.818
 
 
 
2.Nasturi Ayaklanması (7 Ağustos-26 Eylül 1924) Kuzey Kürdistan’da Süryanilerin bağımsızlık için başlattığı isyan hareketidir.
Nasturiler, 1.Dünya Savaşı’na girildiğinde Osmanlı’ya karşı cephe almışlardır. İçlerinden büyük bir kısmı Ruslara 
sığınmış ve İran’ın Xoy, Urmiye bölgesine yerleştirilmişlerdi. Rus ordusu da bölgenden çekilince zaman zaman Türk kuwetleriyle çarpışmışlardı.
Böylece Türk idaresinden çıkmaya yönelen Nasturiler, Musul sorunu’nun İngiltere ile bir savaş olasılığını da içeren derin bir anlaşmazlığa dönüştüğü sırada öteden beri kendilerini destekleyen İngilizlerden de güç alarak ayaklandılar. Diyarbakır’da konumlanmış 4. kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşanın (Eğilmez) tespitlerine göre Wan’ın güneyinden Siirt vilayetinin doğusundan ve Mardin vilayetinin kuzeydoğusundan Irak sınırına uzanan geniş alanda yayılmış Nasturiler, İngilizlerin yardımıyla silahlanmışlardı.
İsyanı bastırmak için bölgeye kuwet gönderildi. İngilizler Türk hükümetine bir nota vererek bölgedeki askeri harekatın durdurulmasını istemişler, aksi halde Türkiye’ye karşı harekat düzenleyeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine hükümet 14 Ağustos’ta Cafer Tayyar Paşa’ya isyanı bastırma görevi verdi. İsyanın bastırılması için başta Simko diye tanınan Şikak Aşireti başkanı İsmail Ağa ile çeşitli Kürt aşiretleriyle irtibat kuruldu.
İsyan 26 Eylül’de kesin olarak bastırıldı. Sınırı geçerek kaçmak zorunda kalan Nasturiler de İngiliz mandasındaki Irak’a sığındılar.
 
3.Şeyh Sait İsyanı
 
Şeyh Said, Şeyh Ali’nin torunudur. Mevlana Halit’in Şam’daki dergahında Şemdinli-Nehri ailesinden Seyit Taha’nın medrese arkadaşıydı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Diyarbakır’ın Lice ilçesine yerleşti. Daha sonra Palo’ya geçerek imamlık görevini sürdürdü. Şeyh Sait, Şeyh Ali’nin oğullarından Şeyh Mahmut’un 7 oğlundan en büyüğüydü. Kimi araştırmacılara göre idam edildiği 1925 yılında 80 yaşınaydı. Ancak torunu Melik Fırat bir yazısında dedesinin 61 yaşında idam edildiğini yazmış. Şeyh Said, Kürtçe’nin yanısıra Arapça ve Osmanlıca’yı biliyordu. Babası Şeyh Mahmut sonradan Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyüne yerleşmişti. Aile hem toprak hem de havyan besiciliği bakımından varlıklıydı.
Osmanlı yönetimi kendilerine yakın Kürt kadrolar yetiştirmek için 1892 yılında İstanbul’da aşiret mektebini açmıştı. Bu okuldan mezun olan 7 Kürt öğrenciden biri Cibranlı Aşiretinden Mahmut Bey’in oğlu Miralay Cibranlı Halit’ti. Şeyh Sait sonradan Varto’nun Alagöz Köyü’ne yerleşen Cibranlı Halit’in kız kardeşi ile evliydi. Aşiret mektebinden mezun olup yine Varto’ya yerleşen binbaşı Kasım Ataç ile bacanaktı. Binbaşı Kasım erken emekli olup Varto’ya yerleşmiş devlet adına ajanlık yapıyordu.
Cibranlı Mir Alay Halit Bey Haziran 1923 yılında kurulan Kürdistan Özgürlük Cemiyeti’nin (Hızba Azadîya Kurdistan) başkanlığına getirilmişti. Azadî TeşkilatıKürt Tealî Cemiyeti’nden farklı olarak silahlı mücadeleyi hedefliyordu. Örgüt Erzurum’da görevli Halit Bey’in konağında kuruldu. Türkler adına casusluk yapan Binbaşı Kasım’da örgütün korucu üyelerindendi. Örgüt aynı zamanda “Bağımsız Kürdistan’ın kurulmasını” savunuyordu. 1924 yılının baharında yapılan geniş kapsamlı toplantıda; 1926 baharında başlatılacak ayaklanmanın kararı alınmıştı. Örgütün İhsan Nuri, B
Bitlis milletvekili Yusuf Ziya’nın kardeşi teğmen Rıza, Vanlı Rasim ve Tevfik Celal’dan oluşan 4 subay kökenli üyesi vardı. Örgütün kurulduğunu Binbaşı Kasım bizatihi Mustafa Kemal’e ihbar etmişti. 1924 yılında Beytüşşebap’ta görevli Kürt subaylarının firarından sonra devlet harekete geçerek önce Erzurum’da bulunan Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Beyi gözaltına alarak Bitlis’e götürdü. Ekim ayında Halit Bey’i de Erzurum’da evinde gözaltına alarak Bitlis’e getiriyor. Şeyh Said ile Kürt Tealî Cemiyetinin eski başkanı Nehrili Seyit Abdulkadir’de örgütün sahnede görünmeyen üyeleriydi. Kitle ile güçlü bağı olan Şeyh Said halk arasındaki çalışmalarını sürdürüyor ve silahlı ayaklanmalar için taban yokluyordu. Seyit Abdülkadir kendisine coğrafi konumundan dolayı “isyanın Hakkari dağlarında” başlatılmasını öneriyor. Devletin sıkı gözetimi altında bulunan Şeyh Said Hınıs’taki evinde basılarak ifadeleri alınıyor. Yer değiştirmek durumunda kalan Şeyh, Bingöl üzerinden Pîran’a geçiyor. Devletin ajanları kendisini sürekli izliyorlar. Pîran’da kardeşi Şeyh Abdurrahim’in evinde kalıyor. 13 Şubat 1925 günü Teğmen Mustafa ile Teğmen Hasan Hüsnü komutasındaki askeri birlik 6 (altı) asker kaçağını yakalamak için Pîran’a geliyor. Şeyh Said ile askerler arasında kaçakların teslimi konusunda gerçekleşen diyalog sonuç vermiyor. Şeyh soğuk kanlı davranarak bunun bir provokasyon olduğunu biliyor. Meseleyi büyütmeden köyden ayrılmak istiyor. Teğmenlerden biri Şeyh Said’in sakalını çekerek hakaret ediyor. Bu durum karşısında sertleşen Şeyh Said adamlarını harekete geçiriyor. Şeyh Said’in yakasını tutan teğmen ile 2 asker öldürülüyor, diğerleri de etkisizleştiriliyor. Böylece devletin tezgahladığı provokasyonla 1926’da planlanan isyan bir yıl öncesinde başlıyor.
Şeyh Sait olaydan sonra Darahînê’ye (Genç) geçiyor ve ayaklanma haberleri yayılıyor. 14 Şubatta “Emir-ül Mücahidin Muhammed Said Nakşıbendi” imzası ile Kürtleri ayaklanmaya çağıran bir bildiri yayınlanıyor. Hani bucağı kısa sürede Kürt isyancıların eline geçiyor. Ardından Varto alınıyor. Bir piyade alayı yenilgiye uğratıldıktan sonra Lice’de isyan güçlerinin denetimine geçiyor. Varto’yu alan Şeyh Abdullah’ın komutasındaki kuvvetler Erzurum’a yöneliyorlar. Şeyh Şerif’in yönetimindeki Kürt silahlı güçleri Bingöl’ü aldıktan sonra direnişle karşılaşmadan Elazığ’a giriyorlar. Merkezi güçlerini Lice’de toplayan Şeyh Said, Diyarbakır’ı almaya hazırlanıyor. Bu gelişmelerden haberdar olan devlet güçleri surların içine kapanarak savunmaya geçiyorlar. 3 ve 5 bin dolayında olan rt silahlıgücü 7 Mart 1925 günü gece yarısında Diyarbakır’ı kuşatıyor. 3 günlük Diyarbakır kuşatmasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Devlet bir yanda Siverekli bazı Kürt aşiretlerinin desteğini alırken; bir yandan da kurduğu ajan ağı aracılığıyla kiralanan çapulcularla yerli halkın malına zarar verdirterek yapılanları Kürt güçlerinin üstüne yıkmayı başarır. Top atışlarının da devreye sokulmasıyla isyan kuvvetlerinde çözülme yaşanır. Devlet kuvvetlerine komuta eden İzmir kahramanı olarak bilinen Mürsel Paşa’dır. İsyancı güçler surlardan gedikler açarak şehir merkezine girmeyi başarır. Ajan-provokatörlerin direktifleri ile yapılan yağmalama olayları kent halkının isyan güçlerine kuşkuyla bakmasına ve uzaklaşmasına yol açar. Türk basını Diyarbakır kuşatmasını 16 Şubata kadar kamuoyundan saklayarak, olup bitenleri küçük bir zabıta vakası olarak yansıtır. Gazeteler olaydan 10 gün sonra isyan deyimini kullanmaya başlıyorlar. Devlet sistematik bir biçimde olayın arkasında İngilizlerin parmağı olduğunu seslendirmeyi ihmal etmez. 24 Şubatta bölgede sıkı yönetim ilan ediliyor. Kürt isyancılarının ele geçirdikleri kent ve kasabalar kısa sürede el değiştirir. İsyan önderleri ya İran’a çekilmeyi ya da gerilla savaşını başlatma kararını alırlar. Ancak isyanın başlangıcından beri devleti günlük bilgilendiren Binbaşı Kasım, yeni alınan kararlar konusunda da devleti bilgilendirerek, Şeyh Said’i yakalatmak için planlar geliştirir. Binbaşı Kasım, Şeyh Said’in damadı ve isyanın önemli adamlarından biri olan Şeyh Abdullah’ı kazanarak onun vasıtasıyla Şeyh Said’i yönlendirir. Binbaşı Kasım’dan kuşkulananlar onu vurmak istiyorlar. Şeyh Abdullah onu koruyor. Atatürk 2 Mart 1925’te yumuşak gördüğü Başbakan Fethi Okyar’ı görevden azledip, sertlik yanlısı İsmet Paşa’yı Başbakanlığa getiriyor.
Muş coğrafyasına giren Şeyh Said’i tuzağa düşürmek için Binbaşı Kasım sürekli oyalayıp hedef şaşırtıyor. Şeyh Said Muş Ovası’nda Murat Nehri üzerindeki köprüyü geçmek isterken; Binbaşı Kasım “orası giriş için güvenli değildir” diye karşı çıkıp yine hedef saptırıyor. Bu kez Şeyh Said Bulanık yakınlarındaki Seyda Köprüsü’ne (Pira Seyda) yönlendiriliyor. Bu köprüyü de Şeyh Said geçmek isterken Binbaşı Kasım, “köprüyü Türk askerleri tutmuş” diye itiraz eder. Şeyh Said nehri atlarla geçmeye karar verirken onun ve Binbaşı Kasım, Şeyh Abdullah arasında sert tartışmalar yaşanır. Atını suya süren ve nehrin ortasına kadar ilerleyen Şeyh Said bu kez karşı taraftaki güvenlik güçleri haberdar edilsin diye Binbaşı Kasım ile Şeyh Abdullah havaya ateş açarlar. Suyun ortasından tekrar geri dönen Şeyh Said, Kasım ve Abdullah’ın yanına gelerek ve taktik olarak “Varto’ya gidip Osman Paşa’ya teslim olacaz” der. Bu arada Binbaşı Kasım Şeyh Said’in kararsızlığını ve teslim olabileceğini Varto’daki Türk Paşasına bildirir. Şeyh Said “ben teslim olmuyorum” diye bağırır ve atını yeniden köprüye sürer. Kasım ve adamları Şeyh Abdullah’tan da cesaret alarak önünü çevirip teslim olmaya zorluyorlar. Şeyh Said kendi silahı ile Kasım’ı vurmak isterken silahı ateş almaz. Bu kargaşa sırasında Kasım ve adamları tarafından esir alınır. Binbaşı Kasım, Osman Paşa’ya bir teskere yazarak, tutsak aldığı Şeyh Said’i teslim almak için bir müfrezenin gönderilmesini talep eder. 15 Nisan günü Abdurrahman Paşa Köprüsü’nde bacanağı Binbaşı Kasım tarafından etkisizleştirilen Şeyh Sait devlet güçlerine teslim edilir.
Diyarbakır’a götürülen Şeyh Said hukukla ilişkisi olmayan şahıslardan oluşan İstiklal Mahkemesi tarafından kısa ve sembolik bir yargılama sonucu idama mahkum edilir. Uzun yıllar atama ile Hakkari milletvekilliğini de yapan mahkeme başkanı Türk milliyetçisi Mazhar Müfit Kansu’nun sanıkların yüzüne okuduğu idam fermanı şu cümlelerden oluşuyordu:
“Kiminiz hasis, kişisel çıkarlarına bir zümreyi alet,
kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslarını
rehber ederek,  hepiniz bir noktaya, yani
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’I kurmaya yöneldiniz.”
Böylece mahkeme başkanı Kansu “Bağımsız Kürdistan’ı kurmayı” idam gerekçesi olduğunu açıkça dile getiriyordu. İnfazlar 29 Haziran Pazar günü gerçekleştirildi. Diyarbakır milletvekili Cavit Ekin ile Şeref Bey, askeri ve sivil şefler ve eşleri infazda hazır bulunurlar. Şeyh Sait ve 46 arkadaşının infaz sahnesini Fransız ve İngiliz gazetelerine haber yapan LORD KİNROSS’tan aktaralım.
Çoğu cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Said sonuna kadar istifini bozmadı.
Sehpaya çıkarken mahkeme başkanına gülümseyerek
‘senden hoşlandım’ dedi. ‘Ama kıyamet gününde hesaplaşacağız.’
Askeri komutana da takılarak ‘paşa’ dedi. ‘gel düşmanınla vedalaş.’
Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.”
Mahkeme üyelerinden biri Ali Saib Ursavaş’tı. Revandız Kürlerindendi. Türkiye’ye geçerek Mustafa Kemal’in hizmetine girmişti. Mahkeme aşamasında Ankara’nın talimatıyla Şeyh Said’e ifade değiştirme görevi ona verilmişi. Ankara, olup bitenlerin bir Kürt ayaklanması olarak mahkeme tutanaklarına geçmesinden rahatsızdı. İsyanın dini amaçlı ve hilafetin geri getirilmesine yönelik olduğunu kayıtlara geçirmek için baskı yapmıştı. Şeyh Said’i buna ikna eden Kürt kökenli mahkeme üyesi Ali Saib Ursavaş’tı. Şeyh Said’in ifadelerini bu yönden değiştirmesi durumunda hafif bir ceza ile kurtulacağı ve Hınıs’ta kendisini ziyaret edip birlikte kuzu yiyeceklerine inandırmıştı. Şeyh Said’in verdiği sözün arkasında durmayıp infazda hazır bulunan bu iş birlikçi Kürd’e de söyleyecekleri vardı. Bunu da aktarmakta fayda görüyorum.
            -Ali Saib Bey, hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktınız?
-Ne yapalım Said Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.
-Doğru söyledin, Saib Bey, ama siz cezamı hafifletmediniz.
-Şeyh Efendi, bundan hafif ceza olur mu?
-Bundan ağırını siz söyleyin…
Ali Saib suskun kalıyor.
            Şeyh Said:
            -Seni severim, ama seninle mahşer günü mahkeme olacağız.
            Ali Saib öfkeyle bağırır:
            -Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun. Cezanı çekeceksin.
İdam sehpasına doğru ilerlerken son sözleri şöyleydi:
“Dünyadaki hayatımın sonuna geldim. Ulusum için kendimi kurban ettiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız düşman önünde bizi mahcup etmesin.”

Asılan 47 can “ibreti alem için” gün ortasına kadar darağacında asılı kaldılar. Sonra da bugün dahi açılması yasaklanan bir çukura topluca gömüldüler.

4.Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı

 

Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı

1878’de yani Rus-Türk (1877-1878) savaşının hemen akabinde Botan bölgesinde Mir Bedirxan’ın iki oğlunun öncülüğünde Kürtler ayaklanırlar. Dersim’de ise zaten başkaldırı başlamıştır. Kürtler Dersim’de kadınıyla erkeğiyle amansız bir mücadele yürütürler. Tujik Dağı’nda sıkıştıklarında imdatlarına Ermeni kardeşleri yetişir. Osmanlı ise Dersim’in diğer bölgelerle birleşmemesi için barikat kurmuştur. Velhasıl yenilirler.

Tüm bu karmaşık olaylarla 1880’e girilir. Şeyh Ubeydullah Nehri, Nakşibendi Tarikatı’nın öncüsüdür. Ve aynı zamanda iki yüze yakın köyü olan bir Kürt feodalidir. Tüm bu nüfuzlarını kullanarak halkı direnişe çağırır. Hakkari, Osmanlı’nın denetiminden alınır. Kürtlerin birleşmesini isteyen Şeyh Ubeydullah bir toplantı düzenler. Kürt ileri gelenlerinin hepsi çağrılıdır. Osmanlı’dan taraf olan Kürt ileri gelenleri, Kürt birliğinin Hristiyanlara karşı kullanılması gerektiğini belirtirler. Şeyhin tavrı ise nettir: “Ermeniler katledildiği takdirde, Kürtler Türkiye hükümeti nezdindeki önemlerini yitireceklerdir.” Öngörülüdür. Ermeni ve Süryani dostudur. Hoşgörülüdür.

Ve bu söz konusu toplantıda Türkmenistan’la savaşan İran’da mücadelenin başlatılması gerektiği konusunda hemfikir olurlar. Mücadele İran Kürdistanı’nda başlatılır. Oğlu Abdulkadir’in öncülüğünde, Kürtler şehir ve köylerini birer birer almaya başlarlar. Süryani lider Mar-Şimun, hareketi destekler. Ermeniler de destekte bulunurlar. Şeyh Ubeydullah, Hristiyanlara büyük bir ilgi gösterir. İngilizler boş durmaz. Çünkü Türkiye üzerinde çıkarları vardır. Bir süre sonra Süryani ve Ermenileri tarafsız bir hale getirirler.

Kürtler de büyük hatalar yapmaya başlarlar. Kurtarılan bölgelere Şeyh, kadı tayin ediyordu. Soucbulak’ta İmam-ı Cuma hutbe vererek, İranlı Şiilere cihad-i mukkades ilan eder. Müslüman olmayanları bu durum ürkütür. Kürt aşiretleri arasında birlik sağlanamamıştır. Talancı bazı Kürt aşiretleri direnişin içine sızarak, ele geçirdikleri ganimetten sonra ortadan kaybolurlar. 1880’in son aylarına doğru Kürt mücadelesi yenilgiye uğrar. Farslar, Avusturyalı görevlilerle birlikte önüne çıkan herkesi kesip biçerler. Köyler yakılıp yıkılır.

Kuşatma ve sürgün

Yenilgiden sonra, Şeyh Ubeydullah ise Şemzînan’daki (Şemdinli) köşküne çekilir. İran’ın da baskısıyla Şeyh Ubeydullah, İstanbul’a çağrılır. Şölenle karşılanan şeyh Ubeydullah, bir süre sonra tutsak olarak tutulduğunu anlar. Kılık değiştirerek firar eder ve sonrasında Kürdistan’a ulaşır. Kürtler Şeyh Ubeydullah’ı şanına yakışır bir şekilde askeri birliklerle karşılarlar. Önüne çıkan Osmanlı askerleriyle çatışmaktan da geri kalmazlar. Yine Ermenilerle iyi ilişkiler geliştirmeye dikkat eder. 1882’de bulunduğu kale kuşatma altına alınır. Kaleyi Osmanlılar yıkar. Şeyh Ubeydullah’ı teslim alıp Musul’a sürgün etmek için, askerlerin himayesinde yola çıkılır. Oğlu baskın düzenleyerek babasını kurtarır. Osmanlı ordusu bulundukları bölgeyi kuşatma altına alarak Şeyh Ubeydullah Nehri’yi ve oğlu Abdulkadir’i teslim alarak Mekke’ye sürgüne gönderirler.

5.Koçgiri İsyanı

 
 
 
Koçgiri İsyanı, 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne karşı Koçgiri, Pezgavır, Maksudan, Aslanan, Kurmeşan, Parçikan, Cenbergan, İzol ve Giniyan aşiretlerinin içinde bulunduğu bir isyandır.
Koçgiri aşireti reisi Alişan Bey ile kardeşi Haydar Bey ve Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir yönetmiştir.
Koçgiri aşireti; Suşehri, Hafik (Koçhisar), Kemah, Kuruçay Ovacık, Zara, İmranlı, Divriği, Refahiye, Kangal ve çevresinde 135 köy ile en az 40.000 nüfustan oluştuğu tahmin ediliyordu. İsyanı bastırmak için 3.161 erden oluşan birlikler gönderildi. İsyancıların toplam mevcudu ise en az 3000 kadardı. Kürdistan Teali Cemiyeti Alişan Bey’i Dersim’e göndererek örgütün kurulmasını istemiş ve Alişan Bey, Baytar Nuri ile birlikte örgütü kurmuştur. Baytar Nuri, ayrıca Zara, Divriği, Kangal, Hafik, İmraniye, Beypazar, Celalli, Sincan, Hamo, Zınara ve Domura’da cemiyetinin şubesini kurmuştur. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi kararlarının Kürtleri de kapsadığını anlatarak Alişan Bey’i ikna etmeye çalışmış ve Sivas milletvekili olmasını önermiştir. Alişan Bey Sivas milletvekili olmayı başta kabul ettiyse de Kürt Devleti kurma amacında olan Baytar Nuri ile konuştuktan sonra bu öneriyi reddetmiştir. Bununla birlikte Baytar Nuri de milletvekilliği önerisini kabul etmemiştir. Ayrıca Baytar Nuri, Kürt özerkliğiyle yetinen Seyit Abdülkadir’i Türk ajan rolünü oynamakla suçlamıştır.
1920 başlarında Baytar Nuri, Yellice nahiyesinde Hüseyin Abdal tekkesinde Cangaben ve Kurmeşan gibi aşiretlerin reisleriyle birlikte toplantı düzenleyerek Sevr Antlaşması’nın uygulanmasını ve Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri’den oluşan bağımsız Kürt devleti kurmasını kararlaştırmıştır. İsyancılar Temmuz ayında Zara’nın Çulfa Ali karakoluna ve Şadan aşiret reisi Paşo da Refahiye’ye saldırmışlardır.
Türkiye Büyük Meclis Hükûmeti Koçgiri aşireti reisi Alişan Bey’i Refahiye kaymakam vekilliğine, kardeşi Haydar Bey’i de İmraniye bucak müdürlüğüne atayarak çatışmayı önlemeye çalışmıştır. İsyanı bastırmak için İmranlı’ya gelen 6. Süvari Alayının komutanı Binbaşı Halis, yakalanarak isyancıların harp divanı kararıyla idam edilmiştir. İsyan eden aşiretler, Koçgiri kazasının mümtaz bir vilayet yapılmasını istemiştir. 25 Kasım 1920’de “Batı Dersim Aşiret Reisleri”, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Sevr Antlaşması’nın uygulanması gerektiğini ve aksi halde silah zoruyla hakkı almaya mecbur kalacağını açıklamıştır.

Ayaklanma, bölgedeki 6. Süvari Alayı’nın bir grup asker kaçağını yakalamak isterken baskına uğramasıyla 6 Mart 1921’de başlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti Sakallı Nurettin Paşanın Merkez Ordusu’nun emrinde Topal Osman Ağanın bizzat komuta ettiği 42. ve 47. Giresun Alaylarını isyanı bastırmakla görevlendirmiştir. Nisan’da harekatın birinci evresi sona erdiğinde isyancılar küçük gruplar halinde dağılarak Kuzey ve Kuzeydoğu yönüne çekilmişlerdir. Bundan sonraki ikinci etapta, 17 Haziran’da isyancılardan Haydar Bey’in kardeşi Alişan ve 32 isyancı ileri geleni ile 500’den fazla isyancı teslim olmuş, isyan Haziran 1921’de katliamlarla bastırılmıştır.

Yorum Yaz