tatlidede

Bir Aksiyon Adamı Olarak Şeyh Çabuk

Bir Aksiyon Adamı Olarak Şeyh Çabuk

       Birinci Cadde’nin güney cenahında yer alan küçük mescidi Mardin halkı, asırlardan bu yana büyük bir huşu ve hürmetle ziyaret eder. Kiminin içten dualarını, kiminin de iki rekat şükür namazını edâ etmeden ayrılmadığı bu yer Şeyh Çabuk Camisi. Tabi, Şeyh Çabuk ismiyle anılan zatın türbesidir buraya asıl anlamlı kılan. Halk, Şeyh Çabuk’un kente kattığı anlamı, medfûn bulunduğu mahalleye onun ismini vererek göstermiş.

       Halkın, Peygamber’in postası olarak bildiği Şeyh Çabuk, aslında Abdullah bin Üneys el-Cüheynî ismindeki sahabedir. Asıl adı Abdullah bin Üneys olsa da, lakap olarak kabilesinin adı olan Cüheynî künyesiyle anılmış hep. Hz. Peygamber’in postası olması ve hangi sebeple Şeyh Çabuk olarak anıldığı ilk merak edilebilecek hususlar. Fakat bunlardan daha fazla merak konusu olabilecek husus, Şeyh Çabuk’un mezarının Mardin’de ne aradığı.

       Savaşta ve barışta Peygamber Efendimiz ile düşman arasında mekik dokuyarak haber getirip götüren ve bu yüzden Peygamber Efendimiz’in postası olarak anılan  Abdullah bin Üneys el-Cüheynî, çok atik olması ve çok hızlı bir şekilde haber ulaştırması nedeniyle Şeyh Çabuk ismiyle anılmış. Bu ismi ilk olarak Mardinliler mi verdi, yoksa Mardinliler de başkalarından mı duydu, onu bilmek pek mümkün değil. Fakat eski Mardinlilerin ondan “Şeyh Çavuk” biçiminde bahsettiklerini biliyoruz. Farsça “çâbük” ile Türkçe “çevik” kelimelerinin ortalamasını alıp kullanmışlar gibi görünüyor.

       Bu konuda tartışmalı olabilecek kısım, Şeyh Çabuk’un gerçekten Mardin’e gelip gelmediği. Bu konuyu bir ara yine araştırmış fakat ulaşılabilir hiçbir kaynakta Abdullah bin Üneys el-Cüheynî ismindeki sahabenin Mardin’le bir ilgisini tespit edememiştim. Kaldı ki kaynaklarda bu isimdeki sahabenin Şeyh Çabuk diye bir lakabının olduğundan da bahsedilmiyordu; ve tabi Hz. Peygamber döneminde Mardin’e gönderilen bir mektup veya haberci de söz konusu değildi. Bunca araştırmadan sonra, bu anlatılanlar olsa olsa bir şehir efsanesinden ibaret, deyip konuyu bir daha açmamak üzere kapatmıştım.

       Aradan epeyce zaman geçtikten sonra Mardin’le ilgili konularda yüksek bir hassasiyete sahip ve yaptıkları çalışmalarla şehir kültürü konusunda ciddi farkındalıklar oluşturan iki dostumla hasbihal ediyorduk. MADDER Derneği’nden İbrahim Yüksel ve M. Selim Parlakoğlu. Nedendir bilinmez, konu Şeyh Çabuk’a gelip dayandı. İyi olacak hastaya doktorun kendisi gelirmiş ya, böyle bir hikmet hâsıl oldu belki.

       Mükemmel derecedeki Arapçasıyla, El-Ezher başta olmak üzere dünyadaki birçok Arap kütüphanesindeki kaynakları tarayan Nihat Ayanoğlu’nun bir araştırmasından bahsettiler. Nihat Bey, üşenmemiş, gecesini gündüzüne katmış Arapça kaynaklardan Şeyh Çabuk’la ilgili bilgileri, adeta iğneyle kuyu kazarcasına derlemiş ve Türkçeye çevirmişti. Neyse, lafı uzatmayayım. Bana da, bu dostların izniyle bu bilgileri usulünce satırlara dökmek düştü. Şehrin bilgi envanterine bu bilgileri kazandıran bu kıymetli insanlara minnettarlık hislerimi bu vesileyle ifâde etmeliyim. 

***

       Etrafta dolaşan bir rivayete bakılırsa Cüheynî, Hz. Muhammed tarafından Bizanslıları İslâm’a davet etmek için İstanbul’a gönderilmiş bir elçidir. Cüheynî, mektubu Bizans’a teslim etmiş fakat oradan dönerken Mardin’de vefat eder ve vefat ettiği yerde de defnedilir. Diğer bir rivayete göre de mektubu gönderen Hz. Peygamber değil Hz. Ömer’dir. Mektubun muhatabı ise İstanbul’daki Bizans imparatoru değil, Mardin Süryanileridir. Yani mektup Hz. Ömer tarafından Mardin’deki Süryanileri İslâm’a davet etmek için gönderilmiştir.

       Nihat Bey’in araştırması yukarıdaki ikinci rivayetle kısmen örtüşüyor. Cüheynî, Hz. Ömer zamanında Mardin’deki Süryanilere bir emânnâme getirmek üzere yola çıkmıştır. Fakat henüz yoldayken Şam’da vefat eder. Bunun üzerine son menzili Mardin olduğundan cenazesi o emânnâmeyle beraber Mardin’e getirilir ve şimdiki yere defnedilir. Defnedildiği yere ise bir rivayete göre Artuklular, diğer bir rivayete göre de Osmanlılar devrinde cami yapılmış. Caminin girişinde tekkeye benzeyen yapının da Akkoyunlular tarafından inşâ edildiği tahmin edilir. Halk arasında anlatılan ilginç bir anekdota göre ülkemizde camiler ahıra çevrildiği dönemde buraya hayvanlar getirilip bu camiye bırakıldığında hayvanlar caminin içine girmeden telef olmuştur. Caminin yanında bir de zarif minare var. Silindir şeklindeki minarenin üzerindeki yazıya göre bu minare 1969 yılında Mardinli hayırsever Hacı İzzi Çaçan tarafından yaptırılmış.

***

       Cüheynî; cesaretiyle tanınan, gözü pek, korku nedir bilmeyen, güçlü yapılı kahraman bir karakterdir. Hz. Peygamber’in kendisine verdiği tehlike dolu görevleri hiç tereddüt etmeden, canı pahasına, arkasında iz bırakmadan, çok hızlı şekilde yerine getirir. Hayatı boyunca pek çok savaşa katılan Cüheynî’nin başardığı görevlerin her biri birer aksiyon filmi konusu olacak niteliktedir. Bir ordunun yaptığı işlere bedel görevleri başarıyla yerine getirir. Hayber’i fethinde kaleye gizlice sızarak Ebu Rafi’yi öldürmesi ve komutansız bıraktığı kalenin fethini hızlandırması, üstlendiği kritik görevlerden sadece bir tanesidir.

       Cüheynî’nin başardığı zorlu görevlere baktığımızda onun ne kadar iyi yetişmiş özel bir görev adamı olduğu daha iyi anlaşılır. Resûlullâh, özel yetenek isteyen birçok zorlu görevde özellikle bu fedaiyi seçer. Kimi zaman düşman hattına sızarak stratejik başarılar sağlamış, kimi zaman da bir ajan gibi düşmanın arasına karışarak en beklenmedik zamanda düşmana indirilen ölümcül darbelerin sahibi olmuştur.

       Uhud ve Huneyn Savaşı’nın yanı sıra Mısır, Hayber ve Mekke’nin fethi gibi pek çok çarpışmada yer alan Cüheynî, İslâm’ın ilk dönemlerinde bütün tehlikeleri göze alarak kabilesine ait putları gece karanlığında defalarca harap ederek, onca tedbir ve nöbetçiye rağmen yakalanmadan kaçmayı başaracak kadar gözü kara ve beceriklidir.  

       Cüheynî’nin en başarılı “operasyonu” Hz. Peygamber’e suikast hazırlığı içinde olan Süfyan bin Halid’i tek başına öldürerek düşman hattından sağ kurtulmayı başarmasıdır. Hz. Peygamber bir gün Cüheynî’yi yanına çağırır ve “Bana erişen bir habere göre Süfyan bin Halid beni öldürmek için kabilelerden adam topluyormuş, git ve onu öldür.” der. Cüheynî onu tanımadığı için bu kişiyi kendisine tarif etmesini ister. Resûlullâh “Onu gördüğün zaman sana şeytanı görmüşçesine bir ürperti gelecektir.” diyerek onu tarif eder. Bunun üzerine Cüheynî, gerektiğinde Resûlullâh’ın aleyhinde söz söylemek için izin ister. Cüheynî, Süfyan bin Halid’in yanına İslâm muhalifi birisi olarak yanaşmayı, böylelikle güvenini kazanmayı ve ardından işini bitirmeyi tasarlamaktadır.

       Kılıcını kuşanan Cüheynî, Ürene Vadisi’ne ulaşır ve orada Süfyan bin Halid’in gelmesini bekler. Bir süre sonra elinde âsâsıyla, büyük bir heybetle ve yeri yara yara beklediği kişi gelir. Etrafında ise habis suratlı birçok adamı vardır. Cüheynî, Hz. Peygamber’in tarifinden onu hemen tanır. Gerçekten de kendisini görür görmez ürperti geçirerek ter döker. İkindi namazını imâ ile kıldıktan sonra Halid’e yönelerek “Ben Huzaalıyım. Muhammed’e baksana; kendi kendine bir din uydurdu. Gençleri sapıtarak peşinden sürükledi. İnsanları birbirinden ayırdı.” der. O da kibirli bir tavırla “Muhammed, şimdiye kadar benim gibi biriyle karşılaşmadı da ondan.” diyerek karşılık verir.

       Öldürmeyi planladığı düşmanının güvenini kazanmış, onunla sohbet ede ede çadırına kadar girmişti Cüheynî. Bu arada vakit epeyce geçmiş, adamlar dağılmış, etrafta da nöbetçi namına kimse kalmamıştı. Halid, cariyesinden içki getirmesini ister. Biraz içtikten sonra elindeki içki kâsesini Cüheynî’ye uzatır. O da içermiş gibi yaptıktan sonra geri uzatır. Halid, artık iyice sarhoş olmuştu ve etrafta da kimsecikler yoktu. Cüheynî, tam zamanıdır deyip kılıcını boynuna indirir ve oracıkta işini bitirir. Hind yapısı, beyaz, keskin kılıcını indirirken “Ben Üneys'in oğluyum. Al bu şerefli darbeyi. Peygamber’imin o temiz, şirkten uzak, pak dini adına.” şeklindeki doğaçlama beyitleri haykırmayı da ihmal etmez.

       Hasmının kesik başını yanına alan Cüheynî, kabilenin kadınlarını ağlar vaziyette bırakarak kimseye sezdirmeden izini kaybettirir ve dağdaki bir mağarada saklanır bir süre. Gündüzleri saklanarak, geceleri de yol alarak aç susuz bir hâlde ama görevini layıkıyla tamamlamış olarak Medine’ye varır. Bu zorlu ve tehlikeli görevi başardığı için Hz. Peygamber ona bir âsâ hediye eder. Cüheynî, bu âsâyı vefat edene dek kılıcıyla beraber yanından hiç ayırmaz. Hatta ölüm döşeğine düştüğü zaman, onu kefeninin içine koymalarını, kendisiyle beraber gömmelerini vasiyet eder. Âsâsı, öldüğünde vasiyetine uygun olarak bedeniyle kefen örtüsü arasına konulur.

***

       Mardin’de yaşayanların iyi bildiği Cüheynî veya daha tanıdık ismiyle Şeyh Çabuk, ikinci Akabe biatında Peygamber’e biat eden yetmiş beş kişilik grubun içindeydi. Vurdulu kırdılı, aksiyon dolu bir hayatı olsa da, onun bütün hayatını sadece mücadelelerden ibaret görmek eksik olacaktır. Mardin’de de bilindiği gibi en fazla öne çıkan özelliği, İslâm’ın yayılması amacıyla birçok bölgeye davet mektubu ve mesaj ulaştırmasıdır. Kurduğu posta ekipleriyle en uzak diyarlara şimşek hızıyla gidip gelmiş, verilen her vazifeyi başarıyla yerine getirmiştir. Öte yandan Cüheynî, Medine’nin dışında, biraz uzakta, çölde yaşayan bir bedeviyken Suffa Mescidi’ndeki dersleri hiç kaçırmayıp ilim âşığı bir üstad seviyesine yükselmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’den birçok hadis de rivayet ettiği bilinmektedir.

       Bugün Mardin’de medfûn olduğuna inanılan bu kahraman sahabenin yaşam öyküsünden alınması gereken dersler var muhakkak. Kendi gönül ve inanç coğrafyamıza ait her alanda nice öncü şahsiyetler ve hikâyeler varken başka medeniyetlerin çürük, temelsiz ve karşılıksız kahramanlarının nesiller boyunca bize dayatılmış olmasını kabullenmiş olmamız. Mesela aşk vadisinde Mem u Zin ve Leyla ile Mecnun gibi hikâye ve karakterlerimiz varken kimileri Romeo ve Juliet’i onların önüne koymaya çalıştı bir dönem. Cömertlikte ünü diyarları ve çağları aşan ve birilerine ikram etmeksizin kursağından bir lokma ekmek geçmeyen Hatem-i Taî gibi bir cömertlik kahramanı varken, aslında bütün esprisi birilerinden bir şeyleri gasp etmek olan ve sinema sektörü marifetiyle de yoksulları gözeten bir kahramanmış gibi gösterilen Robin Hood’u gerçek bir kahraman belledik. İnandığı faziletler uğruna tacı tahtı, hükümdarlığı, gücü ve kudreti hiç tereddütsüz teperek geri kalan bütün hayatını bir hırka ve bir lokmaya talim ederek dervişlik yaşantısını seçen İbrahim Edhem’i unutup köhne ve süflî Batı tarihinin eli kanlı, hırslı ve merhamet yoksunu pek çok kralını rol model olarak kabul ettik. Tıpkı bunun gibi Şeyh Çabuk olarak andığımız Sahabe Cüheynî gibi gerçek kahramanlardan bihaber; Herkül, Barbar Conan, Süpermen, James Bond gibi yapma karakterlerin suni destanlarını dinledik, okuduk veya izledik.   

Yorumlar

Image
A.Dirier
04.04.2023 / 21:04

Seyh Çabuk/Çevük hakkında çok aydınlatıcı, dağarcığı zenginleştiren bir makale... Mustafa Öztürk Bey, Nihat Ayanoğlu Hoca ve makalede adı gecenleri kutlar, başarılar dilerim.

Yorum Yaz