Cafer İskenderoğlu kimdir? Cafer İskenderoğlu kitapları ve sözleri
Türk Yazar Cafer İskenderoğlu hayatı araştırılıyor. Peki Cafer İskenderoğlu kimdir? Cafer İskenderoğlu aslen nerelidir? Cafer İskenderoğlu ne zaman, nerede doğdu? Cafer İskenderoğlu hayatta mı? İşte Cafer İskenderoğlu hayatı...

Türk Yazar Cafer İskenderoğlu edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Cafer İskenderoğlu hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Cafer İskenderoğlu hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Cafer İskenderoğlu hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi:
Doğum Yeri:
Cafer İskenderoğlu kimdir?
Cafer İskenderoğlu Kitapları - Eserleri
- Halef
- Tuva
- Allah'a Yolculuk
- Allah İle Tanışmak
- Rahman İsm-i
Cafer İskenderoğlu Alıntıları - Sözleri
- "......Bu devirde cemaatlerin çoğu cahil kaldılar. İnsanlara, götüremeyeceği zikirler, virdler yüklediler. İnsanlar da bu yükün altında ezilirken, ilim öğrenmeye vakitleri kalmadı. Oysa bir insan; kalben bir defa “Allah” derse, Allahü Teâlâ o anda “lebbeyk kulum! Ben geldim” der. Yani, “ben sendeyim, senin varlığındayım” buyurur. Sen yeter ki; Allahü Teâlâ’ya inanarak, bir defa “Allah” de. Allahü Teâlâ o an senin varlığında, “Ben buradayım” der ve kendisiyle beraber başlarsın “Allah” demeye. Bütün hücrelerin, bütün hücreni meydana getiren moleküllerin, bütün o molekülleri de meydana getiren atomların, o atomlarının alt yapılarının zikirleri ile beraber, bütün bedenin zikretmeye başlar. Allahü Teâlâ zaten, senle beraberdir, hariçte aramaya gerek yoktur. Başkasına tapmaya da gerek yoktur. Bizleri yaradan ilk öğret- menimiz, Rabbimizdir. Kâinatın Efendisi bir Peygamberimiz (s.a.v.) var. O’na güzel kardeş olmak, insan makamına çıkmak, gidip onu ziyaret ederek sahabe olmak, bunlar insanların haklarıdır. Bu yüzyılda yaşamış bir büyüğümüz bir beytinde; “Elhamdülillah! Sahabe-i Saadattan oldum” diyor. Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v.), görmediği kimseyi ümmeti olarak kabul etmemiştir. Ya Tayy-i Mekanla gelir kendisini bizzat tanıtır ya da insan o zamana gider, bizatihi ümmetinden, sahabesinden olur. Bu zamanda, apartman aidatı gibi aidat toplayan cemaatlere değil, fakirine, fukarasına bakan cemaatlere gidin. Bir yerde ilim öğrenmiyorsanız, orada kesinlikle durmayın. Hiç kimse sizi (mümkün değil) kurtaramaz. Elinizden tutup da sizi insan makamına çıkarayım diyemez. İnsan makamına ancak öğrenerek, bilerek çıkarsınız. Siz o zaman ne yapacaksınız? Bildiğinizle amel edeceksiniz. Allahü Teâlâ buyuruyor: “Siz; bildiklerinizle amel edin, bilmediklerinizi biz size öğretiriz.” Bunun sırrını da açalım. Allahü Teâlâ’nın buyurduğu, bizlerin bildiği nedir? Bildiğimiz; beş vakit namazımız, bununla beraber varsa verilen virdimiz, derslerimiz ve zikirlerimizdir. Kişi bunu yapmaya başlayınca mesela yatağında, kalben “Allah, Allah” diyerek uyursa bildiğiyle amel ediyordur. Bu şekilde yaparsak “Allah” (c.c) isminin zikri, kalpten genlere ulaşır. Allahü Teâlâ’nın adeta bohçalayıp da içimize koyduğu Levh-i Mahfuzumuz olan genlerdeki (Elest Günü, nur bedenlerde ilk yaratıldığımızda öğretilen, dünyada hatırlayamadığımız) ilimleri alır, hafızalarımıza taşır. Böylece bizler o ilmi hatırlamış oluruz. Yani; Allahü Teâlâ bildiğimizle amel ettiğimiz için, bilmediklerimizi bize hatırlatmış olur. İşte; “Bildiklerinizle amel edin; bilmediklerinizi biz öğretiriz” hitabının anlamı budur. Bunlar için kimseye tapmaya gerek yoktur. İnsan, insana tapmaz. İnsan, insanın hiçbir zaman kölesi olmamalıdır. Kendi başına bir kâinat olan insana, bugün gıpta ile baktığımız; hatta bazı müslümanların evlerine gelsin diye heyecanla bekledikleri melekler, vaktiyle Adem’in (a.s) şahsında secde etmişlerdir. Hazreti Ali (r.a); “İlim Çin’de de olsa gidip alınız; ilim, sizin öz malınızdır” buyuruyor. Bilgi sahibi müslümanlardan olursak, insan makamına çıkar; Allahü Teâlâ’nın ahlakıyla ahlaklanmış oluruz inşallah. Allahü Teâlâ’nın Ahlakıyla ahlaklanan bu devrin insanları da Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Ahir zamandaki kardeşlerime selam olsun” müjdesine nail olurlar. ......" (Halef)
- Cafer İskenderoğlu ENOCH Yayınları Biz tüm sohbetlerimizde, kitaplarımızda insanı, insanın basit bir varlık olmadığını, Allahü Teâlâ’nın kâinattaki halifesi olduğunu, İnsân-ı Kebîr olduğunu, İsm-i Azâm olduğunu anlatıyor ve söylüyoruz. Bu kitabımızda da daha önce duymadığınız ilimleri, bilgileri size hatırlatacağız biiznillahi. (Allah'a Yolculuk)
- Biz tüm sohbetlerimizde, kitaplarımızda insanı, insanın basit bir varlık olmadığını, Allahü Teâlâ’nın kâinattaki halifesi olduğunu, İnsân-ı Kebîr olduğunu, İsm-i Azâm olduğunu anlatıyor ve söylüyoruz. Bu kitabımızda da daha önce duymadığınız ilimleri, bilgileri size hatırlatacağız biiznillahi. (Allah'a Yolculuk)
- Unutmayınız ki İslam "ilim ve insan" demektir. Yeryüzünde ilim ve insanın cemi "İslam"dır.Allahü Teala Alimdir, Allahü Teala alim olanı sever. (Allah'a Yolculuk)
- İnsanlar diyorlar ki “ben tasavvuf talebesiyim”. E, ne yapıyorsunuz? Cevap; “ zikir çekiyorum”. Bu yetmez, olmaz, bu kadarla tamamlanmazsınız. Allahu Teala Rahman Suresinde matematik ilminden bahsediyor. Bunu düşünmek lazım. Bunu yapmak için üç şey gerekir. 0,1 ve sonsuzluk. Bu matematik sistemi ile geri kalanın hepsini çözebilirsiniz. (Allah'a Yolculuk)
- Amâ? Amâ, Allahü Teâlâ’nın kendi sonsuz ve sınırsız varlığından yine kendi sonsuz ve sınırsız varlığına tecelli etmeden yani kâinatı ve içindeki varlıkları yaratmadan önceki halidir. Amâ’da İlah, kendi varlığındaki sayısız isim ve kudretlerini sükûn halinde ihtiva eder. Allahü Teâlâ sonsuz mülkünde, sonsuz Amâ halinde sayısız isimlerinden önce insanı sonra kâinatı ve içindekileri yaratmayı dilemiştir. Zatından Zatına tecellisi ile bütün yaratılmış canlı, cansız varlıkları kâinattaki tüm insanları, insanlardan sonra melekleri, meleklerden sonra cinleri ve şeytanları ve daha sonra da, bu varlıkların beden alemlerindeki yaşayacakları yerler olan, kâinat içerisindeki galaksileri ve gezegenleri yaratmıştır. Allahü Teâlâ insan ve kâinatın yaratılışını ışıktan hücreye altı aşamada yaratmıştır. Her şey yaradılışla başlar. Bu nedenle öncelikle nasıl yaradıldığımızı çok iyi kavramamız gerekir. Şimdi gelin hep birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetler ışığında nasıl yaratıldığımızı öğrenelim. (Halef)
- Üzülecek sıkılacak bir şey yoktur. İnşa eden, yapan Allah’tır.(C.C) (Allah'a Yolculuk)
- Üzülecek sıkılacak bir şey yoktur. İnşa eden, yapan Allah’tır.(C.C) (Allah'a Yolculuk)
- İnsan kainatı kaplayacak şekilde nura, insanlığa, ahlaka ve ilme sahiptir. (Halef)
- Zamanımızda din bilgisi bilimsellikten çıkarılmış, yerini birçok uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle doldurulmuş, İslam’ın insanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur. Ortaçağın Hrıstiyan din adamlarının bilimin önüne din adına engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün İslam adına kendilerini İslam alimi sanan kişiler tarafından (İslam adına) sessizce uygulamaya konulmuştur. Tamamen kapalı bir devre haline getirilen İslam, aslına uygun olmaktan çıkarılmış Kur’ân’ın bilimsel derinliklerinden ilim tahsili yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’ân’ın derinliklerinden haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile bakılmaya başlanmıştır. Bir zamanlar İslam ilminin pınarları olan Tasavvuf ocakları da asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir kısmı turizm ve tiyatro geliri elde eden kurumlara dönüştürülmüştür. Diğer tasavvuf ocakla rının birçoğunda ise talebelere İslami ilim tahsili yasaklanmış kayıtsız şartsız o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı getirilmiştir. Oysa Resulullah Efendimizin (s.a.v.) talebeleri olan sahabeler, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) değişik bir bilgi öğrendikleri zaman şöyle sorarlardı: “Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah (c.c) tarafından inen bir ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?” İşte İslam’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında başlayan sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır. İçlerinden çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir. İslam da ki bu ve buna benzer yasaklamalar, Emeviler devrinde başlamış, Hür İslam toplumunu kendi emirlerine almak ve bu toplumun yönetimini padişahlığa dönüştürmek için, zamanın yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dilinden birçok hadis uyduran alimler türetilmiş, gerçek İslam alimleri de yönetimin çeşitli baskıları ile susturulmuş veya katledilmiştir. Böylece zaman içerisinde İslam dini ilim dini olmaktan çıkmış, görünüşe kılık kıyafete, önem veren müntesiplerini her fırsatta cehennemle ve kabir azabıyla tehdit eden, düşünmeyi yasaklayan, kâinatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani insanı kendi kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten, aslından uzaklaştıran bir din haline getirilmiştir. İslam dini kâinatta ki ve dünyadaki tüm insanlara hitap eden bir kutsal kitabın, Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerine tabi iken, İslam alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan insanlardan ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki insanla yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hiçbir din mensubunu ya da inançsızı ayırmadan her insana İslam’ı tebliğ etmiştir. İslam dini altında her insan eşittir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslâm’da insanlar eşittir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı (toprak nurdan hücreye altı aşamalı yaratılışa tabidir). Allah (c.c) katında en değerliniz, en çok Allah’a (c.c) sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arap’ın, Arap olmayana, bir başkasının Arap’a, bir siyahın bir kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur.” Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu sözleri İslam’ın, insanları eşit gördüğünün delilidir. Ancak, biz İslam aleminin mensupları, Kur’ân-ı Kerîm’e tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözlerine de itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana unsurunun kılık kıyafet olduğunu dayatanlar, eşit olan insanlar arasında neden ayrım yapmıştır? İşte size çarpıcı bir örnek: “Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç hiçbir yerine bakılamaz haramdır. Kadın cariye ise; bazı alimler onun avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir (yani göğüsleri açıkta kalabilir). Bazıları da, cariyenin avreti, yaptığı iş sırasında açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır demiştir. Buna göre cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret sayılmaz demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12). Cariye veya başka bir insan Allah’ın (c.c) yarattığı şerefli ve üstün bir varlık değil mi? Cariye, Müslüman olsun ya da olmasın bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık neden? Haramın geçerli olması için Müslüman mı olunmalı? Müslüman’a haram olan şey başka dinde olana haram değil midir? İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı konular buna benzer konulardır. Ebu Hureyre Ra diyor ki; “Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz” Buharî, İlim, 42 Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kur’ân ilimlerinin hakikatine ulaşan bir çok İslam mutasavvıfı ve düşünürü yazmış oldukları eserlerde Kur’ân’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde daha ileri gitmekten korkarak “Bundan öteye anlatmaya bize müsaade yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen, sonsuz İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba sofuların fitne çıkarmasını önlemek içindir (bu örnekleri ileriki sayfalarda sizlere tekrar hatırlatacağız). Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde kalplerde küllenen imanın ve İslam ilimlerinin yeniden tazelenmesi için, İslam’ın insanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla anlatmanın insanın, kâinatta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu hayatlarındaki evrelerini ve her evredeki olgunlaşmalarını hatırlayabilmeleri için bu konudaki ayetlerin zamanımıza ve ötelerine hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir. Bu sebeple bu kitabı kaleme aldık. Kitabın bazı bölümlerinde konular sizlere tekrar gibi görülebilir. Ancak İlah’ın varlığındaki merkez insanı, kâinattaki insanı kebiri, dünyadaki İnsan-ı Kâmili, Fena- fil Rabbı, Fenafillahı daha iyi anlatmak için tekrarladık. Dikkatle okursanız muhtevasının ayrı anlamları içerdiğini göreceksiniz. Kitabın son bölümlerinde ise sizi aydınlatacak makaleleri ve bazı ayetlere verdiğimiz gerçek manaları bulacaksınız. (Halef)
- Resûl-i Ekrem, parmağını kaldırıp çevresindekilere dönüp “Refîk-i a’lâ’ya” dedi. O öyle bir hal ki Allahü Teâlâ’nın isimleri O’na isim olmuş, Allahü Teâlâ’nın isimleri O’na arkadaş olmuştur. Demek ki O’na gerçekten bir İsm-i Azâm veya başka türlü yüce bir isim olmuş ki; giderken “en güzel arkadaşa” diyor. (Allah'a Yolculuk)
- 1400 yıl evvel gelmiş Kur'an'ın ayetleri bugün her ferde ayrı ayrı tecelli eder ve her ferdin orada ayrı ayrı ilim nasibi vardır. (Allah'a Yolculuk)
- ''Ben sizden uzak değilim, sakın ha beni uzaklarda aramayın.'' (Allah'a Yolculuk)