Emel Koç kimdir? Emel Koç kitapları ve sözleri
Yazar Emel Koç hayatı araştırılıyor. Peki Emel Koç kimdir? Emel Koç aslen nerelidir? Emel Koç ne zaman, nerede doğdu? Emel Koç hayatta mı? İşte Emel Koç hayatı...

Yazar Emel Koç edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Emel Koç hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Emel Koç hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Emel Koç hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi:
Doğum Yeri: Ankara, Türkiye
Emel Koç kimdir?
Emel Koç, Ankara'da doğdu. İlkokulu Ankara'da bitirip öğrenimine İstanbul'da devam etti. Çapa Öğretmen Okulu'ndan sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi ve öğretmen olarak başladığı çalışma hayatına mimar olarak devam etti. 1993 yılında TRT'de yayınlanan Adnan Saygun, Sedat Hakkı Eldem, Füreya Koral, Semiha Berksoy, Seyyan Oskay, Cevad Memduh Altar, Ali Numan Kıraç gibi pek çok cumhuriyet kuşağı temsilcilerinin yaşamlarını konu alan, 'Cumhuriyet'e Kanat Gerenler' belgeselinde metin yazarlığı yaptı
Emel Koç Kitapları - Eserleri
- Alyoşa
- Behice
- Gabriel Marcel Üstüne
- Gabriel Marcel ve Sadakat
- 19. Yüzyıl Felsefesi
Emel Koç Alıntıları - Sözleri
- "Kalıcı bir iç sıkıntısı hali, yangın, saldırı ve bulaşıcı hastalık korkusu, Schopenhauer için herhangi bir tehdit unsurunun olmadığı durumlarda bile gizli bir endişe kaynağı olabiliyordu. Korkular, kötü hayaller musallat olmuştı ona. Pipolarını kilitli tutuyor, başını berbere emanet edemiyor, başucunda içi mermi dolu tabancayla yatıyor, gürültüye tahammül edemiyordu. " (19. Yüzyıl Felsefesi)
- "Nietzsche, dünyayı metafor yoluyla bir metin gibi düşünür. Metin bitip tükenmez ve aynı metin sayısız yoruma imkan verir. Metnin ortaya koyduğu anlamların zenginliği ve sürekli değişimleri nedeniyle o, metnin bulanıklığını belirtmek üzere kaos kavramını kullanır ve dünyanın "ezeli bir kaos" özelliğine sahip olduğuna dikkat çeker. Kaos, sistem ya da dogma olmak isteyen her yorumun yenilgiye uğrayacağı, her şeyi açıklama arzusunun sonunda dünya metnini tamamen okunmaz hale getireceği anlamına gelir. " (19. Yüzyıl Felsefesi)
- "Jeremy Bentham, daha dört yaşındayken Latinceyi ve keman çalmayı öğrendi. Ardından Fransızca öğrenmeye başladı. Sekiz yaşlarındayken Voltaire'in eserlerini hafif okunacak kitaplar arasında bulup okumayı seviyordu. On iki yaşında Oxford Üniversitesine girdi." (19. Yüzyıl Felsefesi)
- “İnsanlar doğarken inançları ile doğmuyorlar .İnançlarını , yaşam felsefelerini yaşamları boyunca binbir sınavdan geçerek kazanıyorlar ...”/ Behice Boran (Behice)
- "Mill, hazların niteliğinden bahsederken doyum ve mutluluk kavramlarını birbirinden ayırarak doyuma ulaşmış bir domuz olmaktansa doyuma ulaşmamış bir insan olmanın, doyuma ulaşmış bir budala olmaktansa doyuma ulaşmamış bir Sokrates olmanın daha iyi olduğunu söylemiştir. " (19. Yüzyıl Felsefesi)
- "Bilincimizi istekle doldurdukça, kendimizi sürekli olarak umutlar ve korkularla kışkırtan ivedi isteklere bıraktıkça, istemenin kölesi oldukça, ne kalıcı mutluluğumuz ne de kalıcı huzurumuz olur." (19. Yüzyıl Felsefesi)
- Bozulmuş dünyaya musallat olan şey, güç, ihtilaf ve savaş arzusudur. Böyle bir dünyada birlik, bütünlük ve samimi duygular her geçen gün anlamını daha fazla yitirir hale gelmiştir. Bozulmuş dünya, gittikçe büyüyen sosyal sistemleştirme yüzünden, şahsiyetlerin yıpratıldığı ya da şahsiyetlerin bir nüfus cüzdanına indirgendiği, insanın biricik bir ben olmaktan çıkıp, yerini ve rolünü bir başkasının kolaylıkla alabileceği bir varlık haline geldiği bir dünyadır. Teknolojik başarılara imza atmaya yönelen “teknik insanın” desteklenmesinin adeta yaşam hedefi haline geldiği böyle bir dünyada insanın tinsel bütünlüğü ve zenginliğine bağlı olan “yaratıcı aktiviteleri” gözden kaçırılmış, insanlar tüm yaratıcılıklarını ortadan kaldıran “bir düzeye getirme” işlemine tabi tutulmuşlardır. Yaşamın değeri ve saygınlığını küçümseyen bir yaklaşımın sevgi eksikliğinden kaynaklanan bir tür soyutlama ruhuyla ilgili olduğunu düşünen Marcel, böyle bir tavrın bilimsel bilginin ve teknolojinin istismar edilerek kullanımına bağlı olduğunu vurgular. (Gabriel Marcel Üstüne)
- Marcel, insana ve insana ilişkin tüm problemlere bilimsel metotla yaklaşmaya kalkışma, objektifleştirme ve soyutlama eğiliminin sonucunda, modern dünyada insanın, insanlığını kaybetme tehlikesiyle yüz yüze bulunduğunu ifade eder. İnsanın, yalnızca fiziksel yönüyle değer kazandığı modern dünyada insan tecrübesinin “ontolojik ağırlığı” ve “aşkınlığın gerekliliği” kaybolmaya başlamıştır. Marcel bu durumu ontolojik anlam kaybı olarak nitelendirerek, modern insanın tedirginliğinin temel belirtilerinden biri olarak görür. Modern dünyada her şey insanı, adeta “gerçekleştirdiği işiyle”, “yerine getirdiği fonksiyonu” ile özdeşleştirmektedir. İnsanın değeri, işine eşdeğer görülerek, onun ontolojik itibarı gözden kaçırılmaktadır. (Gabriel Marcel Üstüne)
- İnsanın zaman ve mekan bağlamında bulunması, onun tinsel yönü itibariyle zaman ve mekana mahkum olduğu anlamına gelemez. Aşk, sadakat ve umudun Marcel felsefesinde yalnızca “etik değerler” değil, aynı zamanda kişiyi zamansal koşulların ötesine taşıyan onu Mutlak Varlıkla bütünleştiren “ontolojik değerler” olması bunun en bariz göstergesidir. O halde insan, bilimlerin konusu olması itibariyle gözleme elverişli dış görünümleriyle degerlendirilmeye tabi tutulsa bile, bu değerlendirmenin insanı gereği gibi anlayabilmek adına “felsefi bir temellendirme” ile desteklenmesi zarureti vardır. Zira böylelikle bir yandan sosyal bilimlerin şekillendırdıği insan anlayışı göz ardı edilmeyecek, ancak diğer yandan ise insanın aynı zamanda yönelimleriyle dünyaya anlam atfedebilen özgur bir varlık olduğu göz önünde bulundurulabilecektir. Bu temellendirme Marcele göre, insana ve bedenine gözleme dayalı bilgiler ışığında yaklaşan bilimlerin tavrını (birinci refleksiyon) reddetmemekle birlikte, insanın özgür kararlar alabilen bir varlık olduğunu düşünerek, insana yönelik nihai anlamlandırma etkinliğini felsefi bir tavır alışa (ikinci refleksiyon) bırakacaktır. (Gabriel Marcel Üstüne)
- "Nietzsche'ye göre filozoflar akla daima metafizik dünyanın bir parçası olarak inanmışlardır. Bu suretle Batı uygarlığı entelektüel bir tavır sergilemiş, yaşama içgüdüsünü göz ardı etmiş, düalist bir dünya görüşü benimsemiştir. Bu ise duygu ve içgüdülerden soyutlanmış aklın yüceltilmesine ve onun diğer yetilerin bastırılma aracı olarak kullanılmasına neden olmuştur." (19. Yüzyıl Felsefesi)
- Umutsuz kişi işlerin hep böyle devam edeceğine, değişmeyeceğine ve düzelmeyeceğine inanır, O, geleceği de sıkıcı şimdiki zamanın saf bir tekrarı olarak ön gören korkunç bir monotonluk aleminde yaşar. Dolayısıyla umutsuzluk Marcele göre her şeyden önce kendisini bir “kapalılık” tecrübesi olarak gösterir. Umutsuzluk, bir yönüyle, zamanı fişi çekilmiş gibi düşünmek ya da durdurulmuş bir zamanda yaşamak gibidir.” Zira geleceğin de tekdüzelik açısından bugünden farksız olacağını düşünen insan için verimli olarak kullanılabilecek zamandan söz edilemez. Umutsuzluğa düşmek bu perspektiften bakıldığında kişinin tutsaklığını pekiştiren saçmalık, yalnızlık, imkansızlık gibi faktörlerin sürekli olarak tekrarlanması ve onun zamanın yeni bir şey getirmeyeceğine inanması anlamına gelir. (Gabriel Marcel Üstüne)
- ''Hükümetin olmadığı yerde haklardan bahsetmenin olanaksız olduğunu belirten Bentham, birçok vahşi topluma bakıldığında devletin olmadığı yerde itaatin, hukukun ve dolayısıyla hakların da olmadığının görüleceğini ifade etmiştir.'' (19. Yüzyıl Felsefesi)
- Birbirlerinin çağrılarına tüm benlikleriyle içten ve samimi olarak yanıt verebilen kişiler arasındaki sevgi bağı onların bedensel yoklukları halinde de devam edebilmektedir. Sevgi söz konusu olduğunda aradaki uzak mesafeler bile hazır bulunmaya engel oluşturmamaktadır. O halde özneler arasındaki sırlı bir tecrübe olan hazır bulunma zorunlu olarak beden-nesneye bağlı olmamaktadır. Sevgi sevenler arasında tinsel bir birlikteliğe imkan vererek onları zaman ötesi bir gerçekliğe yani ebediyete taşımaktadır. (Gabriel Marcel Üstüne)
- Ben muhtemelen sarsılmaz bir imanı kabul etmiş olanlardan daha çok, hala el yordamıyla arayan ve gergin bir biçimde araştıranlarla duygudaşım. (Gabriel Marcel ve Sadakat)
- "Spencer'a göre savaşçı/askeri toplumlarda askerlik eğitimi ve sıkı disiplin, yönetilenleri körü körüne baş eğmeye, yönetenleri de buyruk vermeye alıştırır. Bunun sonucunda da merkezciliğe dayanan zorba hükümetler doğar." (19. Yüzyıl Felsefesi)
- Hazır bulunma, istenç gücüyle ya da bedeli karşılığında temin edilemeyen, talep edilemeyen ve zorlanamayan bir tecrübedir. Zira ben'in hazır bulunuşu, muhatabı tarafından benimsenebilir ya da reddedilebilir. Bu sebeple benin, sene özgür bir iradeyle bağlanmaya hazır bulunması, kazanmayı olduğu kadar riskleri de göze alması anlamına gelir. İnsana özgü eksikliklerin ötesinde koşulsuz bağlanma isteği, ben'i somut bir birey olan senden Mutlak Sen'e (Tanrı'ya) doğru yöneltir. Marcele göre, insan için gerçek anlamda var olmak, Tanrı ile beraber var olmaktır. Benin Tanrı'ya kendini adadığı düzeyde bağlanma, artık mutlak bir bağlanmadır. Bağlanmanın bu en son merhalesinin adı imandır. (Gabriel Marcel Üstüne)
- "İnsanların topluluk halinde uyumlu bir biçimde yaşayabilmeleri için tutku ve saldırganlıklarını evcilleştirmeleri gerektiğini ifade eden Nietzsche'ye göre ahlak, bu fonksiyonu sağlamaktadır. Dolayısıyla Nietzsche'nin ahlaka yönelik eleştirilerinin temelinde, toplumda hakim olan ahlaki değerlerin, zayıf sürü insanının ahlaki kuralları olması ve bunların insanların diğer imkanlarının gelişmesini engellemesi, enerjik ve tutkulu doğaların uslu ve vasat sürü insanı eğilimine çevrilmeye çalışılması vardır. " (19. Yüzyıl Felsefesi)
- Bilimsel ve teknolojik gelişiminin akabinde Batı medeniyeti, artık maddi ve manevi bütünlüğü içerisindeki insanı adeta göz ardı edip, bireyin yalnızca birkaç yönüne odaklaşarak makineye benzer bir toplum yaratmış ve bu toplumun insanlarından da kendilerini makinelerle özdeşleştirerek makinelerin kurallarına uyma tavrını beklemiştir.'16 (Gabriel Marcel Üstüne)
- Arzunun temel özelliği sabırsız olmasıdır. Arzu edileni gerçekleştirme yolundaki her gecikme, bu tutkulu bekleyişi sekteye uğratacağı, tatmini azaltacağı için bekleme söz konusu bile edilemez. Bu sebeple o, adeta zamana karşı koyar. Dolayısıyla arzunun arzu olmak bakımından hiçbir itiraz kabul etmeyeceği söylenebilir. Her itiraz bir erteleme sebebi olarak görülebileceği için arzu, itirazlara aldırmaz. “Arzu” ve “umut” arasındaki temel farklılık, ilkinin hiçbir ertelemeye tahammul edemezken, ikincisinin aktif bir bekleyiş halinde olmasıdır.” Arzu ve umut arasındaki ayrım, Marcel'i daha temel bır ayrıma, “intihar” ve “fedakarlık” arasındaki bir ayrıma yönlendirir. Ona göre, intihar ve fedakarlık arasındaki farklılık tamamıyla umuda dayanmaktadır. Umuttan yoksun bir fedakarlık olamayacağını düşünen Marcel, böyle bir fedakarlığın intihardan farklı olmadığını belirtir.” Bu yönüyle düşünüldüğünde umut ve fedakarlığı tamamlayıcı bır diğer tecrübenin “sevgi” olduğu kolayca görülür. (Gabriel Marcel Üstüne)
- Kişinin kendi kendisiyle tutarlılığı bir özsaygı ve onur meselesidir. Zira kendisiyle içsel birliğini yakalayamayan bir kişinin doğal olarak başkalarına sadık kalması mümkün olamayacaktır. (Gabriel Marcel Üstüne)