diorex

Erdal Atabek kimdir? Erdal Atabek kitapları ve sözleri

Tıp Doktoru ve Yazar Erdal Atabek hayatı araştırılıyor. Peki Erdal Atabek kimdir? Erdal Atabek aslen nerelidir? Erdal Atabek ne zaman, nerede doğdu? Erdal Atabek hayatta mı? İşte Erdal Atabek hayatı...

  • 22.02.2022 08:00
Erdal Atabek kimdir? Erdal Atabek kitapları ve sözleri
Tıp Doktoru ve Yazar Erdal Atabek edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Erdal Atabek hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Erdal Atabek hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Erdal Atabek hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1930

Doğum Yeri: Adapazarı

Erdal Atabek kimdir?

Dr. Erdal Atabek (d. 1930, Adapazarı), Türk tıp doktoru ve yazar.rnrnErdal Atabek, 1954 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Psikosomatik Hastalıklar ve İç hastalıkları uzmanı olarak görev yaptı. 1965te yazarlığa başladı. Aynı yıl Türk Tabipleri Birliği (TTB) başkanı seçildi. 1966da köşe yazıları Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmaya başladı. Halen yazarlık, seminer, konferans ve araştırmalarını sürdürmektedir.

Erdal Atabek Kitapları - Eserleri

  • Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık
  • Kuşatılmış Gençlik
  • Kırmızı Işıkta Yürümek
  • Gençlik Duvarları Yıkıyor
  • Kendi Yurdunda Sürgünsün
  • Sözüm Sanadır

  • Cinsellikten İkmale Kalmak
  • İnsan Sıcağı
  • Belki de Sensin
  • Müzik Seni Çağırıyor
  • Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar
  • Beyaz Balinayı Sevmek
  • Bizim Duygusal Zekamız

  • Dürüstlük, Sevgili Çocuğum
  • Tüketilen Değerler ve Gençlik
  • Çocuklarımızı Büyütürken Nerede Yanlış Yapıyoruz?
  • Yoldan Çıkarılmış Başarı
  • Tehlikeli Cehalet
  • Erken Büyüyen Çocuklar
  • Sıpa Koleje Gidiyor

  • Modern Dünyada Değişen Değerler ve Gençlik

Erdal Atabek Alıntıları - Sözleri

  • Her hayvan ne olduğunun izini bırakır; yalnızca insan, yarattıklarının izini bırakır. (Sözüm Sanadır)
  • Okullarımız çağdaş görünümlü "ortaçağ kurumları" oluyor. Felsefe dersleri kaldınlıyor. Felsefe, insanlığın düşünce mirasıdır. Artık bu miras reddediliyor. Düşünmek gereksiz. Düşünmek zararlı. Düşünmek gizli bir suç. Düşünmek yanlış. Felsefe yerine bilgisayar. Bilgisayar, programlanmış düşünce. İnsan başlarını arkadan kaset sokulan bir araca çevirmek. Kaseti koymak. Paket düşünceleri uygulatmak. (Kendi Yurdunda Sürgünsün)
  • (...)Toplum yönetiminin temel ilkeleri din kurallarına göre belirlenirse o toplum laik bir toplum olmaktan çıkar, teokratik -dinin egemenliği altında- bir toplum olur. ( ‘Laiklik Ne midir’ Çocuğum?.. ) (Dürüstlük, Sevgili Çocuğum)
  • çünkü onların bir kısmı (iyi niyetli olanları) da bu ilkelerin ve devrimlerin üzerine tek bir tuğla koyamadılar. onuncu yıl marşını söylediler (daha sonraki 75 yıl başka bir marş bile geliştiremediler), atatürkçüyüz,atatürkçü kalacağız; atam izindeyiz! sloganlarıyla yetindiler. atatürk' ün kafasında neler yattığını gelecek nesillere öğretmediler, öğretemediler, çünlü onlar da bu düşünceleri anlayacak yetnekte ve kapasitede olamadılar. kendini değiştiremeyen ve geliştiremeyen canlılar gibi tarih sayfasında silinmeye başladılar. doğanın tek tahammül edemediği şey durağanlıktır. diğer bir kısmı hem siyaset sahnesinde hem de devlet idare siteminde atatürkçü ve kemalist görünüp, özünde hiçbir özelliği olmayan, çıkarcı ve yeteneksizlerdir; atatürk' ün mirasını yiyen kısımdır. prof. dr. ali demirsoy - öğretim üyesi (Tehlikeli Cehalet)
  • Seks sömürüsünün durdurulmasının yolu yasaklar değildir. Sömürülen şeyin ne olduğunun açıkça anlatılması, konuşulması, tartışılması gerekir. ...ancak ondan sonradır ki, cinsellik olayının hiçbir zaman para karşılığında yaşanamayacağını anlatabiliriz. Para karşılığında yaşananın cinsellik olmadığını anlatabiliriz. "Bir anlık cinsel boşalma"nın cinsellik olmadığını anlatabiliriz. (Cinsellikten İkmale Kalmak)
  • ‘Bilinçli baba olmak’, geleneksel ‘güçlü ve otoriter baba' rolünden çıkarak ‘paylaşımcı ve arkadaş baba’ olmak demektir. Burada önemli olan gerek anneyle gerekse çocuklarla iletişimin ‘sevgi ve saygı temelinde paylaşımcı ve arkadaşça’ olabilmesi­dir. ‘Baba’, çocukların sahibi olmaktan vazgeçerek onların 'haya­tı paylaştığı insanlar' olduğunu kabul edecektir. Bu da onlara ‘eşitlik temelinde bir bakış açısı'yla bakabilmeyi gerektirir. Gerek aile içi sorunlarda, gerekse hayatın her konusunda ‘onların görüşlerinin, düşüncelerinin, duygularının önemi vardır’ Aile ken­di içinde ‘iletişimi sürdürür’ ‘Baba’, aile içinde herkesin ‘kişiliği­ ne değer verir’ Kendi dışında yaşayanların ‘ortak hayatı payla­ şan bireyler' olduğu bilinciyle hareket eder. Bu da onlara değer vermek, onların yaşadıklarını paylaşmak, sevinçlerine ortak olmak, üzüntülerini paylaşmak demektir. Onlara saygı duymak, onların hayatına değer vermekten geçer. Burada önemli olan ‘ba­ba’nın geleneksel otorite olmaktan vazgeçebilmesidir. Onun ‘her dediği’ değil, ‘doğru bulunan istekleri’ yapılacaktır. Bu da aile içinde düşünce özgürlüğünü, konuşma özgürlüğünü, düşündü­ğünü açıklayabilme özgürlüğünü gerektirir. Aile içinde bunu yapamayan toplumların genel hayat içinde de yapamayacakları bilinmelidir. Onun için de bizim demokrasimiz köksüz, temelsiz ve dayanaksızdır. Çünkü, demokrasinin dayanması gereken ‘bi­rey temeli’, aile içinde kurulamamıştır. (Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar)

  • Bütün ahlak öğretileri, bütün dinler, "yalan"ı yeriyor, onun "kötülüklerin anası" olduğunu söylüyor ama insanı yalana zorlayan nedenlerin kötülüğünü anlatmıyor. (Kırmızı Işıkta Yürümek)
  • Bugün giderek büyüyen kentlerde doğan, buralarda büyü­yen milyonlarca çocuk doğayı bilmiyor, doğayı tanımıyor, doğa­nın binlerce bitkisini, yüzlerce hayvanını ‘doğal koşulları' içinde görmüyor. Bitkileri ya evdeki saksıların içinde ya ‘botanik bahçeleri’nde görüyor, hayvanları da ya evcil hayvanlar olarak ya da ‘hayvanat bahçeleri’nde tanıyor. Kendimizi de, çocuklarımızı da yeryüzü cenneti olan ‘doğa’dan biz kendimiz sürdük. Köylerden gelip kurduğumuz kentlerde ‘kendimizin de doğanın bir parçası olduğumuzu’ hiç düşünmeden doğayı kestik, yıktık, tahrip ettik. Bomboş toprakların üstüne evler yaptık, çarşılar, oteller, restorantlar yaptık. Buralarda oturuyor, yemek yiyor, alışveriş yapıyo­ruz. Denizde balıkları görmek yerine cam kavanozlara koyduğu­muz balıklara bakıyoruz. Gökyüzünde uçan kuşlara bakacak zaman bulamıyor, kafes içindeki kuşları besleyerek oyalanıyoruz. Yediğimiz meyveleri ağacının dalında görmeden, pişirdiğimiz sebzeleri bir kerecik olsun tarlasında görmeden büyüyen binler­ce çocuğumuz var. Onlar artık 'kendilerinin de doğanın bir parça­sı olduğunu’ bilme şansına sahip olamayacaklardır. Böyle bir şeyi okul kitaplarında okuuukları zaman da ‘bunun ne demek olduğunu’ anlayamayacaklardır. Onlara -elbette kendimize de- bu kötülüğü biz, kendimiz yapıyoruz. Buna da 'uygarlık’ diyoruz, ‘uygarlaşma’ diyoruz ve elbette yanılıyoruz. Uygarlık da, uygar­laşma da bu değildir, bu olmamalıdır. Çocukların ‘duyusal gelişimi’nden söz ediyoruz. Ama çocuk­larımız, toprağa basmıyor, çıplak ayaklarıyla kumların üstünde, taşların üstünde, otların üstünde yürümeyi, koşmayı öğrenmiyor. Elleriyle otları yakalamak, taşları tutmak, ağaç kabuklarının pütür­lü sertliğini kavramak, onların renklerini, biçimlerini görmek, bir ağaç gövdesine sarmaşıkların nasıl dolandığını anlamak, çocuk­larımıza çok, ama çok uzak. (Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar)
  • 'Bu saçmalıkları neden kabul edecekmişim?', 'neden bu kurallara uymak zorundaymışım?', 'ben böyle düşünmediğim halde neden böyle yapmak zorunda bırakılıyorum?' (Gençlik Duvarları Yıkıyor)
  • "Babam ve Ustam" diye bir film görmüştüm. Önemli bir film. Orijinal adı, sanırım "Ma Padro Padrone" ydi. Bu filmi görmenizi isterim. Bir yerlerde bulun ve görün. (Kendi Yurdunda Sürgünsün)
  • İnsan insanı kaybediyor. Ve bulamıyor. Aynı kentte olsa da. Aynı semtte olsa da. Aynı evde olsa da. (Kırmızı Işıkta Yürümek)
  • Huzurun bedeli özgürlükler olmuştur. (Kuşatılmış Gençlik)
  • Sonradan ülkemde dayak yiyen kadınların "kocam değil mi? Sever de döver de" dediğini duyacaktım, artık şaşırmayacaktım. Kocalar karılarını dövecekti, analar babalar çocuklarını dövecekti. Polisler vatandaşı karakolda dövecekti. Subaylar askerde erleri dövecekti. Gücü yeten gücü yetmeyeni dövecekti. İşin tuhafı da bunu duyanların tepkisiydi. Duyanlar dayak atanın değil de dayak yiyenin suçunu araştıracaktı. "O da kimbilir ne yapmıştır?" (Kuşatılmış Gençlik)

  • Ülkem başka bir dünyada mı yaşıyor? Yüreğimin burkulması bundan mı bilmiyorum. (Sözüm Sanadır)
  • Bizim zamanımızda oğlanlar asi olurdu da kızlar yumuşak başlıydı. Şimdi kızlar kafalarını dikiyor. Hadi oğlan olsa neyse, 'eh erkektir, bu çağı böyle yaşar' diyeceksin, yok kardeşim. Kız daha dik. (Gençlik Duvarları Yıkıyor)
  • Beethoven "çok sesli müzik, felsefenin tınısıdır" demiştir. (Müzik Seni Çağırıyor)
  • (...)Eğer bir yerde soru sorulanmıyorsa orada dogmalar ve tabular var demektir ki bu da özgür düşüncenin yaşamasına uygun bir ortam olamaz. ( ‘Laiklik Ne midir’ Çocuğum?.. ) (Dürüstlük, Sevgili Çocuğum)
  • "Toplumsal öğreti, sadece iki durumda kadının aşağılanmadan kurtulabileceğini gösterir. Bir erkeğin eşi olmak ve anne olmak." (Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık)
  • Burada, hapishanede fark ettiğim bir gerçek var. Emekli maaşları hapishanede yaşamaya göre ayarlanmış. (Sözüm Sanadır)
  • Bir insana bir kez bakardınız, sonra o insanın hep öyle olduğunu düşünürdünüz. Oysa yanlıştı bu, o insan aynı insan değildi, olamazdı. Bunu düşünmezdiniz. Sonra da şaşırırdınız. Çok şaşırırdınız. "O böyle yapmadı." "Ben onu iyi tanırım, o böyle değildir." "Hayret bu yanını hiç bilmiyordum." (Kırmızı Işıkta Yürümek)

Yorum Yaz