Feride Çiçekoğlu kimdir? Feride Çiçekoğlu kitapları ve sözleri
Yazar, Mimar, Senarist Feride Çiçekoğlu hayatı araştırılıyor. Peki Feride Çiçekoğlu kimdir? Feride Çiçekoğlu aslen nerelidir? Feride Çiçekoğlu ne zaman, nerede doğdu? Feride Çiçekoğlu hayatta mı? İşte Feride Çiçekoğlu hayatı...

Yazar, Mimar, Senarist Feride Çiçekoğlu edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Feride Çiçekoğlu hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Feride Çiçekoğlu hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Feride Çiçekoğlu hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi: 1951
Doğum Yeri: Ankara
Feride Çiçekoğlu kimdir?
Feride Çiçekoğlu, 1951 yılında Ankara'da doğdu. Maarif Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde okudu. Mimar olarak Fullbright bursu ile, Pennsylvania Üniversitesi'nde doktora tezini yazdı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Çiçekoğlu, 12 Eylül askeri darbesinin ardından dört yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinde tanıdığı bir çocuğun yaşamını anlattığı ilk kitabı (Uçurtmayı Vurmasınlar), filme alındı. Filmin çok beğenilmesi yeni kitapları yazmasına ve yeni filmlerin yolunu açtı. 1990 yılında senaryosunu yazdığı "Reise der Hoffnung (Umuda Yolculuk) filmi en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne layık görüldü.
Feride Çiçekoğlu Kitapları - Eserleri
- Uçurtmayı Vurmasınlar
- Suyun Öte Yanı
- Sizin Hiç Babanız Öldü mü
- Vesikalı Şehir
- 100'lük Ülkeden Mektuplar
- Şehrin İtirazı
- İsyankar Şehir
Feride Çiçekoğlu Alıntıları - Sözleri
- Demokrasiyi kendisine oy vermekle sınırlayan, topluma nasıl yaşayacağından, kaç çocuk yapacağına kadar dayatan Erdoğan’a bir başkaldırıydı bu. (Şehrin İtirazı)
- "Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı?" (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- "Halil Sabiha'ya aldığı yüzüğün ışıl ışıl olmasını, yumuşak bir kutuya konulmasını ister. ' Parlak olsun' der; parlaklık içerde saklı kalmalı, yumuşaklık onun bütününü kapsayan bir kılıf olmalıdır." (Vesikalı Şehir)
- İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)
- Yine aramayacağız birbirimizi, biliyorum. Ama gözlerin avuçlarımda, gülüşünü dudağıma iliştiriyorum. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Hiçbir zaman genç kız olamadım ben. Bildim bileli böyleyim. Hasretini çektiği bir şey olmalı insanın. Belki de bir ev. Senin beklediğin ne var? (Vesikalı Şehir)
- 1980 yılının Aralık ayıydı. Soğuktu. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyordu. 12 Eylül cuntasının yönetime el koymasının üzerinden ancak üç ay geçmişti, ama gözaltına alınanların sayısı binleri bulmuştu. Sorguda ölenlerin sayısı bilinmiyordu. Herkese falaka, herkese elektrik, herkes soğuk suyla sırılsıklam ıslak ... Bütün hücrelerde, işkence odalarında, koridorlarda her yerde o aynı hoparlör sesi: Elimizdesiniz, hiç kimse sizi kurtaramaz. Buradan sağ çıkmak için işbirliği yapın. Ardından marşlar. Sonra birilerinin komutanım dediği birisi herkese zorla and içirtiyor: Türküm, doğruyum, çalışkanım. And içmeyen yeniden falakaya gidiyor. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyor. Biri kolumdan çekerek beni bir yere götürüyor. Çıplak ayak. Önce ıslak taşlara, sonra galiba mozaik, belli belirsiz çimentosu karışmış suya, ardından kaygan bir zemin, belki mermer, derken yumuşak halıya basıyorum. Oturun, diyor makul bir ses. El yordamıyla bir koltuk buluyorum. Hayretle oturuyorum. Bu tuhaf, yumuşak tecrübenin tekinsizliğiyle fevkalade tedirginim. "Son isteğini söyle"den, "haklıymışsınız, hata etmişiz"e varan bir dizi diyalog hayal ediyor, hiçbirini gerçekçi bulmuyorum. "Sizi Ankara'ya yolluyoruz, Ankara polisi bizden izin istedi, sorgulamak için," diyor. Cevap vermiyorum. "Sizi şunun için çağırttım: Burada konuşmadınız, gidip orda Ankara polisine konuşursanız, açık söyleyeyim, sizi vururuz. 6 haftadır bizi uğraştırdınız, İstanbul polisiyle dalga geçirtmem ben." 42 gündür burada olduğumu böyle öğreniyorum. 42 gündür ilk kez biri bana siz diye hitap ediyor. Sonra beni hücreye indiriyorlar. İstanbul'daki işkence günlerimin sona erdiğini anlıyorum. Bu iyi. Ankara'dakiler İstanbul polisinin yapamadığını yapmaya çalışacaklar. Bu kötü. Gözbağımı açıyorum. Günlerdir ilk defa gözlerimi açmaya çalışıyorum. Kirpiklerim birbirine kaynamış gibi. Yerdeki karton parçalarının üzerine kıvrılıyorum. Uyumalıyım. Bu düşünceyle uyumaya çalıştıkça uyuyamıyorum. Bilincim hep açık, İstanbul'u, Ankara'yı, Ankara'da başıma gelecekleri düşünüp duruyorum. Ankara Emniyeti, Emniyetin 6. katı. Hep birilerinin atlayarak intihar ettiği söylenen altıncı kat. Soğukkanlılıkla hayal etmeye çalışıyorum: Aşağı attıklarında insan ne hisseder, o ilk anda? (...) Beni neyle götürecekler Ankara'ya? Polis arabasıyla mı? Hiç tahmin etmediğim biçimde, otobüsle götürülüyorum Ankara'ya. Topkapı'dan kalkan, bildiğimiz şehirlerarası otobüs. Yanımda iki polis. Birinin sesini işkenceden hatırlıyorum. Galiba. Korkunç biri olacağını sanırdım. Sıradan bir adam. Otobüs beklerken bana mandalina veriyor. Gözlerim açık. Sanki herhangi bir yolcuymuşum gibi. Etraftaki kalabalığa hayretle bakıyorum. İçlerinde durumu benimkine benzeyen var mıdır? Ya da içlerinden biri, herhangi biri, benim durumumu tahmin ediyor mudur? Otobüse biner binmez uyumalıyım. Ankara'ya varır varmaz beni işkenceye alırlar. Dinlenmiş olmalıyım. (...) (Vesikalı Şehir)
- "Yalan bunlar, yalan, masal hepsi! Aşklarınız, meşkleriniz, eviniz, meviniz, hepsi yalan! Uyuyorsunuz, uyutuyorlar sizi." (Vesikalı Şehir)
- "Hani işin vardı?" dedim. Kızdı bana. "Düşünüyorum ya, bu da iş" dedi. (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- Ne güzel... İstifno... Nereden bilirsiniz istifnoyu? Nasıl bilmem... Giritli bir komşumuz vardı. Salatasını yapardı. Radikayi da bilirsiniz o zaman... Bilmez miyim.. Şevket-i bostanı bile bilirim, kaynatılıp suyu içilirse taş dusurmeye, böbrek yıkamaya iyi gelir. (Suyun Öte Yanı)
- Yok, inan ki kırgın değilim... Gerçi yemyeşil değil artık hiçbir şey. Ama yaprakların bakır rengi de güzel. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- “Bir gün en güzel kılığıyla ülkemde dolaşacak hürriyet” (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatırım büstünü hala, teşekkür ederim. Hem çok şükür şimdi zulüm yoktur bizde, bak oradan gelip bize sığınırlar... (Suyun Öte Yanı)
- AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru bir yolculuk yapmam gerekmişti.Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem ben o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşama alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen, "Ağacıma dokunma!" diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTi' nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza "Yasak ne ayol!" gibi, "Faşizme karşı bacak omuza gibi!" gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir. (Şehrin İtirazı)
- Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı? (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- "Hem zaten ben artık hiçbir çokgenin hiçbir köşesi olmak istemiyorum ki?" (100'lük Ülkeden Mektuplar)
- Elini yaklaştırsan, ısınıverecek sanırdın. İşte öyle sıcak sıcak gülmüştü. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Korkma, dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur! (Vesikalı Şehir)
- Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı, (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)