diorex
Dedas

Hasan Rıza Soyak kimdir? Hasan Rıza Soyak kitapları ve sözleri

Eski Milletvekill / Yazar Hasan Rıza Soyak hayatı araştırılıyor. Peki Hasan Rıza Soyak kimdir? Hasan Rıza Soyak aslen nerelidir? Hasan Rıza Soyak ne zaman, nerede doğdu? Hasan Rıza Soyak hayatta mı? İşte Hasan Rıza Soyak hayatı... Hasan Rıza Soyak yaşıyor mu? Hasan Rıza Soyak ne zaman, nerede öldü?

  • 23.07.2022 22:00
Hasan Rıza Soyak kimdir? Hasan Rıza Soyak kitapları ve sözleri
Eski Milletvekill / Yazar Hasan Rıza Soyak edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Hasan Rıza Soyak hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Hasan Rıza Soyak hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Hasan Rıza Soyak hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1888

Doğum Yeri: Üsküp

Ölüm Tarihi: 1970

Ölüm Yeri: İstanbul'

Hasan Rıza Soyak kimdir?

1888 yılında Üsküp'te doğan Hasan Rıza Soyak, Rüştiye'yi bitirdikten sonra İstanbul'da, Vilayet kaleminde devlet hizmetine girdi; 1914'te İstanbul Merkez Komutanlığı'na bağlı SıkıyönetimKomutanlığı hatipliği görevinde bulundu. Aynı yıl 1. Kolordu Kurmaylığı bürosunda görevlendirildi. I. Dünya Savaşı'nın ilk yılını burada geçirdi ve 1916'da 2. Kolordu Kurmaylığı'nda aynı nitelikte bir göreve nakledildi. Hasan Rıza'nın Ankara'daki görev yılları 1922'de, TBMM'de kâtip olarak başladı. Bu görev, kendisini sürekli olarak Mustafa Kemal'in yakınında tutuyordu. Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1924'te kendisini mutemet olarak Çankaya Köşkü'ne aldı. 1927'de özel kalem müdürü, 1932'de genel sekreter vekili, 1934'te genel sekreter oldu ve bu göreviAtatürk'ün ölümüne kadar sürdürdü. Genel sekreterliği sırasında bir dönem de Burdur milletvekilliği yaptı. 1970 yılında İstanbul'da öldü.

Hasan Rıza Soyak Kitapları - Eserleri

  • Atatürk'ten Hatıralar

Hasan Rıza Soyak Alıntıları - Sözleri

  • Saçlar altın sarısı. Yüz, güneşten hafif yanmış koyu pembe. Alın, dikkati çekecek kadar enli ve kırışık. Kaşlar, gür ve şahlanmış gibi alna doğru kalkık. Gözler, iri, gök mavisi renginde ve çelik parıltılarda dolu. Elmacık kemikleri biraz çıkık. Burun, kusursuz fakat kanatları dolgun olduğundan büyük görünür. Dudaklar, ince, üst dudak alttakinden daha mütebariz. Çene, azim ve kuvvet ifade eden yapıda geniş. Omuzlar da öyle: Geniş ve yuvarlak. Göğüs kabarık. Pazılar dolgun adaleli fakat ellerle parmaklar ince ve uzun. Karınsız, bacaklar düzgün, ayaklar da eller gibi ince. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün portresi. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • (Rüşvet isteyen Tevfik beyi affetmesi istendiğinde) - Olamaz çocuk, Ancak kusurlarını itiraf edenlerdir ki affa layık olabilirler, çünkü bunlar kusurlarını anlamış, pişman olmuş, bir daha aynı hatayı işlememeye karar vermiş kimselerdir. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • 1937 Ankara,Atatürk... ...Bir adam ki memleket ve milletinin saadetini düşünür,o adamın kıymeti birinci derecedir;esas kıymeti kendine veren,mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyetiyle kaim gören adamlar,milletlerinin saadetlerine hizmet etmiş sayılmazlar;kendi gidince terakki ve hareket durur zannetmek,gaflettir." (Atatürk'ten Hatıralar)
  • -Siz Napolyon'a benziyorsunuz. -Napolyon arkasındaki bir sürü muhtelif milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı,bunun içindir ki yarı yolda kaldı.Ben bir anadan,bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım ve muhakkak muvaffak olacağım. Atatürk. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • "Ne var ki, 10 yıl süren bir savaş sonucunda Anadolu yıkıntıya dönmüş, halkı ve doğal kaynakları sömürülmüş, insanları cahil bıraktırılmıştı. Elbette, bitkin ve yorgun bir ülkede savaşı kazanmış olmak yetmeyecekti, ülkeyi kalkındırmak ve ilerletmek gerekiyordu. Bu, düşmanı savaş alanında yenmekten de önemliydi. Üstelik yatırım yapacak para yokken, Osmanlı’nın borçları da ödeniyordu. Bu da yetmezmiş gibi, dünya ekonomik bunalımı çıkageldi. Bunalım, bir şeyler üreterek satmaya çabalayanları da yiyip bitirecekti. İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan ondan dinlemek için, Gazi yurt gezisine çıktı. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Isparta üzerinden Antalya'ya ulaştı. Gazi, kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak'la birlikte çekilerek, kapıyı kapatır ve bir koltuğa yığılır. Çok yorgun ve sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur: -“Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde devamlı dert, şikâyet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte. Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden aymaz, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın... Büyük yeteneklere sahip olan zavallı halkımız ise, kendisine kutsal inanç şeklinde telkin edilen bir sürü temelsiz görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış... Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın aklında kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek alışkanlığıdır. İşte bu zihniyetle; herkes, her şeyi Allah'tan bekleyiş ve rahatlık içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; ama nihayetinde ben de bir insanım be birader, sihirli bir gücüm yok ki... Yeri geldikçe, her yerde tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, gönlü tok ve uzmanlık sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesidir. Bu itibarla evvelâ kafaları ve vicdanları yıpranmış, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin, işlerin uzmanı, idealist ve enerjik insanlardan kurulu, düzenli, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü doğal yetenek ve kaynaklarımızı harekete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacaktır, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, insan gücünü üstünde, gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?" Gazi, sözlerinin burasında duracaktı, gözleri dolmuştu, elleri titriyordu. Haşan Rıza'ya: -"Kalk, bana bir kahve getirmelerini söyle de, gel..." diyecekti. Haşan Rıza anlamıştı Gazi'nin gözlerinden yaşlar boşandığını kendisinin görmesini istemediğini. O da, kahve söylemek bahanesiyle dışarı çıktığında oyalanacak, hemen dönmeyecekti odaya." (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Çoğu ailelerin ötedenberi çok kötü bir alışkanlıkları var;çocuklarını söyletmez ve dinlemezler.Zavallılar lafa karışınca,"Sen büyüklerin konuşmasına karışma"der sustururlar.Ne kadar yanlış,hatta zararlı bir hareket.Halbuki,tam tersine,çocukları serbestçe konuşmaya,düşündüklerini duyduklarını,olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidirler;böylece hem hatalarını düzeltme imkanı bulurlar hem de ilerde yalancı ve riyakar olmalarınınönüne geçilmiş olunur. ... Atatürk (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hakim olmanın imkanı yoktur. Mustafa Kemal Atatürk (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Bir seyahatten Ankara’ya dönüyordum. Sabahleyin trenden iner inmez doğruca Köşke gitmiş, hususi hizmetine bakanlara ne vaziyette olduğunu sormuştum. “İki gün, iki gecedir ki durmadan kitap okuyor; yalnız birkaç defa banyo yaptı ve koltuğunda istirahat etti.” dediler. İzin alıp yatak odasına girdim; beyaz keten gecelik entarisi ile geniş koltuğuna bağdaş kurmuş, dinleniyordu; elinde bitmek üzere bulunduğu kitap vardı, bana: “Hoş geldin, otur bakalım. Elime bir tarih kitabı geçti. Bilmem ne zamandan beri okuyorum.” dedi. Hayretle sordum: “Yorulmadınız mı Paşam?” “Hayır, yalnız gözlerim yaşarıyor, fakat onunla çaresini buldum. Birkaç metre tülbent aldırdım, işte gördüğün gibi parça parça kestirdim; ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum.” (Atatürk'ten Hatıralar)
  • ... Kapıyı kapatır ve bir koltuğa yığılır. Çok yorgun ve sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur : Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum... 6 Mart 1930... Hasan Rıza Soyak’ın anıları. / Atatürk (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Atatürk "Evet" diyerek cevap verdi. "Ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur." Şehinşah'ın (Dönemin İran Devlet Başkanı) şaşkınlığı artmıştı; tekrar sordu: "Ya bu kadar çok bulunudğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?" Atatürk: "Ha" dedi, "o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm." Evet; O'nun için bu bambaşka bir işti; çünkü o daima vatan ve hak müdafası yolunda çarpışmıştı ve bu yolda katlanamayacağı cefa ve fedakarlık yoktu. Sırası gelmişken söyleyeyim: "Harp zaruri ve hayati olmalıdır, milletin hayatı tehlike ile karşılaşmayınca harp cinayettir." derdi. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • "çocukluk ne güzel şey. çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? en çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin? riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları" dedi. sonra ülkü'yü derin bir şefkatle bağrına bastı; iki yanağından öptü. ben bu öpücüklerde bütün çocuklara karşı olan sonsuz sevgisinin izlerini görür gibi olmuştum. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Dünya harbi yenilgisinden sonra, öz yurdun kurtuluşu için mücadeleye atıldığı zaman O'na, "Silahın, ordun, paran var mı? diye soranlar olmuştu. Eşsiz Kahraman, bu zayıf iradeli ve kısa görüşlülere şu cevabı vermişti: "PARAMIZ OLACAK, SİLAHIMIZ OLACAK, ORDUMUZ OLACAK, SAVAŞACAĞIZ VE MUZAFFER OLACAĞIZ." (Atatürk'ten Hatıralar)
  • (Güzergahında aşırı güvenlik önlemi alınması üzerine) “Hatta kapıdaki resmi elbiseli polisleri de istemem. Lazımsa onların yerine siviller kullanırsınız. Hiç unutmayın: alınacak koruma tedbirleri halkı hiçbir suretle ürkütmeyecek ve rencide etmeyecek şekilde olmalıdır.” Emrini verdi. (Atatürk'ten Hatıralar)
  • Kapıyı kapatır ve bir koltuğa yığılır.Çok yorgun ve sinirlidir.Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur : " Bunalıyorum çocuk , büyük bir acı içinde bunalıyorum..." (Atatürk'ten Hatıralar)

Yorum Yaz