diorex
Dedas

Jorge Semprun kimdir? Jorge Semprun kitapları ve sözleri

İspanyol yazar Jorge Semprun hayatı araştırılıyor. Peki Jorge Semprun kimdir? Jorge Semprun aslen nerelidir? Jorge Semprun ne zaman, nerede doğdu? Jorge Semprun hayatta mı? İşte Jorge Semprun hayatı... Jorge Semprun yaşıyor mu? Jorge Semprun ne zaman, nerede öldü?

  • 13.07.2022 18:00
Jorge Semprun kimdir? Jorge Semprun kitapları ve sözleri
İspanyol yazar Jorge Semprun edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Jorge Semprun hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Jorge Semprun hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Jorge Semprun hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Tam / Gerçek Adı: Jorge Semprún

Doğum Tarihi: 10 Aralık 1923

Doğum Yeri: Madrid, İspanya

Ölüm Tarihi: 7 Haziran 2011

Ölüm Yeri: Paris, Fransa

Jorge Semprun kimdir?

Jorge Semprun (d. 10 Aralık 1923, Madrid - ö. 7 Haziran 2011), İspanyol militan ve yazar.

Semprun kitaplarını hem Castila dilinde hem de Fransızca dilinde yazmaktadır. 1939'da Paris'te sürgün yaşamına başladıktan sonra Fransa komünist Partisi üyesi oldu, direniş hareketinde yer aldı. Ülkesine döndükten sonra İspanyol Komünist Partisi'nde militan oldu, ancak1964'te partiden çıkarıldı.

Semprun'un kitapları ağırlıklı olarak kendi ideolojik bağlanmışlık ve militanlık dönemlerini anlatır. Felsefi ve politik iç hesaplaşmalarının bilançoları onun romanlarında sergilenir. Bu bakımdan Semprun'ün romanları biyografik nitelikte olmalarının yanı sıra önemli politik/teorik tartışmaları da içerir. Çağdaş edebiyatın en önemli isimleri arasında sayılır. Kitaplarının belirgin özelliği hızlı tempolu, gerilimli olmalarının yanı sıra, devrimci kimliğin felsefi, özellikle etik sorgulanmasını da içeriyor olmasıdır. Beyaz perdeye de aktarılmış olan Neçayev Dönüyor adlı kitabında bu özelliklerin hepsini en yetkin şekilde sergiler. Bir kısmı tanınmış olan birçok filmin senaryosunu da yazmıştır.

Jorge Semprun Kitapları - Eserleri

  • Büyük Yolculuk
  • Bir Ölü Lazım
  • Beyaz Dağ
  • Hesaplaşma
  • Hoşça Kal Güzel Aydınlık
  • Yazmak ya da Yaşamak
  • Yirmi Yıl ve Bir Gün
  • Ramón Mercader'in İkinci Ölümü
  • Yves Montand: Ve Hayat Devam Ediyor
  • Federico Sanchez'in Özyaşamöyküsü
  • Ne Güzel Bir Pazar
  • Federico Sanchez'den Selamlar

Jorge Semprun Alıntıları - Sözleri

  • Şüphe bir kusurdur. (Yirmi Yıl ve Bir Gün)
  • (...) “Peki ama hepimiz arasından neden özellikle ben?” diye soruyordu Silberberg yine. Zapata’nın sesi yumuşuyordu. “Marc Amerika’da” dedi, “ne zaman döner bilemiyorum... Serguet ise şu sıralarda Cenevre’ye gitmek üzere. Elimin altında yalnızca siz varsınız.” Tekrar kısa bir sessizlik oldu. “Özellikle, Elie” diye sürdürdü Zapata, “size şunu hatırlattığım için beni bağışlayın: Beşinizin arasında en az tanınmış olan sizsiniz... En az siz göze çarparsınız.” Silberberg sinirlenmeye başlıyordu. Bu ne demek oluyordu? Kimden gizlenmesi gerekecekti ki? “İşte bu nedenle listede yoksunuz” diye sözünü bağladı Zapata, donuk bir sesle. “Liste mi? Ne listesi?” Telefonun öte ucundan Zapata içini çekti, galiba sabrı taşmıştı. “Suikastlar listesi...” Elie Silberberg, telefonda bağırdı, berikinin neden söz ettiğini öğrenmek istedi. Fakat Luis Zapata hiçbir açıklamada bulunmadı. “Siz hele bir gelin, o zaman açıklarım” diye yineledi. Bir kez daha tam saatinde orada olmasını, tedbirli davranmasını hatırlattıktan sonra, allahaısmarladık diyerek ahizeyi kapatıverdi. Zapata haklıydı. Hepsinin üyesi oldukları aşırı solcu Proletarya Öncüsü grubunda toplumsal başarı gösterememiş olan tek kişi Elie Silberberg’di.. Böyle bir şeyin peşinde de olmamıştı zaten: Bu gibi şeyler onu hiç mi hiç ilgilendirmemişti. Ötekiler, yıkmak, en azından tepeden tırnağa değiştirmek istedikleri bu toplumu sonunda buyrukları altına almışlardı. Eskiden, değiştirme isteğine ne kadar tutkuyla sarılmışlarsa toplumsal başarıya da o kadar tutkuyla sarılmışlardı. Sonunda güç ve para elde etmişlerdi. Ama Silberberg, titizlikle seçilmiş rafine okurlar için kitaplar yazarak toplumdan uzak yaşamıştı. Gerçekte, içlerinden ortalıkta en az görünen oydu. Ya da en azından hayatta kalan dördü içinde öyleydi. Çünkü Daniel Laurençon ölmüştü. Onu öldüren onlardı; kendileri hayatta kalsın diye öldürmüşlerdi. “Neçayev” denilen Daniel Laurençon. Acaba Silberberg neden bu çağrının hemen şu eski hikâyeyle ilgili olduğunu düşünmüş olabilirdi ki? Hiç şüphe yok ki, sonunda, tam olarak Proletarya Öncüsü’nün feshedilmesi sırasında, “son” kelimesini yazmak istediklerinde bu işe Zapata karıştı diye olmuştu bu. Yani kendi kendilerini feshettiklerinde demek daha yerinde olacak. Çünkü polis zaten örgütlerini yasaklamış ve bir süre önce feshetmişti. Çalışmalarını yeraltından sürdürmüşlerdi. Ama 1974’te, kod adı olarak “Neçayev”i seçmiş olan Daniel Laurençon, örgütün kendi kendini feshetmesine şiddetle karşı çıkmıştı. Daniel tam tersine –sanırım bir avuç dizginlenemez militandan güç alarak– patronların kaçırılmasıyla, partizan savaşlarıyla, gerektiğinde bunların dozunu artıracak silahlı mücadelenin sürdürülmesini istiyordu. Terörizm de içinde olmak üzere bu mücadele için ne gerekiyorsa yapılmasını savunuyordu. “Ne biçim devrimcisiniz anlamıyorum, terörizmden korkuyorsunuz!” diye bağırıyordu. Onu etkisiz hale getirmek gerekmişti. Yatağının kenarına oturmuş olan Elie Silberberg, düşüncesinin sessiz dilinde nasıl örtmece kullandığını fark edince kendini tutamayıp sırıttı. Etkisiz hale getirmek de ne söz! Tam anlamıyla ortadan kaldırmışlardı Laurençon’u! Luis Zapata’nın yardımıyla açıkça infaz etmişlerdi. Ama Silberberg, bugün değilse bile günün birinde bunun cezasını çekeceğini düşünmüştü hep. İşte o gün gelmişti belki de! (Hesaplaşma)
  • Gerçek bir proleterin tek ama tek hayali inan bana deneyimle söylüyorum işçilik koşullarından kurtulmaktır... Gerektiğinde sınıfına ihanet etmek pahasına da olsa bunu yapmaktır! Devrim yoluyla ya da yaşam düzeyini yükseltmek suretiyle elbirliğiyle ya da bireysel olarak işçi sınıfının içinde bulunduğu ağır koşulları ortadan kaldırmak... (Hesaplaşma)
  • O Hand von Schnee Und doch so heiss O Blick so feuerig und dennoch Eis ! Zawish von Rosenberg << O yakıcı kardan eli,ateşli,ama buz gibi bakış..>> (Beyaz Dağ)
  • Önemli anlarda bellek, içine gömülmüş olunan yaşanan anın en gerideki köklerine kadar uzanır hep. (Federico Sanchez'in Özyaşamöyküsü)
  • Sadece pratik yaparak öğrenebileceğin bir bilgidir içindeki şehveti susturmak. (Yirmi Yıl ve Bir Gün)
  • "Mutluluk ve mutsuzluk, ikisini de sakince karşıla, çünkü her şey gelir geçer, sen bile." (Büyük Yolculuk)
  • "Doğu ülkelerinin toplumsal durumunu düşünmek istemek, görünürde düşünülemez olan şeyi düşünmeyi istemektir." (Federico Sanchez'in Özyaşamöyküsü)
  • Kendi kendine gülüyor. Doğru yolu bulduğu izlenimi var içinde. Her şeyin böyle olup biteceğinden emin, sanki düşüncesi gidişatın karanlık örgüsünü aydınlatmış, çıplak bırakmış gibi, sanki hayal gücü bu engellenemez olaylar zincirine egemen olmuş, artık onun karşısına etkili bir önleyici hamleyle çıkabilirmiş gibi. (Ramón Mercader'in İkinci Ölümü)
  • Yaşamında ağırlığı olan en önemli anılarsa, tanıdığın insanlarla ilgili. Ama kitaplar ve müzik başka. Ne denli zenginleştirici olursa olsun, insanı öteki insanlara götüren bir araçtır kitaplar ve müzik. Elbette insanların sahiciliği ölçüsünde geçerli bu söylediğim. Çoğunluk öylesine kuru, öylesine renksiz ki! (Büyük Yolculuk)
  • Onun sessizliği, benim gönüllü sağırlığım içinde huzurlu kalmamı sağlıyordu. (Bir Ölü Lazım)
  • İntihar, bir yerden birdenbire yükseliveren karanlıktır. Herhangi bir anda, karanlık üstünüze gelir ve sizi yutar. (Ramón Mercader'in İkinci Ölümü)
  • "Ölümün ötesine geçmiş bu varlık benim yaşımda olmalı. . ...yirmi yaşında aşağı yukarı __ölüm neden yirmi yaşında olmasın ki ? " (Bir Ölü Lazım)
  • Yarı uykulu, beden ölçüleri olağanüstü, yumuşak bir zürafaya benziyordu, böyle bir kadınla ancak bir şair evlenebilirdi. (Federico Sanchez'in Özyaşamöyküsü)
  • Kalp o kadar önemli değil, yeter ki çok sık kullanılmasın! (Büyük Yolculuk)
  • Hastanede kendisi ile ilgilenen romatizma uzmanına fazladan çıkmış olan bu küçük kemiğin topuğundan fırlayan iğnenin gerektiği gibi tedavi edilmez ve özen gösterilmezse yeni bir Havva'ya dönüşüp dönüşmeyeceğini sormuştu. Doktor hanım Ramirez'in çağrıştırdığı düşünceye katıla katıla güldü. Uyumaktayken topuğundan fırlayıp veren ideal bir kadın. (Hesaplaşma)
  • "Her geçen gün yeni bir şey öğreniyor insan." (Büyük Yolculuk)
  • Çünkü insan ancak yaşamdan , yaşamın bilgeliğinden yola çıkarak ölmeyi isteyebilir. Ölme arzusuda yaşamın reflekslerinden biridir. (Yazmak ya da Yaşamak)
  • Bin yıl yaşasam bunca anım olmazdı... Kuşkusuz bir perşembe öğleden sonra ya da bir pazar günü, yatılıların okuldan çıktığı günler. Saint-Michel Bulvarı’nda ancak bir pazar ya da perşembe günü öğleden sonra bulunabilirdim. Haftanın kalan günleri Henri IV Lisesi’nin duvarları arasında geçiyordu. Yağmur yağıyordu, bardaktan boşanırcasına. Racine Sokağı’nın başındaki bir sinemanın sundurmasına sığınmıştım: Beni saran yoğun ve ılık havada sanki hissedilmez, uçuşkan damlacıklar vardı. Bir dizeyi anımsadım. Yetişkinliğe geçiş döneminde, o bahar ya da yaz aylarında Baudelaire’in herhangi bir dizesi aklıma gelebilirdi. Baudelaire’nin dizelerini anımsamak için her fırsat, her yer elverişliydi. Birkaç ay önce La Haye’de Jean-Marie Soutou sayesinde Les Fleurs du mal’i keşfetmiştim. Dükkânların bulunduğu, merkezde bir sokaktaydı. Dünyanın sorunlarını anlamaya çalıştığımız alışıldık uzun yürüyüşlerimizden birinden dönerken. Güneşli bir gün. Ağaçlar altında gölgedeyiz, masmavi bir gök. Plein 1813’e gelirken merkezde bir sokak. İki kadın aynı kaldırımda bize doğru yürüyordu. Yapılı, boylu poslu, gösterişli bir zarafet, yüksek sesle konuşuyorlardı; uzaktan duyuluyordu. Yürüyüşleri görkemliydi, hem yavaş hem de uyumlu. Jean-Marie Soutou bunun üzerine Baudelaire’den birkaç dize mırıldandı. Geniş eteklerinle havayı savurarak geçtiğinde / Denize açılan güzel bir gemi gibisin. / Yelkenleri şişmiş ve süzülen / Tatlı ve tembel ve yavaşça... Kuşkusuz bu dizelerin Baudelaire’e ait olduğunu bilmiyordum. Ancak daha sonra, dizelerin sonunda yapılan yorumlardan sonra şairin adını öğrendim. Çok daha sonraları, bu dizeler de okunduktan sonra, başka dizeler gibi, belleğimde yer etti. Soutou’nun bana armağan ettiği ya da ödünç verdiği Fleurs du mal’den bu dizeleri tekrar okuyordum. Bu dizeler benden hiç ayrılmıyordu. Gölgelik Lange Voorhout Caddesi üstünde sık sık gidip kitapları karıştırdığım Martinus Nijhoff kitapçısında kısa bir süre sonra Baudelaire’in şiirlerinin yeni çıkan bir basımını buldum. Deri cildi, ince kâğıt üstüne güzel bir yazıyla yeni bir dizinin, Pleide dizisinin ilk kitabıydı. Minnet ve suç ortaklığı duygularımın -geçen tüm bir yaşamdan sonra hâlâ beslediğim ve yalnızca Charles Baudelaire’den ötürü olmayan duygularımın- göstergesi olarak bu kitabı almak ve Jean-Marie Soutou’ya armağan etmek için cep harçlığımdan biriktirdiğim paralara üvey annemin tuvalet masasından aşırdığım birkaç gümüş lirayı da eklemek zorundaydım. Analık mı demek gerek, hangi sözcük daha uygun bilemiyorum. Susana Maura’nın ölümünden sonra babamın evlendiği ikinci karısı. Bu kadın son Alman dadımızdı. İsviçre’nin Alman bölgesinden, daha doğrusu Zürih Gölü üstündeki Wadenswill Köyü’ndendi. Daha sonraları beyaz gezinti gemilerinden birinde, sahte bir adla Prag uçağına binmeden önce, vakit geçirmek ve izimi kaybettirmek için gölde dolaştığımda kimi zaman Wadenswill’e yanaşıyorduk. Gölde yapılan gezintinin duraklarından biriydi. O zamanlar Troçki’nin yoldaşı olan ve 1917’de Alman imparatorluk yetkilileri adına Lenin’in zırhlı bir trenle Almanya’yı kat etmesini sağlayan Parvus’yü anımsıyordum: Petrograd’a doğru yol alışı ve Bolşevikler’in zaferi. Yüzyılın belki de en romansı yaşamlarından birinin sonunda Parvus gelip bu sakin köyde öldü. Son Frauleinımız ve üvey annemiz ya da analığımız olan Anita L.’yi anımsıyorum. Erkek kardeşlerin küçük olanları Carlos ve Francisko -tarihsel felaket sonucu aile çevresinden kurtulan- ağabeylerinden çok daha uzun bir süre İsviçrelinin (keyfimiz yerinde olduğu ve hoşgörü gösterdiğimiz günlerde böyle diyorduk, diğer günlerde ise en azından General Aupick diye adlandırıyorduk.) dar kafalı otoritesine boyun eğmek zorunda kaldıklarından daha çok analık diyorlardı. Her neyse, Anita L.’nin tuvalet masasının bir çekmecesine madeni para koyduğunu biliyordum. Her zaman aşırılacak birkaç gümüş lira bulunuyordu. Armağanı alabilecek parayı biriktirinceye dek dikkatlice -eksikliği fark edilebilecek iri beş guldenlerden hiç almazdım- para aşırdım. Bu hırsızlıktan hiç pişmanlık, suçluluk duygusu duymadım. Charles Baudelaire, Jean-Marie Soutou ve Pleiade dizisinin ilk cildi burjuva ahlakına aykırı bu davranışa, mülkiyet hakkına tecavüze değerdi. (Hoşça Kal Güzel Aydınlık)
  • Yahudi, edilgen ve yazgısına rası da olsa, ezilenin dayanılmaz , hoşgörülemez tipini temsil ediyordu... (Yazmak ya da Yaşamak)

Yorum Yaz