diorex
Dedas

Kansu Şarman kimdir? Kansu Şarman kitapları ve sözleri

Türk Gazeteci ve Yazar Kansu Şarman hayatı araştırılıyor. Peki Kansu Şarman kimdir? Kansu Şarman aslen nerelidir? Kansu Şarman ne zaman, nerede doğdu? Kansu Şarman hayatta mı? İşte Kansu Şarman hayatı...

  • 19.05.2022 16:00
Kansu Şarman kimdir? Kansu Şarman kitapları ve sözleri
Türk Gazeteci ve Yazar Kansu Şarman edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Kansu Şarman hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Kansu Şarman hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Kansu Şarman hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 1969

Doğum Yeri: Samsun

Kansu Şarman kimdir?

(1969) Samsun'da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümü'nde öğrenim görürken 1988'de gazeteciliğe başladı. Hürriyet gazetesinde, atv Haber Merkezi'nde ve Ulusal Basın Ajansı'nda muhabir ve editör olarak çalıştı. 1996'da, halen çalıştığı NTV'de editör olarak göreve başladı, o dönemde kurum bünyesinde yayımlanan Popüler Tarih dergisinin editörlüğünü yaptı. NTV Radyo için tarih programları hazırladı. Çeşitli dergilerdeki çok sayıda makalesinin yanı sıra, Adamlı Torpidolar - Edip Şahsuvaroğlu'nun II. Dünya Savaşı Anıları adlı bir çalışması vardır.

Kansu Şarman Kitapları - Eserleri

  • Türk Promethe'ler
  • Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?
  • Adamlı Torpidolar
  • Hobart Paşa'nın Anıları

Kansu Şarman Alıntıları - Sözleri

  • Ancak 15'inci Türk Kolordusu Alman ve Avusturya-Macaristanlı müttefiklerine bu desteğinin sonucunda, 12 000 Türk askerini ülkelerinin yüzlerce kilometre uzağında, hiçbir zaman Türk toprağı olmamış Galiçya'da yitirdi. Osmanlı Devleti bölgede müttefiklerine çok değerli bir katkı yapmakla birlikte aynı dönemde Kafkasya'da Erzincan'ı, Mezopotamya'da Kut ve Bağdat'ı ve Filistin'de Gazze'yi kaybetti. (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • Halbuki kahraman birinin uğradığı şanssızlık, gereken cesareti göstermiş olsa bile, öyle ya da böyle her zaman suç olarak görülür ve affedilmez. (Hobart Paşa'nın Anıları)
  • Eğer mümkünse gecelemek için Rum köyü yerine her zaman Türk köyünü tercih edin. En fakir Türk köyünde bile, kelimenin tam anlamıyla Şark’ın geleneksel konukseverliğini bulursunuz. Rum köyünde ise sizi azami şekilde istismar etmeye kalkarlar; hatta fişeklerinizi bile çalarlar. (Hobart Paşa'nın Anıları)
  • Öte yandan tecrübe insanı haşin bir şekilde eğitiyor. (Hobart Paşa'nın Anıları)
  • Genç tıbbiyeli, bugün olduğu gibi, yarınki meslek ödevlerini yerine getirdiğin zaman da vatanınını sosyal dertlerine eğilmeyi bir an ihmal etme! Derinliği hangi tarihlere kadar inen ve hangi çeşit menbalardan beslendiği bilinmeyen dışardan ve içerden el ele vermiş ihanet ve ondan daha önemlisi cehalet, ancak böyle uyanık bir nesil karşısında zamanla yenilgiye uğrayacaktır. Kamile Şevki Mutlu / Patolog (Türk Promethe'ler)
  • Bu arada, bu acı ve insanı, kafasını bi yerlere vurduracak gelişmeler, şu diyaloglarla, biraz da olsa dağılıyor: "Ahmet, söyle bakayım, Avusturya neresidir?" "Evendim.Alaman gıralının memleketi." "Amma da yaptın ha, sen söyle bakayım İbrahim, Ahmet'in dediği doğru mudur?" "Ahmet doğru dimedi evendim." "Peki sen doğrusunu söyle." "Evendim. Alamanya, Avusturya gıralının memleketidir." "Seninki daha enfes oğlum!" Yahut: "Ali, söyle bakayım, Avusturya'nın başkenti neresidir?" "Vıy-ana evendim." "Ya Macaristan'ınki?" "Budu pişti." Çalışkan çocuğa ne dersin:Aferin! ''Acep bu Avusturya memleketinde bizim İstanbul kadar büyük şehirler var mı?" "Ülen sen ne diyon, geçen Boşnak Ahmet anlatıyordu, dinlemedin mi? Avusturya'nın köyleri bile bizim İstanbul'dan büyüktür..." "Bırak şu Boşnağı. Senin aklın kesmeyo mu ki, yedi düvelde İstanbul gibi bir şehir yoktur." Öteden birisi anlatıyor: "Bu Avusturya'da zorlu avratlar varmış derler." ''Bıırakın şu gök gözlü Frenk avratlarını be! Onların iyisi mi olur hiç? Sen kara Fadime'den geçme yine." Bir Konyalı soruyor: "Bizim Konya'nın divlek (kavun) zamanı geliyor. Acep orada da divlek bulunur mu ki?" Boşnak Ahmet cevap veriyor: "Hemşerim, orada kokoroz dedikleri mısırlı patatesten başka bir şey arama." O anda Mehmetçiklerin hepsinin birden canı sıkılıyor, kimi memleketinin üzümünü, kimi karpuzunu, kimi kavununu, şeftalisini, bin bir meyvesini anlatmaya başlıyorlar ve bu defa muhabbet kendi köylerine, kendi yurtlarına ve Fatma'lara doğru gidiyor. (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • "Süt" kelimesinin her nedense Almanca ve Polakçasını birleştirerek "milihka" diye kullanır, mesela, "Bizim zabit süt istiyor. Siz de bulunur mu madam? cümlesini şöyle tercüme eder. "Madam. Bizim oficir ister milihka. İma sizde?" (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • Bir Türk köyüne geldiğimde avcıyı ve arkadaşlarını rahat ettirmek için herkesin birbiriyle yarıştığına her zaman şahit oldum. Konukseverlik: bu aslında onlara heyecan veren tek düşüncedir sanki. Avcıların köyden ayrılırken vermek istediği karşılığı bu yoksul ve zavallı insanların almaktan nasıl kaçındığı ise insanı çok duydulandırır. (Hobart Paşa'nın Anıları)
  • 1926 yılında henüz lise 1. sınıf öğrencisi iken derslerin bittiği ama henüz etütlerin başlamadığı bir sırada, müdür odasının hemen karşısında olan bizim sınıfın kapısında bir kaynaşma oldu; içeriye birkaç kişi ile birlikte Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın girdiğini gördük ve ayağa kalktık. Paşa "Günaydın Çocuklar" diyerek bizleri selamladı. Gazi Paşa sınıfa göz gezdirirken tahtaya yazılı bir yazıya gözleri takıldı. Yazı şu idi: "Dans la nature rien ne se perd, rien ne se cre". Fransız olan hocamızın bu sözün Lavoiser'ye ait olduğunu öğrenmiştik. Gazi Paşa, ön sırada ben oturduğum için bana tahtadaki yazıyı okuyup Türkçeye çevirmemi emretti. Ben de yazıyı yüksek sesle okudum ve "Tabiatta ne bir şey kaybolur ne de yoktan var olur" diye karşılığını söyledim. Gazi Paşa, kimin tarafından söylendiğini sordu ben de Lavoiser cevabını verdim. Gazi Paşa, "Kimya zamanımızda da çok önemlidir; ama gelecekte kişi ve toplum hayatında çok daha önemli bir yer alacağına şüphe yoktur. Bu itibar ile kimyacılara ilerde büyük görevler düşecektir. Buna göre kimya dersine çok önem verip çalışmalısınız" deyip sınıftan ayrıldılar. Ali Rıza Berkem / Kimyacı (Türk Promethe'ler)
  • 1930'larda bir Türk Lirası, resmi kurda ve piyasada 2,5 Mark değerindeydi. 1935'ten sonra ise Nazi hükümeti, Registermark'ı icat etti ve dışarıdan döviz olarak gelen bir Türk Lirası'na 6,5 Mark ödemeye başladı. Öğrenci bursumuz 96 liraydı. Alman öğrenciler, ayda 100-150 Mark'la geçinirken biz 650 Mark alıyorduk. Bu para o dönemde bize bol bol yetiyordu. Onu için bazen Kempinski, Mampe gibi ünlü restoranlara giderdim; iyi giyinir ve giysilerimi Kurfürstendamm'ın yan sokaklarından birinde terzi dükkanı olan Müller'e diktirirdim. Günlük, spor ve resmi giysilerim dışında bir frakım ve bir smokinim de vardı; iyi tanınmış ailelerin evlerine davet edilirdim. Ekrem Akurgal / Arkeolog (Türk Promethe'ler)
  • Türkiye'de herkesin milli ve dünyevi, modern ve demokratik bir terbiye alması esastır. Eğitimin milli olmasından maksat; gençleri, yaşayan bütün kurumları, düşünce ve idealleriyle milli topluma uydurmaktır. Dünyevi kelimesinden hedeflenen anlam, eğitimin laik olması, düşünceyi daraltan ve vicdan özgürlüğünü kıran her türlü dini etkiden uzak bulunmaktır. Modern deyimiyle, eğitimin, yöntemler ve teknikler bakımından en yeni bilimsel kurallara göre sürdürülmesi; demokratiklik ile de eğitim ve öğretimin bütün olanaklarından kadın-erkek tüm ulus bireylerinin eşit derecede yararlanması, serveti ve toplumdaki yeri ne olursa olsun her gencin yeteneği ve zekası derecesinde öğrenim görebilmesine hiçbir engelin konmaması düşünülmelidir. Mustafa Necati (Türk Promethe'ler)
  • Diger bir mektup! "...Bizim memlekette çizmeleri yalnız cendirmelerle askerler giyer zannederdik. Burada kadınlarda giyer. Buna karşılık burada kadınların geymesini hiç bilmedikleri bir şey vardır ki, o da dondur..." (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • Alzaslı kız ve Alzas'ta okuyan yabancı talebe! Bunlar unutmak tesellisini bulmaya, unutulmak acısını tatmaya mecburdurlar. Güzel bir tesadüf onları yanyana getiriyor, biliyorlar ki, bir gün ayrılacaklar. Çılgın bir hevesle seneleri, günleri, geceleri ve hatta dakikaları durdurmaya çalışıyorlar. Mademki bir gün öleceğiz!" demiyorlar; "Mademki nihayet buradan gidecez" diyorlar. Samet Ağaoğlu / Hikayeci, Hukukçu, Siyasetçi (Türk Promethe'ler)
  • Bu arada, bu acı ve insanı, kafasını bi yerlere vurduracak gelişmeler, şu diyaloglarla, biraz da olsa dağılıyor: "Ahmet, söyle bakayım, Avusturya neresidir?" "Evendim.Alaman gıralının memleketi." "Amma da yaptın ha, sen söyle bakayım İbrahim, Ahmet'in dediği doğru mudur?" "Ahmet doğru dimedi evendim." "Peki sen doğrusunu söyle." "Evendim. Alamanya, Avusturya gıralının memleketidir." "Seninki daha enfes oğlum!" (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • Cesaretlendirilmeyi beklediğiniz zaman insanlar nedense şu ya da bu şekilde hoşa gitmeyen şeyler söyleyerek içinize korku salarlar. (Hobart Paşa'nın Anıları)
  • Bazı şeyler vardır ki bir kanunla, bir emirle, bir düdük çalarak düzeltilebilir. Ama bazı şeyler vardır ki; kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğumuz halde düzelmezler. Fesi atar, şapkayı giyer adam; ama alnında fesin izi vardır. Siz, sarıkla gezmeyi yasaklarsınız. Kimse sarıkla dolaşmaz ama bazı insanların başındaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet, binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz; boğuşursunuz onunla sadece... Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda muvaffak olursunuz. Atatürk (Türk Promethe'ler)
  • Çanakkale'nin burun buruna cereyan eden kanlı harbini yaşamış fırkamız için, ateş hatları arasında 1000-1200 metre mesafe bulunan bu sakin harp mıntıkası, bir çocuk oyuncağı gibi geliyordu. Hakikaten de öyleydi. (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)
  • Biz Atatürk gençliğiydik. Bizim bu millete yapacak hizmetimiz olduğunu biliyorduk. O hizmet için gittik biz. Fransızlara şunu söyledim: "Ben altı senedir buradayım. Altı senedir devlet beni okutuyor ve bekliyor. Siz altı senelik bir saati geri çalıştırabilir misiniz? Nüzhet Gökdoğan / Astronom (Türk Promethe'ler)
  • Bir buçuk senenin günleri ve geceler, birbiri ardından o kadar süratle geçti ki; elimde valizlerim, kendimi istasyonun bekleme salonunda bulduğum zaman, sabahtan beri duyduğum hüzün hayrete dönüştü. Biri Rus, diğer Leh iki arkadaşla beraberdim. Yüzlerini belki ömrümde bir daha görmeyecektim. Bir tesadüf bizi aynı binanın içinde yanyana getirmişti. Birkaç dakika sonra onlardan bana ve benden onlara birer mazi çehresinden başka bir şey kalmayacaktı. Öyle ise haydi büfeye! Şu ana kadar, hep gelecek günlerin şerefine dubleleri kaldırdık Şimdi artık geride kalmış hatıralar ve hayat parçası için içeceğiz. Tren yavaş yavaş kalkıncaya kadar bu hatıraları hep beraber ve hepsini birden birbirimize anlatmak ihtiyacı içinde kaldık. Sonra Strassbourg arkamda gittikçe ufalan biz dizi ışık halinde uzaklaştı. Ben Türkiye'den binlerce kilometre uzaktaki bu yağmurlu ve rutubetli şehre, bu şehrin göğsünde her milletten yüzlerce genci taşıyan üniversitesine, açsız ve çürük dişli Alzaslı erkeğe, güzel, yeşil gözlü ve kaba dilli Alzaslı kıza alıştım Samet Ağaoğlu / Hikayeci, Hukukçu, Siyasetçi (Türk Promethe'ler)
  • "Bizim oğlanlar, hele biyol beni dinleyin. Hincik şu trenle geçtiğimiz yer Bulgar gıralının memleketidir. Bulgar gıralı, Alaman gıralının emcesinin oğludur. Ondan kelli, sizin anlayacağınız muttafık olmuşlardır. Hinci Alaman bizim de muttafıkımız değül mü? Demek oluyor ki, Bulgar da bizim muttafıkımızdır. Emme velakin kafirin dostluğuna inan olmaz. (Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer?)

Yorum Yaz