Mehmet Atlı kimdir? Mehmet Atlı kitapları ve sözleri
Yazar Mehmet Atlı hayatı araştırılıyor. Peki Mehmet Atlı kimdir? Mehmet Atlı aslen nerelidir? Mehmet Atlı ne zaman, nerede doğdu? Mehmet Atlı hayatta mı? İşte Mehmet Atlı hayatı...

Yazar Mehmet Atlı edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Mehmet Atlı hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Mehmet Atlı hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Mehmet Atlı hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi: 1975
Doğum Yeri:
Mehmet Atlı kimdir?
1975’te doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 2000’de mezun oldu. Aynı fakültede Mimarlık Tarihi ve Kuramı lisansüstü programını bitirdi. Çeşitli firmalarda mimar olarak çalıştı, halen Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve doktora öğrencisi. Mimarlık-müzik-popüler kültür/siyaset arakesitlerine yönelen yazıları Arredamento Mimarlık, Birikim, Yeni Özgür Politika, Tiroj, Yeni Perspektif gibi yayınlarda yer buldu. 1994’ten beri profesyonel müzisyenlik de yapıyor. Albümler, konserler, kısa film, ti-yatro oyunu ve dizi film müzikleri yaptı.
Mehmet Atlı Kitapları - Eserleri
- Hepsi Diyarbakır
Mehmet Atlı Alıntıları - Sözleri
- “Zaman da zaman, ne garip de ne garip, mekân da mekân deyip durdun, zamanını tüketme şimdi sevgili okur-okur'un; diyeceklerini dedin, diyebildiklerini diyebildiysen eğer. Bu arada, zaman tabii ki de garip; zaman sensin, zaman insanın ta kendisi..” (Hepsi Diyarbakır)
- (Bu vesileyle, Allah Albert Gabriel'den bin kez razı olsun, o kişinin mekânı cennet olsun. "Fahri hemşerilik" hatta hemşerilik diye bir müessesse illa olacaksa ya da bunun bir anlamı olacaksa, Gabriel, Diyarbakırlıdır. Şehre duyduğu sevgi, en “teknik” çiziminde bile, hissedi lirdir...) (Hepsi Diyarbakır)
- Diyarbakır surlarını anlatmaya yönelen bir makale, giriş kısmında, uzun uzadıya Türkler-Türklük ve kale yapıcılığı olgularından söz eder; sadece bundan söz eder. Romalıların yaptırdığı ve hali hazırda şehrin Kürt çoğunluğunun da hemhal olduğu bir surdan, böyle bahseder. Metin, Diyarbakır'ın bir Türk şehri olduğunu ispat etmek için öyle bir gayretkeşlik içindedir ki şüpheye kapılırsınız, "yoksa öyle değil mi, yoksa Diyarbakır bir Türk şehri değil mi?" diye. Oysa hepimiz biliyoruz ki Diyarbakır, evet, bir Türk şehridir de. Bir Roma, Latin-Yunan, Ermeni, Süryani, Arap, Kürt, Muhacir, Güvercin, Sur ve "Çingene" şehri olduğu gibi/aynı zamanda ve orada Türkler ve Türkçe de yaşamış/yaşamakta olduğu için böyledir bu. Aksini iddia eden mi var? Bu telaş niye yahut miladi 2012-2014 yıllarında bir şehre böyle bir telaş ve böylesi bir amaçla temas edilebilinir, yaklaşılabilinir mi? (Hepsi Diyarbakır)
- "Bölge”de faili meçhullerin yoğunlaştığı 90'lı yıllarda, yine bir cinayet haberinin konuşulduğu bir gün annem, cinayetin bu kadar sıradanlaşmasına şaştığını söyledi. “Eskiden olsa, birisinin bir diğerini öldürdüğü yere bir taş bırakılır, sonra bir taş daha, derken, oradan gelen geçenlerin zaman içinde eklediği taşlarla koca bir yığın (Kürtçesi: qûç) oluşurdu," diye anlatmaya devam etti. "O yığın, orada her kim öldürülmüşse onun adıyla anılır. Quç a Elî (Ali'nin yığını) dendiği zaman örneğin, orada bir cinayet işlendiğini, ölenin adının Ali olduğunu anlar; katili lanetler, Ali'yi yâd ederdin." (Hepsi Diyarbakır)
- Kurumlar için, bu durumla bağlantılı, hayati konulardan biri de çitlerin, korkulukların nereden ve nasıl geçeceğini iyi saptamak, mevzuat boşluklarını-avantaj ve dezavantajlarını iyi kollamak, olabildiğince geniş bir alanı kontrol altında tutmak ve bu kontrolü nizamiye kapıları, bekçi kulübeleri, çitler vs. ile olabildiğince görünür kılmaktır. Ardından, bu çitlerin içinde çamlardan, palmiyelerden, havuzlardan, süslerden, büstlerden ve daha nelerden nelerden... bir cennet yaratmaya çalışmaktır. (Birinci ve belki birbuçukuncu) Cumhuriyetin on yılları boyunca tüm kent ve kasabalarda belli başlı yeşil alanların, başta askeriye olmak üzere, kurumlara ait olmasının yahut kurumlar civarında belirmiş olmasının bir nedeni budur. Uzun yıllar, ucuz -hatta ücretsiz-iş gücü ve kamu kaynaklarını, kamunun kullanımına kapalı bu yalancı cennet adalarına harcamıştır Türkiye ve özellikle seçilmiş ve atanmış yöneticiler arasındaki büyük mental ya da temsil farkları -ve bazen de kahredici benzerlikler- sürekli olarak çekişmelere, boy ölçüşmelere neden olmuş; bu arada olan, kentlere, kasabalara olmuştur: Türkiye'nin mekânları çoğu kez tanımsız ve bakımsızken, kimi yerleriyse fazlasıyla tanımlı ve bakımlı olagelmişlerdir. Sonuçta derli toplu ve yaşanan, paylaşılan, çoğaltılan bir yeşil doku pek çok yerleşimde belirmemiş, "özel" bir özen gösterilen kamu yapısı mimarlığı, kamu ile pek temas edememiş/etmemiştir. Türkiye'deki kamu kuruluşlarının sadece yüksek bahçe duvarları ve çitlerinin bile bir an için kaldırıldığı hayal edilse yahut böyle bir simülasyon yapılsa, bambaşka kentsel görünümler ve kullanımlar ortaya çıkacak, en azından bunun imkanları belirecektir.. (Hepsi Diyarbakır)
- “Güzergâh konusunda söylenebilecek bir diğer önemli şey, güzergâh konusunda çok da emin olmamanız gerektiğidir. Demiryollarının, bana en gizemli gelen enstrümanlarından biri ‘makas’ denen mekanizma, daha doğrusu, makasın olgusallığıdır. Bir alet düşünün ki trenin ve içindeki her şeyin yolunu, muradını, macerasını değiştirmeye muktedir olsun.” (Hepsi Diyarbakır)
- Kimi bahtsızlar ya da bağlantısızlar ... (Hepsi Diyarbakır)
- “... geleneksel çok etnili-dinli dokusu bin bir badireye rağmen hâlâ canlılık alametleri gösteren şehrin, yeterince temiz ve modern olmadığından, nefes almadığından hareketle surların patlatılması! Nur topu gibi bir meydanının oluşması! Bunun şehrin hem geleneksel ve hem modern dönem dokuları üzerindeki etkisi daha da fazla incelenmeye ihtiyaç duyuyor. Şimdilik şu kadarı söylene bilir ki şehirde bir nefes alma probleminin bugünlere kadar var olduğu doğrudur ancak bunun ne derece surlarla ilgili olduğu şüpheli sayılmalıdır.” (Hepsi Diyarbakır)