Serhat Öztürk kimdir? Serhat Öztürk kitapları ve sözleri
Yazar Serhat Öztürk hayatı araştırılıyor. Peki Serhat Öztürk kimdir? Serhat Öztürk aslen nerelidir? Serhat Öztürk ne zaman, nerede doğdu? Serhat Öztürk hayatta mı? İşte Serhat Öztürk hayatı...
Yazar Serhat Öztürk edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Serhat Öztürk hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Serhat Öztürk hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Serhat Öztürk hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi:
Doğum Yeri:
Serhat Öztürk kimdir?
Serhat Öztürk Kitapları - Eserleri
- Çivi Çiviyi Söker
- Halep
- Şiraz
- Tiflis
- Selanik
- Eğitim Mühendisi
Serhat Öztürk Alıntıları - Sözleri
- En mühimi, her şey yapılıyor, beyinleri terbiye etmek çok zor. Bakın 80 seneden beri hala terbiye edilmemiş beyinler... Üçüncü nesil oldu hala 1500 yıl öncesine gidiyor adam. Bugünün bütün nimetlerinden yararlanıyor ama kafa 1500 yıl öncede. Olacak şey mi bu? (Çivi Çiviyi Söker)
- Tamam, zamansız ölüm her kültürde yaralayıcıydı ama bence zamanın esas korkutucu yanı, dünyada bir iz bırakmadan geçip gidecek olmamızdı. Unutuluş korkusu. Öleceğini bilmekten çok unutulacağını bilmek, çoğu durumda buydu yıkan insanı (Halep)
- Yunan askeri geldiğinde, kasabadan bazıları 200 kişinin adını yazıp, bunlar Kuvvayı Milliyeci diye, gelen düşman komutanına vermiş. Babamın ismi de başta. Ama üç gün sonra bizim asker gelmiş ve düşman kaçmak zorunda kalmış. Yunan komutan kaçmadan önce, bakın sizin halkınız bana ne verdi, ama ben burada doğduğum için üzerinde durmadım, diyerek listeyi kaymakama vermiş. Ondan sonra, başlarında İsmet Paşa olduğu halde, bizim ordu gelmiş. Annem onları anlatırken, ayaklarında doğru dürüst pabuç bile yoktu, oysa Yunanlılar baştan aşağı giyimliydi, bol yiyecekleri vardı; o kısa zaman zarfında Pazarcık'ın içi konserve kutularıyla dolmuştu, derdi. (Çivi Çiviyi Söker)
- Evimiz çok güzeldi, her şey çok ucuzdu. Fakat bu sefer de annem, bu çocukların burada terbiyesi bozulacak, eğitimsiz kalacaklar, ille Bursa'ya dönelim, diye tutturdu. Çok eşcinsellik varmış o zaman Çorum'da. Hem erkekler, hem de kadınlar arasında. Annem ona çok takılmış. Ben de hatırlıyorum biraz. Bir düğünde, böyle erkek kıyafetiyle bir kadın gelmişti. Mehmet Bey filan dediler. Ben o zaman anlamadım, sonradan annem bana anlatmıştı. - Neden yaygınmış eşcinsellik o dönemde Çorum'da? - Kapalılıktan herhalde. Gerçi şimdi açık, yine var. Bilmiyorum... - Ôzellikle Çorum'da mı yaygınmış eşcinsellik? - Özellikle değil. Anadolu'da varmış. (Çivi Çiviyi Söker)
- Ölümsüzlük için bir avuntu arayışında taşa varıldı. Tarih oradan başladı. Yanan alnımızı taşta soğuttuk. Kentler taştan doğdu. Taşlaşmış biçimi zamanın, bir kent budur biraz da. Kentin katı hali. Devasa anıtlar bu yüzden dikilmedi mi? Piramitler bunun içinde, Orhun Abideleri ve Halep Kalesi... İnsan gidip bu anıtların karşısında durduğunda daha geniş bir zamanla bütünleşiyordu; alt kimlikler, yapay sınırlar siliniyor ve ortak tarihe eklemleniyordu. Yine de bütün bunlar zaman ve unutuştan kurtulmaya yetmiyordu. Bizatihi arkeolojinin kendisi bile, unutuşun korkunç boyutlarını gözler önüne sermiyor mu? (Halep)
- O günün dünyasında (16. yy) ticaret dendi mi, akla Akdeniz geliyordu. Doğu ile Batı arasındaki bağlantı noktasıydı burası. Akdeniz'de bu bağlantıyı sağlayan iki büyük kent ve liman vardı. Biri, Kahire ve limanı İskenderiye, diğeri ise Halep ve limanı Trablusşam (daha sonra Trablusşam, yerini XVII. yüzyılın başında İskenderun'a bırakacaktı.). (Halep)
- İnanır mısınız, Atatürk daha 1928 yılında uçak mühendisliği okusunlar diye Fransa'ya talebe göndermiş. O gidenlerden biri de bizim bir tanıdığımızdı. (Çivi Çiviyi Söker)
- Biz oradayken İnönü savaşları başladı. İkinci İnönü Savaşı'nda düşman geliyor. Babam o günleri anlatırken, bir tek top vardı; bizim askerler bütün tepelere soba boruları koymuşlar, topu o tepeden bu tepeye dolaştırıp ateş ederek, çok top varmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlardı, derdi. (Çivi Çiviyi Söker)
- Tesadüfler önemlidir hayatta. Bir şey olacaksa, tesadüfler çıkıyor insanın karşısına herhalde. (Çivi Çiviyi Söker)
- Babam oradan Pazarcık'a tayin olmuş. Pazarcık Bursa'nın bir kazası. Biz oradayken İnönü savaşları başladı. İkinci İnönü Savaşı'nda düşman geliyor. Babam o günleri anlatırken, bir tek top vardı; bizim askerler bütün tepelere soba boruları koymuşlar, topu o tepeden bu tepeye dolaştırıp ateş ederek, çok top varmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlardı, derdi. Bu sırada dlişman Pazarcık'a giriyor. O gün babam mektebin büyük bayrağını alıp eve geldi. Annem, ne yaptın seni öldürecekler, diyordu. O da, ilk yapacakları bayrağı yırtmak, nasıl bırakırdım, diyordu. Bunu gayet iyi hatırlıyorum. (Çivi Çiviyi Söker)
- "Kızınca, kırılınca üzülünce geçebilir, ama bir insanın güveni kırıldıysa, caresi zordur... (Şiraz)
- Ben içerik olarak pek beğenmedim sınıfta kaldı benim için (Halep)
- ..Benzer bir ayrim payitahtta, ayakkabi renklerinde de goruluyordu. Istanbul kitabinin yazari Muhtesem Amicis, Turklerin sari, Ermenilerin kirmizi, Rumlarin mavi, Musevilerin siyah pabuclarindan soz ediyor. Oyle ki birinin basina ya da ayakkabilarina bakarak onun dinini, hatta irkini anlamak mumkundu. (Selanik)
- "Her kent yuttuğu, kendi çıkarları doğrultusunda durdurup sonra yeniden saldığı hareketlerden meydana gelmektedir. Ekonomik hayatın imgeleri, hareketlerin, yolların ve yolculukların imgeleridir." (Halep)
- Konuğa çıkarılan yemek kira, ziyarete gelmiş kişiye çıkarılan yemek ma'duba ya da mad'a; beklenmedik ziyaretçiye çıkarılan yemek tuhfe; düğün yemeği velime; damada düğünden önce berilen yemek şundehi: doğum yapan anneye yedirilen yemek hurs; doğumu izleyen birkaç gün boyunca kadınlara çıkarılan yemek akika; sünnet düğünü yemeği adhira ve a'dhar; uzun bir yolculuktan dönen kişi için çıkarılan yemek naki'a; yeni evi kutlamak için çıkarılan yemek vakira; öğün arasında atıştırılan luhna ya da sulfa; ayaküstü yemek acele; birinin onuruna verilen yemek kafiya, kafiy ya da zalla: cenaze ya da yas yemeği vadima; Hac'dan dönene çıkarılan yemek şundah... (Halep)
- XX. yüzyıl başında basılmış kartpostallara baktığınızda iki, bilemediniz üç kattan oluşan, cumbalı, ahşap panjurlu, küçük birer bahçesi olan taş ve kâgir binalarla kaplı mahallenin ana caddesini görebiliyorsunuz. Cemiliye'de bu binalardan geriye çok az kalmış, onlar da kendi kaderine terk edilmiş. Caddenin girişinde yüksek binalar ve pasajların hâkimiyeti var, dükkânların çoğunluğu ise kuyumcu, tatlıcı ve kuruyemişçiler tarafından parsellenmiş. (Halep)
- Şu anda Mezopotamya'dan sonraki en eski yazılı belgeler bizdeki Kültepe tabletleri, ama öylece duruyor. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi bu maksatla kurulmuştu; arkeolojisiyle antropolojisiyle, eski ve yeni çağ tarihleriyle, yabancı dilleriyle... Çok kapsamlı bir bilim sahası. Ne yazık ki bu bilim sahasını öldürdüler. Dil Tarih için, medrese oldu, diyorlar. Ne olduğunu bilmiyorum ama öyle bir şey var orada. Ben her zaman söyledim yine de söylerim; Dil Tarih Coğrafya Fakültesi bugüne kadar Atatürk'le ilgili hiçbir lafa, hiçbir tartışmaya karışmamıştır. Yani ne yapıp ettiler Atatürk'le ilgili her şeyi öldürdüler. Dil Kurumu'nu öldürdüler, Tarih Kurumu'nu öldürdüler, Dil Tarih'i öldürdüler, Halkevleri'ni öldürdüler, Köy Enstitüleri'ni öldürdüler. Atatürk'le ilgili ne varsa öldürmeye çalıştılar ama öldüremeyecekler. (Çivi Çiviyi Söker)
- Tevrat'ın içinde her türlü şey var. Cinayet var, aile içi seks var, tecavüz var ... Allah bunları niye yazdırdı, diye düşündüm. Bizim Kuran'a bakıyorum, değişik değişik şeyler. Allah ne diye peygamberin karılarıyla yatmasını düşünsün. Peygamber birisine aşık olmuş. Allah sen onu alabilirsin, diyor. Allah'ı bu kadar küçültmenin manası yok, diyorum. Akılla düşünüyorum ve bütün bunları Allah'ın yazdırmış olmasına imkan yok diyorum. Ama insanlar kendilerine göre dayanacak bir nokta arıyorlar. Ta ilk çağlardan itibaren, gördükleri ama akıllarının ermediği olayları, kendilerinden üstün birtakım varlıklara bağlayarak açıklamışlar. O zamandan bu zamana gelmiş, biz de onu sürdürüyoruz. (Çivi Çiviyi Söker)
- "... Haber filmlerinde, haber fotoğraflarında Arap, kalabalıklar halinde gösterilir hep. Hiçbir bireysellik, hiçbir kişisel özellik ya da deneyim yoktur bunlarda. Resimlerin büyük kısmı kitlesel öfkeyi, sefaleti ya da akıldışı (dolayısıyla umutsuzca ayrıksı) jestleri gösterir. Tüm bu imgelerin ardında saklı olan şey; cihat tehdididir. Sonuç: Müslümanların (ya da Arapların) dünyayı ele geçirecekleri korkusu." Alıntı, Şarkiyatçılığı tartışmaya açan Edward Said'den. (Halep)
- Sümer mabetlerinde cinsellik tabu değildi. Orada cinsel hizmet veren genel kadın rolünü oynayan rahibeler vardı. Bunlar ayırt edilmeleri için başlarını örtüyorlardı. Bu gelenek daha sonra Asur'da karşımıza çıkıyor. MÖ 1600'de Asur'da bir kral kanunlar yapıyor. Bu kanunların 40. Maddesinde bundan sonra evli ve dul kadınlar dışarı çıkarken başlarını örtecek, sokak fahişeleri ve kızlar başı açık gezecek, deniliyor. Sonra bu adet Museviler'e geçiyor. Mutaassıp kadınlar evlendiklerinde ya saçlarını tıraş edip peruk takıyor ya da örtünüyor. Hıristiyanlıkta başörtüsü rahibelerin simgesi oluyor ve buradan da İslam'a geçiyor. (Çivi Çiviyi Söker)