matesis
dedas

W. Montgomery Watt kimdir? W. Montgomery Watt kitapları ve sözleri

İskoç felsefeci, yazar W. Montgomery Watt hayatı araştırılıyor. Peki W. Montgomery Watt kimdir? W. Montgomery Watt aslen nerelidir? W. Montgomery Watt ne zaman, nerede doğdu? W. Montgomery Watt hayatta mı? İşte W. Montgomery Watt hayatı... W. Montgomery Watt yaşıyor mu? W. Montgomery Watt ne zaman, nerede öldü?
  • 17.08.2022 14:00
W. Montgomery Watt kimdir? W. Montgomery Watt kitapları ve sözleri
İskoç felsefeci, yazar W. Montgomery Watt edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında W. Montgomery Watt hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. W. Montgomery Watt hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte W. Montgomery Watt hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 14 Mart 1909

Doğum Yeri:

Ölüm Tarihi: 24 Ekim 2006

Ölüm Yeri:

W. Montgomery Watt kimdir?

1909’da İskoçya’da doğdu. Edinburgh, Jena ve Oxford’da eğitim gördü. Edinburg Üniversitesi’nde antik felsefe ve Arapça dersleri verdi. 1964’te profesör olduktan sonra İslâm araştırmalarına ağırlık verdi. İslâm tarihi, Hz. Muhammed’in hayatı ve Avrupa’da İslâm etkisi üzerine eserleri vardır. 2006’da öldü.

W. Montgomery Watt Kitapları - Eserleri

  • Hazreti Muhammed
  • İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri
  • İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi
  • Hz. Muhammed Mekke’de
  • Endülüs Tarihi
  • Hz. Muhammed’in Mekkesi
  • İslâmî Harekeler ve Modernlik
  • Hz. Muhammed Medine’de
  • Kur’an’a Giriş
  • Dinlerde Hakikat
  • İslam Felsefesi Ve Kelamı
  • Günümüzde İslam ve Hristiyanlık
  • Müslüman-Hristiyan Diyaloğu
  • Müslüman Aydın
  • İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu
  • İslamın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader

W. Montgomery Watt Alıntıları - Sözleri

  • İlk yıllarda cihat Müslümanlarla ittifak içinde olmayan komşu pagan kabileleri hedef aldı ama zamanla bu kabilelerin çoğu Müslümanların saldırılarından korunmanın en kolay yolunun İslam'ı benimsemek ve konfederasyona katılmak olduğunu anladılar. (İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi)
  • Zamana ve zemine ilişkin koşullar Hz. Muhammed'in lehineydi. Çeşitli güçler bir araya gelerek, onun başyapıtı ve İslam'ın izleyen genişlemesi için sahneyi kurdu. Mekke ve Medine'de toplumsal huzursuzluk, tek tanrıcılığa yönelik hareket, Suriye'de ve Mısır'da Helenizme karşı tepki, Fars ve Bizans imparatorluklarında gerileme vardı ve göçebe Araplar giderek artan bir ölçüde çevrelerindeki yerleşim alanlarındaki yağma fırsatlarının farkına varmaktaydılar. Fakat bu güçler ve bunlara eklenebilecek bunlar gibi olan diğerleri, ne Emeviler olarak bilinen imparatorluğun yükselişini ne de lslam'ın bir dünya dinine dönüşmesini kendi başlarına açıklayamaz. Arapların yayılmasının ve İslami topluluğun büyümesi konusunda kaçınılmaz ve otomatik olan hiçbir şey yoktur. Hz. Muhammed'de niteliklerin dikkate değer bir birleşimi olmaksızın genişlemenin olması mümkün değildir ve Arapların askeri potansiyeli kendisini, Suriye ve Irak'a yönelik olan ve kalıcı hiçbir sonuç doğurmayan seferlerde kolayca tüketebilirdi. Bu nitelikler üç gruba ayrılmaktadır. İlk sırada Hz. Muhammed'de geleceği görme bulunmaktadır. Arap dünyasının kendi toplumsal gerilimlerini çözmesini olanaklı kılacak fikirlerin bir çerçevesi, ona -ya da ortodoks Müslüman görüşe göre, ona gelen vahiyler aracılığıyla- verildi. Bu tür bir çerçevenin verilmesi hem zamanın toplumsal sorunlarının temel nedenleri hakkında bir kavrayışı hem de bu kavrayışı, duyanın varlığının en temellerinden harekete geçirecek bir biçimde ifade edecek bir dehayı gerektiriyordu. Avrupalı okuyucular Kur'an'dan "ürkebilir" ; fakat Kur'an o günün gereksinimlerine ve koşullarına hayranlık uyandıracak bir biçimde uyuyordu. İkincisi Hz. Muhammed'in, bir devlet adamı olarak, bilgeliğidir. Kur'an'da yer alan kavramsal yapı sadece bir çerçevedir. Çerçeve, somut siyasalardan ve somut kurumlardan oluşan bir yapıyı desteklemek durumundaydı. Bu kitabın seyri boyunca Hz. Muhammed'in ileri görüşlü siyasi stratejisi ve toplumsal reformları hakkında çok şey söylendi. Bu konulardaki bilgeliği, Hz. Muhammed'in küçük devletinin ölümünden sonra dünya imparatorluğuna doğru hızla genişlemesi ve toplumsal kurumlarının birçok farklı ortama uyarlanması ve on üç yüzyıl boyunca varlıklarını sürdürmesiyle gösterildi. Üçüncü olarak bir yönetici olarak becerileri ve nezaketi ve idari ayrıntıların yerine getirilmesinde görevlendirilecek kişilerin seçimindeki bilgeliği yer almaktadır. Anlamlı kurumlar ve anlamlı bir siyasa, işlerin yönetimi bozuk ve el yordamıyla yapılıyorsa fazla ilerlemeyecektir. Hz. Muhammed vefat ettiğinde, kurduğu devlet, "başarılı bir girişim" halindeydi; onun yokluğunun meydana getirdiği şoka dayanabildi; bu şoktan kendini kurtardığında da sıradışı bir hızla genişledi. İnsan, Hz. Muhammed'in ve lslam'ın başlangıç dönemi ta­rihçesi üzerine düşündükçe, başarısının büyüklüğü karşısında daha fazla hayrete düşüyor. Koşullar ona, çok az ki­şinin sahip olduğu fırsatlar sundu ama Hz. Muhammed de zamanının tam dengiydi. Şayet onda böyle geleceği görme, devlet adamlığı ve yöneticilik gibi becerileri ve bunların ar­kasında, onun Allah'a olan güveni ve Allah'ın onu gönderdi­ğine dair sarsılmaz inancı olmasaydı, insanlık tarihinin dik­kate değer bir bölümü yazılmamış olarak kalacaktı. (Hazreti Muhammed)
  • Eski düşünsel geleneklerde eğitim görmüş insanlar, Müslüman olduklarında, kendi düşüncelerinde eski bilgilerini Kuran araştırmalarıyla kaynaştırmak zorundaydılar. Onların katkıları genel İslami düşünce akımına dahil oldu ve böylelikle özerk bir İslam kültürü biçimlendi. (İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi)
  • Her şeyden önce Yahudi-Hıristiyan etkisinin Hz. Muham­ med'in üzerinde ne şekilde tesir bıraktığını nazarı itibara al­ mamız icap eder. Kitab-ı Mukaddes ya da diğer Yahudi ve­ ya Hıristiyan kitaplarını okumuş olma ihtimali dışarıda bıra­ kılabilir. Ortodoks lslam tarihyazımında Hz. Muhammed'in okuma yazma bilmediği savunulur fakat bu iddia getirdiği Kur'an'ın mucizevi bir şey olduğu zira okuryazar olmayan bir insanın kendi başına yapabileceği bir şey olmadığı inan­ cını desteklemek maksadına yönelik olduğundan, modern Batılı bilginlerce şüpheyle karşılanır. Oysa tam aksine bir­ çok Mekkelinin okuyup yazabildiği bilinmektedir ve bu seheple Hz. Muhammed gibi etkili bir tacirin bu sanatlar hak­ kında bir şeyler bilmesi gerektiği yönünde bir tahmin ile­ ri sürülür. Bununla beraber Kur'an'daki Kitab-ı Mukaddes'e ait malzemelerin tertipleniş şekli Hz. Muhammed'in Kitab-ı Mukaddes'i hiçbir zaman okumadığını kesin kılar. Ayrı­ ca onun herhangi bir başka kitabı okumuş olması da müm­ kün değildir. O halde sahip olduğu Yahudi-Hıristiyan kav­ ramlarına dair her tür bilgi, ona şifahi kültür sayesinde eriş­miş olmalıdır. (Hazreti Muhammed)
  • Çıplak gerçekler hakkında bir tartışma yoktur ama gerçeklerin iddiaları doğrulaması o kadar kesin değildir. Ha ram ayların ihlal edilmesi edimi bir hilekarlık mıydı yoksa putperest dininin bir kısmına haklı bir riayetsizlik mi? Zey­nep'le evliliği cinsel arzuların bir ürünü müydü yoksa daha düşük bir ahlaki seviyeye ait istenmeyen bir "evlat edinme" uygulamasına son veren, esas olarak siyasi bir edim miydi? Hz. Muhammed'in aleyhine olan davanın sanıldığından da­ha zayıf olduğunu göstermeye yetecek kadar söz edilmişti. Bununla beraber bu iddiaların tartışılması temel bir so­ruyu gündeme getirir. Hz. Muhammed hakkında nasıl hü­küm vereceğiz? Kendi zamanının ve yaşadığı bölgenin stan­dartlarına göre mi? Yoksa günümüz Batı'sındaki en aydın­lanmış görüşlere göre mi? Kaynaklara yakından bakıldığın­ da Hz. Muhammed'in modern Batı tarafından onaylanma­yan edimlerinin çağdaşlarınca ahlaki bakımdan eleştirilme­diği açıktır. Onlar Hz. Muhammed'in bazı faaliyetlerini eleş­tirdi fakat onların motifleri akıldışı önyargılardan ya da bu eylemlerin sonuçlarından duydukları korkuydu. Nahle'deki olayları eleştirdilerse bunun nedeni hakarete uğrayan put­lardan gelecek bir cezadan ya da Mekkelilerin dünyevi inti­kamından korkmalarıydı. Yahudi Kureyza kabilesine uygu­lanan kitlesel idam cezasından şaşkına döndülerse, bu doğa­bilecek kan davası tehlikesinden ve bunun büyüklüğünden­di. Zeynep'le evlilik aile içi görünmüştü ama bu aile içi kavramsallaştırması, daha düşük seviyede, birçoklarının baba­sının kesin olarak bilinemediği, aile kurumuyla bağlantılıy­dı; ve bu daha aşağı seviye islam tarafından ortadan kaldırıl­ma sürecindeydi. O halde Hz. Muhammed'in yaşadığı dönemin bakış açı­sına göre hilekarlık ve şehvet düşkünlüğü iddiaları ileri sü­rülemez. Çağdaşları onu hiçbir şekilde ahlaki olarak kusur­lu bulmadı. Aksine modern Batılılar tarafından eleştirilen bazı edimleri, Hz. Muhammed'in zamanına göre daha yük­sek standartlara sahip olduğunu göstermektedir. Kendi za­manı ve nesli içinde o bir toplumsal reformcuydu; hatta ah­laki alanda bile bir reformcuydu. Her ikisi de daha önce var olana göre büyük bir gelişme olan, toplumsal güvenliğin yeni bir sistemini ve yeni bir aile yapısını oluşturdu. Göçebele­rin ahlakının en iyi yanlarını alıp bunları yerleşik topluluk­lara uygulamak suretiyle pek çok değişik ırktan insanın ya­şayabileceği dini ve toplumsal bir çerçeveyi kurumsallaştır­dı. Bu bir hilekarın ya da "yaşlı bir şehvet düşkünü"nün işi değildir. (Hazreti Muhammed)
  • Emeviler bilfiil İslam'ı yaşıyorlardı, fakat İslam dini ve şer'î hukukun temsilcilerine Abbasîler gibi hürmet göstermiyorlardı. (Endülüs Tarihi)
  • Scylla, bütün dini düşüncelerin illüzyon ya da hata olduğu modern bilimsel ya da daha ziyade meta-bilimsel görüştür. (Dinlerde Hakikat)
  • Öte yandan bedeviler, gerek Muhammed hayattayken gerekse daha sonraki zamanlarda pek öyle dindar Müslümanlar olmadılar. (İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi)
  • Araplar İber Yarımadası'ndaki yeni topraklarını "Endülüs" şeklinde isimlendirdiler. Kelimenin, Vandal istilacıların isminden türeyen "Vandalicia"nın bozulmuş hali olduğu düşünülmektedir. (Endülüs Tarihi)
  • Berberîlerin tamamı Müslümandı. Hiç kuşkusuz atalarından bazıları Arap fetihlerine katılıp ganimet elde etmek maksadıyla Müslüman olmuşlardı. (Endülüs Tarihi)
  • Kuran insana, içinde bulunduğu ortamda, ihmal ettiği faktörlerin olduğunu hatırlatır. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Ortaçağ Hıristiyan yazarlarının yarattıkları, birçok bakımdan iftira niteliğinde olan bir İslam imgesi bir sure için kabul gördüyse de, düşünürlerin son yüzyıldaki çabaları sayesinde batılıların zihinlerinde artık daha nesnel bir resim biçimleniyor. (İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi)
  • “Bugün tek dünya dönemine girerken bu yanlış vurguyu düzeltmek ve Arap ile İslam dünyasına olan bütün borcumuzu kabul etmek biz Batı Avrupalılarının önemli bir görevidir.” (İslam'ın Ortaçağ Avrupası Üzerine Etkisi)
  • "Bir kez yanlış bir takdim ya da çarpıtılmış bir imaj, bütün bir kültürel cemaatin genel bakış açısına kesin ola­rak yerleştiğinde, onu değiştirmek zordur. Yeni nesil bilim adamları, eski algılayışı kabul edenler tarafından yetiştiri­lirler; onlar yeni gerçekler bulduklarında bile, bunları hala o eski algılayışa uydururlar. Yalnızca çelişkiler ciddi olma­ya başladıklarında, bilim adamları eski algılayışları düzelt­meyi düşünmeye başlarlar". (Müslüman-Hristiyan Diyaloğu)
  • Şükrün zıddı olan davranış...tağa ve istiğna kelimeleriyle belirtilmektedir. Tağa kelimesinin esas anlamı , onun (yani sel veya su) miktar olarak olağan sınırı aşacak ölçüde yükselmesidir. O halde, mecazi olarak, sınırları aşan küstah anlamına gelmektedir; bununla, engellere aldırmaksızın, özellikle de dini ve ahlaki mülahazalara aldırmaksızın ısrar eden, kendisini durduracak hiçbir şeye müsamaha etmeyen ve kendi gücüne sınırsız güven duyan kimsenin kast edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Kur'an'da bu kelimeye, genellikle küstahlaşmak ya da küstahça davranmak şeklinde anlam verilebilir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Gazzali muhtemelen, Felasif e'nin yıkıcı bir eleştirisini or­taya koymakla birlikte, felsefeyi reddetmekten de oldukça uzak­tı. Gerçekte, onun en azından kısmen gerçekleştirdiği, felsefenin Kelam'a uygulanmasıydı. (Müslüman-Hristiyan Diyaloğu)
  • Hira'ya gidiş yani tehannüsün...tam anlamı ve kökeni belirsizdir. Belki de bu konudaki en iyi görüş, kelimenin Allah rızası için yapılan dualar anlamına gelen İbranice tehinnöt veya tehinnöth kelimelerinden geldiğini söyleyen H. Hirschfeld'in görüşüdür. Bununla birlikte, söz konusu anlam, kelimenin Arapça kökünden etkilenmiş olabilir. Hins kelimesi, yeminin bozulması veya yerine getirilememesi ve dolayısıyla da daha genel anlamda günah demektir; sonuç olarak, tehannüsün de günah veya suçtan kaçınmak için bir şeyler yapmak anlamına geldiği söylenmektedir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Şüphe yok ki , asıl vahiy şekilleri Şura suresinde zikredilen türlerdir: Allah'ın, bir insanla, vahiy suretiyle veya perde arkasından ya da izniyle dilediğini vahyeden bir elçi göndermesi dışında konuşması söz konusu olmaz...Dolayısıyla ilk şekil Allah'ın vahiy yoluyla konuşmasıdır. Doğrudan sözlü aktarım şeklinde vahyetme anlamının uygun olmadığı yerlerde, vahiy kelimesi, isim olan vahiy ve fiil olan evha şeklinde Kuran'da sık sık geçmektedir. Richard Bell bu kullanımları incelemiş ve Kuran'ın ilk bölümlerinin hiç birisinde vahyin, bir vahiy metninin sözlü aktarımı anlamına gelmediği, kişinin kendisinin dışından zihnine geldiği anlaşılan bir telkin/işaret, fısıldama veya ilham olduğu sonucuna varmıştır. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Seküler kişi, Hz. Muhammed'in, kendi döneminin temel sorunlarının çözümünü sağlayan düşüncelere tesadüfen veya tali sebeplerle rastladığını söyleyecektir; oysa bu inandırıcı değildir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Dünyadaki büyük insanlar içinde hiçbiri Hz. Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır. (Hazreti Muhammed)

Yorum Yaz