tatlidede

Çavdar Tarlasında Çocuklar - J. D. Salinger Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Çavdar Tarlasında Çocuklar kimin eseri? Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının yazarı kimdir? Çavdar Tarlasında Çocuklar konusu ve anafikri nedir? Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı ne anlatıyor? Çavdar Tarlasında Çocuklar PDF indirme linki var mı? Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının yazarı J. D. Salinger kimdir? İşte Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 14.03.2022 06:00
Çavdar Tarlasında Çocuklar - J. D. Salinger Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: J. D. Salinger

Çevirmen: Coşkun Yerli

Orijinal Adı: The Catcher in the Rye

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789753636360

Sayfa Sayısı: 198

Çavdar Tarlasında Çocuklar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlater’ı ve Ackley’i bile, sözgelimi. Sanırım o lanet Maurice’i bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.” Çavdar Tarlasında Çocuklar”, Salinger’ın tek romanı. Ergenlik çağının içinde, yetişkin dünyanın düzenine karşı isyankar bir çocuğun, bir Noel öncesi başına gelenler… Bu sürecin bir psikiyatri kliniğinde noktalanışı. Holden Caulfield’in masumiyet arayışının iç burkucu romanı. Belki de Salinger’ın. 1993’te Franny ve Zoey ile Dokuz Öykü adlı kitaplarını yayımladığımız Salinger, 1963’ten buyana yeni bir yapıt yayımlamamasına ve neredeyse efsane haline gelmiş bir gizlilik içinde yaşamasına karşın, dünya edebiyat gündemindeki yerini hep koruyor.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Alıntıları - Sözleri

  • "Oldukça cahilimdir, ama epey okurum."
  • Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.
  • Oldukça cahilimdir, ama epeyce okurum.
  • “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.”
  • Çok sıkıcı herifler. Hiç kitap okumayan herifler –ama bu konuda çok dikkatli olmalıyım.
  • "Beni severdi yani ben öyle sanıyordum."
  • "Kimse yok. Ben varım, ben, bir de kendim."
  • Tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere, durmadan “ Tanıştığıma memnun oldum ” demek beni öldürüyor. Ama, hayatta kalmak istiyorsanız, ille de bu zırvaları söylemek zorundasınız.
  • "Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur."
  • "Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."
  • "Kimse yok. Ben varım, ben, bir de kendim."
  • "Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat, kurallara göre oynanması gereken bir oyundur."
  • Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?

Çavdar Tarlasında Çocuklar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ben J.D. Salinger. Kitabımı sevmek zorunda değilsiniz ama övmek zorundasınız.: İnsanoğlunun ya da insan kızının doğası gereği olmuş ve olabilecek her şey hakkında yorum yapmak ister ve yapar. Sokaktaki insanlara, ünlü sanatçılara ya da oyunculara, futbolculara, devletin yüksek mevkiye sahip kişilerine; kısaca insanın bulunduğu her yere gidin. Örneğin elinizde bir saat götürün. Hepsinin de o saat hakkında yorumu vardır. O ana kadar yoksa bile artık o an bir yorumu olacaktır. Bakın olumlu ya da olumsuz demiyorum, mutlaka bir cümleden de oluşsa yorumu vardır. Böyle yorumlar da, yorum yapılan nesnenin, meyvenin, şehirin, kitabın hatta insanın değerini belirler. Ne kadar doğru bilinmez lakin bu böyledir. Bir şeyler alırken yorumlara da dikkat etmiyor muyuz örneğin? Örneğin bir araba alırken, mutlaka o arabayı kullanmış, kullanan ya da o araba hakkında bilgi sahibi kimselerin yorumlarına başvurmuyor muyuz? Kitaplarda da bu durum böyledir. Gidip kimsenin önermediği, hiçbir yerde görmediğimiz bir kitabı aldığımız pek görülmemiştir. Buraya kadar aslında hiçbir sıkıntı yok. Burdan sonrasında devreye birtakım olaylar giriyor. Bazı cevapsız sorular.. Kitabı okuduktan sonra kafamda birtakım soru işaretleri oluştu. Daha öncesinde Olasılıksız, Simyacı, Sol Ayağım, Şeker Portakalı hatta Türk Edebiyatına gelelim biraz, Kahraman Tazeoğlu'nun Bukre isimli kitabı, Can Yücel'in Sevgi Duvarı isimli kitabı gibi kitaplarlarda da olmuştu. Mesela ben merak ediyorum. Bu kitabı ilk kim beğendi, ilk kim neye dayanarak önerdi? Bu kitabı ilk öneren kişi, önerirken sarhoş muydu? Bu kitabı öneren ilk kişi yazarın, eşi, sevgilisi, annesi, babası ya da arkadaşı mıydı? Ardından oluşan bu silsilede devamındakiler kitabı okumadan mı  "Bu güzel kitap.." diye önerdi geçti? Bu kitabı da eklemiştim bu kervana lakin kitap hakkında bir kaç araştırma yaptıktan sonra bu kitabın neden bu kadar okunduğunu çözmüş gibi oldum. Şimdi biraz kitabın günümüze kadar gelen o enteresan hikayesine değinmek istiyorum. Aslında doğruyu söylemek gerekirse Çavdar Tarlası'nı falan görünce Steinbeckvari bir öykü bekliyordum. Sosyalist kişileri, emekçileri bekliyordum lakin olayın bununla alakası yokmuş.. 1951 yılında  Amerika'da yayınlayan bu kitap, ahlaka aykırılık sebebiyle sansürleniyor. Kitabın başından bu tür birçok badire geçiyor. İşin ilginç tarafı 1978'de bu kitap liselerde ders olarak okutulmaya başlıyor. Bu kez de 1981 yılında Komünizm propagandası sebebiyle yasaklanıyor. Böyle olaylar yaşandıktan sonra ülkede en çok sansürlenen ve aynı zamanda en çok okunan kitap haline geliyor. Günümüzde dahi bu kitap günde 685 kopya satıyor. Mükemmel bir sayı. Lâkin aklımdaki soru işareti şu: Kitap sansürlenmeseydi hiç bu kadar ilgi görür müydü? Sanmam. İnsanoğlu bu tür şeylere çok merak salar. Devletin yasakladığı ya da kaldırdığı şeyden kaldırana kadar bihaberdir. Devlet kaldırdıktan ya da yasakladıktan sonra ise o şey dillerinden düşmez. Bkz. İstanbul Sözleşmesi. Yani demem o ki kitabın basıldığı ve sonrasında devam eden süreçte ABD, yazarın ekmeğine bal sürmüş oldu. Yazar bile tahmin etmemiştir bence bu kadar okunacağını.. Romanın konusuna gelecek olursak; ergenlik çağındaki Holden'in okuldan atılması ile başlayan hikaye onun evden uzaklaşması sonucu başına gelenler ile devam ediyor. Liseli bir genç olan Holden Caulfield'in okuldan atılması sonucu dışarıda geçen üç gününü anlatan kitap, aile ve arkadaşları ile yaşadığı sorunlara da değiniyor. Ergenlik çağındaki Holden’in yetişkinler dünyasına olan isyanı ve bir Noel öncesi başına gelenler sonucu psikiyatri kliniğine uzanan öyküsü ile de devam ediyor. Kitabı pek yaşamasam da bazı noktalarda belki sizi içine çeker ve yaşarsınız. Holden ile başkaldırır, Holden ile isyan edersiniz. Kitabın dili aslında samimi olmasına rağmen ben  başarılı bulmadım. Alışveriş listesinde bile edebi zevk arayan beni tatmin etmedi. Roman Kahraman bakış açısı ile yazıldığı için ergenlik çağındaki Holden'in  üslubunun edebî olamaması doğaldır lakin 198 sayfa kitap yazıldıysa edebi zevk az da olsa tattırılabilirdi zannımca. Ayrıca küfür ve argonun bol olması bazı konumlarda "Yeter!" dedirtti. Kitabı araştırırken bir şey daha dikkatimi çekti. Kitabın Fransızca aslından ilk çevirisi “Gönülçelen” adı ile yayımlanıyor. Yayınevi değişikliği sonrası ise “Çavdar Tarlasında Çocuklar” ismi ile yayımlanmaya başlıyor. Ha bu arada yayınevi demişken yine dikkatimi çeken bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Kitabı incelerken fark ettim, kitabın arka kapağı boş, ön kapağında ise sadece kitabın ismi var. Zorunlu olmasa ismi de yazılmayacakmış sanki. Yapı Kredi Yayınları genelde sade kitap basmazdı, şaşırdım doğrusu. Amerikan Edebiyatında John Steinbeck, Charles Bukowski, Ernest Heminway, Mark Twain, Edgar Allan Poe, Jack London, Dan Brown gibi yazarların kaleminin zevkini tattıktan sonra J.D. Salinger efendinin kaleminin beni tatmin etmemesi pek doğal. Bir kere Mercedes'e bindikten sonra Hyundai'a binsen ne olur, binmesen ne olur... Söylenecek bir şey kalmadı galiba. Kitabın içindeki hikayesi değil de kitabın sansür hikayesi bakımından son anda "Fazla Abartılan Kitaplar" kervanımdan sıyrılan bu kitabı bir daha okur muyum, bilmem. Lâkin size şunu samimi bir şekilde söyleyebilirim ki sakın büyük umutlarla elinize alıp okumayın bu kitabı. Üzülürsünüz.. Esen, sağlıcakla, kitapla, şiirle ve hoşça kalın.. (Kadir Tribbiani)

Çok Eleştirilen Bir Kitaptır: Eveeeeeet! Kitabımız bitti. Şimdi kitapla ilgili şunu belirtmeliyim ki edebiyat dünyası ikiye ayrılmış durumda. Bir gurup eleştirmen ergenlik dönemine girmiş bir çocuğun iç konuşmalarını koca bir safsata olarak görürken bir gurup eşleştirmen ise yine ergenliğe girmiş bir çocuğun aile sevgisinden mahrum kalması sonucu hayata umutsuz bakmasının toplumsal bir sorumluluk olduğuna işaret etmesi yönüyle, kitabın çok satanlar arasında olmasını haklı bulur. Not: Ayrıca Amerika' da demokrat olarak tanımlanan eyaletlerde okullarda okutulmakta olup cumhuriyetçi olarak tanımlanan eyaletlerde pek sevilmemektedir. Valla ben iki tarafın da yorumlarına katılmıyorum. Neden mi? Buyurunuz. Şimdi baş karakterimiz Holden Caulfield. 16 yaşında, agresif, sürekli lanetler okuyan, kısacası oldukça geçimsiz bir kimsedir. Ailesi zengindir ve diğer zengin aileler gibi çocukları olan Holden'i yatılı bir okula gönderirler. Holden'in kovulduğu beşinci yatılı okula. Tüm hikaye belki de bu kadarcık bir bilgiyle özetlenebilir. Fakaaaaat! Eğer ki bu kitap Türkiye gibi aile bağlarının Amerika gibi ülkelere oranla kuvvetli olduğu ülkelerde okunuyorsa iş değişir. Aslında kitap kapitalizmin üstü kapalı eleştirisidir. Biliyoruz ki kapitalist ülkelerin en önemli silahı ilk önce aile bağlarının yok edilip bireyciliği ön plana çıkarmasıdır. Böylece bireyselleşen insan biran önce üretmek ve hayatını düzenlemek zorundadır. Aileden kopuş erken yaşlarda başlar. Yani kapitalist ülkelerde bizler biliyoruz ki 18 yaşında bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durması beklenir. Çocukların cinsel yaşamlarına aileleri pek müdahale edemezler. Hukuki yaptırımları dahi vardır. Hele ki üniversite okuyorsanız ailenizle birlikte yaşamak toplum tarafından pek hoş karşılanmaz ki zaten çocuklar o yaşlara gelinceye kadar kendi paralarını dahi kazanıyorlardır. E tabi ki bireyciliğin ön planda olduğu ülkeler de bu gelişmişliklerini buna borçlular. Erken yaşlarda hayatı her yönüyle deneyimleyen bir birey, kendi aldıkları kararlara ailelerinin "saygı duymak zorunda" olduğu ülkelerdeki bir birey, evde dekoratif küçük bir değişiklik için bile 7 yaşındaki çocuğun fikrinin alındığı ülkelerdeki bir birey tabi ki ister istemez özgüvenli, başarılı, özdeğer algısına sahip ve düşüncelerinin önemli olduğunu düşünen bireylere dönüşür. Tabi tüm bu güzel lafların ardından bireyciliğin önplana çıktığı bu ülkelerde olumsuz bir sonuç da ortaya çıkar. Ailelerin çocuklarıyla daha seviyeli bir ilişkilerinin olması ve bazen de bu davranışların sonucu olarak ilgisiz büyüyen, "kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda kalan" , bencil, bireysel başarı için rekabet etmek zorunda olan; rekabetin getirdiği "güçlüler ayakta kalır, zayıflar ölür" mantığı da çocukların okul çağında birbirlerini aşağılamalarına; hayata karşı öfke duymalarına neden olabilmektedir. Amerika' da okullarda eline silah alıp onlarca insanı öldüren çocukların hikayelerini çok duymuşuzdur. Tabi ki bizdeki aile bağlarının güçlü olmasının da olumlu yanlarını da uzun uzun anlatmama gerek kalmamıştır. Kısaca değinecek olursak, bizler de bir Avrupalıya göre daha içten, sıcak kanlı, bencilliği ne kadar eleştirilse de bir Avrupalıya göre kat be kat daha düşünceli ve yardımsever olarak kabul ediliriz. Özelikle Türkiye'den Avrupa'ya giden insanların yaşadığı ve fark ettiği ilk şeylerden biri de "ulen burda susuzluktan gebersek biri de al sana su demez" dir. Aslında bu toplumcu bir bakış açısının serzenişidir. Bir Avrupalı' da "arkadaşım olabilirsin, bende 10 gün kalıyorsan bunun ücretini tabi ki senden temin edeceğim" diyebilir ve bu da bireyselliğin ön plana çıktığı Avrupalı serzenişidir. Velhasıl kelam Çavdar Tarlasında Çoçuklar, kültürel izolasyonun ve kapitalizmin getirdiği çürümüşlüğün bir eleştirisidir. Toplumumuz da git gide bireyselciliğin ön plana çıktığı bir topluma dönüşüyor. Tabi ki buna karşı değilim fakat bireyselleşirken, değerlerimizin ölmemesi gerektiğinin de altını çizmem gerekir. ~~Keyifle okuyunuz, kitapla kalınız~~ (Naçiz`Hane)

Çavdar Tarlasında Çocuklar PDF indirme linki var mı?

J. D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Çavdar Tarlasında Çocuklar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı J. D. Salinger Kimdir?

Jerome David Salinger 1 Ocak 1919'da New York'ta doğdu. 1934-36 arası Valley Forge Askeri Akademisi'ne, 1937-38 arası Ursinus College ve New York Üniversitesi'ne gitti. 1941-48 arasında Colliers, Esquire ve Cosmopolitan gibi dergilerde yirmi öykü yayımladı. 

Salinger, Zen-Budizm öğretisinden etkilendi ve bunu yazdıklarına da yansıttı. Yeni Dönem öykülerinden oluşan Nine Stories (İngiltere'de For Esme – With Love and Squalor (Esme için – Sevgi ve Sefaletle)) 1953'te yayımlandı. 

Salinger, 1950'lerin ikinci yarısından itibaren New Yorker'da yedi tuhaf kardeşli Glass Ailesi'nin birbirine bağlı uzun öykülerini yayımlamaya başladı. Bu dizi öykülerin ilk ikisini Franny and Zooey adıyla 1961'de, sonraki ikiliyi ise Raise High the Roof Beam, Carpenters and Seymour: An Introduction adıyla 1963'te kitaplaştırdı. Glass Ailesi'ne ait yayımlanan son öykü olan Hapworth 16, 1924 ise New Yorker'ın 16 Haziran 1965 tarihli sayfalarında kaldı. 

Salinger, 1963'ten beri yeni bir kitabı çıkmamasına ve neredeyse efsane haline gelmiş bir gizlilik içinde yaşamasına karşın, dünya edebiyat gündemindeki yerini hep koruyor.

J. D. Salinger Kitapları - Eserleri

  • Çavdar Tarlasında Çocuklar
  • Franny ve Zooey
  • Dokuz Öykü
  • Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş
  • Üç Öykü
  • Titrek Bacanak
  • 16 Hapworth, 1924

J. D. Salinger Alıntıları - Sözleri

  • Tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere, durmadan “ Tanıştığıma memnun oldum ” demek beni öldürüyor. Ama, hayatta kalmak istiyorsanız, ille de bu zırvaları söylemek zorundasınız. (Çavdar Tarlasında Çocuklar)
  • Bizi birazcık değiştirmezlerse sevemiyorlar. (Dokuz Öykü)
  • Kendi iyiliğin için beni gurur nedeniyle uyanık tutma. Sanırım söylemek istediğim tam da bu. Keşke artık asla beni gurur nedeniyle uyanık tutmasan. Bana beni mantıksız bir şekilde tetikte tutacak bir hikaye ver. Beni sadece bütün yıldızların çıktığı için 5’e kadar ayakta tut. Başka hiçbir nedenle değil. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.” (Çavdar Tarlasında Çocuklar)
  • "Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat, kurallara göre oynanması gereken bir oyundur." (Çavdar Tarlasında Çocuklar)
  • En az bin yıldır tanımadığım insanların canını sıkamam. Ana insanları uzaktan da olsa artık eleştirmeyeceğim. Bu dediğime gözü kapalı inanabilirsiniz. (Dokuz Öykü)
  • "Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur." (Çavdar Tarlasında Çocuklar)
  • Kedi yavrusunu sevmişti ve benim de sevmemi istiyordu. Karanlıkta bile, onun sevdiği şeyleri ben de otomatik olarak sevmediğimde hissettiği o olağan yabancılaşmayı duyumsuyorum. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • Bizi olduğumuz gibi sevemiyorlar. Bizi birazcık olsun değiştirmeyi başaramazlarsa sevemiyorlar. Bizi sevme nedenlerini, en az bizi sevdikleri kadar, hatta çoğu kez daha da fazla seviyorlar. (Titrek Bacanak)
  • …öyle ki, bu delikanlılardan her biri, kendi tiz ve keskin sohbet sırası geldiğinde, dışarıdaki, üniversite-dışı dünyanın yüzyıllardır, ister kışkırtıcı biçimde ister başka şekilde boğuşup yüzüne gözüne bulaştırdığı hayli tartışmalı bir konuyu tek bir kerede açıklığa kavuşturuyormuş gibiydi. (Franny ve Zooey)
  • Hemen hemen daima ne olduysam, temelde hep o kaldığıma inanıyorum; bir anlatıcı, ama son derece baskın kişisel ihtiyaçları olan bir anlatıcı. Sunmak istiyorum, tanımlamak istiyorum, yadigârlar, muskalar dağıtmak istiyorum, cüzdanımı çıkarıp herkese enstantane fotoğraflar vermek istiyorum, burnumun doğrusuna gitmek istiyorum. Bu ruh halinde, kısa hikâye biçiminin civarına yaklaşmaya bile cesaret edemem. Benim gibi tarafsızlıktan uzak şişko küçük yazarları bir lokmada yutar. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • gözlerimle ölçebileceğim büyük suçlamalara kaygılanıyorum. sanırım senin zıplayarak benim görüş alanımdan çıkma cüretini göstereceğini hayal ediyorum. bağışla beni. artık çok hızlı yazıyorum. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • Kimin ne dediği umurumda bile değil. (Franny ve Zooey)
  • Bana gülümsemeyi öğretmeye çalıştı, ağzımın çevresindeki kasları gevşetmek için parmaklarıyla dokundu bana. Ne harika onu gülerken seyretmek. Tanrım, nasıl mutluyum onunla. Keşke o da benimle daha mutlu olabilseydi. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • Bir muhalif görüş, ne kadar ustalıkla dile getirilmiş olursa olsun, ancak uygulanabilir olduğu sürece geçerlidir. (Franny ve Zooey)
  • yeryüzünde amatör okuyucu -yani okuyup geçen biri- kalmışsa eğer, tarifsiz sevgi ve minnetle, rica ediyorum ondan, bu kitabın ithafını dörde bölsün, karım ve çocuklarımla paylaşsın. (Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş)
  • Bizi birazcık değiştirmezlerse sevemiyorlar. Bizi sevme nedenlerini neredeyse bizi sevdikleri kadar, hatta çoğu zaman bizden fazla seviyorlar. Herkes diğerini sevdiği ölçüde, onu sevme nedenini seviyor, hatta çoğu zaman bu nedeni daha da çok seviyorlar. (Dokuz Öykü)
  • "Phoebe'yi koydukları beşiğin içine baktığında sevgiden deli olmuyor musun?...'' (Üç Öykü)
  • "İnsanlara isim takmayın." (Üç Öykü)
  • Aslında yapardım ama onu sevmiyorum. Sürekli insanın yüzüne gülüyor ama ne zaman eline bir fırsat geçse kötülük yapıyor. (Üç Öykü)

Yorum Yaz