tatlidede

Coğrafya Gerçekten Kader midir?

Coğrafya Gerçekten Kader midir?

Bu söz aslında yaşanılan coğrafi alanın, insan hayatı üzerinde genellikle olumsuzluğunu ifade eden bir söylemdir.
Ağırlıklı olarak İbn-i Haldun'a ait olduğu bilinse de Türkçe’de ilk söz eden kişi Nurdan Gürbilek'e göre “Yaşadığım Gibi” adlı eserinde Ahmet Hamdi Tanpınar, Fransızlara göre de Napolyon’a aittir. Hatta Fransızlar dayanak olarak Rusya seferinden önce ya da sonra, kritik coğrafi noktaların karlar altında kaybolduğunu görünce Napolyon’un bu sözü söylediğini iddia etmektedirler.

Burada meselemiz, sözün kime ait olduğundan ziyade “Coğrafya Kaderdir” sözünün muhtevasını anlamaya çalışmaktır.
Sözün manasında ya da bu şekilde telaffuz edilmesinde herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Zira yeryüzünün tamamının aynı coğrafi şartlara sahip olduğunu söylemek imkânsızdır. Bir tarafında denizler, diğer bir tarafında dümdüz çöller, ulaşılması zor sarp dağlar ya da her tarafı kaplayan ormanlardan oluştuğunu bilmekteyiz. Yine belli bölgelerde yaşayanların müthiş bir refah içinde olduğunu, bir başka bölgede ise açlıktan kırılan insanlar ile dolu olduğu da hepimizce bilinmektedir.
Peki bu sözün arkasına sığınarak, yaşanılan coğrafyanın insan hayatı üzerindeki beşeri, iktisadi, ekonomik ve diğer anlamlarda oluşturduğu olumsuzlukları peşinen kabulleniş doğru bir yaklaşım mıdır?

Bir başka deyişle, yöneticilerin kendi idaresindeki halkı veya halkın kendi rızası ile bu duruma kader deyip teslim olması doğru mudur?

İnancımız gereği kadere teslimiyet, kaderi yazana muhabbettendir. Ancak inandığımız aynı dinin sahibi kutsal kitabımızda “Biz her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık” (İsra-13) şeklinde buyurmaktadır. Kısacası her insana belli durumlarda iradesine bağlı olarak gayret etme ve gayreti oranında muvaffakiyet hakkı tanınmıştır. Örneğin insana iyi ve kötü yolları idrak edecek ve bu yollardan birini seçecek kadar akıl ve irade verilmiştir.
Bununla beraber insanı yönetme irade ve özgürlüğü de yine insana verilmiştir. İnsan, kendini ihya ya da imha etme görevini yine kendisi yüklenmiştir. Yani burada Coğrafyanın kader olması, o coğrafyanın her olumsuzluğunu kabul etme anlamı çıkmamaktadır. Düşünebilen tek varlık olan insana sayısız nimetler bahşedilmiştir.

Kullanıp kullanması kendi tercihidir. Nice zor coğrafyalarda nice teknolojik araç gereçlerle insanların yaşam kalitesi arttırılmaktadır.

Kısacası coğrafyanın kader olarak tabir edilmesi, bir anlamda tembelliği gerektirmemektedir.
Şimdi asıl mevzumuza geçelim. Şehrimizin tarihi dokusu, kültürü, farklı din ve dillerin hoşgörü içinde yaşaması büyük bir zenginliktir. Her zaman bu şehrin bu güzel dinamikleri ile övünür dururuz. Peki şehir ve şehir halkı yıllardır hak ettiği hizmeti alabilmiş midir?

Hiçbir siyasi ve ideolojik fikre takılmadan bu soruya “evet” cevabını verebiliyor muyuz?

Yoksa her birimiz bir diğer görüşü eleştirerek ihya yerine imha yolunu mu tercih ediyoruz. Unutmayalım ki şehrin huzuru herkesi mutlu ederken, huzursuzluğu ve zorlu yaşam koşulları aynı şekilde herkesi huzursuz etmektedir.

Eğitim, sağlık, ulaşım gibi hayati konularda halkımızın huzuru için kendi reformlarımızı gerçekleştiremez miyiz?

Bütün siyasi ve ideolojik fikirlerimizi bir yana bırakarak etkili ve yetkili kurum ve kişilerce samimi bir şekilde konsensüs oluşturamaz mıyız?

“Coğrafya kaderdir” gerçeğini kabul ederken, kaderin belli oranlarda insanın çabasına bağlı olarak değişebileceği şeklindeki ilahi mesajı göremez miyiz?

Sivil toplum kuruluşları ortak payda da buluşarak bu noktada vatandaşın arz ve taleplerini ilgili kurum ve kuruluşlara ulaştırmak için sekretarya görevi yapamaz mı?

İlimize dair Eğitim, Sağlık, Ulaşım ve Sosyal manada neler yapılabileceğini bir sonra ki yazımızda belirtmeye çalışacağız.
Huzurun egemen olduğu bir şehir, memleket ve dünya dileğiyle.
Dua ile...

Editör: Nezir Güneş

Yorum Yaz