tatlidede

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme - Barış Bıçakçı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kimin eseri? Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kitabının yazarı kimdir? Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme konusu ve anafikri nedir? Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kitabı ne anlatıyor? Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme PDF indirme linki var mı? Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kitabının yazarı Barış Bıçakçı kimdir? İşte Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 28.05.2022 23:00
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme - Barış Bıçakçı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Barış Bıçakçı

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789750531675

Sayfa Sayısı: 99

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Ben aslında bu okuma grubuna annem için katılmıştım. Annemi yatıştırabilmek için. Annem öleli çok oldu ama ben hâlâ onu yatıştırmaya çalışıyorum. Martın sonlarından kasımın ortalarına doğru elimi uzatıyorum, annemin sonbaharda iyice zayıflamıs saçına bademyağı sürüyorum, kulağına bir şeyler fısıldıyorum. Gören ninni diye düşünür, dua diye düşünür. Oysa ne ninni ne de dua…”

Yüze doğum lekesi gibi yerleşmiş bir gülümseme, neyi saklar? Bir eşelek gibi kalakalmanın hüznünü bilmeyene, onu anlatabilir misiniz? Yalnızlığın ucunu sivriltmek, bir kısır döngüyü kusursuz kılar mı? Eşyanın kurduğu mahkeme, hangi hatıraya adil olabilir? Bahsettiğini görülmez, anlaşılmaz kılan, seyrelten cümlelerle, birbirimize aslında ne anlatırız? Kendini bulmanın yolu, hep bir başkasından mı geçer?

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, Barış Bıçakçı’nın barışması zor, idaresi zor, çünkü idraki zor duyguları usulca yokladığı bir öykü demeti.

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme Alıntıları - Sözleri

  • "Hayatta bazı şeylerin ya biraz geç ya da biraz erken gerçekleşmesi neredeyse bir yasa gibidir."
  • Ben öteki çocuğum, boş bir defterin önündeyim, içimden konuşuyorum.
  • "Kitaplığımdaki kitaplar bile bitap düşmüştü. Okuduğum ve okunmayı bekleyen bütün kitaplar, olmayı umduğum insanı yaratmaya, biçimlendirmeye çalışmaktan bitap düşmüşlerdi."
  • "Sevilmeye, ilgi ve değer görmeye aç biri... Böyle insanlar bana sadece kalbimizi değil, ciğerimizi de söküp alacaklarmış gibi geliyor."
  • Camus okumadan insanları sevmek, Canetti okumadan insanlardan nefret etmek, Tanpınar okumadan huzurlu bir deli olmak mümkün değildi.
  • "Bir bütünlük arıyorum çünkü kendimi darmadağınık hissediyorum, dağılarak yok olacakmışım gibi hissediyorum."
  • “Yazarın ömrü kahramanlarının ömrü kadardır.”
  • "Kimse olduğu gibi kalamaz. Kendisine azıcık saygı duyan hiç kimse olduğu gibi kalamaz."
  • "Bütün kuruntuların bir bir gerçek olduğu döneme yaşlılık demiyor muyuz?"
  • “Gerçek, annelerimizle kurduğumuz ilişkidir. Gerçek, en basit haliyle budur.”
  • ‘Kadınlar acı gerçekleri bütün açıklığıyla görür ve hemen saklarlar. Öyle bir saklarlar ki sonra kendileri bile bulamaz.’
  • "Yaşlı ve cazibesini yitirmiş bir aktris olmaya karar verdim çünkü neysem o olarak kalamazdım.Kimse olduğu gibi kalamaz. Kendisine azıcık saygı duyan hiç kimse olduğu gibi kalamaz."
  • O zamanlar gençtik. Gençlik, “unutulmaz şeyler yaşıyorum” inancı ve iddiasıydı bir bakıma.
  • "Hayatta bazı şeylerin ya biraz geç ya da biraz erken gerçekleşmesi neredeyse bir yasa gibidir."
  • Her şey çok hızlı değişiyor ve geçmiş, gülünç şeylerin yaşandığı derme çatma bir sahneye dönüşüyor. Artık geride kalan her şey gülünç.

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İyi edebiyatın bir gücü vardır. Orhan Pamuk romanlarında, Marquez’de, başka büyük romanlarda bu gücün bir biçimini görürüz: bir başka dünyanın mümkün olduğunu gösterir edebiyat bize, zihnimize darbe indirir. Başka bir evrene, başka bir yola, başka birilerine inandırır; yarattığı dünyaya bizi de esir almak ister. Roman yazarının da nihâi amacı bir bakıma budur. İyi roman yazmak zahmetli, iyi öykü yazmak ise zor bir iştir. İyi öykü -özellikle de bilimkurgudan uzak, hayata gerçek dokunuşlar yapan bir öyküyse- romanın darbe indirmek için uğraştığı zihinlerimizi bir anda paramparça edebilir. Yazar yüzümüze bir şeyler çarpar, üstümüze bir şeyler fırlatır. Afallarız, karşımızda sahici bir güç olduğunu düşünürüz. Açık bir pencereden başımızı uzatıp bir başkasının (yazarın) hayatını dikizlemek niyetindeyken içeride kendimiz olduğunu görür, kendimizi izleriz. Barış Bıçakçı bu kitabında bize kendimizi izletiyor. Yazarın son okuduğum iki kitabını, belki de roman olmaları fakat roman ile öykü arasında sürüncemede kaldıklarını hissetmiş olmam hasebiyle, çok fazla sevememiş olsam da bu kitaptaki öykülerin çoğunda yazarı kafamın içinde hissettim. Aynı hayatı yaşadığım bir insan karşıma geçmiş konuşuyor gibi, her şeyi o yazmış gibi, bildiğimiz, tanık olduğumuz şeyler üzerine sohbet ediyormuşuz gibi... Bu, aşılması zor, büyük bir güç. Çünkü çoğu kere, iyi edebiyat, kendinden başka şeylere, örneğin okurun o an içinde bulunduğu zihinsel ve ruhsal şartlara ve o âna dek yaşadığı hayata son derece bağlıdır. Yazar istediği kadar uğraş göstersin, okuru çekemeyebilir kendine, uygun frekansı sağlayamayabilir. Can Yücel’in dediği gibi, okur için “vakti saati değildir belki” henüz, belki de yazar becerememiştir. Edebiyat, Ahmet Erhan’ın dediği ve hayatta diğer her şeyde olduğu gibi, “çağını bekler”. Ben bu kitabı tam çağımda, tam vaktinde ve saatinde okumuş olduğumu hissettim ve bundan muazzam bir haz, müthiş bir keyif aldım. Eleştirilecek, üzerine konuşulacak, yorumlanacak yanlar yok mudur peki? Vardır elbette. Zaten itiraf etmeliyim ki kitabı okuma esnasında kafamda tasarladığım inceleme de bundan çok uzakta bir yerdeydi. İçerik üzerinden örneklendirmeler yapmayı, örneğin ilk öykünün tüm kitabın genelinden ne kadar kopuk ve ne kadar rahatsız edici (alışık olunmayan diyelim) bir girişe sahip olduğunu, kitabın kalanındaki her şeyle tezat oluşturduğunu söylemek, bunu eleştirmek ve yazarın bunu neden yapmış olabileceğine dair birkaç yorumda bulunmak niyetindeydim. Veya üçüncü öyküde, bütünlüğü resim yaparak arayan kadının bunu ne pahasına elde ettiğinin anlatıldığı kısmın, yıllar önce bir peçete kâğıdına yazdığım ve hâlâ çekmecemde duran, her çekmeceyi açışımda karşıma çıkan ve ihtimaldir ki bir Yunus Emre araştırmasından kalmış olan, “Hakikat, ona erişmek için ödediğimiz bedeldir,” cümlesiyle bağını yazacaktım muhtemelen. Bir başka öyküdeki sebebi bilinmez sıranın, ilkokulda sınıfça oynadığımız ve gene sebebi belli olmayan bir şekilde kuyruğa giren insanları, bu insanları kuyrukta gördükçe başkalarının da gelmesiyle uzadıkça uzayan kuyruğu anlatan bir tiyatro oyununu anımsattığından da bahsedebilirdim birkaç cümleyle. Aynı öyküde işlenmiş varlık sorununa, yaşamayı kendi varlığını hissetmenin bahanesi olarak gören insanlara ve yazarın ince bir şekilde araya sıkıştırdığı, insan olarak bizlerin tek varlık sebebimizin kendimiz dışındaki şeyleri tamamlamak olabileceği fikrine değinebilirdim. Sonra aynı varlık sorununa Camus’nün de benzer şekilde “Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız,” diye vurgu yaptığını söyleyebilir, “Barış Bıçakçı mutlaka bolca Camus okumuştur!” diye coşkulu varsayımlarda bulunabilirdim. Başka bir öyküde yazarın tekrar bütünlük kavramına değinişinden, bu defa herkesin iddia ettiği gibi âşık kişinin o aşk sayesinde bütünlüğe erişeceği fikrinin aksine bütünlüğün âşık olunan kişide var olduğunu, âşık olunan kişinin âşık gözünde mükemmel bir bütün olarak görüneceğini, aşkın belki de bütünlük arayışında böyle bir sanrı yaratarak gözümüzü boyadığını iddia edişinden söz edebilirdim. Velhasılıkelam, bu inceleme çok farklı olabilirdi. Fakat bunların hiçbiri olmadı. Nihayetinde her şey döndü dolaştı ve tıpkı bir Barış Bıçakçı öyküsü gibi oldu. Olması gerektiği gibi... (Şahin Kürekci)

Yazarın ilk okuduğum kitabı. Sevgili Ünsal Ünlü'nün tavsiyesiyle okuma listeme aldığım bir kitap. Bu kadar naif öyküyü hiç birarada görmemiştim. Her hikaye insanı bir yerden alıp başka yerlere götürüyor. Hikayenin birinde ölmüş annenize ağlarken, diğerinde eski sevgilinizle otogarda vedalaşıyorsunuz. Sonra gasilhanede bahşiş bekleyen görevliler geliyor gözünüzün önüne. İçimde koskoca bi burukluk. Keşke bu kadar kısa sürmeseydi. (Yaşar Şekerci Akbay)

Barış Bıçakçı’yla tanışmamız güzel oldu. Her öykü beni o kadar içine çekti ki bitirmeden başından kalkamadım. Ceren’in keçeli kalemlerinden bir renk, Belkıs’ın günlüğünde adı geçen ilk kişiydim. Ferhat’ın babasının yıkandığı gasilhanedeki memnun kaldınız mı diyen ölü yıkayıcıydım. (Hüseyin Yurtal)

Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme PDF indirme linki var mı?

Barış Bıçakçı - Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Barış Bıçakçı Kimdir?

Barış Bıçakçı 1966'da Adana'da doğdu. Hüseyin Kıyar ve Yavuz Sarıalioğlu ile birlikte, Ocak 1994 ve Ekim 1997 tarihlerinde iki şiir kitabı yayımladı. İlk romanı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi (2000) yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. İletişim Yayınları'nca yayımlanan diğer kitapları: Veciz Sözler (2002), Aramızdaki En Kısa Mesafe (2003), Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2004)

Barış Bıçakçı Kitapları - Eserleri

  • Bizim Büyük Çaresizliğimiz
  • Aramızdaki En Kısa Mesafe
  • Sinek Isırıklarının Müellifi
  • Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
  • Baharda Yine Geliriz
  • Herkes Herkesle Dostmuş Gibi
  • Veciz Sözler
  • Seyrek Yağmur
  • Kurbağalara İnanıyorum
  • Tarihi Kırıntılar
  • Şiirler
  • Hüseyin Kıyar, Yavuz Sarıalioğlu, Barış Bıçakçı
  • Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
  • Herkes Herkesle Dostmuş Gibi

Barış Bıçakçı Alıntıları - Sözleri

  • "Her söz bir uçurum, onunsa kanatları çok küçük, kayalarsa keskin, her düşüş, bir ölüm." (Hüseyin Kıyar, Yavuz Sarıalioğlu, Barış Bıçakçı)
  • Basit şeyler isteyince, basit şeylerden zevk almaya başlayınca, anlıyorum ki âşık olmuşum. (Bizim Büyük Çaresizliğimiz)
  • "Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz." (Baharda Yine Geliriz)
  • "Korku iyi bir harçtır." (Sinek Isırıklarının Müellifi)
  • "Hayat alıştığım ve nefret ettiğim akışını kazandı tekrar." (Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra)
  • “Yazarın ömrü kahramanlarının ömrü kadardır.” (Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme)
  • Hep aynı şeyi mi yaşıyoruz, durmadan aynı şeyi? (Veciz Sözler)
  • Hayat ne tuhaf! Bazı çatlakların içine insan davranışları sızıyor ve orada birikiyor. Sonra da kötü kokular yükseliyor hayatın çatlak yerlerinden, zayıf yerlerinden. (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi)
  • Bir felsefeci ölü bulunduğunda akla gelecek ilk şüpheli elbette kafasındaki fikirlerdi. (Aramızdaki En Kısa Mesafe)
  • "Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım." Bu inanç yetiyordu ona. Zaten hayat da yere çakılana kadar yaşanan bir şeydi. (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi)
  • "Her gün o kadar çok acıya tanık oluyoruz ki, ben de artık asgari ahlak sahibi pek çok insan gibi, mutluluk rolü için dublör kullanıyorum." (Seyrek Yağmur)
  • "Yaşlı ve cazibesini yitirmiş bir aktris olmaya karar verdim çünkü neysem o olarak kalamazdım.Kimse olduğu gibi kalamaz. Kendisine azıcık saygı duyan hiç kimse olduğu gibi kalamaz." (Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme)
  • Hangi haberi okuduğumda normal hayatımı sürdürmeyi bırakacağım, diye düşündüm. Hangi haberi? (Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra)
  • Hayatın içinde çok fazla insan, mekan ve zaman var. Bu çokluk "inanması zor" şeyleri de mümkün kılıyor. Düşünün, yerküre 4,6 milyar yıl yaşında. Bu kadar sürede her şey olur! Ama sanatın bu kadar süresi yok. Dolayısıyla hayatın devasa çemberi içinde dışarı taşmadan var olan bir şeyi sanatın "dar" çemberi içine aldığımızda ister istemez çemberi ihlal etme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Sanattaki bir şeyin inandırı­cılığına hayattan kanıt bulmaya çalışmak bence nafile bir ça­ba. (Kurbağalara İnanıyorum)
  • Çünkü zamanla her şeyi sever insan, çünkü bir gün öleceğini anlar. (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi)
  • ... çünkü hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi. (Aramızdaki En Kısa Mesafe)
  • Böyle şeyler heyecanlandırırdı onu, yani mağdur olmak. (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi)
  • "Yürüdüğüm bu yoldan benden önce sonbahar geçmiş, ardından da hiçbir mevsim gelmemiş." (Hüseyin Kıyar, Yavuz Sarıalioğlu, Barış Bıçakçı)
  • "Kısa kollu mutsuzluk elbisesiyle annem, durmadan, kaybeden bir kahraman, bağışlamayan bir tanrı sizinle aramızda." (Şiirler)
  • “Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,“ demişti o. Sonra da bana dönüp sormuştu: “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?“ (Baharda Yine Geliriz)

Yorum Yaz