tatlidede

Fars - Fatih Balkış Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Fars kimin eseri? Fars kitabının yazarı kimdir? Fars konusu ve anafikri nedir? Fars kitabı ne anlatıyor? Fars PDF indirme linki var mı? Fars kitabının yazarı Fatih Balkış kimdir? İşte Fars kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 07.05.2022 17:00
Fars - Fatih Balkış Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Fatih Balkış

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750717819

Sayfa Sayısı: 112

Fars Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İstanbul'dan Ankara'ya giden bir trenin yemek vagonundayız. Bir tiyatro ekibi, Çehov'un Martı'sını sahnelemek üzere yola çıkmış. Kumpanya yemek vagonuna geçtiği zaman ekipten biri, köşeye oturuyor ve çevresini gözlemlemeye başlıyor; yazar, yönetmen, belgesel sinemacı ve oyuncular... Anlatıcımız, onları gözlemlerken giderek kendi anılarına, üniversite yıllarında yaşanmış, acıyla son bulmuş arkadaşlıklarına uzanıyor...

Fatih Balkış'ın Fars'ı, sık dokunmuş, göndermelerle dolu bir metin. Gençlik hayalleri insanı ne zaman terk eder? Yoksa bir yumruk gibi tıkanır mı boğazına? Sanatın insana kapılarını açması neden bu kadar zordur? Ve yaşamın her alanına yayılmış haksızlık, sanat ideallerinin içinde de yok mudur? Fatih Balkış, Fars'ta, kısıtlı bir alanda çok derinlikli bir hikâye anlatıyor. Dikkatli iç gözlemler, çarpıcı yaklaşımlarla, umutsuz da olsa çıkışı yine sanatın içinde arıyor.

Tiyatro koca bir farsa dönüştü, dedim kendi kendime. Bu kumpanya, oynadığımız drama ve yolculuğun kendisi ve bu ülke kocaman bir farstan başka bir şey değil. Saçmalıklar ve budalalıklar bütünü. Var olan her şey budalalık. İnsanlar topluca tiyatroda bir gerçeğin, henüz keşfedilmemiş bir gücün varlığına inanmak istiyorlar.

Fars Alıntıları - Sözleri

  • "Her şey koca bir hayal kırıklığı. İtici ve sarsıcı. Yüzsüz. Gençken buna katlanabiliyordum, ama artık yapamıyorum. Onlar bizdeki yaşam duygusunu aldılar ve bizi hayal kırıklığına uğrattılar. İnsanlardan soğumak böyle bir şey."
  • Çünkü düşünce insanları ışıldarlar. Kendi parlaklıklarını yayarlar.
  • Hep böyle olmuştur. Siz uzakta ve bilinmezlikler içinde bir yaşam sürdüğünüzü düşünürsünüz, ama gerçekte küçük ve çevrelenmiş bir dünyanın içindesinizdir.
  • İkinizin arasında duran yarısı dolu bardağın önünde ya da arkasında duran sen. Karmaşık bir konu ama düşünmeye değer.
  • Bir sanatoryum, bir hastane, bir hapishane, bir deliler evi. Bundan başka bir yeri yok insanın. Ve bu da sözünü ettiğim kıyılar demek. Deniz kıyısı, uçurumun kıyısı, yaşamın kıyısı.
  • Öldüğü gün evine geldiğimde, onu mahveden her şeyi bir arada buldum. Onu var eden hiçbir şeyse ortada yoktu.
  • Siz uzakta ve bilinmezlikler içinde bir yaşam sürdüğünüzü düşünürsünüz ama gerçekte küçük ve çevrelenmiş bir dünyanın içindesinizdir.
  • Yaşamım boyunca kendi isteğim dışında kendimden uzaklaşma pahasına yolculuklara çıkarılmıştım
  • Kimse onun yeteneğini geliştirmek için uğraş vermedi. Tam tersine, bir yeryüzü sürgünüydü o.
  • Her zaman ondaki iyilik duygusunu ve masumluğunu kötüye kullanıp işe yaramazlığını yüzüne vuran insanların kurbanı oldu.
  • Masumiyetini, bu dünyaya fazla gelen iyimserliğini her zaman kötülüklerden ve alçaklıklardan uzak tutmasına karşın, bunlar tarafından ele geçirildi.
  • Yaşamın; bilinmeyen, henüz açığa çıkarılmamış ya da geçmişte saklı kalmış, önemsenmemiş ve dışlanmış değerleri yüzünden insanlara, yakınlarımıza, dostlarımıza benim gibi düşüncesizler tarafından kötülükler yapıldığını anlamıştım.
  • İnsanlığa değil de, insansızlığa, dedi, diye düşündüm. İnsanlarla değil de, insansız.
  • Birini gözlemleriz ve zamanı ele geçiririz. Çünkü hızın yok ettikleri değil, yavaşlığın zenginliği olan ayrıntılar ortaya çıkar.
  • Yaşamın en büyük başarısı, kendi iradesi dışında hiçbir şeye evet dememesiydi.

Fars İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bu kitap, öncesinde hiçbir bilgim olmadan "Nasıl bir şeymiş acaba" diyip aldığım bir kitaptı. Uzun zamandır Türk bir yazar okumuyordum bu yüzden endişelerim de vardı. Kitap tiyatro hakkında pek çok şeyden bahsediyor. Açıkçası tiyatro hakkında pek bilgiye sahip değilim ama olayı genel hatlarıyla anlayabildim. Normalde iki saatte okuyacağım bir kitaptı fakat kendimden bir şeyler bulmam ve beni düşüncelere sürüklemesi sonucunda birbuçuk günümü aldı. Önyargılarımın aksini yaşatan güzel bir kitap oldu. Tavsiye ederim. "Deha kontrol dışıdır, diye düşündüm, ve sonlandırılamaz, belki bir kez yok edilebilir, sonsuza kadar, ama buna da aldanmamak gerek. İnsanın kendini sonlandırması her zaman deha yüzünden olmaz. Onun kılığına girmiş aldanmalarla insanlar kendilerindekini gerçek dehayla kıyaslar. Ama sonuç gülünç olur. Çok iyi bir besteci kalkar bir roman yazar, rezilliğe dönüşür. Vasat bir romancı kalkar bir gazetede köşe yazıları yazar, mide bulandırıcılığın doruklarına ulaşır. Kişisel gücün toplanması ve bir hedef belirlemesi korkutucu olur, ama hedef sapması denen şey zihinde kalıcı hasarlar bırakır, dedim kendi kendime. Bilimadamı laboratuvarları terk eder ve laboratuvarlardaki fareye dönüşür; sanatçı sanatsal mekanından çıkar ve bir soytarıya dönüşür. Başkalarına dönük ışıkları, kendileri için karanlık yayar. Ya görmezden gelinirsin ya da senden her zaman daha güçlü olanakları bulunanlarca aşağılara itilirsin. Bu kaçınılmaz. Şimdi yalnızca bir hiçlik var. Savunucular ve saldırganlar aynı kişiler. Suçlayıcılar aynı zamanda mahkumlar. Oyuncular ve seyirciler aynı insanlar. Duvarlar yıkılmış. Zihinsel güç sapkınlaşmış. Zihinsel güç taşar ve başka bir yöne sapar. Bu sapma durumundan sapkınlığa geçiş yapılır. Sapkm muhaliflik, diyorum buna. Ben bu sapkın muhaliflere dayanamıyorum. Ben Dostoyevski'nin günlüklerindeki tek başınalığı seviyorum. Bir başkasıyla aynı düşünsel zeminde bulunup muhaliflik saçmalığına destek olamam. Yalnız olduğum gerçeğini görmezden gelip bir başkasıyla birlikte eyleme geçemem. Kendi zihinsel tatminimi bir başkasıyla gideremem. Kafamdaki karmaşık sorunlar, asla sahnede görünenin yön vermesiyle biçimlenemez. Katı olmak, keskin olmak, yıkıcı olmak ve giderek yalnızlaşmak benim yazgım. Bundan kaçarsam sahtekarlaşırım. Ve ben kimseye bu sahtekarlığı dayatamam. İktidarı ve muhalifleri reddediyorum. Sahtekarlığın sokakta yaşadığı, insanların yüzlerine yapıştığı bu ülkeyi reddediyorum. Alçaklık ve yalancılığın boyutlarının ölçülebildiği, sonunda sapkınlığa dönüşen, herkes tarafından göz yumulan bu gösteriyi reddediyorum. Her gün, her saat ve her dakika yeni bir sapkınlığın yaşandığı bu ülkede başkalarıyla temas kurmam mümkün değil. Benim için bütün yollar kapalı. Elimden her şeyimi alabilirler, beni kolaylıkla içeri tıkabilirler. Beni kolayca özgürlüğümden koparıp içeri tıkmaları onların tümüyle sahtekar ve alçak olduğu gerçeğini değiştirmez. Yüzyıllardır içeri tıkma ve susturma tehdidini geri adım atmadan kullanıyorlar, ama benim karşımda çaresizler. Bu misyoner devlet midemi bulandırıyor. Sokağa çıkmak bile anlamsız. Kapı gözetleyicileri giderek artan sapkınlıklarıyla çoğalıyorlar. Benim kaçabileceğim tek yer Dostoyevski'nin günlükleri, Sebastian'ın, Musil ve Strindberg'inkiler. İnsan bazen kendi devletinin gerçekte ne olduğunu bir başka devlet sayesinde keşfeder. Benim misyoner devletimin ne olduğunu ve bende uyandırdığı dehşeti Strindberg'in bir oyununun sahnelenmesi dolayısıyla İsveç konsolosluğunda katıldığım bir ·davette anlamıştım. Faşizmin hala en ağır biçimde yaşandığı bu davette olmak midemi bulandırmıştı. Davette sunulan ve diğerlerinin iştahla yediği yemekten yememiştim. Pahalı şarapların içildiği ve Strindberg dışında her şeyin konuşulduğu steril salonda bardaki kadının, garsonların, bir gün göçmen olurum umuduyla kendilerini kullandırtan, buna mecbur bırakılan Asyalılar olduğunu görmüş, İsveç'ten ve İsveçlilerden de nefret etmiştim. Kendilerini hala hizmet satın alabilen efendiler olarak gördüklerini, dahası buna sonsuzluğa inanır gibi inandıklarını görünce onlardan ve onların kültürlerinden tiksindim. İğrenç gülüşlerini bu hizmetlere borçlu olduklarını, mutluluklarını ve o hep övündükleri ezici refah seviyelerini, başka insanları, güçsüz olanları ezerek elde ettiklerini düşündüm. Oysa o davete çok sevdiğim Strindberg için, onun İsveçli olduğunu bilerek gitmiştim. Ama bir İsveçli yazarı sevmenin, İsveç'i sevmekle aynı şey demek olmadığını öğrendim. İsveçli bir yazar İsveçliler tarafından hasta edilirse, İsveç'e ilgi duymak anlamsızlaşır. Hastalık ve sapıklık üreten bir toplumun bundan etkilenmiş ve bu sapıklıkları dile getirmiş bir yazarına ilgi duymak, bütün İsveç'e ilgi duymak anlamına gelmez. Bir İsveçli yazan yücelttiğinizde, İsveç'i yüceltmiş olmayız, tıpkı bir Avusturyalı yazarı yüceltirken, onun yaşam boyu tiksindiği ve eserlerinden mahrum bıraktığı kendi ülkesini yüceltıneyiz. Aynı şey demek değildir. Tıpkı Strindberg'in duyduğu azapların gerçek nedenlerini ya da Ibsen'in ülkesinden kaçışını ve sonra yine mide bulandırıcı bir biçimde ülkesinde saygı görüşünü anlamak olası değildir. Sömüren ülkeler yerine insanları düşünmek korkutuyor beni, çünkü öbür türlü kitleler halinde gerçekleşen bir kitlesel yıkım söz konusu; kitlesel yıkımları algılamak her zaman zor oldu benim için, oysa kişisel olanı daha berrak görebiliriz. Önce hislerimize dokunur, sonra zihni kapatır. Ama bu gücün nasıl elde edildiği önemli. Sömüren uluslar zihinsel güçlerini sömürdükleri ülkelerin kültürlerinden elde etmediler. Onlarınki kendiliğinden elde edilmiş bir gücün, dünyevi olana yönelmesiyle gerçekleşti. Bireysel olan bu anlamda karmaşıklaşıyor." "Her şey koca bir hayal kırıklığı. İtici ve sarsıcı. Yüzsüz. Gençken buna katlanabiliyordum, ama artık yapamıyorum. Onlar bizdeki yaşam duygusunu aldılar ve bizi hayal kırıklığına uğrattılar. İnsanlardan soğumak böyle bir şey." Kitaplarımı ve incelemelerimi paylaştığım instagram adresim: https://instagram.com/busraninkitapokumagunlugu?igshid=vgymm2ncuw55 (Büşra Kaya)

İstanbul'dan Ankara'ya giden bir trenin yemek vagonunda bir tiyatro takımı... Çehov'un "Martı" oyununu sergilemek üzere yola çıkarlar. Başkişimiz, vagonda bir köşeye oturuyor ve çevresini gözlemlemeye başlıyor. Bunu yaparkende kendi anılarına dalıp çıkmaya başlıyor. Bilimyurdu yıllarında yaşadığı acıyla son bulmuş arkadaşlıklarına uzanıyor. . Bir yandan sanatı, toplumu eleştirirken kendisinin geçmişe bakışları onun bugününe yeni anlamlar kazandırıyor. Dokundurmaları ile kişiyi, devleti, sanatı ve toplumu ele alıyor Fatih Balkış. Bu kısa ama derinlikli öyküden oldukça yararlı çıkarımlar yaptım. Tümcelerin altını çizmek için eliniz kendiliğinden deviniyor. İç çözümlemeleriyle okuyucuyu satır aralarında sorgulatıyor da. Her alana yayılan haksızlık sanatta da mı var diye de inceliyor. . Yerli bir yazarımızın böylesi güzel bir yapıt çıkarması beni gururlandırdı. Eğer siz de gerçeklerle yüzleşmeyi, gözünüz açıkken bakmayı görmeyi öğrenmek istiyorsanız, okumanızı öneririm. (Betikevi)

Neden paragrafsız bir şekilde yazıldığını anlamadım acaba sevdiği arkadaşı Can kadar özel olarak anlaşılmak mı istendi? Bazen o kadar derinlere iniyor ki bir an kopup ne okuduğumu düşünüp tekrar sayfa başına döndüm... (Umut özkan)

Fars PDF indirme linki var mı?

Fatih Balkış - Fars kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Fars PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fatih Balkış Kimdir?

1977’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği bölümünden 2002’de mezun oldu. Bir süre Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sanat ve İletişim yüksek lisansına devam etti. Stüdyo Oyuncuları’na katıldı. Düzenli olarak Radikal Kitap, Yolculuk, Hürriyet Gösteri gibi dergi ve gazeteler için edebiyat eleştirileri yazdı ve yazarlarla söyleşiler yaptı. Halen Stüdyo Oyuncuları’nda “kurmacanın tasarımı” adlı bir ders veriyor ve metin yazarlığı yapıyor.

Edebiyatı; Tim Parks’ı, Salinger’ı, Jeff Noon’u, Laclavetine’i, Echenoz’u, Bernhard’ı, Kayacan’ı ve Sevim Burak’ı, oyunları; Marlowe’u, Stoppard’ı, Osborne’u, Aksal’ı, sinemayı; Wenders’i, Kurosava’y›, Hitchcock’u müziği; The Cinematic Orchestra’yı, The Smiths’i, New Order’ı, felsefe, sosyoloji ve antropolojiyi; Ortega y Gasset’yi, Schopenhauer’i, Harvey’i, Baumann’ı, Zerzan’ı kitap toplamayı, kentte bir flaneur olarak dolaflmayı, devleri ve cüceleri, İzlanda sagalarını, masalları, Beyaz Geceler’i ve kedileri seviyor.

Fatih Balkış Kitapları - Eserleri

  • Karaçam Ormanı'nda
  • Fars
  • Yerçekimi
  • Baht Dönüşü

Fatih Balkış Alıntıları - Sözleri

  • "Her şey koca bir hayal kırıklığı. İtici ve sarsıcı. Yüzsüz. Gençken buna katlanabiliyordum, ama artık yapamıyorum. Onlar bizdeki yaşam duygusunu aldılar ve bizi hayal kırıklığına uğrattılar. İnsanlardan soğumak böyle bir şey." (Fars)
  • "İnsanlar birbirlerine çok benziyorlar. Sorunlarını anlatırken kendilerini usulca ellerime teslim edişlerini görmelisin. Sonunda şunu anlıyor insan; yaşam ondan kaçanların değil, onu çekip çevirenlerin cenneti." (Yerçekimi)
  • Hep böyle olmuştur. Siz uzakta ve bilinmezlikler içinde bir yaşam sürdüğünüzü düşünürsünüz, ama gerçekte küçük ve çevrelenmiş bir dünyanın içindesinizdir. (Fars)
  • "Çünkü bu yaşanan, demişti kadın yazar, sonsuz bir örtünme, sonsuz bir kapanma, sonsuz bir cendere, hayal edebildiğim şey sonsuz bir açıklık, boşluk, hani taşranın da kırsalın da ötesi, dağların insansızlığın da ötesi, çorak vadilerin de ötesi, buzullarinr da ötesi..." (Karaçam Ormanı'nda)
  • Birini gözlemleriz ve zamanı ele geçiririz. Çünkü hızın yok ettikleri değil, yavaşlığın zenginliği olan ayrıntılar ortaya çıkar. (Fars)
  • Her zaman ondaki iyilik duygusunu ve masumluğunu kötüye kullanıp işe yaramazlığını yüzüne vuran insanların kurbanı oldu. (Fars)
  • İnsanlığa değil de, insansızlığa, dedi, diye düşündüm. İnsanlarla değil de, insansız. (Fars)
  • Yaşamım boyunca kendi isteğim dışında kendimden uzaklaşma pahasına yolculuklara çıkarılmıştım (Fars)
  • Mutlu bir toplum olamayacağız, mutlu ailelerin, mutlu bireylerin olmadığı bir dünyada ve dahası bu nedeni belirsiz mutsuzluğun içine doğuyor olmanın acısıyla yaşayacağız. (Karaçam Ormanı'nda)
  • Sözcüklerin tek hakimi olmak, dillerin arasındaki gizli yer altı sularını keşfetmek, bir sözcükten bir dünya kurmak hoşuna gidiyordu. (Yerçekimi)
  • Dönüp arkama baktığımda doğru yolda olduğunu göreceğim ve ben kendi yolumda ilerlerken... (Yerçekimi)
  • Artık dünyasız bir kafaya dönüşmüştüm. İki dünya arasındaki kapılar sonsuza kadar kapanmıştı. Kalıntılar vardı, moloz yığınları vardı, ama oraya gerçekten dönmemi sağlayacak olan duygulardan yoksundum. (Karaçam Ormanı'nda)
  • İnsan yeniden kendisi olacağına, kendisi gibi olacağına, eski ben' ine geri döneceğine dair söz verebilir mi? Yitirilmiş olanı, zamanda donmuş, koca bir sessizliğe gömülmüş olanı şimdiye taşıyabilir mi? Hem taşısa bile ne bulurdu ki karşısında? (Karaçam Ormanı'nda)
  • Varoluşun yaslandığı bu gidişat, yani güvenli ama aksak, hep mutluluğun ötelendiği ve geçim derdinin söz konusu olduğu bir gidişatmış. Kesinliklerden uzak, bu yüzden tehditkâr. (Karaçam Ormanı'nda)
  • "Edebiyatta, düşüncede ve dostluklarda ayaküstülüğünü sevmiyorum" dedi. (Yerçekimi)
  • Kazanmanın yollarından biri de kaybetmeyi hafife almaktır. Böylece hem kaybettiğimde hem de kazandığımda sonrası için yıkımlar ya da zaferler için, duygularımı yok sayabilirim.. (Yerçekimi)
  • Öldüğü gün evine geldiğimde, onu mahveden her şeyi bir arada buldum. Onu var eden hiçbir şeyse ortada yoktu. (Fars)
  • İnsan kendi kayıplarının bir ansiklopedisini yapmalı, belki de böylece yazılmış en gerçekçi kitabı yazmış oluruz. (Karaçam Ormanı'nda)
  • Her ülke kendi kıyım tarihiyle bir gün yüzleşmek zorunda kalacak. (Karaçam Ormanı'nda)
  • Yaşam ondan kaçanların değil, onu çekip çevirenlerin cenneti. (Yerçekimi)

Yorum Yaz