tatlidede

Fe Eyne Tezhebun/Nereye Bu Gidiş…

Fe Eyne Tezhebun/Nereye Bu Gidiş…

Evde, okulda, çarşıda, pazarda, sokakta kısacası hayatın var olduğu her alanda bugün en çok muhatap sorduğumuz sorular şüphesiz “dünya nereye gidiyor” veya “bu gidiş nereye” şeklindeki sorulardır. Elbette yaradılış gereği bu soruyu sorması gereken de beşeriyetin en üstünü olarak yaratılan insandır. Çünkü insan düşünebilen, akledebilen tek varlıktır. Sorunun muhatabı insan olduğu gibi, çözümü de yine insanoğludur.

Düşünsenize dünyadaki savaşlar, kavgalar, cinnet geçirmeler, açlıktan her gün onlarcasının ölümü, önü alınamayan hastalıklar ve daha nice sorunun tek muhatabı yine insandır. Aslında eden de, bulan da insandır en nihayetinde. Yozlaşan ve neredeyse hayatımızın artık hiçbir alanında kendine yer bulamayan, hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan “adab-ı muaşeret” i (Bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezaket, saygı ve görgü kuralları) hayatımızdan çıkardığımız günden beri asla mutlu edemedik ne kendimizi, ne bir başkasını…

Nasıl mı?
*Önce nezaketimizi kaybettik. Yumuşak huylu olmayı, eleştirilmeyi ve bir başkasının nasihat etmesini kendimize hakaret saydık. Çünkü her şeyi en iyi bilen bizdik artık. Hatalarımızı söyleyenleri dost değil de bizi sevmeyen, bizden haz almayan insan olarak görmeye başladık.

*Kendi kusurlarımızı görmezden geldik. Hep karşımızdakilerin kusurlarını açığa çıkarmayla uğraştık. Kendimizde olan her türlü kusuru bir başkasında görmeye başladık. Oysa aynadaki bizden başkası değildi. Aynaya baktığımızda bizden başkasını görme ihtimalimiz asla yoktu.

*Sıla-i rahim adına ne varsa bir bir uzaklaştık. Aile, akraba ve dost meclislerinde sohbeti terk ettik. Çat kapı sohbetlerini bir kenara bırakarak, günler öncesinden randevu almaya çalışarak birbirimize gitmeye çalıştık. Giderken de en iyi yaptığımız şey birbirimizi çemkirmek ve üstü kapalı birbirimizin eksiğini onun, bunun dedikodusunu yapmak oldu. Önce biz, sonra da evlatlarımıza akraba yerine “akrep” demeye başladık. Hasta ziyaretlerini, hal hatır sormayı, dertleşmeyi, yardımlaşmayı ve daha nice güzelliği önce biz terk ettik, sonra çocuklarımıza terk ettirdik. Kendi çocuklarımızın hatalarını görmek yerine komşularımızın ve akrabalarımızın çocuklarındaki kusurlara yoğunlaştık. Kalplerimiz katılaştı, gözlerimize perde inmeye başladı. Uzaklaştıkça uzaklaştık.

*Çıkarlarımız uğruna onurumuzu ayaklar altına aldık. Makam ve mevki uğruna sahip olduğumuz tüm değerleri ayaklarımızın altına almaya başladık. Samimiyetimizi kaybettik. İlişkiler vahşi ve korkunç bir menfaat döngüsüne dönmeye başladı. Yalan olan her şeyi söylemeyi mubah saydık. Başkasına ait hiçbir güzelliği göremedik, o makama biz geçelim de ne olursa olsun dedik. Hak ve hukuku önce yüreklerimizden, sonra da hayatımızdan çıkardık. Dedikodu ve iftiralarla herkesi alaşağı etmeye başladık. Bize ait değilse, hiçbir güzelliği görmek istemedik/göremedik. Bizim gibi düşünmüyorsa, hele bir de itaat etmiyorsa yıkmak uğruna bütün her şeyi yapmaktan kaçınmadık. Günahlarımızı, hatalarımızı, kusurlarımızı haramlarla ve şaşaalı gösterişlerle kapatmaya çalıştık.

*Sosyal sorumluluk bilincimizi kaybettik. Komşularımızla geçinmeyi elimizin tersi ile ittik. Birbirimizin ölüsünden bile haberimiz olmadı. Yaşadığımız çevredeki bütün güzellikleri yok etmeye, sonra herkesin elindeki haklara göz dikmeye başladık. Evlerimizde son ses müzik dinledik, kapılarımızın önünü kirlettik, çöplerimizi gelişi güzel attık, çocuğumuzun her haksızlığına göz yumduk ve en ufak bir kıvılcımda hiç acımadan birbirimizi vurmaya başladık. Evimizin, iş yerimizin her tarafını işgal etmeye başladık. Esnafımız iş yerinin etrafındaki kaldırımları kendi malı saydı. Önce ufak ufak eşyalarını yaydı, sonrada tamamen kapatarak oradan geçen herkesi caddede yürümeye itti. Arabalarımızı gelişi güzel park ettik. Biz park edelimde bir başkası hiç umurumda olmadı. Hatta uyarırsa en şiddetlisinden karşılık vermeyi marifet saydık. Daha da acı olanı, yürüdüğümüz cadde ve sokakları kirletmeye başladık. Gelişi güzel her tarafa çöp atmaya, her tarafı kirletmeye başladık. Diğer canlılara da yaşam hakkı tanımadık. Gerçi insana saygısı olmayanın, diğer canlılara saygısı ne olurdu o da ayrı dava. Ağaçları kestik, yeşillikleri yok ettik, vurduk kırdık. Sonra da göstermelik ve tamamen riya kokan sosyal sorumluluk projesi adı altında üç beş kuşa yuva veya birkaç yabani hayvanı kafese tıkayarak sevgi pıtırcıkları olmaya başladık. Ya kardeşim yaratılan ne varsa yaşamayı hakkediyor. Yaşam hakkını önce elinden al, sonra da yaşatıyorum diye samimiyetten uzak davranışlar içine gir.

*Samimiyetimizi kaybettik. Günlük hayatımızda yaptığımız her işte gösterişe kaçtık. Asıl görevimiz olan işi yaparken bile, işin şovuna kaçtık. Hasta ziyaretlerimizi, taziye merasimlerimizi, yardımlarımızı, ibadetlerimizi ve kısacası yaptığımız her şeyi sosyal medyada çarşaf çarşaf sergilemeye başladık. Hatta o kadar abarttık ki anne ve babamızı ya da aile efratlarından birine yaptığımız her iyiliği bile sergileme acziyetinin içine düştük. Hal böyle olunca yaptığımız güzellikler zamanla bizi tatmin etmemeye, karşıdakini de incitmeye başladı. Halbuki bunlar yapmamız gereken olmazsa olmazlarımızdı. Harbiden biz ne ara bu kadar alçaldık, ne ara bu hale geldik.

*Adalet, hakkaniyet ve liyakatı rafa kaldırdık. Terazinin ayarlarıyla oynamaya başladık. Adaleti dağıtırken, kendi kefemiz ağır gelsin diye ne bulduysak doldurmaya başladık. Ne hakkaniyeti şiar edindik, ne liyakı gördük. Benim dediğim gibi olsun, ben haklı çıkayım da ne oluşa olsun düşüncesi hakim olmaya başladı. Dedikodu ve zan üzerine hesaplarımızı yapmaya başladık. Bizden olsun, bizim dediğimiz olsun da kazanan biz olalım dedik. Bu yüzden kul hakkını gözetemedik, bu önce vicdanlarımızı, sonra da muhataplarımızı rahatsız etmeye başladı. Zamanla hiçbir işimizde mutmain olamamaya başladık. Çünkü sinelerimiz ve vicdanımız kirlenmeye başlamıştı. Küçük günahlarla başladığımız işlerimizde, artık daha büyüklerini işlemek için kaçınılmaz bir hale düştük. Gözümüz kendi menfaatlerimiz dışında hiçbir şeyi görememeye başladı. Önce kalplerimiz katılaştı, sonra gözlerimizin önüne perdeler inmeye başladı. Araştırmadan, eğrisine-doğrusuna bakmadan biz haklı çıkalım diye herkesin yaşam hakkını elinden almaya başladık. Belki de bunları en çok eleştiren bizdik, ama zamanla bunlar bizim yaşantımızın bir parçası olmaya başladı. Kendimizi öyle bir inandırmaya başladık ki, neredeyse tüm yanlışlarımızı herkese doğru olarak kabul ettirmeye başladık.

Adalet kantarının topuzunu kaçırdık, hakkı zulme tebdil eyledik. Liyakatı, riya(kat) ya tercih ettik.

Sonuç mu?

Kendi vicdanlarımızda inşaa ettiğimiz çürük, kokuşmuş ve toplumun genetiğini bozan yaşam felsefelerimizle önce aile, sonra da toplumu sahip olduğu tüm güzelliklerden uzaklaştırdık. Kendi elimizle ektiğimiz “merhametsizlik” tohumları kin, nefret ve kimseye yaşam hakkı tanımayan devasa bir medeniyet!!! ordusu olarak karşımıza çıkardık. Hal böyle olunca hepimizin birbirine sorduğu o meşhur sorular kaçınılmaz oldu. “Nereye bu gidiş”, “Dünya nereye gidiyor” Selam ve dua ile…

Editör: Aydın

Yorumlar

Image
mehmet yılmaz
06.07.2022 / 11:57

Hep sitem ediliyor, bizim zamanımızda böyleydi, değer vardı ahlak vardı ama şimdi her şey bozuldu diye de sitem ediyoruz. İyi de bizden öncekiler görevini yaptı gitti onların suçu var mı? tabii ki yok. Biz kendimize bakmalıyız herkes eleştiriyor ama herkes herkes ile uğraşıyor. Üç günlük bir koltuk uğruna tüm değerlerini yok etmeye çalışan kişilere bakmak, onları değerlendirmek lazım. Hem eleştirdiğimiz insanları yönlendiren de bunlar değil mi? Cahil cühelanın eline geçerse koltuklar böyle olur tabi... Herkes kendini sorgulamalı en iyisi bu bence, daha geç olmadan. Belki bu toplumu, bu güzelim ülkeyi kurtarmanın az da olsa umudu varken. fakat çok ilginç, bu görevi üstlenenlerin şikayet etmesi gerçekten çok garip. Herkesin bir gün sitem edeceği veya muhtaç olacağı tek şey adalet olacaktır.

Yorum Yaz