tatlidede

Güle Güle Feyyaz abi

1954 yılında Şexmûsê Bedrettin ve Fahriya Hasan beg’in çocukları olarak Gercüş’te dünyaya geldi.
Güle Güle Feyyaz abi

Oldukça hareketli, dizginlenemez bir çocukluk ve gençlik döneminden geçti.Babamız Şexmûsê Bedrettin Belediye Reisiydi ve otoriter yapısıyla,kurallarıyla bilinirdi.Feyyaz abim onun kurallarına dahi karşı gelme cesaretini gösteren ve sürekli okuyan,okudukça da çağdaşlarına göre daha farklı bir anlayışa sahip olan biriydi.Kavgacı ve mücadeleci bir yapısı vardı.Akranları ondan oldukça çekinirdi,hiç çekinmeden kalabalıkların arasına bir anda dalar ve üstü başı yara bere içinde ama kafası dik bir şekilde eve gelirdi.Annemin ‘’yine mi Feyyaz’’ diyen bakışlarının altından geçip odaya gider ve akşam olunca giriştiği müthiş kavgayı ve bu kavganın kahramanlarını tek tek isimlerine varana kadar bizlere anlatır, pek belli etmese de aynı zamanda mağlup olanlar için hüzünlenirdi.

Çocukluk dönemlerimizde Gercüş’te meşhur bahçelerimiz vardı bizim.Sıra sıra ağaçların dizildiği, Reisin bahçesi O dönem oldukça meşhurdu.Haftasonları azda olsa nefes almak için bu bahçelere gidilirdi.İşte Feyyaz abimin Midyat’ta okuduğu dönemde haftasonları onun gelişini iple çeker ve hep birlikte bahçelere giderdik.Bazen Zekiye halamda Midyat’tan abimle birlikte gelirdi.Kürtçe tuvê şemi(Şam dutu) dediğimiz oldukça büyük,dallarının sert ve çıktığınız anda sizi boyayan oldukça ünlü bir dut ağacımız vardı.Feyyaz abim dışında hiç kimse O ağaca çıkıp dut toplayamazdı.Abim üstünü çıkarır,ağacın hiç esnemeyen ve kalabalık dalları arasında dakikalarca dut toplar ve topladığı bu dutları ellerimizle aşağıdan yukarıya doğru uzattığımız kovaların içine doldururdu.İşte çocukluğumuzun bizce en güzel anları,anılarıydı bunlar ve biz hiçbir dutun O ağaçta ki dutun tadını bir daha vermeyeceğini bilerek avuçlarımız kızarana kadar kırmızılıklarımıza gülerek kuş cıvıltılarının arasında yerdik.

 

70’li yıllara gelindiğinde Feyyaz abim Diyarbakır eğitim enstitüsünde Edebiyat öğrencisiydi artık.Mezopotamya’nın o kızgın havasında öğrenci hareketleri içerisinde ki yerini O da almıştı.Günlerce gözaltında kalıyor ve çıktığı mahkemelerce serbest bırakılıyordu.Avukatlığını eşim Şeyhmus Miroğlu yapıyordu.Zaten dayı-hala çocuklarıydı,Kürtlerde eskiden dayı çocuklarına da Kürtçe Xalo(dayı) diye hitap edilirdi.Abim her serbest kaldığında eşime dönüp ‘’Xalo bu seferde kurtulduk’’ derdi,içinde bulundukları duruma birlikte gülerlerdi.Bir gün Feyyaz abim Diyarbakır’dan Gercüş’e çıka geldi.Hiç unutmam zamanın parasıyla 175 liraya çok güzel bir terlik almıştı bana.Öğrenciydi, O zamanlar 175 lira büyük paraydı ve 6-7 aylık harçlığıydı.Biriktirmişti parasını,epey zorlanmış ama yine de vitrinde gördüğü O terliği almıştı bana.Bunu hiç unutmadım,aradan çok uzun yıllar geçti ve ben bir daha asla abimin aldığı kadar güzelini ne bulabildim ne de alabildim,ama ne o anı ne de o günü hiç unutmadım abi,hiç unutmadım.

Tarih 80’li yıllara akarken Feyyaz abim öğretmendi artık,eşi mehtap ile evlenmişti.Kısa süren öğretmenlik hayatı 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle sekteye uğramış ve yerleşik düzeni bozulmuştu.Bir müddet böyle devam etmiş,ara ara Suriye’ye geçiş yapıp gelmişti ama abim çemberin artık iyice daraldığını biliyordu.Eşim Av.Şeyhmus Miroğlu ile İstanbul’da buluşmuş ve ona yurt dışına gitmesi gerektiğini söylemişti.Eşimde çok yakın bir Süryani dostu olan Meko abiyi(Meko Kurter) aramıştı.Rahmetli Meko abi Midyatlıydı,eşim Şeyhmus bey ile yakın dosttular.Meko abi hemen İstanbul’a onların yanına gitti ve Feyyaz abimin Almanya yolculuğu da başlamış oldu.Meko abi hiçbir zaman eşim Şeyhmus beyi kırmamıştı ve O günde sağolsun kırmamış ve bizce de Meko abi hiç bir zaman unutulmadı.

Feyyaz abim Almanya’da uzun yıllar öğretmenlik yaptı.Pelin,Mizgin ve Mem Lori adını verdiği üç çocuğu oldu.Mutluydu,ama hep buraları ve bizleri özlerdi.Saatlerce telefonda konuşurduk onunla.Geçmişi hiç unutmamıştı,gercüş’ü hiç unutmamıştı.Bir gün Almanya’da kontrol için gittiği doktor yüzünde ki yarayı farketmiş ve ona isterse bu yarayı yok edebileceğini söylemişti.Abim doktora ‘’hayır,bu yaranın bende çok büyük bir anısı var’’ demiş ve izin vermemiş,yüzünde taşıdığı çocukluğunun gercüş’ünden ayrılamamıştı.Dediğim gibi abimin çocukluğu dolu dizgin geçmişti.Bir gün bahçelerde koşarken Yusuf dayı(Yusuf Bıçakçı) onun kim olduğunu çıkaramamış ve taş atmıştı.Feyyaz abim olduğunu anladığında ise iş işten geçmiş ve abimin yüzünde belirgin bir iz bırakmıştı.İşte doktorun yok edebileceğini söylediği yara izi bu izdi.Abim bunu yıllar sonra Yusuf dayının torunu Şeyhmus Bıçakçı’ya anlattı ve yara izini sildirmedim dedi.Çünkü hayatın vücudunda bırakmış olduğu izlere karşı saygılıydı.Son zamanlar da içine mi doğmuştu bilinmez ama sık sık beni arayarak yaptığı şeyleri anlattı.Ona verdiğim ortak geçmişimize ait çok eski yirmi iki tane fotoğraf vardı,onlardan da bahsetmeye başlamıştı.Hayat işte böyle birşey,insan son bir defa da olsa durup arkaya,anılara bakmadan yapamıyor.

Mehmet Feyyaz Ekmen’in hayat öyküsü Kürtlerin kısa öyküsüdür aslında.

1954 yılında Gercüş’te başlayan filmlere, romanlara konu olabilecek daha yazılmayan, yazılamayan olaylarla dolu ve 2021 yılında Almanya’da son bulan bir hayatın öyküsüdür bu.

İşte abi, sana veda etmek zor ama hayat bir o kadar da kısa.

Güle güle Feyyaz abi...

Anneye selam söyle...

Babaya selam söyle...

Fahrettin abiye,

Muzaffer abiye selam söyle...

Ferzana selam söyle...

Halayla bizleri konuş...

Güle Güle abi...

Güle Güle...

Editör: Nezir Güneş

Yorum Yaz