diorex
Dedas

Mustafa Karakaş: Bizim sinemamız, İslam’ı tahrif ve Müslüman’ı tahkir üzerine kurulu bir sinema olmuştur

Medya eleştirmeni Mustafa Karakaş, Türkiye’de sinemanın kuruluşundan itibaren İslami değerlerin sistematik şekilde sansüre uğradığını, günümüzde ise Müslümanların medya mühendisliğiyle hedef alındığını söyledi. Karakaş, İslami camianın medya üretiminde ciddi eksiklikler yaşadığını da vurguladı.

  • 23.05.2025 11:42
Mustafa Karakaş: Bizim sinemamız, İslam’ı tahrif ve Müslüman’ı tahkir üzerine kurulu bir sinema olmuştur

Sinema, televizyon ve dijital platformlar üzerinden İslam karşıtı içeriklerin nasıl normalleştirildiği ve bu algıya karşı Müslüman toplumların nasıl bir duruş sergileyebileceği konusu, medya eleştirmenleri, film yapımcıları, sosyal medya uzmanları ve STK temsilcilerinin gündeminde yer almaya devam ediyor.

İlke Haber Ajansı’na konuşan Sosyal Medya Uzmanı ve Medya Eleştirmeni Mustafa Karakaş, Türkiye’de sinemanın başlangıcından bu yana İslami değerlerin sistematik olarak sansürlendiğini belirtti. Karakaş, bu sürecin medya yoluyla toplum mühendisliğinin bir parçası olduğunu, Müslümanların ise bu algı operasyonlarına karşı yeterince medya okuryazarlığı geliştiremediğini ifade etti.

"Ezan sesi, başörtü, çarşaf gibi dini olan ne varsa 1970’li yıllara kadar teftiş kurulları tarafından tüm filmlerden ayıklanmıştır"

"Filmler ve dizilerde İslam nasıl temsil ediliyor?" sorusuna Karakaş "Önce biraz geriden başlamak gerekir. Türkiye'de sinema sektörü, yeni kurulan rejimle beraber korkunç bir sansüre maruz kaldı. Bu, çok bilinen bir şey değildir. Genelde şöyle denir: Osmanlı yıkıldı, yeni bir devlet kuruldu. Yeşilçam filmlerinde mesela ne ezan vardır, ne namaz vardır, ne başörtülü bir kadın görünür. Sanki dünyanın herhangi bir yerinde, İslam’ın hâkim olmadığı topraklarda çekilmiş filmler gibi bir intiba verilir. Oysa hakikat şudur, 1938’de çevrilen ilk filmden 1970’li yıllara kadar çevrilen tüm filmler denetleme kurullarına gönderilirdi. Denetleme kurullarında çok ilginç sansür örnekleri var. Mesela bir filmde, yeni doğan çocuğa isim koyma merasimi sahnesi vardır ve burada ezan okunur, ancak o an sahne anında kesilir. Bir başka filmde, köprüden geçen çarşaflı bir kadın görülür, o sahne 'makaslayın' denilerek çıkarılır. Yani ezan sesi, başörtü, çarşaf gibi dini olan, dini hatırlatan ne varsa 1970’li yıllara kadar teftiş kurulları tarafından tüm filmlerden ayıklanmıştır. Bu ilginçtir, çünkü o dönemin sinemacıları Osmanlı’nın bakiyesiydi. İnsanın aklına şu takılıyor, 'Neden bu kadar dinden uzak, din dışı filmler çektiler?' Aslında çekmediler. Normalde dini ritüeller içeren sahneler de vardı. Fakat bu sahneler teftiş kurulları tarafından kesildi." dedi.

"Bizim sinemamız İslam’ı tahrif ve Müslüman’ı tahkir üzerine kurulu bir sinema olmuştur"

Konuşmasının devamında Karakaş, şunları aktardı "1970’te din, ilk defa Yeşilçam’da görünmeye başladı. Ezan sesleri, dini figürler yer almaya başladı. Ancak bu sefer de işler tersine döndü. Nerede kötü bir karakter varsa üçkâğıtçı, düzenbaz, arsız, hırsız onları dini simgelerle özdeşleştirdiler. Yani özetle, bizim sinemamız İslam’ı tahrif ve Müslüman’ı tahkir üzerine kurulu bir sinema olmuştur. Maalesef bu şekilde yapılandırılmıştır. Nasıl ki yeni rejim kurulduğunda her şeyiyle dini olanla hesaplaşmayı planladıysa, sinemada da aynısını yaptı. Yoksa bu topraklarda hiç İslami bir şey olmadı mı? Oldu. Ama kestiler, kestiler, kestiler… Sonrasında insanlar bunu içselleştirdi ve dini olanı filmlerine koyamaz hale geldiler. Bugün ise 2025 yılındayız. Dini içerikler sinemaya yavaş yavaş girmeye başladı. Ve görüyoruz ki, bu içerikler büyük bir etki oluşturuyor. Mesela TRT’nin bir dizisinde, ortalama bir dindarlık ve sade bir yaşamla ilgili bir 'gassal projesi', rekor üstüne rekor kırdı. Bu da gösteriyor ki halkın, özünü anlatan, kendini temsil eden dini unsurlara karşı bir ihtiyacı ve ilgisi var."

"Sinema sektörü özellikle Yahudi sermayesinin elindedir"

Karakaş "Genelde şöyle deniyor: 'Bu arz-talep meselesi. Siz istemeseydiniz bu sahneler olmazdı.' Hayır! Bu bir 'alıştırma meselesi'dir. Haşlanmış kurbağa sendromu gibi… Sinema sektörü özellikle Yahudi sermayesinin elindedir. Ahlaksızlıkları yavaş yavaş millete empoze ettiler ve bugünlere geldik. Tabii ki bizlerin de öz eleştiri yapması gerekir. İslami kesim bu konuda, yani sanat ve sinema alanında maalesef çok çok geridedir. Bu alanda ciddi çalışmalar yapılması gerekir. Halkta bir sorun yok. Sorun üretmeyen bizlerde. Sorun, sinema sektörünün Yahudi denetiminde oluşudur." ifadelerine yer verdi.

"Batılın kendi gücü yoktur; varlığı, hakkı eleştiri ve nefret kusma üzerinedir"

Karakaş, yeni toplumların oluşumunda algının nasıl temel alındığını ve propagandanın tarih boyunca hak ile batıl arasındaki mücadelede oynadığı rolü şu şekilde açıkladı "Zaten amaç, yeni bir toplum oluşturmaktır. Bu, sadece bugüne has bir şey değildir; tarih boyunca hep böyle olmuştur. Yani bu durum, algı üzerine inşa edilir. Hak, gücünü kendi temsil yetisinden alır; haklı oluşundan alır. Batıl ise gücünü propagandadan alır. Hakkın gücü kendindedir, cevheri kendinden olduğu için kendini anlattığında yayılır. Batılın kendi gücü yoktur, kendi potansiyeli yoktur. Varlığı, hakkı eleştiri ve nefret kusma üzerinedir. Yani kendi gücü olmadığı için başkasının gücünü emerek var olmaya çalışır. Mesela ilginçtir dedim ya, bu tarih boyunca böyledir. Hazreti Musa ile Firavun kıssasında Firavun’un çok ilginç bir cümlesi vardır. Normalde Hazreti Musa, Firavun’a gittiğinde şöyle der 'Benim halkımı serbest bırak. Bize vaad edilen topraklara gitmek istiyoruz.' Firavun’un cevabı ise şudur 'Sen, bizi topraklarımızdan çıkarmak istiyorsun!' Bakın, propagandanın gücünü görüyor musunuz? Kendi Kıpti toplumuna şu mesajı veriyor 'Eğer ben bugün Musa’ya karşı amansız ve ciddi bir mücadele vermezsem, o bizi topraklarımızdan sürecek!' Nasıl da çarpıtıyor… 'Sen bizi topraklarımızdan etmek istiyorsun!' diyor. İşte bu, propagandanın gücüdür. O günün medyası buydu. O günün sihiriydi, günümüzde de böyledir. Propaganda ya da medya, insanı şekillendirir. Yeni bir toplum dizayn eder. Bu noktada kendi görevini yerine getirir ve getirmeye de çalışır. Burada garipsenecek bir şey yok. Görevini yerine getirmeye çalışıyor."

"Sosyal medyada Filistin içerikleri neredeyse imkânsız hale geldi"

"Yeterli medya okuryazarlığı var mı?" sorusuna Karakaş "Yok yani mümkün değil. Olmaması da gayet normaldir. Çünkü karşınızda birleşik bir kolektif akıl var. Dünyanın pek çok üniversitesinde bilim insanları, sosyal medya platformları oluşturulurken sadece teknik boyutuyla ilgilenmiyor, aynı zamanda arka planını da hesaplıyorlar. Özellikle son birkaç yıldır zirve noktası son 4-5 yıl olsa da son bir buçuk yıldır Facebook’ta Filistin ile ilgili paylaşım yapmanız neredeyse imkânsız hale geldi. Bu platformları kuranlar, aynı zamanda kendi yasaklarını da beraberinde getiriyorlar. Her platformun bir sahibi olduğu gibi, o platformun bir de yasaklar zinciri vardır. Mesela, işgal altında öldürülen bir Filistinli bebeği paylaştığınızda, bunu 'şiddet içerikli paylaşım' olarak değerlendiriyorlar. israile yönelik bir eleştiriyi ise 'şiddeti destekleme' gibi gösteriyorlar. Oysa burada yapılan, şiddetin eleştirisidir. Ancak bu eleştiriyi bile, 'şiddet yayma' bahanesiyle engelliyorlar. Ve zaman içinde ne oluyor? Sosyal medya üzerindeki tüm hareket alanınız kısıtlanıyor. Çok iddialı bir şey söyleyeceğim, Şu anda sosyal medyadaki Filistin içerikleri, bir buçuk yıl öncesine göre çok ama çok azalmıştır. Bu, insanların duyarsızlaştığından değil. Aynı durum, Türk sinemasında da yaşanmıştı. Dini olan her şey mesela ezan sesi filmlerden çıkarılmıştı. Bir yönetmen, ilk filminde ezan koyuyor, sansüre uğruyor. İkinci filmde ezanı baştan koymuyor, çünkü yine sansürleneceğini biliyor. Bugün Facebook’ta Filistin meselesiyle ilgili bir paylaşım yapıyorsunuz, sansür. İkinci paylaşımda yine sansür. Sonra ne oluyor? Siz sansüre alışıyorsunuz. O konudan da uzaklaşıyorsunuz. Bu sadece Filistin bağlamında değil, hangi konu olursa olsun geçerlidir. Buradan, Batılıların bize iddia ettiği 'düşünce özgürlüğü' kavramına gelmek istiyorum. Bu, tamamen bir hikâyedir. Gerçekte olan şudur: Yeni bir toplum dizaynı, tek dilli, tek kültürlü, tek yaşam biçimli, haz, hız ve zevk peşinde koşan bir toplum inşası için medya kullanılıyor. Peki, bizim elimizde imkânlar yok mu? Var. Ama biz bu imkânları bu yönde kullanıyor muyuz? Hayır. Kapitalist mantıkla söyleyeyim, bu aslında kârlı bir iş. Ama Müslüman tacirler, bunun kârlı bir iş olduğunu bile fark etmiyorlar. Bu yüzden bu alana gereken ilgiyi, hassasiyeti göstermiyorlar." şeklinde cevap verdi.

"İslami sosyal medya platformları yatırımı yapılmazsa başarısızlığa mahkûmdur"

Türkiye’de ve İslam dünyasında sosyal medya platformları alanında yaşanan başarısızlıkları, yatırımların yetersizliğini ve Batılı güçlerin sektörü nasıl kontrol ettiğini belirten Karakaş "Baştan sona bir başarısızlık hikâyesidir. Baştan sona başarısızlık... Çünkü para yatırıyorsunuz, emek harcıyorsunuz ama sonuç alınamıyor. Birkaç yıl önce Türkiye’de birkaç sosyal medya platformu gündeme gelmişti. Tıpkı saman alevi gibi… 3-5 gün kullanıldı, sonra çöktü. Peki neden çöküyor? Çünkü oraya ciddi bir yatırım yapılmıyor. Tepkisel olarak bir platforma yöneliyoruz ama orayı ayakta tutacak, küresel rekabet edebilecek düzeyde bir yatırım yapılmadığı için sürdürülemiyor. İlk hatalar ortaya çıktığında insanlar eski kullandıkları mecralara geri dönüyor. Bu mesele doğrudan yatırımla ilgilidir. Eğer ciddi bir yatırım yapılırsa, bunun karşılığı mutlaka alınır. İslam dünyası bu noktada zaten üretim yapamıyor. Bakın bugün dünyada Amerikan veya Batı emperyalizmine ait olmayan, onlara doğrudan bağlı olmayan neredeyse tek sosyal medya platformu TikTok’tur. Ve bu TikTok’u satın alabilmek için Batılılar ellerinden geleni yapıyor. Bu, 'kartelleşme'nin açık bir örneğidir. Siz üretirseniz bile, gelip sizden alırlar. Bu nedenle bilinçli bir şekilde hareket edilmeli. Bana göre en makul olanı: Birkaç İslam ülkesinin birleşerek ortak bir sosyal medya platformu kurmasıdır. Böylece hem platform güçlü olur hem de tek bir merkezden satın alınması zorlaşır. Çünkü başka türlü ne oluyor? İstedikleri zaman sizin hesaplarınızı kapatıyorlar. Bununla da sizi hizaya getiriyorlar. Siz de 'hesabım kapanmasın' diye fikirlerinizden taviz vermek zorunda kalıyorsunuz. Ve ne yazık ki hepimiz bu tavizi veriyoruz..." dedi.

"Takva ile yayıncılık yapmak zor, halkın seviyesine inmek şart"

Karakaş, Müslüman toplumların televizyona karşı gösterdikleri direniş ve İslami yayıncılığın karşılaştığı zorluklar üzerine önemli tespitler yaptı. Karakaş "Açıkçası, Müslüman toplumlar bazı şeylere karşı ciddi bir direnç gösterdiler. Özellikle televizyona karşı çok sert bir duruş sergilediler. Bana göre bu, tarihî bir direnişti. Doğru ya da yanlış; şekil itibarıyla tartışılabilir. Mesela neden Yeşilçam’ın ifsat projelerine karşı televizyonu evlerine sokmadılar? Bu, bir direniş yöntemiydi. Ama bu, avamın direnişidir. Peki, havasın direnişi ne olmalıydı? Alternatif üretmek. Avama vereceğiniz tepki ile havasın ya da ulemanın, yani önderlik yapabilecek insanların tepkisi aynı olamaz. Ortalama bir dindarın yapabileceği şey oydu ve televizyonu evine sokmadı. Ama sermaye sahipleri bu noktada maalesef başarılı olamadılar. Kurdukları televizyonlar süreç içerisinde kapitalizme yenildiler. Daha fazla kâr elde edebilmek, daha fazla para kazanabilmek için zamanla inançlarında bir başkalaşma yaşadılar. İslami sermaye ile kurulan televizyonlar, hızla İslami kanallar olmaktan çıktılar. Burada bir paradoks ve ciddi bir zorluk var: Takva ile yayıncılık yapılabilir mi? Bu çok zor bir sorudur. Çünkü siz takva merkezli yayıncılık yaptığınızda, ortalama dindar kitle için bu 'aşırı Müslümanlık' olarak görülür. Takva merkezli yayın yaptığınızda, takvalı bir kitleye hitap edersiniz ancak bu kitle küçük olur. Toplumun büyük bir kısmı ise diğer kanallara yönelir. Çünkü sizin dini içeriğinizin seviyesi yüksek olduğu için bu, onlara ağır gelir. Diğer taraf ise onları ifsat eder. Burada çok ciddi bir açmazımız var. Bu nasıl giderilebilir? Halkın seviyesine inen dini programlar, halkın seviyesinde filmler ve diziler yapılabilir. Yani, günahı saçmalayacak içerikler değil, halkı zorlamayan ama yol gösterici şeyler üretmek gerekir. 'Şunu yap, bunu yap' dediğinizde, insanlar sizden tamamen uzaklaşabilir. Günah zaten kesinlikle olamaz. Ama takvaya zorlayıcı bir içerik, izleyiciyi sıkabilir, zoruna gidebilir, kaldıramayabilir ve uzaklaşmasına sebep olabilir. Bu nedenle yayıncılık yaparken, ortalama dindarın hassasiyetleri de gözetilmelidir. Mesela Anadolu'da menkıbe tarzı Müslümanlık çok güçlüdür. Bu menkıbeler üzerinden skeçler, filmler, kısa filmler yapılabilir. Ama bunun dışında Müslümanların televizyonculukla ilgili ciddi bir handikabı var. Karşı tarafın işi çok daha kolay." değerlendirmesinde bulundu.

İLKHA

Yorum Yaz