tatlidede

Haddeden Geçmiş Nezâket “Telkâri” Olmuş

Haddeden Geçmiş Nezâket “Telkâri” Olmuş

          Mardin’in sembol değerlerinden biri olan telkâri; ince zevklerin, incecik tellere sevgi, emek ve zarâfetle işlendiği binlerce yıllık bir el sanatıdır. Mardin’e gelen yerli ve yabancı turistlerin bir telkâri atölyesine veya tezgâhına uğramadan, ustasının yüreğinden el emeği ve göz nuruyla nakış nakış işlenen birkaç örneği incelemeden ayrıldığı pek vâki değildir, özellikle de hanımlar…

          Mardin’deki pek çok şey gibi telkâri de çok kadim, çok uzun bir mazinin birikimine sahip. Nereden bakarsak, bu topraklarda beş bin yıllık bir geçmişi var telkâri sanatının. Dinlerin ve dillerin şehri Midyat, sadece Mardin’in değil, Türkiye’nin ve dünyanın da bu sanattaki merkezi olarak kabul görüyor. Son derece zarif ve kıymetli olan Mardin ve Midyat telkârisinin en köklü ve en hamarat ustaları genelde Süryaniler arasından çıktığından bu sanat bu topraklarda onlarla anılır olmuş.

          Bugün Mardin’de sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ustaların elinde saç teli inceliğindeki gümüş teller; şekerlik, mücevher kutusu, sigaralık, kalem, tepsi, çerçeve, anahtarlık, künye, kaşık, vazo, tesbih, isimlik, yüzük, küpe, kolye, broş gibi çeşitli süs ve kullanım eşyalarına dönüştürülmekte ve ilgililerin beğenisine sunulmakta.

          Telkârileri son derece sanatlı ve zarif olan Mardin ve Midyat’ın bu sanatın merkezi olması durduk yerde olmamış elbette. Mezopotamya toprakları telkârinin ana vatanı, doğuş yeri olarak kabul edilir. Tarihteki ilk telkâri örneği Mezopotamya’daki Ur şehrinde bir kral mezarından bulunmuş. Mezardan çıkan hançerin kınında telkâri işlemeler tespit edilmiş. Bu topraklarda doğan telkâricilik, zamanla o kadar rağbet bulmuş ve yayılmış ki Orta Çağ’ın en önemli merkezlerinden Venedik ve Sicilya’ya kadar taşınmış.

          On üçüncü yüzyılda Ahilik teşkilatı eliyle telkâriciliğin Anadolu’ya yayıldığı biliniyor. Bugün Beypazarı’nda yüzden fazla atölyede telkâri işi yapılmakta. Trabzon da gümüş işçiliğinde başı çeken şehirlerden; fakat Trabzon’dakinin telkâri olmaktan çok, hasır örgü tekniğine dayalı gümüş işçiliği olduğunu uzmanları söylüyor.

          Süsleme açısından son derece zengin olan Mardin telkârisi, gerek motif ve kompozisyon yönünden, gerekse yöreye özgü süsleme tekniği sayesinde diğer örneklerden kolayca ayrılır. Mardinli telkâri ustalarının elinde şekilden şekile giren ince gümüş teller adeta bir dantel gibi işlenerek Mardin’in kültürünün canlı birer sanat belgesine dönüştürülmektedir. Bu özgünlüğü sayesinde Mardin ve Midyat günümüzde de telkâri sanatının merkezi olma ayrıcalığını korumaktadır.

           Musul ve Suriye’de “Şam işi” denilen telkâriye Latincede “filigran” derlermiş. “Vav işi” olarak da isimlendirilen telkâri, bu ismi Arapça vav harfinin motif olarak çok kullanılmasından dolayı edinmiş. Telkâriye bir de “çift işi” derler ki bunun da sebebi teller işlenirken cımbıza benzeyen “çift” adlı bir aletin kullanılması.

          Hangi dilde, hangi kültürde adına ne denirse densin bu el sanatının en genel geçer ismi telkâri olmuş hep. Telkâri, Farsça bir kelime. Tel ismine eklenen -kâr ve -i eklerinden oluşturulmuş. Bu -kâr eki, sonuna eklendiği isimleri sıfat yapar ve bir şeyi yapan, eden anlamı katar. Tel-kâr tel işi yapan, tel-kâr-i ise teli yapma işi, telcilik mesleği anlamına gelir. Kündekâr, bestekâr, ihmalkâr, davetkâr, cüretkâr… kelimeleri de benzer yapıdaki örneklemelerdir.

          Tel kelimesine eklenen “kâri” ekini Arapça bir ek veya sözcük sanıp “teli okuyan” şeklinde düşünenler de olmuş. Malum olduğu üzere “kari” Arapçada okuyan, okuyucu anlamına gelir. Telkâri ustalarının yaptığı işi; adeta o teli okuyup incelikli bir şekilde tellerin işlenmesi olduğu düşünüldüğünde, telkâriyi “teli okuyan” şeklinde anlamlandırmak gerçekten de çok mânidâr ve şiirsel bir yorum olurdu; fakat ne yazık ki bu doğru bir yorum olamayacak kadar alakasız bir çözümleme …

***

          Mardin’de telkâri sanatının duâyen ismi Suphi Usta’nın atölyesini her ziyaret ettiğimde, bu sanatın nasıl tavsif edileceği, ne şekilde ve hangi sözcüklerle kıymetinin ifâde edilebileceğiyle ilgili zihnime bir sürü kavram ve terim hücum ederdi hep. Çünkü telkâri, incecik gümüş tellerin hünerli parmaklarda oya gibi işlenerek bükülüp şekil alması demekti ve en nihayetinde büyüleyici desenlerle o gümüşün yeniden anlam bulması demekti. Yani telkâri; sanat, emek ve estetiğin bir arada harmanlanması anlamını taşıyordu. Türlü aforizmalarla bu şekilde yüz göz olurken, telkârideki o ince zevki, nazik işleyişi ve estetik derinliğini Nedim’in muhteşem bir beyti karşıladı zihnimde:

                    Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana

                    Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana

          Lâle Devri şairi Nedim, “Nezâket haddeden geçmiş, boy pos olmuş sana; şarap da şişeden süzülerek al yanak olmuş sana” diyerek sevdiğinin boyunun posunun inceliğini ve yanağının allığını bu sözlerle övmüş oluyordu. Hem de mecâz ve mübalağanın eşsiz uyumu eşliğinde. Güyâ sevgilisinin endâmı o kadar nazik, o kadar zarifmiş ki bu nezâket ve zarâfet haddeden geçirilerek elde edilmişti. Şairlik bu ya, böyle laflar edivermiş işte…

          Efendim! Meselenin konumuzla ilgisi şöyle: Hadde, madenleri tel durumuna getirmek için kullanılan ve türlü çapta delikleri olan çelik bir araçtır. Gümüş gibi madenler eskiden beri işlenmeye hazır hâle gelsin diye haddeden geçirilir ve tel şekline getirilene kadar bu haddeden geçirilip durulurmuş; tâ ki işlenmeye, şekilden şekile girmeye uygun hâle gelene kadar. Telkâride de bu haddeleme işinden faydalanılır. Potada eritilen ham gümüş çubuk şeklindeki kalıplara dökülerek soğutulur. Çubuk şeklini almış gümüş, ardından çelik haddeden defalarca geçirilerek neredeyse bir milimlik tel inceliğine kavuşturulurdu. Ham gümüş böylece telkâri yapımına hazır duruma getirilirdi. Yani, telkârinin Nedim’in sevgilisiyle ortak noktası, nezâket ve zarâfetlerini, ikisinin de haddeden geçerek elde etmeleri.

 

 

 

Yorum Yaz