tatlidede

İsimlerden İsim Beğen; Qereçi, Dom, Mıtrıp …

İsimlerden İsim Beğen; Qereçi, Dom,  Mıtrıp …

          Yeryüzünün en hor görülmüş topluluğudur çingeneler. Bundan bin yıl önce Hindistan’dan çıkıp bütün dünyaya yayılan çingeneler, gittikleri her coğrafyanın istenmeyen davetsiz misafirleridir. Göçebelikleri, bohem yaşamları ve fiziksel özellikleriyle marjinal ve hercaidirler. Renkli, büyüleyici ve şen şakrak yaratılışları merakla karşılanırken, diğer yandan  kuşkuyla karşılanmışlar, uğursuzlukla saçlanmışlar. Yaşadıkları mekânlar, yedikleri yiyecekler ve hatta bedenleri ve ruhları bile kirli kabul edilmiş. Hitler ve sadık yaveri Himmler de böyle düşünmüş olacak ki toplayabildikleri ne kadar çingene varsa kırımdan geçirmişler. Tarih, Yahudileri dile pelesenk eder de bu çingene soykırımını ağzına bile almaz. Galiba hak tanır uygar çevrelerin burada gizli bir onaylaması söz konusu.

          Esmer tenleri, renkli giyimleri, çalıp oynamaya düşkünlükleri ve kendine özgü meslekleriyle bütün coğrafyaların ötekisi olan çingeneler, aşağılanmaya müsait günah keçileridir. Bunda halk arasında anlatılagelen söylencelerin de rolü var. Hz. İbrahim, Nemrut ve avanelerince ateşe atıldığında her ne olduysa mancınık işlemez. Bunun üzerine Cin ve Gan adlı kardeşlere ensest işler yaptırırlar. Böylece bu günahın etkisiyle melekler uzaklaşır ve mancınık çalışır. Hristiyan söylencelerinden birine göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanılan çiviler çingeneler tarafından imal edilmiştir. Bir söylence de Hindulardan; Hindu tanrısına adanmış kutsal bir kurbanı yedikleri için çingenelerin lanetlendiklerine inanılır.

          Tarihin hiçbir döneminde birlik ve dirlik kuramamış çingenelere verilen isimler sayıca bir hayli bereketlidir. Ama aldıkları hiçbir ismi kendileri tercih etmemiş. Gittikleri her yerde, temas kurdukları topluluklar kendi dünyalarına göre bir isim vermiş onlara. Yaşam tarzları, fiziksel özellikleri, meslekleri, huyları ve suları o topluluğun zihninde hangi duyguyu canlandırmışsa ona göre isim vermişler çingenelere. Mesela İtalyanca gibi bazı Avrupa dillerinde, yaşadıkları ahaliden daima koyu renkli ve yağız olan bu çingenelere zingaro/zingari yakıştırılmış. Malum zeng; pas ve siyah anlamına gelir. Esmerliğin bazı batıl inanışlarda günahla ilişkilendirildiğini de bu arada hatırlamış olalım. Çingeneler için kullanılan İngilizcedeki Gypsy, Fransa’daki Gitan, İspanya’daki Gitano isimleri Egyptian (Mısırlı) kelimesiyle ilgilidir. Çingeneler, Avrupa’ya göçtüklerinde Mısır’dan geldikleri sanılarak yanlışlıkla bu isimler verilmiş.

          Demircilik, çingenelerin geleneksel mesleklerindendir. Demircilik onlarla o kadar özdeş olmuş ki bazı kimseler, onların Hz. Davud’un soyundan geldiklerini söylemiştir. Bazı batı dillerindeki asingar (Farsçada demirci) kelimesi demircilik yapmalarındandır. Suriye’de de bazı çingene gruplarına poladi denmesi de aynı mantıkladır. İran’a gidenler çeng adlı bir müzik aleti çaldıklarından Farslar onlara “çengiyan” demişler; kelime zamanla bugünkü hâle evrilmiş. İran’da “kuli” tabiri çingenelerin yaşam tarzıyla ilgilidir. Kul, omuz demektir. Nesi var nesi yok omuzlarına yüklenip sürekli göçtüklerinden bu ismi uygun görmüşler.

***

          Bir araştırmaya göre ülkemizde kırktan fazla millet varmış. Bunlardan birisi de “buçuk millet” tabir edilen çingeneler. Pahada yarım insan sayıldıkları için öyle denmiş olmalı. Böyle ifadelere “pejoratif” söylem diyorlar, yani aşağılayıcı demek. Memleketin her köşe bucağında var olan çingeneler, dünyada olduğu gibi, her bölgede farklı isimlerle anılıyorlar. Çingene hatununun kırk yamalı bohçası misali isimleri de renkli ve çeşitli.

Çingene milletinden, romanlar en popüler olanı bizde. Gırgıriye, Darbükatör Baryam, Cennet Mahallesi gibi film ve diziler gündemdeki varlıklarını hep zinde tutmuştur. “Roman açılımı” diye bir şey var sonra. İç Anadolu’da abdal çingeneleri var bir de; sürekli başıboş göç ettiklerinden ilhamla böyle demişler. En aşinası olduğumuz abdal, Neşet Ertaş. Artvin ve civarında “poşa” derler. Gündelik kaygılardan azade, başıboş yaşadıkları için “boş adam” anlamında bu isme mazhar olmuşlar. Daha pek çok isimleri var ülkemizde çingenelerin; cono, şopar, kıpti, çıngan, gevende, elekçi, esmer vatandaş gibi onlarca isim, saymakla bitmez.

          Çingene taifesinden olarak Mardin’de Dom’lar var. Dom ismi çok önemli burda. Çingenelerin, yaklaşık bin yıl önce Hindistan’dan ayrılırken üç kol hâlinde göç ettikleri kabul edilir. Rom, Avrupa taraflarına; Lom, Ermenistan civarına ve Dom ise Orta Doğu’ya, bizim buralara göç etmiş. Bize Dom çingeneleri düşmüş yani. Kafamıza gönlümüze göre isim verdiğimiz çingenelerin aslında Dom olduğunu yeni yeni öğrenir olmuşuz. Bunda Domların da az kabahati yok; biz Dom’uz dememişler pek. Ne demişiz bir bakalım:  

          Pakistan’daki Karaçi şehrinden geldiklerini var sayarak qereçi demişiz mesela. En çok da bu isim kullanılır halk arasında. Göçebedirler ve çadırlarda yaşarlar. Bohçacılık, dilencilik, hırsızlık gibi ne fena iş varsa qereçi ismiyle özdeşleşmiş. Kızıltepe’de “aşık” demişiz. Qereçi kadar olmasa da bunda da bir küçümseme var. Ahalimiz çalgıcılığı ayıpsadığı için, bu işi ehline, yani aşıklara havale etmiş. Onlar da, genetik özelliklerinden olacak, ahaliyi mahcup etmemişler. Nusaybin ve civarında da mıtrıp dediklerimiz var. Her yönüyle aşık ile aynı sayılır. Biz, mıtrıp olanına yoğunlaşalım, Nusaybin mıtrıplarına.

***

          Mıtrıp veya mıtırp; çalgıcı, şarkıcı anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Şen ve eğlenceli yapıları, müziğe olan yatkınlıklarından dolayı bu ismi onlara halk vermiş; yoksa onlara kalsa Dom ismini tercih edeceklerdi, bu kesin. Zira mıtrıp ismini pek aşağılayıcı bulurlar. Bu arada, Dom diye bir kavmiyet varsa Domca diye bir dil de olmalıydı. Var, o da var tabi. Gündelik hayatta pek konuşmasalar da Domari veya Domani dedikleri bir dilleri var.

          Mıtrıplar, seksen darbesinin çalkantılı yıllarında yerleşik hayata geçerler; önceleri konar-göçerdiler daha çok. Köy köy gezer, düğünlerde, özel günlerde çalgı çalar, ufak tefek zanaat işleri yapar, yerine göre zekat da toplar geçinirlerdi. Aşiret ağalarının himayesindeki mıtrıplar da vardı o zamanlar. Mıtrıbın, ağa ve maiyetiyle ilişki düzeyi az çok tahmin edilebilir. Ağanın meclisinde, köy odalarında insanları eğlendirecek böylece geçimi için başka kapıya yüz sürmeyecekti. Sadece bu değil tabi; ağanın ününü diyar diyar yayacak anlatılar üretecek, onun atalarını ve aşiretini medheden hikâyeler anlatacak ve bundan başka, civardaki kahramanlık olaylarını destanlaştıracak ve usulüyle anlatacaktı. Böyle bakınca, mıtrıpların yaşadıkları bölgenin kültürü ve tarihi için birer canlı bellek oldukları gerçeği ortaya çıkar.

          Mıtrıplar, bölge kültürüne ilgi duyanlarca sık sık dengbêjlerle karşılaştırılır, benzer özellikleri vurgulanır. Nusaybin’in meşhur mıtrıbı Behremo buna itiraz eder; daha doğrusu bir düzeltme yapar kendi üslubunca. Ona göre dengbêj, kuru pilav gibidir; oysa kendileri etli pilavdır, hatta yanında tırşık (türlü yemeği) da cabası. Behremo’nun bu benzetmesindeki temel kıstas, dengbêjlerin anlatımlarını hiçbir çalgıya iltifat etmeden icra etmeleri, kendilerininse bu işi bir çalgıyla renklendirerek daha cazip bir sunumla yapmalarıdır. 

          Nusaybin ve çevresindeki mıtrıp kimliğinin en önemli öğesi rıbbab veya kemançe denilen üç telli yaylı müzik aletidir. Diğer çingeneler davul, zurna, darbuka, bağlama gibi başka enstrümanlar kullansalar da Nusaybinli mıtrıpların alamet-i farikası kemançedir. Mıtrıbın kemançesi, Karadenizli kemençe ile İç Anadolu’daki kabak kemanenin amcaoğlu sayılır. Batılı kemanın da uzaktan akrabası olur. Hepsi de aynı yaylı çalgılar ailesinden. Mıtrıplar, kemançeyi dut veya ceviz ağacından bizzat kendileri imal ederler. Oydukları gövdeye balık veya tavşan derisi giydirirler. Arka kısımda bir delik bırakılır ki ses daha iyi yankılansın. Bu boşluk aynı zamanda mıtrıbın aldığı bahşişlerin de yuvasıdır; mıtrıp dediğin bahşişsiz olmaz.

          Nusaybinli mıtrıplar, sadece kemançeyi değil, kemançe ile birlikte bir kavram olarak müziği de kendilerinin icat ettiklerini iddia ederler. Gerçekten hepsi mi böyle düşünüyor bilinmez ama Mıtrıp Behremo, Paul Dwyer ile çıktığı bir programda bu iddiayı dile getirmişti. Tabi, bilimsel kanıtlarla olmasa da bu iddiasını kendine mahsus argümanlarla açıklıyordu. Bu iddia, insanı tebessüm ettirse de mıtrıpların, yaptıkları işi nasıl içselleştirdiğini gösteriyordu.

          Beyazsu’da görmeye çok aşina olduğumuz ve pantolonlarının kemer tokalarına sıkıştırarak çaldıkları kemançeleriyle asırları aşan bir sanatın icracısı olarak ordan oraya çevik hareketlerle ceylan sekişleriyle bahşiş kapma telaşesine düşen çocuk mıtrıpların bu cambazlıkları, aileden gelen usta-çırak ilişkisine dayanır. Düne nazaran bir nebze prestije kavuşan mıtrıplık, bir hüner, bir sanat olarak görülmeye başlayalı çok olmadı. Kemançenin üzerinde ustalıkla gezinen mıtrıbın ellerine ve parmaklarına şeytanın işediği, o yüzden o el ve parmaklarda iman olmadığı gibi müstehzi sözlerle daha az karşılaşıyorlar bugün.

          Çingeneliğin şaşmaz ve sapmaz yazgısı “öteki” olmak. Hangi koluna mensup olursa olsun; Dom, Lom veya Rom, üçünün de ortak bir anlamı var dil bakımından: Adam-İnsan. Bu çingene savunusuna nokta koymak adına en uygun cümle bundan başkası olamazdı.

 

Yorumlar

Image
A.Samet ÇELİK
09.01.2023 / 22:41

Eline koluna emeğine sağlık Mustafa kardeşim.Aydından sevgiler saygılar

Image
MEHMET
04.01.2023 / 10:22

Uzun zamandır, emek harcanarak ve akademik bir disiplinle yazılan makalelere pek denk gelmediğim için, yazıyı okuduktan sonra hemen 'kim yazmış acaba' diye, merak ettim. eliniz sağlık

Image
Nesrin Aykaç
03.01.2023 / 16:21

Sıkı bir araştırmaya dayanan mükemmel bir yazı. Kutluyorum Mustafa Öztürk, ellerine sağlık. Seninle gurur duyuyoruz.

Yorum Yaz