Abdullah Efendinin Rüyaları - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Abdullah Efendinin Rüyaları kimin eseri? Abdullah Efendinin Rüyaları kitabının yazarı kimdir? Abdullah Efendinin Rüyaları konusu ve anafikri nedir? Abdullah Efendinin Rüyaları kitabı ne anlatıyor? Abdullah Efendinin Rüyaları kitabının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? İşte Abdullah Efendinin Rüyaları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayın Evi: Ahmet Halit Kitabevi
İSBN:
Sayfa Sayısı: 157
Abdullah Efendinin Rüyaları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Abdullah Efendinin Rüyaları

Abdullah Efendinin Rüyaları – Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın öykü kitabı (1943). Kitapta beş uzun öykü Abdullah Efendinin Rüyaları, Geçmiş Zaman Elbiseleri, Bir Yol, Erzurumlu Tahsin, Evin Sahibi.
Bu öyküler, düşle gerçeğin çatışması, kişilerin birbirine karşıt iki ayrı dünyada yaşaması ve birbiriyle çekişen iki kişiliğin bulunması gibi ortak özellikler çevresinde gelişirler. Tanpınar’ı dış dünyadan çok iç dünya, yaşanılan gerçekten çok gerçek dışı olan ilgilendirir.
O, ele aldığı insanın içindeki ikinci adamın peşindedir. Marazı, kuruntulu, görünenin ve bilinenin ardındakini araştıran, daha doğru bir deyişle gerçeği değiştiren, zamanın ve mekânın bilinen boyutları dışına çıkarak düşsel görünümler yaratan, insanın gerçek dünyadaki yaşamasını yöneten, onu huzursuz kılan bir ikinci adamın. Böylece, bilinçaltının zamana ve mekâna bağlı olmayan karmakarışık bir görünümünü sergiler Tanpınar.
Yazarın bilinçli olarak rüya sözcüğünü seçmesi, öykülerinin, içinde yaşadığımız zamanla bağlı olmamasıyla açıklanabilir. Çünkü zamanın üç boyutu olan geçmiş, şimdi ve gelecek Ahmet Hamdi Tanpınar’da iç içedir. Denebilir ki rüya sözcüğü, Tanpınar’ın öykülerini açıklamak için kullanılabilecek tek anahtardır. Rüyada zaman ve mekân kavramı yoktur. Özlemler, doyurulmamış istekler, kısaca bilinçaltı, rüya biçiminde çıkar insanın karşısına. Masal, mitolojik öğeler, hayal ve büyü, bütün bunlar rüya kavramıyla ilgilidir.
Özetlenirse, Abdullah Efendinin Rüyaları, insanın iç dünyasına yönelmiş dikkatler ve gözlemler bütünüdür. Bir şairin, belli bir görüşe bağlı bir düşünürün, plastik özellikler taşıyan bir anlatımla ve felsefî bir tedirginlikle insana bakışı da denebilir buna.
Abdullah Efendinin Rüyaları Alıntıları - Sözleri
- -Ömrünü, ömrünü ne yaptın? Ve ben bütün uzviyetimde bir yılan gibi gezen bu zehirli sesin tenbihi altında yapacağımı unutuyor, anı ve mekanı unutuyor, başta kendim olmak üzere her şeyden, yaşanmış ömrümden, gelecek senelerimden, bütün etrafımdan nefret ediyor, kaçmak, kaybolmak, kurtulmak istiyordum.
- "bir ömür bitebilir, diyordu. insan ölebilir, çıldırabilir. bir enkaz, bir çöp, bir iskelet, bir cîfe olabilir. fakat yalansız yaşayamaz. ölüm bile arkasında dayanacağı bir yalan olmazsa tahammülsüz bir şey olur. başımın altına yastık gibi koyacağım tek bir yalan kalsaydı."
- " Eski ümit ağacı, hain bir ısrarla yeni çiçekler açmak istiyordu . "
- ... olduğu yere çöktü ve sahibinin ölümü için ağlayan sadık bir köpek gibi orada kendi varlığının ölümüne ağladı.
- Unutmak lâzımdı. Bir kiri üzerinden atar gibi unutmak.
- Bir insan yüzünün en manalı bir alem olduğunu, ben o geceye kadar anlayamamıştım. Hayat dediğimiz o girift oyunun, aktörle- rini bu kadar kuvvetle benimseyeceğini, onların her hal ve tavrına kendi akışının damgasını bu kadar kuvvetle vuracağım hiç düşün- memiştim. Yüz buruşuğunun, göz altındaki herhangi bir çizginin, dudak kenarındaki bir kıvrımın, ne bileyim, konuşmadan evvelki bir saniyelik bir tereddüdün, küçük bir el işaretinin, manasız ve ehemmiyetsiz bir bakışın, bir gülüşün, bir omuz düşüklüğünün bütün bir ömrü en ince, en karışık, en nüfuz edilmez taraflarından anlatacak birer emare, birer işaret olduğunu hiç düşündünüz mü?82
- "Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekanla yahut hayatımızın tabii muhitiyle sıkı bir alakası olsa gerek."
- Buraya kadar olan kısmı pek beğeniyordu.Acaba Cervantes’ten ve Don Kişot’tan bahsetmeli miydi? Ne lüzumu vardı? Kısa kesmek daha iyiydi.Yalnız bir noktayı anlatması lazımdı. Abdullah büyük bir mistikti. Aşk , bu mistikliğin gayesi olmuştu. Fakat Abdullah aşkı o kadar çok idealleştirmişti ki realitedeki manzarasına artık tahammül edemiyordu.
- Sanki zaman volkanından fışkırmış küllerin kapladığı bir diyardaydı; sanki süreklilik dediğimiz, yıldızlardan örülmüş zincir birdenbire kopmuş, kuyruğunu yiyip kendi kendinden doğan büyük ve ebedi yılan, ayaklarının ucuna cansız ve upuzun yıkılmıştı. Abdullah sanki bu ölüye basmamak ister gibi dikkatle, yavaş yavaş, adeta çok koyu, çok karanlık bir mayide yüzer gibi yürüyordu. "N'olur, n'olur, diyordu, bu zifiri karanlık bir tarafından delinse, güneş, ay, yıldız ışığı, ecinni gözü, her ne olursa olsun biraz ışık gelse, tanıdığım, tanımadığım bir şeyler görsem ... "
- Toprağın sarsıntısı denizin fırtınasına benzemiyor, büsbütün ayrı bir şey; denizde her zaman müteyakkız bulunuyoruz; deniz, biliyoruz ki insanoğlu için güvenilecek bir unsur değildir. Onu başından düşman olarak aldığımız için su bizde mukavemet, müdafaa ve zafer sevkitabii ve ihtiyaçlarını uyandırıyor. .. Halbuki toprak böyle değil; o insanlığın en güvendiği unsur- dur. Saadetini, refahını, emniyetini ona bağlamıştır. Onu her zaman itaatli, müşfık veyahut hiç olmazsa lakayt ve sakin görrneğe alışmışızdır. Toprağın sarsılması işte bu emniyetin yıkılmasıdır ve bir dost tarafından hançerlenmeğe benzeyen vahim bir hali var- dır. Onun için denizden gelen tehlike karşısında atik ve cesaretli kesilen insan, topraktan gelen tehlike karşısında maneviyatını kaybetmiş bir sürü şekline giriyor
- ...ölüsünü gömmekten dönen ihtiyar...
- Adem ile Havva Hayır bu bir melek değildi. Yıldızlardan biri de olamazdı. Onların köpüğüyle yıkanmış, ovulmuş onların parıltılarını almıştı. Fakat kendisi yıldız değildi. Hiçbir yıldıza, hiçbir meleğe bu kadar yakınlık duymamıştı. 258
Abdullah Efendinin Rüyaları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
ABDULLAH'IN SONSUZ SAYILI DÜŞLERİ: Bilinç ile alt bilincin, üst bilinç-yazar anlatıcının bilinci- tarafından kapıştırılması. Kafası kopmuş tavuk gibi panik içindeki Abdullah Efendi. Çok yazık Abdullah'a, çünkü Abdullah Efendi'nin öğrendikleri ile oluşturduğu sedde çarpıp çarpıp adım atar. Süper Mario'nun duvara kafa atarak yürümeye çalışması gibi. Muazzam güzellikte bir öykü. Bir edebiyat, felsefe ve psikoloji şahanesi! Okumayanlar ne çok şey kaçırıyorlar. (Emel)
Ne zaman bir Tanpınar kitabı okusam sonunda garip bir şekilde bulanmış bulurum beynimi. Abdullah Efendinin Rüyalarını okurken de aynısını yaşadım. Şunu belirtmem gerek ki rüya motifi çok güzel işleniyor. Kahraman rüyadamı yoksa rüyayı aşıp gerçektemi karıştırıyorum ama bu durum hoşuma da gitmiyor değil. Dikkatini çeken en net nokta Abdullah Efendinin rakam takıntısı oldu. Ne yalan söyleyeyim çok garip geldi. (Tuğçe Buse)
Tanpınar'ın önce tefrika yayınlanıp sonra kitaplarda yer edinen eseri. Olayın içine sizi çeken ağır ve mükemmel betimlemelerle ilerliyor olay örgüsü. Rüya ve bilinç altı kavramları bilimsel araştırmaları doğrular şekilde anlatılmış bu yüzden gerçekten bir adamın rüyasının içindesiniz ve bilinç altının çalkanlanmasına anbe an şahitlik ediyorsunuz. Ayrıca kişilikler ve duygular rüyanın içine o kadar profesyonel bir biçimde imgelerle yerleştirilmiş ki okurken tüylerinizin diken diken olması bir yana hikaye bittiğinde belli bir süre gizlenen noktalar için aydınlanma anları yaşanıyor. Uzun ve yorucu bir hikaye ama bittiğinde Tanpınarın Türk edebiyatında böylesi kalıcı bir yer kaplamasını hakkettiğine kanaat getiriyorsunuz. Kesinlikle okunmalı ve üzerine uzun uzun düşünülmeli... Böyle bir eserin hala beyaz perdeye taşınmaması da hem hayret verici hem hayal kırıklığı, hikayenin ağırlığından ve kalitesinden olsa gerek... İyi okumalar efendim. (Rânenâ)
Kitabın Yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?
Ahmet Hamdi Tanpınar (d. 23 Haziran 1901; İstanbul) – (ö. 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.
Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.
TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.
Yaşamı
23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.
Halkalı Ziraat Mektebi'nde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yahya Kemal’in öğrencisi oldu. Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap”’daki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[6] Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. 1923 yılında Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisi üzerine yazdığı lisans teziyle Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
1923’te Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi 1925’te Konya Lisesi’ne, 1927’de Ankara Erkek Lisesi’ne tayin oldu. Konya’da iken bir Mevlevi ayininde Itrî’nin bir eserini dinleyerek Klasik Türk Müziği ile tanıştı. 1930-1932 arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı; bir yandan da Ankara Kız ve Erkek Liselerinde ders vermeye devam etti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesindeki Musiki Mualli Mektebi, onun klasik batı müziği ile tanışmasını sağladı.
Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926’da Millî Mecmua’da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928’de yine Hayat dergisinde çıktı.
Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi’nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann’dan (“Kremon Kemanı”), diğeri iseAnatole France’tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.
1930 yılında Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat’ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.
1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a döndü. Ahmet Haşim’in ölümü üzerine 1933’te Sanayi-i Nefise’de sanat tarihi öğretmeni olarak görevlendirildi. 1934’te Akademi’nin Estetik ve Mitoloji derslerine de girmeye başladı. Yahya Kemal’in İspanya’daki büyükelçilik görevinden döndüğü 1934 yılında Yahya Kemal üzerine iki yazı yayımladı. Artık dikkatini Türk edebiyatı üzerine yoğunlaştıran Ahmet Hamdi, 1936 yılında Tangazetesinde “Son Yirmi Beş Senenin Mısraları” adı altında beş yazılık bir deneme serisi yayımlamıştır.
Aynı yıl ilk hikâyesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”ni tefrika etmeye başladı; ancak bu tefrika 1939 yılında Oluş dergisinde tamamlanabilecektir. 1937 yılında Tevfik Fikret hakkındaki antolojisi Tanpınar’ın yayımlanan ilk kitabıdır. Aynı yıl Abdülhak Hamit Tarhan üzerine de bir yazısı yayımlanmıştır.
Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan 19. Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tazimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940’lı yıllarda yazı faaliyetleri yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.
En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’deÜlkü mecmuasında yayımlandı. İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı.
1942’deki ara seçimlerde Maraş milletvekili seçilen Tanpınar, 1946 seçimlerine kadar milletvekilliği yaptı. 1943’te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”’nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa’da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa’da Zaman” adıyla tekrar basıldı.
İlk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar’ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946’da kitaplaştı.
1946 seçimlerinde parti tarafından tekrar milletvekilliğine aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki görevine döndü.
Huzur romanı 1948’de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlandı. Aynı yıl Milli Eğitim BakanıHasan Ali Yücel’in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.
1953’te Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderdi. 1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi. 1959’da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa’ya gitti.
Sağlığında yayımladığı 74 şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Aynı Yıl Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitaplaştı.
24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.
Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:
"Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında".
Ölümünden sonra
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.[6] Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.
Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.
Ahmet Hamdi Tanpınar Kitapları - Eserleri
- Saatleri Ayarlama Enstitüsü
- Huzur
- Beş Şehir
- Mahur Beste
- Bütün Şiirleri
- Sahnenin Dışındakiler
- Hikayeler
- Aydaki Kadın
- On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi
- Suat’ın Mektubu
- Yaşadığım Gibi
- Yaz Yağmuru
- Yahya Kemal
- Edebiyat Üzerine Makaleler
- Abdullah Efendinin Rüyaları
- Hep Aynı Boşluk
- Edebiyat Dersleri
- Hüsrev ü Şirin
- Mücevherlerin Sırrı
- Sahnenin Dışındakiler
- Tanpınar'dan Hasan Ali Yücel'e Mektuplar
- İki Ateş Arasında
- Mahur Beste (7. Basım)
- Yaz Gecesi
- Tanpınar Zamanı Son Bakışlar
- Tevfik Fikret
Ahmet Hamdi Tanpınar Alıntıları - Sözleri
- Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben düşünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. (Yaşadığım Gibi)
- "Yalnız sevgidir ki, hayat gibi sonsuz ve aydınlık devam eder. Sevginin ufku daima açıktır, daima ileriye bakar." (Hep Aynı Boşluk)
- Henüz ne yapacağını pek iyi bilmeyen, kudretleriyle ihtilaflarının arasındaki nispeti ölçme fırsatını bulamamış, kendi dünyasını başkalarında arayan. (Yahya Kemal)
- "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..." (Edebiyat Üzerine Makaleler)
- Sen seni bil sen seni! (Beş Şehir)
- Eski şairlerimizin aşk için, insan tabiatı için yazdıkları şeyler kendi kalplerini ve hayatlarını nasıl iyiden iyiye yokladıklarını gösterir. (On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi)
- "Çünkü İstanbul 'da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir." (Yaşadığım Gibi)
- Mektup da insanın kendisini en iyi anlatabildiği şeydir; zira, karşındakinin müdahalesi yoktur. (Edebiyat Dersleri)
- Bütün yaraların henüz taptaze olduğu, kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. (Beş Şehir)
- Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelir. (Yaşadığım Gibi)
- "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.." (Aydaki Kadın)
- “Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.” (Hep Aynı Boşluk)
- “Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz!” (Sahnenin Dışındakiler)
- Hepimiz birbirimiz için hüküm veririz. Fakat hüküm vermek için doğan insanlar vardır. İşte onlar korkunçturlar. Bence bir numara insan düşmanları onlardır. Çünkü her şeyi bilirler, görürler, affederler, bütün neticelerin altındaki sebepleri tanırlar (Suat’ın Mektubu)
- Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. (Yaz Yağmuru)
- Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır. (Edebiyat Üzerine Makaleler)
- Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. (Bütün Şiirleri)
- Bizde resim dille yapıldığı için belki de resim çığırı açılmamıştır. (Edebiyat Dersleri)
- ''Artık dağılmamız lazım! Birbirimizi anlamamız imkansız ve hepimiz yorgunuz!'' (Suat’ın Mektubu)
- Ger okursam sana mihnetlerümden Yazarsam binde bir zahmetlerümden Göge dûd ire yanıp nâmelerde Kara kanlar dökile hâmelerden (Eğer sana sıkıntılarımı söylesem, çektiklerimin binde birini yazsam. Yazıların yanmasıyla göğe dumanlar yükselir, kalemlerden kara kanlar dökülür.) (Hüsrev ü Şirin)
Editör: Nasrettin Güneş