Aelita - Aleksey Tolstoy Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Aelita kimin eseri? Aelita kitabının yazarı kimdir? Aelita konusu ve anafikri nedir? Aelita kitabı ne anlatıyor? Aelita PDF indirme linki var mı? Aelita kitabının yazarı Aleksey Tolstoy kimdir? İşte Aelita kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Aleksey Tolstoy
Çevirmen: Mazlum Beyhan
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786254051371
Sayfa Sayısı: 240
Aelita Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Aleksey N. Tolstoy’un 1923 yılında yazılmış ve pek çok dünya diline çevrilmiş yapıtı Aelita, çağın fizik, astronomi ve tarih görüşlerini sentezleyen bir serüven. Bir Sovyet mucidi ile eski bir Kızılordu neferi, Mars’ta yeni bir uygarlık savaşının içinde buluyorlar kendilerini. Sosyal eşitliği kurma iddiasındaki bir ülkeden gelip ilahi bir ilgi ve korkuyla karşılanıyorlar. “Göklerin Oğullarını” ilahi tahtlarından indiren ilk etken, çökmekte olan eşitsiz Marslı uygarlığının güzel prensesi Aelita’nın aşkı oluyor, ikincisi ise isyan. Yayımlandığından bu yana pek çok kez sinemaya uyarlanmış Aelita, zamanın göreliliği, roket fiziği, Sovyet sistemi gibi temalardan yararlanan yazarın “Batı’nın Çöküşü” teorileriyle tartışması olarak da değerlendirilir.
Aelita Alıntıları - Sözleri
- -Gusev sanki kendi içinde derin düşüncelere dalmış gibi, dalgın dalgın konuşuyordu. - Bu konuda epey düşünmüşlüğüm vardır, Mstislav Sergeyeviç. Savaş meydanında tüfeğinle yere yapışmış yatıyorsundur, hava tıpkı şu anda olduğu gibi zifiri karanlık... ve üzerine şakır şakır yağmur yağıyor... O anda ne düşünmeye çalışırsan çalış, dönüp dolaşıp ölüme varır bütün düşüncelerin. Sonra da kendini yol kıyısındaki ölü bir at gibi görürsün: donmuş, şişmiş, bütün dişleri meydanda. Ölümümden sonra başıma neler geleceğini bilmiyorum. Ama burada, henüz sağken, yaşıyorken bilmek isterim: İnsan mıyım, yoksa yol kenarındaki çürümüş bir at leşi mi? Yoksa ne olduğum hiç fark etmez mi? Yoksa, tam tersine, fark eder mi? Kuyruğu titretme vakti geldiğinde, gözlerim devrilecek, dişlerim kenetlenecek, kramp gibi bir kasılmayla birlikte her şey sona erecek. O anda şu iki gözümle gördüğüm dünya da benimle birlikte tepe takla olacak mı, olmayacak mı? Burada korkunç olan ne biliyor musunuz: Ben ölmüşüm, yol kıyısındaki at leşi gibi bütün dişlerim ortada, sırtarıyorum, üç yaşından beri kendini tanımaya başlamış olan ben, artık yokum; ama dünya, hiçbir şey olmamış gibi kendi düzeninde var olmaya devam ediyor? Beni korkutan şey bu. Bunu anlayabilmem zor. Ayrıca bu, doğru da değil. Madem ben öldüm, her şey tepetaklak olmalı. 914'ten beri insan öldürmeye öyle alıştık ki... Nedir yani insan dediğin? Tüfeğinle nişan aldığın bir hedef, hepsi bu! Yok, Mstislav Sergeyeviç, bu iş o kadar basit değil. Geçen yedi yılda bu dünya hiç mi dönmedi, değişmedi? Kürk palto gibi tersyüz ettiler onu. Günü geldiğinde bunu fark edeceğiz. Ama ben şundan eminim: Ben ölürken, gökyüzü çatırdayarak ortasından yarılacak. Benim öldürülmem demek, dünyanın ortasından yırtılması demek. Hayır, ben bir leş değilim. Bir seferinde, gece, yaralıyım, bir at arabasına sırt üstü uzatmışlar beni, yıldızlara bakıyorum. Dehşetli bir keder, felaket bir mide bulantısı. Ha sen, ha bir bit, diyorum kendime, yani, ne farkınız var? Bit de yiyip içmek ister, ben de isterim. Bite de ölüm zor gelir, bana da. İkimizin de sonu aynı. Bu sırada bir baktım, yıldızlar elmas gibi göz kırpıyor... Ağustos sonlarıydı... Bütün iç organlarımın zangır zangır titrediğini duyumsadım. Bana öyle geldi ki, Mstislav Sergeyeviç, yıldızlar, bütün yıldızlar, benim içimdeler. Ya da içimdeki her şey sanki yıldıza kesmiş. Hayır, bit değilim ben. Nasıl gözyaşlarına boğulduğumu anlatamam. Kendi kendime, nedir bu dedim... Neyin nesi? Evet, ölüm, önemli olay. Hayata yeni bir biçim vermek gerek. İnsan, bit değildir. Bir insanın kafatasının ortadan ikiye ayrılması hiç kuşkusuz dehşet verici bir olay, büyük bir günah. Ama beri yanda insanoğlu zehirli gaz diye bir şey de icat etti. Ben, yaşamak istiyorum, Mstislav Sergeyeviç. Ben bu lanet karanlıkta yapamam... Söyler misiniz, niye elimiz kolumuz bağlı dikilip duruyoruz burada böyle?
- "Aşkı tanımak, öğrenmek istiyorum, anlıyor musun? Ama bu konuda bildiğim tek şey acı, ıstırap..."
- "Yalnızlık istiyorsun ha, al sana yalnızlık?" Peki kendinden kurtulmak... Bunu başarabilmiş miydi?
- Anlamsızdı yaptıklarımız…
- Her şey, gelip ölüme dayanmış olmamızdan. Ne ondan kaçabiliyoruz, ne onu anlayabiliyoruz, ne de üstesinden gelebiliyoruz…
- Dünyada yaşamak için çok cesur olmak gerek; her şey kin ve nefretle zehirlenmiştir dünyada…
- Nedir yani insan dediğin?
- ― Ben yalnız kendime zorumdur dostum ...
- Ah, zaman! Yüreğin sıtmalı vuruşları…
- Toprağını terk etmek demek, çöllerde yitip gitmek demek.
Aelita İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Aelita: Günümüz insanının hala uzayda hayatın olup olmadığını sorgularken,zamanımızın uç teknolojilerini kullarak hala bir avuç yol katedememişken, yıllar önce uzay yolculuğu yapmış aşıklar okudum.:))”Aelita “ Yazar dünyanın kirlenmişliğini görmemek adına çareyi uzay yolculuğunda bulmuş sanırım ve böyle bir roman yazmış diye düşünmeden edemedim:)) Dönemine göre harika uzay bilgisi ve teknoloji bilgisi aktarılarak yazılan eser;Sovyet Rusya’nın Bilim adamı Mstislav Sergenyeviç Los ile eski bir kızılordu askeri olan Aleksey İvanoviç Gusev’in tanışıp birlikte Mars’a yolculuk etmeleriyle heyecan dolu yolculuğun başlayıp ve bu maceranın konu edildiği etkileyici bir Roman . Bilim kurgu türünden sıyrılıp daha çok aşkı hissettiğim cümleler oldu. Aelita Arkadaşlarımla şubat ayı için seçtiğimiz grup okumamızın ilk kitabıydı ladiesbook️ “ Aelita’ya” önyargıyla başlamıştım ama severek okuyup bugün bitirdim.Çokça alıntıladığım bir kitap oldu yine , alıntılarımla biraz sıkmış olabilirim 1000k arkadaşlarımı:)) Önerebilirim severek okuyacağınızdan eminim. Filmini de izledim dün gece dayanamayıp ingilizcem pek iyi olmasa da zor oldu ama güzeldi okuduktan sonra izlemek. Aelita’ya dair sevdiğim cümleyi bırakıp incelememi sonlandırıyorum. “Dünya’da yaşamak için çok cesur olmak gerek;her şey kin ve nefretle zehirlenmiş dünyada” İyi akşamlar sevgiler (SERAP)
Aelita... Kitabın konusunu bildiğimden ve hayran kaldığımda değil de, ismin bende ayrı bir yeri olduğundan başlamıştım kitaba. Ama yazıldığı zamana göre cidden mükemmel bir kitapla karşı karşıya kaldım. Günümüzde yazılsaydı mükemmelliği tartışılırdı gerçi. Kitap Los adında bir bilim adamının ve Gusev adında açığa alınmış bir askerin Mars'a yolculuk yapmasını anlatıyor. Mars'a varıyorlar da. Hem de uygarlığı gelişen, gelişip de artık sonuna bile gelinen... Ve bu arada kitabın bizzat ismi olan Mars Prenses'i Aelita ile tanışıyoruz ve Los aşık da oluyor :) Buraların spoiler olduğunu düşünmüyorum çünkü direkt kitabın arkasında da yazıyor. Neyse, içeriğinden bu kadar bahsetmek yeterli sanırım. Gelelim eleştirilerime, bir kere kitap o kadar yarım ki.. Duygular yarım, olay örgüsü yarım, tüm her şey yarım... Kitabın sonuna doğru mest eden felsefik cümleler bile damağımda kalıyor, eee daha yok mu diyorum resmen. Kitabın başlarında Los'u çok sevsem de, kitabı Gusev'e hayran kalarak bitirdim çünkü resmen filozofa dönüştü yahu adam. Aleksey Tolstoy'un bu kitabı biraz felsefik, biraz romantik, ve ağzı açık bıraktıracak kadar ileri görüşlü.. Hemencecik ve kolayca okunabilir, ama bu kitaptan önce önerebileceğim fazlaca şey var. Yine de son alıntımı okumanızı çok isterim, çünkü hariga bir metinle karşılaşacaksınız. Bu incelemeyi biraz yarım hissediyorum, kitap gibi :') Hoşçakalın, kitaplarla kalın. (Sena)
"İnsan, aslında dünyanın özüydü: dünyanın aklının bir meyvesi, onun iradesi, düşü ya da sayıklaması." Merhaba, bugün _ladiesbookclub_ okuma grubumla birlikte okuduğumuz Şubat’ın ilk kitabı Aleksey N. Tolstoy’un “Aelita” den bahsedeceğim. Kitap, İşKültür’ün Modern Klasikler serisinde yayınlanmış, yazıldığı döneme göre hayranlık uyandıran bir konuya sahiptir. Bir Sovyet mühendisi ile eski Kızılordu askeri olan iki kişilik bir ekibin, Mars’a gitmeye karar vermesiyle olaylar başlar. “Mars’ta hayat var mı?” diye çıkılan yolda çoktan uygarlığı gelişmiş ve hatta “Altın Çağ”ı ile batmakta olan bir Mars bulurlar. Mars’a varır varmaz, birbirine karakter olarak zıt olan iki ana karakterimizin Marslılar ile kurduğu ilişkiler ve diyaloglar sizi güldürürken sorgulatabilir. Genel olarak, bilim kurgu dalında eserleri pek okumasam da, bir okuma grubuyla ve modern klasik olarak keyifle okudum. Kitabın başları çok merak uyandırıcıyken, ortalarına göre benim için duruldu, sonlarına doğru ise ana karakterlerden olan Los’un biricik Mars prensesine aşık olmasıyla kitap başka bir seyir aldı. Karakter ve ruh olarak en çok “Aelita”ya ısındım. (Kitap sonrasında meşhur olarak filme uyarlanmış. Filmi de izlemek istiyorum!) Dönemine göre çok ileride bir hayal gücüyle yazılmış olan, pek çok dünya diline çevrilmiş bu yapıt, çağın fizik, astronomi ve tarih görüşünü sentezlemiştir. Kitap, genel anlamda bilim-kurgu, felsefe ve romantizm üzerine. Eğer bilim-kurguya ilginiz varsa, zevkle okuyacağınıza eminim. 2022’nin 12. Kitabından sevgiyle, Günce "Aşkı tanımak, öğrenmek istiyorum, anlıyor musun? Ama bu konuda bildiğim tek şey acı, ıstırap…” “İnsan, dünyanın en büyük gücüne sahiptir: maddeleşmiş saf akla. Ama bu onda uyuklama halindedir.” “Bu ne yaşam ne de ölüm. Beyin canlı, bedenim de. Ama ben kendimi atılmış, savrulmuş hissediyorum. Bomboşum.” “... ve insanlar inanılmaz bir umutsuzluk içindeydiler: Sanki umudun yolu buralara hiç düşmemişti, varlığı bile bilinmeyen bir kavramdı o buralarda.” (guncecigim)
Aelita PDF indirme linki var mı?
Aleksey Tolstoy - Aelita kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aelita PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Aleksey Tolstoy Kimdir?
Babası kont Nikolay Aleksandroviç Tolstoydur (1849-1890). Annesi Aleksandra Leontyevna Turgenyeva (1854-1906), dekabrist Nikolay Turgenyev’in yeğenidir. Soylu bir aileden gelen Aleksey Tolstoy, Lev Tolstoy’un da uzaktan akrabasıdır.
İlk öğrenimini evde özel öğretmen rehberliğinde tamamlamıştır. 1897 yılında Tolstoy’un ailesi geleceğin yazarının gerçek bir lise eğitimi alacağı Samara’ya taşınır. 1901 yılında liseden mezun olduktan sonra, öğrenimine devam etmek için Peterburg’a gider. Teknoloji Enstitü’sünün makine mühendisliği bölümüne girer. Bu yıllarda Nekrasov ve Nadson’dan öykünerek ilk şiirlerini yazar.
1907’de diplomasını almasına kısa bir süre kala, kendini edebî çalışmalara adamaya karar verir ve enstitüyü bırakır.
“Mavi Nehirler Arkasında” eseri Rus folklörüyle tanışmasının bir sonucudur. Bu dönemde ilk düzyazı tecrübesini gerçekleştirmiştir “Saksağan Masalları”.
Tolstoy’un sanatının ilk yıllarında, bu yıllarda arkadaşı olan Voloşin’in etkisi görülür. 1909 yılında ilk öyküsü olan sonraki yllarda “Volga boyunda” adlı derlemesine giren “Turenev’de Bir Hafta” eserini yazar. Daha sonra iki romanı “Tuhaf Adamlar” ve “Topal Ağa” eserlerini yazar. Tolstoy’un eserleri, kuşkusuz büyük ve güçlü bir yazar olarak gördüğü Maksim Gorki’nin dikkatini çeker.
Birinci Dünya savaşı Tolstoy’un planlarını değiştirdi.Savaş muhabiri olarak cephede bulunur, daha sonra İngiltere ve Fransa’ya gider. Savaş hakkında bir dizi deneme ve makale yazar (hikayeleri: “Dağda”.1915; “Su Altında”; “Hoş Hanım”,1916). Savaş yıllarında dramaturjiye ve komediye “Şeytan” ve “Şekerim” yönelir. Şubat devrimi olayalrı onun ilgisini tarihle ve Petro dönemiyle ilgilenmesine teşvik eden Rus devletinin Problemlerine çeker. Uzun süre zamanını dönemin asıl olayı olan I. Petro ve kuşatmalarına ışık tutmak için çabalayarak arşivler üzerinde çalışmakla geçirir.
Tolstoy Ekim Devrimini düşmanca kabul eder. Çalışmaya devam eder -1918’de onun yaratıcılığında tarihi konu ortaya çıkar (hikayeleri “Sanrı”, “Petro’nun Günü”)-. 1918 yılının sonbaharında ailesiyle Odessa’ya gider, oradan da Paris’e... Mülteci olmuştur. Ailesi hakkında bu dönemde Tolstoy daha sonra şunları yazar: "Göç sırasında hayat benim hayatımın en zor dönemiydi. Orada anladım ki vatanından ayrı bir çift insan olmak kimseye gerekli değil…"
1920 yılında “Nikitina’nın Çocukluğu” öyküsünü yazar.
1921 yılında Berlin’e göç eder ve Arefe grubuna( Sovyet hükümetiyle yapılan savaştan sonra ortaya çıkan, Rus göçmenlerinin, entellektüellerinin toplumsal politik hareketi girer. Bunun sonucunda eski arkadaşları Tolstoy’a yüz çevirirler. 1922’de Berlin’e gelen Gorkiy Tolstoyla dostça ilişkiler kurar. Berlin döneminde “Aelita” romanını, “Kara Cuma” ve “Yatak Altında Bulunan El yazması” hikayelerini yazar. 1923 yılında Tolstoy Sovyet Rusyasına geri döner. Dönüşünden sonra yazdığı eserlerin başında üçlemesi “Azap Yolu” (“Kız Kardeşler”, “Yıl 1918”, 1927-28; “Kederli Sabah”. 1940-41) eserini yazar. Trilojisi yani bu üçlemesi teme olarak “Ekmek” (1937) öyküsünü andırmaktadır. 1925 -1927 yıllarında bilim kurgu romanı “Mühendis Garin’in Hiperboloidi’ni yazar.
Tarihsel romanı “Birinci Petro” (1929-1947 tamamlayamamıştır) Sovyet edebiyatında acımasız ve güçlü reform iktidarının savunuculuğunu üstlenen türün en önemli örneği sayılabilir.
Tolstoy’un öyküsü “Aelita” (1922-1923) ve romanı “Mühendis Garin’in Hiperboloid’i (1925-1927) Sovyet bilim kurgu klasiklerindendir. Diğer eserleri arasında “Rus Karakteri” (1944), drama eseri-Çar rejimi hakkında fikir ayrımını anlatan “İmparatoriçe’nin Büyüsü” (1925) eserleri bulunmaktadır.
Yazarın misafir evinde ilginç, yetenekli, insanlar-yazarlar, aktörler, müzisyenler toplanırdı. Tolstoy 16 yıl üzerinde çalıştığı fakat tamamlayamadığı tarihi romanı “Birinci Petro” eseri ile büyük başarıya ulaşmıştır.
İç savaş sırasında sık sık denemeler, makaleler, kahramanları şavaşın zor tecrübelerini yaşamış sıradan insanlardan oluşan hikayeler yazıyordu. Savaş yıllarında drama eseri “Korkunç İvan’ı” yazar (1941-1943).
Ağır hastalığı yazarın zafer günlerine kadar yaşamasına müsaade etmez ve Tolstoy 23 Şubat 1945’te Moskova’da ölür.
Aleksey Tolstoy Kitapları - Eserleri
- Aelita
- Azap Yolları 1. Cilt
- Azap Yolları 2. Cilt
- Azap Yolları 3. Cilt
- Korkunç İvan
- Bozgun
- Qızıl açar, yaxud Buratinonun macəraları
- Гиперболоид инженера Гарина
- Büyük Petro
- Гадюка
- Düşman Topraklarımızda
Aleksey Tolstoy Alıntıları - Sözleri
- "Aşkı tanımak, öğrenmek istiyorum, anlıyor musun? Ama bu konuda bildiğim tek şey acı, ıstırap..." (Aelita)
- "Yalnızlık istiyorsun ha, al sana yalnızlık?" Peki kendinden kurtulmak... Bunu başarabilmiş miydi? (Aelita)
- Artık bir ölü gibi susmanız gerekiyor. Anlaşılıyor mu ? Anladınız mı? Sükűût! .. (Bozgun)
- Seviyorum,” diye düşündü, “doğru olan bir bu. Ne yaparsam yapayım, aşk yüzündense bu yaptıklarım, iyidir daima.” (Azap Yolları 1. Cilt)
- Benim babam kadar nefret edilecek ikinci bir insan yoktur yeryüzünde! Bundan sonra divanın üzerine attım kendimi, yüzümü mendile gömdüm, kana kana ağladım! Ve böylece geçmiş hayatımla bütün ilgimi kestim... (Azap Yolları 3. Cilt)
- Nedir yani insan dediğin? (Aelita)
- Yıldızların ışığında yavaş yürümek daha iyi olurdu. Ne de olsa dünya çok güzel! (Azap Yolları 3. Cilt)
- Mektuba yazılacak olan şeyleri sana söyleyeyim. Ordu Sorokin’e itimat ediyor. Sorokin bugün bir kahramandır, ordu her yere onun peşinden gidecek... Sorokin’in kurşuna dizilmesini istiyorum... (Azap Yolları 2. Cilt)
- Haklısın. Tereddütlerin, kararsızlıkların Allah belasını versin!.. (Azap Yolları 2. Cilt)
- "Anarşizm diye bir kitap varmış .Ha? Bu kitabı okudun mu? " (Bozgun)
- Dünyada yaşamak için çok cesur olmak gerek; her şey kin ve nefretle zehirlenmiştir dünyada… (Aelita)
- Anlamsızdı yaptıklarımız… (Aelita)
- ― Ben yalnız kendime zorumdur dostum ... (Aelita)
- Zihnimizdeki canavarlar ve hayaletlere kulak asmak yerine, gerçek hayattaki kötülüklerle yetinseydik zavallılığımız ne kadar katlanılır, hayat ne kadar güzel olurdu. (Korkunç İvan)
- “Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor; kimse kendini değiştirmeyi düşünmüyor” (Azap Yolları 1. Cilt)
- "Bütün bu gürültüler ,bu ihtilaller hep Leon Tolstoyun hatası .. Ne çekiyorsak onun yüzünden çekiyoruz hep ." (Bozgun)
- -Gusev sanki kendi içinde derin düşüncelere dalmış gibi, dalgın dalgın konuşuyordu. - Bu konuda epey düşünmüşlüğüm vardır, Mstislav Sergeyeviç. Savaş meydanında tüfeğinle yere yapışmış yatıyorsundur, hava tıpkı şu anda olduğu gibi zifiri karanlık... ve üzerine şakır şakır yağmur yağıyor... O anda ne düşünmeye çalışırsan çalış, dönüp dolaşıp ölüme varır bütün düşüncelerin. Sonra da kendini yol kıyısındaki ölü bir at gibi görürsün: donmuş, şişmiş, bütün dişleri meydanda. Ölümümden sonra başıma neler geleceğini bilmiyorum. Ama burada, henüz sağken, yaşıyorken bilmek isterim: İnsan mıyım, yoksa yol kenarındaki çürümüş bir at leşi mi? Yoksa ne olduğum hiç fark etmez mi? Yoksa, tam tersine, fark eder mi? Kuyruğu titretme vakti geldiğinde, gözlerim devrilecek, dişlerim kenetlenecek, kramp gibi bir kasılmayla birlikte her şey sona erecek. O anda şu iki gözümle gördüğüm dünya da benimle birlikte tepe takla olacak mı, olmayacak mı? Burada korkunç olan ne biliyor musunuz: Ben ölmüşüm, yol kıyısındaki at leşi gibi bütün dişlerim ortada, sırtarıyorum, üç yaşından beri kendini tanımaya başlamış olan ben, artık yokum; ama dünya, hiçbir şey olmamış gibi kendi düzeninde var olmaya devam ediyor? Beni korkutan şey bu. Bunu anlayabilmem zor. Ayrıca bu, doğru da değil. Madem ben öldüm, her şey tepetaklak olmalı. 914'ten beri insan öldürmeye öyle alıştık ki... Nedir yani insan dediğin? Tüfeğinle nişan aldığın bir hedef, hepsi bu! Yok, Mstislav Sergeyeviç, bu iş o kadar basit değil. Geçen yedi yılda bu dünya hiç mi dönmedi, değişmedi? Kürk palto gibi tersyüz ettiler onu. Günü geldiğinde bunu fark edeceğiz. Ama ben şundan eminim: Ben ölürken, gökyüzü çatırdayarak ortasından yarılacak. Benim öldürülmem demek, dünyanın ortasından yırtılması demek. Hayır, ben bir leş değilim. Bir seferinde, gece, yaralıyım, bir at arabasına sırt üstü uzatmışlar beni, yıldızlara bakıyorum. Dehşetli bir keder, felaket bir mide bulantısı. Ha sen, ha bir bit, diyorum kendime, yani, ne farkınız var? Bit de yiyip içmek ister, ben de isterim. Bite de ölüm zor gelir, bana da. İkimizin de sonu aynı. Bu sırada bir baktım, yıldızlar elmas gibi göz kırpıyor... Ağustos sonlarıydı... Bütün iç organlarımın zangır zangır titrediğini duyumsadım. Bana öyle geldi ki, Mstislav Sergeyeviç, yıldızlar, bütün yıldızlar, benim içimdeler. Ya da içimdeki her şey sanki yıldıza kesmiş. Hayır, bit değilim ben. Nasıl gözyaşlarına boğulduğumu anlatamam. Kendi kendime, nedir bu dedim... Neyin nesi? Evet, ölüm, önemli olay. Hayata yeni bir biçim vermek gerek. İnsan, bit değildir. Bir insanın kafatasının ortadan ikiye ayrılması hiç kuşkusuz dehşet verici bir olay, büyük bir günah. Ama beri yanda insanoğlu zehirli gaz diye bir şey de icat etti. Ben, yaşamak istiyorum, Mstislav Sergeyeviç. Ben bu lanet karanlıkta yapamam... Söyler misiniz, niye elimiz kolumuz bağlı dikilip duruyoruz burada böyle? (Aelita)
- İnsanın mutluluğu için savaşıyorsunuz. Ama çok kere insanın kendisini unutuyorsunuz. (Azap Yolları 3. Cilt)
- "Adam sende ,sat anasını !" (Bozgun)
- "Kadın mı ,şiir mi,ayıramazsın ." (Bozgun)