diorex
life
Dedas

Ağustos Işığı - William Faulkner Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ağustos Işığı kimin eseri? Ağustos Işığı kitabının yazarı kimdir? Ağustos Işığı konusu ve anafikri nedir? Ağustos Işığı kitabı ne anlatıyor? Ağustos Işığı kitabının yazarı William Faulkner kimdir? İşte Ağustos Işığı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 11.03.2022 14:00
Ağustos Işığı - William Faulkner Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: William Faulkner

Çevirmen: Murat Belge

Orijinal Adı: Light In August

Yayın Evi: İletişim Yayınevi

İSBN: 9789754700763

Sayfa Sayısı: 446

Ağustos Işığı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ağustos Işığı, Faulkner'ın kendine özgü anlatım teknikleriyle Amerikan yaşamının çelişik öğelerini, uyumsuzluklarını ve Amerika tarihinde iz bırakan siyahlar ve ırkçılık sorununu deşen başyapıtlarından biri. Ağustos Işığı, Kuzey-Güney, beyaz-siyahi ayrışmasının yoğun olarak yaşandığı Mississippi'de, Faulkner'ın edebiyat haritasına yerleştirdiği "Yoknapatawpha"da geçer. Romanın başkişisi Joe Christmas'ın, hem beyaz olduğu hem de siyahi kanı taşıdığı düşünülmektedir. Joe iki dünya arasında gidip gelirken her ikisinin de yabancısı olduğunu hisseder, yaşadığı kısır döngü, romanın psikolojik zamanında çapraşık bir iç deneyim olarak sunulur. Joe'nun tragedyasının diğer halkalarını Doc Hines, Miss Burden gibi karakterlerin siyahlar ve ırkçılık sorunu karşısındaki tavırları meydana getirir. Ağustos Işığı'nda Faulkner bilinçlilik akışı, iç monolog, "flash-back" gibi anlatım tekniklerini belleklerde iz bırakan bir tarih anlatısıyla birleştirir.

"20. yüzyıl Amerikan edebiyatında, Amerikan yaşamının barındırdığı çeşitlilik ve düzensizliği yansıtmak konusunda Faulkner'ın derinliği ve hayal gücü zenginliğine ulaşabilen bir yazar yoktur."

-Doreen Fowler-

Ağustos Işığı Alıntıları - Sözleri

  • Arkadan konuşmak yalnız ahlaksızlık değil, korkaklıktır da.
  • En derin kitap bile nasıl yanlış çıkıyor hayata uygulanınca.
  • “Elli yaşındayım. İsteyeceği her şeyim var. Evlenmek için bana iyi bir kadın gönder. Kim olduğu umurumda değil, yalnız iyi bir ev kadını olsun ve otuz beşten aşağı olmasın.”
  • ...”Çünkü bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar.. Bir değişikliği göze alamaz da alışık olduğu sıkıntılara dört elle sarılır.”
  • …Çünkü nereden gelirse gelsin ve nerede bulunmuşsa bulunsun, insan hemen anlıyordu onun toprağın üstünde sadece yaşadığını, bir çekirge gibi. Sanki bunu o kadar uzun zamandır yapıyordu ki, şimdi her yanı dağılıp saçılmıştı ve şimdi herhangi bir yere kapılıp hedefsizce ve her şeyi unutmuş olarak üflenen saydam ve ağırlığı olmayan bir kabuktan başka bir şey kalmamıştı.
  • "Belki hakları vardı aşkı kitaplara koymakta," diye düşündü sessizce. "Belki başka bir yerde yaşayamazdı."
  • Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa başka yerde yaşayamazdı.
  • Bellek inanır bilmek hatırlamadan önce.
  • ”Belki hakları vardı aşkı kitaplara koymakta, belki başka bir yerde yaşayamazdı.”
  • "Çünkü bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar. Bir değişikliği göze alamaz da, alışık olduğu sıkıntılarına dört elle sarılır. Evet. Çoğu adam yaşayan insanlardan nasıl kaçıp kurtulmak istediğini anlatır. Ama ölü insanlardır zarar veren. Sessizce bir yerlerde yatıp onu yakalamaya çalışmayan ölülerdir, kaçamadığı."

Ağustos Işığı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İYİKİ FAULKNER VAR... Uzun zamandır böyle güzel bir eser okumadım. Ağustos Işığı, William Faulkner'in okuduğum ikinci eseri oldu. Yazarın ilk olarak Ses ve Öfke romanını okuduğum için yazara alışıktım. Romanda bol bol bilinç akışı tekniği, geri dönüşlere başvurmuş. Faulkneri okumayı göz aldıysanız karmaşayı da göze almışsınızdır. Roman insanı yer yer zorluyor. Bu zorluğa fazlasıyla değiyor. Yazarın üslubu harika. Betimlemeleri o kadar güzel yapmış ki sanki o anı yaşıyorsunuz. Kitabı yaşatıyor adeta. Romanda Irkçılık sorununu ele alıyor. Irkçılık sorunu yarı beyaz yarı zenci olan Christmas etrafında dönüyor. Doğduğunda beri zenci olduğu için örselenmiş ne olduğu bilmediği için hep bir belirsizlik yaşamış. Christmas'ın hayatına odaklandığı kısımlar çok can alıcı. Romanda ayrıca Lena Grove, Doc Hines, Miss Burden ve Hightower'ın hayatları da anlatıyor yazar. Farklı hayatları ele alsa da konuda sapma olmuyor. Irkçılık ekseninde dönüyor. Romanın bir güzel yanıda çeviri yapan Murat Belge'nin muhteşem önsözüdür. Kitabı kafamızda netleştiriyor. Kesinlikle bu kitabı okumalısınız. Eğer ilk kez yazarı okuyacaksanız muhakkak bu kitaptan başlayıp Ses ve Öfkeyi okuyun. Ve edebiyat ile kalın (Gülhan)

Çağımızın en büyük romancılarından olan William Faulkner, Amerikan yaşantısının iç yüzünü anlatırken yirminci yüzyıl insanının portresini de somutlaştırarak bizi aydınlatıyor. Aydınlatmaktan kastım karanlığın utancı örten perdesini kaldırması... Tüm çıplaklığıyla ortada kalan insanlığın ar damarını çatlatması... Olaylar dizisindeki karmaşıklık bence okumayı zorlaştırmaktan ziyade merak unsurunu çok daha etkili kılmış. İlk 80 küsur sayfada neredeyse hiç adı geçmeyen baş kişisi Joe Christmas, zencilerle beyazlar arasında gidip gelir, iki dünyanın da yabancısıdır. Kim olduğunu, ne olduğunu bilemez ama yazar bize onu o kadar iyi anlatır ki ölümsüz bir kahraman kazandırır edebiyat evrenine ve şöyle unutulmaz replikler çıkar ortaya: “Çünkü bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar. Bir değişikliği göze alamaz da, alışık olduğu sıkıntılara dört elle sarılır.” Kitapta bizi karşılayan ve uğurlayan ise Lena Grove. Onun hikayesi adeta insanlığın olumlaması gibidir. Mesela elinde hiçbir adres olmadan yola çıkar ama bir şekilde yolunu bulur. Yoluna çıkan herkes ona yardım eder. Adeta doğanın akıp gitmesi gibi sakin ve kendinden emindir her zaman. Onun sayesinde Amerika’nın karşıt, çelişik yönleri görünür hale gelir. Birçok farklı kahraman girer çıkar olay örgüsü içinde ve hemen hemen hepsi belirgin bir özelliği temsil eder. Bu karmaşanın içinde müthiş bir uyum vardır ama. Bir kişinin bile gereksiz olduğunu düşünmedim roman boyunca. Hepsi olması gerektiği yerde, olması gerektiği kadar kaldı ve birçoğu çerçeveye farklı açılardan bakmamı sağlarken bazıları da tabloyu tamamlayan fırça darbeleri oldular. Faulkner, Ses ve Öfke’ye kıyasla daha sade bir üslup kullanmış bu romanda ve Murat Belge de çeviri eserlerde az rastlanır bir şiirsellikte bu baş yapıtı Türkçe okumamızı sağlamış. “Ağustos Işığı” tekrar okunması gereken kitaplar listeme girdi böylece. “Kaçmaya çalıştığı şeyin kendi varlığı değil de yalnızlık olduğunu sanıyordu.” (Elif Osmanoğlu)

Yıllar önce okumak isteyipte başarılı olamadığım bir kitaptı. Kaç defa yine bırakmak istesem de sonunda okudum bitirdim. Hani bir kitaba başlarsın olaylar bazı kitaplarda önce biraz karışıktır, kitap ilerledikçe açılır akıcı bir şekilde gider. Ama bu kitapta sona kadar olayların karışıklığı hiç bitmiyor. Kitap William Faulkner’ın en iyi eserlerinden biri. Herhalde bir kere daha okumak gerekiyor. Oysa o kadar enerjim yok. Okumak isteyenlere bol şans diyebilirim. (İsmet Dağlı)

Ağustos Işığı PDF indirme linki var mı?

William Faulkner - Ağustos Işığı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ağustos Işığı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı William Faulkner Kimdir?

Amerikan Modernist yazarların babası sayılan Faulkner, rakip gördüğü Ernest Hemingway'den farklı olarak, uzun ve karmaşık anlatımları benimsemiştir. Uyguladığı teknikler arasında bilinç akışı tekniği ve çoğul anlatı (multiple narration) teknikleri bulunur. 1930'larda Avrupa'daki deneysel geleneği izleyen ilk Amerikan yazarıdır.

25 Eylül 1897'de Mississippi'de doğan Faulkner, buradaki Güney geleneğinden oldukça etkilendiği bir çocukluk geçirdi. Daha sonra hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Oxford'daki Lafayette kasabasına taşındılar. Eserlerinde bahsettiği "Jefferson" Oxford'u, "Yoknapatawpha kasabası" ise Lafayette'i temsil eder. Büyük-büyük babası William Clark Falkner Konfederasyon ordusunda görev yapmış, tren yolu yaptırmış ve adını Tippah kasabası yakınındaki Falkner şehrine verdirmiş Mississippi'nin önemli karakterlerinden biridir. Aile soyadları Falkner olmasına rağmen, büyük ihtimalle görevli memurun hatası sonucu Faulkner olmuştur. Liseyi terkettikten sonra bir işte tutunamayıp "wastrel" (defolu mal) olarak anılmaya başlanmıştır. 1918'de, iki ailenin Faulkner'ın ev geçindiremeyeceğine karar verip ayırdıkları nişanlısı Estella Oldham'ın zengin ve yaşlıca olan Cornell Franklin'le evlenip Çin'e yerleşmesiyle büyük bir üzüntü yaşamış ve Yale öğrencisi olan Oxford'dan arkadaşı Phil Stone'un yanına, New Haven'a gitmiştir. Burada katiplik yapmış, Phil Stone'un onun için hazırladığı okuma programıyla klasikleri ve çağdaş yazarları okumuş, bu sayede Melville, Cervantes, Dostoyevski ve Conrad'ın eserlerine büyük hayranlığı oluşmuştur.

Daha sonra Toronto'da yardımcı pilotluk yapıp Oxford'a geri dönen yazar bu sefer Mississippi Üniversitesi'ne girmiş, burada "Marionettes" adlı bir grup kurup aynı adı taşıyan bir oyun yazmaya çalışmış fakat başaramamış ve 1921'de okulu bırakıp New York'a gitmiştir. Burada bir kitapçıda çalışmış ve Sheerwood Anderson'ın ileride eşi olacak olan Elizabeth Prall'la tanışıp arkadaşlık kurmuştur. Aynı yılın Aralık ayında Oxford'a geri dönmüş ve bu sefer de üniversitede postane müdürü olarak çalışmaya başlamıştır. 1924'de The Marble Faun(Mermer Tanrıça) adlı şiir kitabını basmıştır.

1925'de New Orleans'a gidip arkadaşı olan Elizabeth Prall sayesinde Sherwood Anderson'ın "çırağı" olmuş ve onun yönlendirmeleriyle Birinci Dünya Savaşı sonunda entellektüellerde ve toplumda görülen sıkıntı ve büyük üzüntüyü benimseyip, yine Anderson'ın yönlendirmesiyle 1926'da Soldier's Pay'i yazmıştır.

1929'a dek olan yazılarında şeytani özellikler taşıyan karanlık kötü kadın karakterler görülürken, 1928'de Estella'nın boşanıp dönmesi ve William Faulkner'ın onunla evlenmesiyle bu kadın modeli değişmiştir. 1929'da Sartoris'i yazmıştır. Bu eserinin önemli özelliği, Faulkner'ın ünlü Yoknapatawpha kasabası sembolünü ilk kullandığı kitabı olmasıdır. Aynı yıl ünlü eseri The Sound and the Fury'yi (Ses ve Öfke) yazmış ve büyük bir başarı kazanmıştır. 1930'da ise As I Lay Dying'de (Döşeğimde Ölürken) 40 mil ötedeki Jefferson'a gömülmek istediğini söyleyen Addie Bundren'in cenazesinin ailesi tarafında buraya götürülmesi anlatılır.

Paraya sıkıştığı bir dönemde, sırf satış yapması için 1931'de yayımlanan Sanctuary'yi (Kutsal Sığınak) yazar fakat beklediği kadar büyük satışı sağlayamaz. Daha sonra devam eden maddi sıkıntıları yüzünden ara ara Hollywood'da senaryo yazarlığı yapar. 1932'de ise Light in August'u (Ağustos Işığı) yazar. Bu eserde, Lena Grave, Joe Christmas ve Peder Hightower'ın geçmişe saptantılı hikayeleri birçok anlatıcı kullanılarak anlatılır. 1936'da Absalom! Absalom!'u yazar.

Faulkner eserlerinde genel olarak Güney kültürünün çöküşü ve bozuluşunu, ve aile sevgisi ve gururunun yok oluşunu ele alır.

1949 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandıktan sonra, 1955'de Pulitzer Ödülü'nü alan Faulkner, 1962'de bir kalp krizi sonucu ölmüştür.

William Faulkner Kitapları - Eserleri

  • Ses ve Öfke
  • Döşeğimde Ölürken
  • Kutsal Sığınak
  • Ağustos Işığı
  • Dilek Ağacı
  • Abşalom, Abşalom!
  • Çılgın Palmiyeler
  • Yenilmeyenler
  • Ayı
  • Emily’ye Bir Gül
  • Duman
  • Kurtar Halkımı Musa
  • Köy
  • O Akşam Güneşi
  • Mektuplar
  • Aşk ve Ölüm
  • Sartoris
  • Kırmızı Yapraklar
  • Doktor Martino
  • Mayday
  • Intruder in the Dust
  • Kurtar Halkımı Musa
  • Ağustos Işığı
  • Seçilmiş Eserleri
  • The Mansion
  • Pylon
  • These 13

William Faulkner Alıntıları - Sözleri

  • Daha ileri bir yaşta olsaydı, çocuk buna dikkat eder, neden daha büyük bir ateş yakmadığını anlamaya çalışırdı- yalnızca savaştaki savurganlığı ve yıkımı görmekle kalmayıp kanında kendisinin olmayan nesneleri hoyratça harcama eğilimi de taşıyan bir adam, neden önüne çıkan her şeyi yakmıyordu ki? (Emily’ye Bir Gül)
  • Ben Tanrıyı hep bir adam gibi düşledim dedi kadın. (Kutsal Sığınak)
  • ve çoktandır öğrenmişki insan özgür olamaz ve olsa da buna dayanamaz. (Ayı)
  • Haksızlık yapılırken oturup bakamam. (Kutsal Sığınak)
  • Yaşlı insanlar için tüm geçmiş, matematiksel bir düzen içinde gitgide uzaklaşan bir yol değil,en çetin kışlardan bile pek etkilenmeyen ve şimdi artık kendilerinden son on yılın darboğazıyla ayrılmış bulunan koskoca bir çayırlıktır. (Emily’ye Bir Gül)
  • Onun gölgesi bende olsa ben de kendi gölgemden korkardım. (Kutsal Sığınak)

  • ... hayat her zaman sen tüm olanakları yaşayıp tüketmeden önce biter. Ve bütün bunlar bir yerlerde var olmayı sürmeli, bütün bunlar yalnızca bir yana atılmak için icat edilmiş, yaratılmış olamaz. (Kurtar Halkımı Musa)
  • Ben, insanın son bulacağını kabul etmiyorum. Dayanacağını düşünerek, insanın ölümsüz olduğunu söylemek kolaydır. (Kırmızı Yapraklar)
  • Çünkü bir insan yüreğinin tarihindeki, birbiriyle çelişen giderek birbirini çürüten olayların sanat yoluyla bir düzene sokulup perçinleştirilmesi, böylelikle gerçeğe benzer, inanılır bir duruma getirilebilmesi ancak ve ancak yazında olur. (Duman)
  • “Bir şeyi yapmaktan korktuğun zaman yaşadığını bilirsin “ dedi. (Emily’ye Bir Gül)
  • "Çünkü bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar. Bir değişikliği göze alamaz da, alışık olduğu sıkıntılarına dört elle sarılır. Evet. Çoğu adam yaşayan insanlardan nasıl kaçıp kurtulmak istediğini anlatır. Ama ölü insanlardır zarar veren. Sessizce bir yerlerde yatıp onu yakalamaya çalışmayan ölülerdir, kaçamadığı." (Ağustos Işığı)
  • Benim kızdığım bir şey varsa, o da namussuzca ikiyüzlülük. (Ses ve Öfke)
  • ...toprak, insanlar ancak ona karşı doğru davranırlarsa, üstünde yaşamalarına, onu kullanmalarına, ondan yararlanma­Iarına izin verir, öyle davranmazlarsa, tıpkı pirelerinden kurtul­mak isteyen 1köpek gibi, silkelenip onları sırtından atarmış... (Yenilmeyenler)

  • Aynı anda birden fazla erkekle oynaşmaya kalkan kadın budalanın biridir. Erkekler derttir. Ne diye derdini ikiye katlasın ki insan? (Kutsal Sığınak)
  • "Günaydın. "Biz Dilek Ağacı'nı arıyoruz," dedi kızıl saçlı oğlan. "Çok uzaklarda," diye yanıtladı yaşlı adam. Ciddi ciddi başını salladı. "Onu bulabileceğinizi hiç sanmam." (Dilek Ağacı)
  • Sen beyazları anlamıyorsun. Çocuk gibidir bu adamlar, dikkatli davranman gerekir, çünkü bir adım sonra me yapacaklarını asla bilemezsin. (Emily’ye Bir Gül)
  • Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır demişti.Dahası savaşılmamıştır bile. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir. (Ses ve Öfke)
  • ... yaşamla edebiyat arasında derin bir uçurum bulunduğunu anladım - anladım ki, hayatı her yönüyle yaşayabilenler, yaşıyor; yaşayamayıp da bunun açısını içlerinde yeterince derinden duyanlar, yazar oluyorlar. (Yenilmeyenler)
  • Sevgili Bama Hala , kitabımı beyaz adamlar basacak artık. Harcourt &Brace A.Ş beni Liveright' dan satın aldı. Burası çok daha iyi. Kitap Şubatta çıkacak. Ayrıca şimdiye kadar okuduğum en kor­kunç kitap. (Mektuplar)
  • Çünkü insan daha önce çektiği acılardan hep bir parça korkar. (Çılgın Palmiyeler)

Yorum Yaz