diorex

Ahir Zaman İlmihali - M. Hayri Kırbaşoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ahir Zaman İlmihali kimin eseri? Ahir Zaman İlmihali kitabının yazarı kimdir? Ahir Zaman İlmihali konusu ve anafikri nedir? Ahir Zaman İlmihali kitabı ne anlatıyor? Ahir Zaman İlmihali PDF indirme linki var mı? Ahir Zaman İlmihali kitabının yazarı M. Hayri Kırbaşoğlu kimdir? İşte Ahir Zaman İlmihali kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 04.12.2022 15:00
Ahir Zaman İlmihali - M. Hayri Kırbaşoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: M. Hayri Kırbaşoğlu

Yayın Evi: Otto Yayıncılık

İSBN: 9786059168069

Sayfa Sayısı: 432

Ahir Zaman İlmihali Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Dünyada yaşanan son gelişmeler de gösterdi ki islam artık sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık göz önüne alınarak ve gezegen ölçeğindeki gelişmelere merkezî bir önem verilerek yeniden formüle edilmek durumundadır.Bu yeni formülasyonu, "islam'ı bir 'dünya görüşü' olarak sunmak" şeklinde özetlemek mümkündür, işte elinizdeki eserin temel hedefi islam'ı bir "dünya görüşü" olarak sunabilmek, amacı da, bu suretle İslam dünyasının tarihe müdahil olmasını sağlamaya yönelik bir katkıda bulunmaktadır. Açıktır ki böyle bir teşebbüs islam'ı Kelime-i Şahadet, namaz, oruç, hac ve zekât ile sınırlayan ve "islam'ın şartı beştir." şeklindeki yanlış anlayıştan yola çıkan "ilmihaller"den kesinlikle farklı olacaktır. Bu sebeple sizlere sunulan bu eser, bilinen anlamıyla bir "ilmlhal"den öte bir şeydir.Ahir Zaman ilmihali, yedisinden yetmişine toplumun tamamına yönelik ve onlara ulaşmayı amaçlayan bir eser olması itibarıyla; ilmî usûl ve üsluptan ziyade fikre yani şekilden ziyade muhtevaya öncelik veren bir yaklaşımın ürünüdür. Okuyucularımızı, içinde bulunduğumuz "zor zamanlar"da yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlıkla tanıştırabllmek amacıyla yazılan bu eser, öncelikle "çağdaş islam düşüncesl"nin bugün geldiği noktayı aktarmayı da amaçlamaktadır.Elinizdeki İlmihal, hem ilmihal geleneğinde bir kırılma noktası olabilmek hem de islam'ı bütün insanlık İçin kurtuluş ümidi olarak takdim edebilmek gibi bir idealizmin ürünüdür.

Ahir Zaman İlmihali Alıntıları - Sözleri

  • Ölülere Kur'an okumak şeklindeki uygulama, birtakım rivayetlere dayandırılmak istenmekteyse de, bu rivayetler delil olabilecek kadar güvenilir olmadığı gibi, ölmekte olanın yanında Kur'an okumak anlamına gelen birtakım rivayetlerin, öldükten sonra ölüye Kur'an okumak şeklinde yanlış anlaşılması da söz konusudur.
  • Bu denge meselesinin ne kadar hayati önemi haiz olduğunu daha iyi görmek için, İslam dünyasında, son zamanlarda yaşanan dünyevileşme süreçlerine şöyle bir göz atmak bile tek başına yeterli olacaktır. Fakat yine de hiçbir İslam ülkesinde yaşananlar, bu konuda ülkemizde yaşananlar kadar çarpıcı bir örnek teşkil edemez. Ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkemizin bilhassa dindar kesimlerinin son on-yirmi yılda siyasi ve ekonomik alanda giderek güçlenmeleri, beraberinde gözden kaçmayan bir bozulma ve çürümeyi de getirmiştir. Aslında Allah'a daha iyi bir kul olma hedefiyle yola çıkan birtakım tarikat, cemaat, grup ve partilerin, bu dönemde amaçlarından saparak birer ekonomik işletme ve şirkete dönüştükleri, güç ve iktidar tutkusunun esiri oldukları, daha sonra holdingler hâline geldikleri, bunu da dinî duygulara ve dindar kesimlerin dindarane hassasiyetlerine dayanarak, hatta istismar ederek yaptıkları herkesin malumudur. Yine bu dünyevileşme sürecinde, "iman davası”nı kimseye bırakmayan bazı çevrelerin başörtüsü meselesinde attıkları geri adımlar, sözüm ona İslami işletmelerin başörtülü çalışanlarını işten çıkarmaları, yine sözüm ona İslami televizyon kanalların da kadının cinselliğini ön plana çıkarmaktan geri kalmayan reklam ve benzeri yayınlarıyla, bu konuda laik-seküler kanallardan herhangi bir farklarının kalmaması, yine İslami sermayenin reklamlarında seküler-kapitalist zihniyetten farkı olmayan bir çizgiyi benimsemeleri, kapitalist mantıkla hareket ederek, bir yandan tüketim kültürünü teşvik ederken, öte yandan çalıştırdıkları işçileri –daha sonra daha düşük ücretle yeniden sözleşme yapmak veya sigorta vb. yükümlülüklerden kurtulmak için hileli yollara başvurmak amacıyla, işten çıkarmaları, dindar söylemlerle yola çıkıp iktidara gelen hükümetlerin, zenginlerin %200-300 oranında servetlerini artırmalarına yarayacak politikalar izlerken, dar ve sabit gelirlilere %10 zammı bile çok görmeleri, bütün siyasi söylemlerini ekonomi (para) merkezli maddi bir bakış açısına endekslemeleri, ama ahlak ve maneviyattan, İslami değerlerden tek kelimeyle bile söz etmemeleri, bu gibi gelişmeler sonucunda âdeta bir “abdestli kapitalistler” sınıfının, “abdestli bir burjuvazinin" ve gömlek çıkarır gibi "değerlerinden” soyunan pragmatist bir "abdestli politikacı ve bürokratlar” zümresinin doğmakta olması, tüketim kültürünün, iktidar ve güç tutkusunun İslami kesimlerde de egemen olmaya başlaması, bu sebeple âdil olmayan bir gelir dağılımının bu gibi kesimler tarafından dert edinilmemesi ve gündeme bile alınmaması, keza finans alanında faaliyet gösteren birtakım İslami kurumların faiz yasağı kapsamında değerlendirilebilecek birtakım işlemlere karşı dirençlerinin kırılması ve sonunda daha önce "finans kurumu" olan adlarından vazgeçip “banka” şeklinde değiştirerek faizci kapitalist sisteme eklemlenmeleri; yine bir zamanlar sigortaya haram diyen aynı dindar çevrelerin benzer şekilde sigortacılık alanında mevcut kapitalist sisteme eklemlenmeleri, dinî kavram, sembol ve unsurların -mesela tekbir ve ihlas gibi-markalaştırılarak ticarete âlet edilmek suretiyle istismar edilmesi vb. daha sayılamayacak kadar çok sayıdaki örnekler, bu dünyevileşme sürecinin hangi boyutlara vardığını gözler önüne sermektedir. Tam da bu noktada, bütün bu dünyevileşme çabalarının, hatta bazı Müslümanların “masa-kasa-nisâ” uğrunda “şehvet-şöhret-rüşvet” şeytan üçgeninde kıskıvrak yakalanmalarının, Kur'an'ın dikkat çektiği "ahiret yurdunu arama" idealinden bir kopuş anlamına geldiğini itiraf etmekten de çekinmemek gerekir. Öte yandan, servet, kâr, güç ve iktidarın bizatihi bir amaç hâline geldiğini, malum çevrelerin aslında bunları İslam'a hizmet yolunda talep ettikleri yolundaki iddialarıyla başkalari kadar kendilerini de aldattıklarını aynı şekilde vurgulamakta yarar vardır. Zira İslami dünya görüşünden ve bu dünya görüşünü oluşturan temel ilkelerden taviz verilerek sürdürülen ekonomik, sosyal ve politik faaliyetlerin, tam da Kur'an'ın yukarıdaki ikazının muhatabı olan bir bozulmanın, yani dünya-ahiret dengesinin dinin aleyhine olarak bozulmasının bir göstergesi olduğunda asla şüphe yoktur. Dolayısıyla Kur'an'ın bu ikazları doğrultusunda Müslümanların kendilerini fert, cemaat, tarikat, grup veya parti olarak ciddi bir biçimde sorgulamaları ve ortaya çıkan bu sapmalardan süratle vazgeçip, İslami ideallerden taviz vermeyen bir iktisadi, sosyal ve politik faaliyetin mümkün ve herkes için gerekli olduğunu ortaya koymaları gerekir.
  • Tevhid anlayışının tarihi değiştirmeye yönelik ilk tecrübesi Hz. Peygamber ve ashâb(arkadaşlar)ının mücadelesinde gerçekleşti. O, tarihin dinamiklerini kontrol , altına almak ve yeni bir idealler dünyası kurmak; zaman ve mekânın gerçek dünyasını, ilahi modele göre tekrar şekillendirmek ve toplumu buna göre yoğurmak için ashabını ısrarla ve kesintisiz bir şekilde, ölünceye kadar eğitti. Bu dünyayı ve bu varlığı, Allah'ın iradesi doğrultusunda fiilen değerlerle doldurmadıkça, kişisel dinî tecrübenin bir anlam ifade etmeyeceğini gösterdi. Sufi için amaç ve son adım olan bu tecrübe, Hz. Peygamber için, beşeriyeti baştan aşağıya dönüştürmek için, sahip olduğu güçlerin keşfedilmesi anlamına geliyordu. Zaten herkesin keyfini kaçıran da onun Hira'da yaşadığı inziva hayatı ve bireysel dinî tecrübesi değil, asla taviz vermeye yanaşmadığı “İslami Düzen" fikriydi. Onun böylesi bireysel dinî tecrübeyle yetinmekten ne kadar uzak olduğunu amcasına verdiği şu meşhur cevabında açıkça görmek mümkündür: "Vallahi sağ elime Güneş'i, sol elime Ay'ı verseniz, yine de bu davadan vazgeçmeyeceğim”
  • Bu noktada şu hususun da vurgulanması gerekir. İslam, vahiy geleneğinin son halkasıdır ve artık Hz. Muhammed'den (as.) sonra peygamber gelmeyecektir. Ancak bu, kendi içinde bir gelişim çizgisini izleyen vahiy geleneğinin sona erdiği anlamına gelmemelidir. Bilakis vahiy geleneğinin gelişim çizgisinin son halkasını temsil eden İslam vahyinin, vahiy geleneğinin amaç ve hedefleri doğrultusunda daha da geliştirilmesi mümkündür. Ancak bu defa gelişme artık yeni bir vahiy gönderilmesi suretiyle değil, en son ve en mütekâmil halka olan İslam'ın, Müslümanlar tarafından sürekli yeniden yorumlanması (ictihad-tecdid) suretiyle olacaktır.
  • Sufilik/Tasavvuf/Mistisizm ise Musa'dan (as.) İsa'ya (as.) gidiştir. Elbette Allah'ın dinine bağlılık ile bireysel dinî tecrübeyi merkeze alıp, bununla yetinen, dış dünyayı Allah'ın iradesi istikametinde değiştirmeye koyulmayan pasif bir din anlayışı ve sofuluk birbirine karıştırılmamalıdır. Zira İslam'a göre insan ve dünya arasında tam bir ontolojik uyum söz konusudur. Dünya iyidir, inkâr edilmesi ve mücadele edilmesi gereken bir şey değildir. Kötülük dünyanın kendisinde değil, insan tarafından kötü(ye) kullanılmasındadır. Asıl mücadele ve inkâr edilmesi gereken ise dünyanın kötü(ye) kullanılmasıdır. İşte zühd ve tasavvuf, dış dünyayı değiştirme çabasına bir ön hazırlık işlevi gördüğü sürece anlamlıdır. Dolayısıyla İslam nefsi köreltmeyi, dünyaya sırt çevirmeyi, dış dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalmayı reddeder ve dünyaya olumlu bir değer atfeder, dünyayı kulluğun gerçekleştirileceği platform, Allah'ın halifesi olma sorumluluğunu yerine getireceği alan olarak görür, O kadar ki, bu yüzden Batı'da İslam'ın “dünyevi olmak” la tenkit edildiği bile olmuştur. Özellikle Tevhidin yol açtığı ahlakilik, merkezinde sevgi ve merhametten ziyade “Hak ve Adalet" kavramlarının yer aldığı bir “Adalet Ahlakı" olup, bu dünyanın iyileştirilmesi için bir yanda sürekli eylem ile öte yanda aşırılık, haksızlık, adaletsizlik, nefret ve ayrımcılığa muhalefet arasında salınan bir sarkaca benzer.
  • Bütün semavi dinler gibi İslam'ın da kesinlikle yasakladığı büyük günahlardan bir diğeri olan “zina" ve "fuhuş”, hem bizatihi ahlak dışı olması, hem de aile kurumunu tehdit etmesi, çeşitli ahlaksızlıkların, hatta hastalıkların toplumda yayılmasına yol açması ve küresel ölçekte bir sektör oluşturacak kadar muazzam gelirlerin söz konusu olduğu bir uluslararası "fuhuş ticareti" olgusuna imkân sağlaması bakımından günümüzde de toplumları tehdit eden bir sosyal problem olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Kur'an'ın zinaya tevessül etmek şöyle dursun, ona yaklaşılmasına -yani zinaya yol açabilecek durumlara- bile müsamaha etmemesini anlamak zor değildir. Nitekim Kur'an'ın, kadın olsun erkek olsun, Müslümanlara yönelik "tesettür" emri ile Hz. Peygamber'in kadın ile erkeğin yalnız ve baş başa kalmasının (halvet) doğurabileceği sakıncalara dair uyarıları, bu konunun nezaket ve ciddiyetinden kaynaklanmaktadır. Ancak zinayı sadece ferdî bir günah ve ahlaksızlık meselesi olarak algılamak ciddi bir hata olur. Bilakis zina meselesine ferdi boyutundan ziyade asıl toplumsal boyutu, hatta çağımızda küreselleşme eğilimi gösteren “fuhuş sektörü”nün oluşturduğu küresel tehdit boyutu açısından yaklaşmak gerekir. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, zina sadece fertleri ilgilendiren bireysel bir günah olmaktan çıkıp, toplumsal ve küresel planda mücadele edilmesi gereken bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan zina eden erkek ve kadınların, sadece kendileri gibi zina edenlerle evlenebileceğine dair hüküm de, zinaya ve onun hafife alınması ve tabii karşılanması ihtimaline karşı atılmış bir adım olarak görülmelidir. Tabiatıyla zina ve fuhuş ne kadar büyük bir günah ise, zina ve fuhşa yol açan her şey de, zina ve fuhşun yol açacağı diğer sonuçlar da, günah kapsamına dâhil olmak durumundadır. Bu bakımdan her türlü müstehcenlik -ister sanat, ister reklamcılık, ister gazetecilik ve televizyonculuk adı altında gerçekleştirilsin- ve porno da, kontrolsüz cinsellik anlayışı da, doğrudan veya dolaylı olarak zina ve fuhşun yayılmasına yol açması söz konusu olan her girişim de İslam'a taban tabana zıttır ve her Müslüman'ın bu gibi gelişmelerle mücadele etmesi, onun Müslümanlığının zorunlu bir gereğidir. Bu amaçla meşru her zeminde, bütün kanuni ve hukuki haklar sonuna kadar tüketilmek üzere, bu gibi ahlak dışılıklarla mücadeleyi iş edinen sivil oluşumları teşvik etmek ve desteklemek de, Kur'an'ın "zinadan ve fuhuştan sakınma" emri çerçevesinde değerlendirilebilir. Özellikle de genç nesillerin evlilik dışı cinsel ilişkiler ve birliktelikler konusunda bilgilendirilmesi ve uyarılması, günümüzde giderek daha da zorunlu bir hâle gelmektedir. Bu noktada günümüzde başta birtakım medyanın ve reklamcılık sektörü olmak üzere birçok kesimlerin başıboş bir cinselliği ve çıplaklığı kontrol dışı bir biçimde topluma sürekli pompalamasının önüne geçmek için de, gerek hükümetlere ve bürokrasiye, gerekse birtakım sivil kesimlere yönelik olarak, yine sivil baskı grupları oluşturmak ve bu amaçla toplumsal tepkiyi dile getirecek faaliyetler konusunda Müslümanların daha aktif olmalarını sağlayacak adımlar atmak da son derece önemli bir İslami görev olarak hepimizi beklemektedir. Tabiatıyla gerek ulusal gerekse uluslararası seviyede olsun, zina, fuhuş sektörü ve fuhuş köleliği alanında yapılacak resmi ve sivil bütün mücadele çabalarını desteklemenin de Müslüman için bir görev olduğunu ayrıca belirtmeye bile lüzum yoktur.
  • Hepimiz Allah'ın “bir” olduğunu bilmesine biliyoruz da peki "Bu bilginin gereklilikleri nedir?", "Bu bilgi insan bilinci ve insanın var oluşu açısından ne anlama gelmektedir?”, “bu bilginin dış dünyaya bir etkisi var mıdır?" sorularının cevabına gelince, bu düzeyde olanların verecekleri fazla bir cevap yoktur. Böyle bir bilginin kupkuru ve güdük bir bilgiden öte bir değeri yoktur. Şirk sadece Allah'ın iki veya daha fazla sayıda olduğunu söylemek değildir, aynı zamanda amaçlar ve hedefler konusunda da Allah'a ortak koşmak (şirk) demektir. Allah'ın “bir” olduğunu bildiği hâlde, dinin asla tasvip etmediği işler peşinde koşan, rüşvetin, şöhretin ve şehvetin esiri olup sürüklenen sayısız Müslüman(!) vardır. Kelime-i Şahadet'i söylemenin -bu sözü söylemenin dış dünyada karşılığı yok ise- kocakarı inancından bir farkı yoktur.
  • Bu sebepledir ki Tevhid zorunlu olarak, tabiatta Allah'ın dışındaki bütün güçlerin saf dışı bırakılmasına, sihrin, büyünün, ruhçuluğun reddedilmesine yol açar. Böylece tabiat ilkel dinlerin tanrılarından ve ruhlarından, cahil ve saf insanların inandığı hurafelerden arındırılmış olur. Bu suretle Tevhid tabiat bilimleri için olmazsa olmaz şartlara da zemin hazırlar ki, bu da tabiatın gizli güçlerden "profanlaştırılması"dır. Dolayısıyla bilim, tanrının tabiattan tecridini değil, hayaletlerin, gizli güçlerin, kötü ruhların, tecridini gerektirir. Tanrı inancı tabiat bilimlerinin düşmanı olmak bir yana gerekli, hatta zorunlu şartı olur. Sebepliliğin bu şekilde kabulü ve gizli güçlerden arındırılması, tabiatın tetkikini ve keşfini, dolayısıyla bilimi mümkün kılar. Tarihte İslam medeniyetinin en parlak dönemlerinde bilimler alanındaki baş döndürücü gelişmeleri mümkün kılan da, işte böylesi bir Allah-âlem ilişkisi tasavvuru olmuştur. Çünkü bu tasavvurda, ilahi inisiyatifi kişinin kendisinde, toplumda ve tabiatta gözlemesi demek, manevi, sosyal ve tabiat bilimleri alanında faaliyet göstermesi demektir. Dolayısıyla İslam'ın, Tevhid ilkesinden dolayı, bilime engel olusturması söz konusu değildir.
  • "Lâ ilâhe illâ'llâh", insanın her türlü boyunduruktan vicdanını özgürleştirmesi demektir,toplumsal eşitlik demektir. Zira herkes Allah önünde birer insan olarak eşittir, siyah ile beyaz, yöneten ile yönetilen, büyük ile küçük, kadın ile erkek, güçlü ile zayıf arasında fark yoktur, insanlar bir tarağın dişleri gibidir. Ve nihayet "Lâ ilâhe illa'llâh", adalet ve eşitlik temeline dayalı bir toplumun inşası yolunda sürekli devrim demektir.
  • l) Cuma namazı Akil ve baliğ her Müslüman'ın son nefesini verinceye kadar, her gün kılmakla mükellef olduğu bu beş vakit namazdan öğle namazı, haftanın her Cuma günü, günlük namazlara göre daha büyük bir katılımla kılınan “haftalık toplu ibadet ve toplantı”ya dönüşür. Ancak bu “haftalık toplu namaz", öğle namazı gibi dört rekât değil iki rekât olarak kılınır, öğle namazından farklı olarak bu namazdan önce imam tarafından “Cuma hutbesi” okunur. Bu hutbenin amacı birtakım şablonlaşmış metinleri yıllarca tekrar tekrar “okumak” değil; hem cemaate dinî konularda gerekli uyarı, açıklama ve “bilgilendirme” de bulunmak, hem de o beldenin, ülkenin, bölgenin ve bütün İslam dünyasının meselelerini, gelişmeleri, problemleri ele almak, bu konuda cemaati “bilinçlendirmek”tir. Bu sebeple Cuma hutbelerinin politik ve sosyal olmak üzere iki kısma ayrıldığı ve her bölümde o alana dair meselelerin gündeme getirildiği şekliyle birçok İslam ülkesinde görülen uygulamanın, Cuma’nın ruhuna tamamen uygun olduğunu bilhassa vurgulamakta yarar vardır. Bir başka ifadeyle Cuma namazları, dünyanın her yerindeki Müslümanları ilgilendiren meselelerin haftalık müzakeresi ve çözüme yönelik eylem planı çalışması olarak da nitelendirilebilir. Cuma hutbelerinde okunacak dualar ve hutbe esnasında imamın minbere çıkmasının, orada oturup kalkmasına ilişkin süregelen uygulamaların şekli unsurlarından ziyade yapılacak konuşmanın muhtevası ve hutbenin işlevi önemlidir. Bu sebeple çoğu adap türünden olan şekli unsurlara uymak zorunlu olmayıp, her ne suretle olursa olsun Cuma namazı öncesinde cemaate yapılacak konuşma ile "hutbe" yerine getirilmiş olur.

Ahir Zaman İlmihali İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İslam Bugüne Ne Söylüyor?: Ahir Zaman İlmihali, Hayri Kırbaşoğlu'nun günümüz Müslümanlarının karşılaştığı sorunlara karşı İslami bir bakış açısıyla çözüm önerileri sunduğu muhteşem bir çalışma olarak değerli bir boşluğu doldurma çabası içinde. Klasik ilmihallerin genel problemlerinden birisi bireysel bir ibadet anlayışı ortaya koymaları ve akaid, ibadet, ahlak ve peygamberlerin hayatı bölümlerinden en çok ibadetlere yoğunluk vermesidir. Sayılan kohu başlıklarından en çok ibadetlere ağırlık verilmiş, diğer konular ise hep aynı tarz ve birbirinin tekrarı şeklinde ele alınmıştır. Bunun yanında bir Müslümanın gündelik hayatta bilmesi gerekenler toplamı demek olan ilmihallerin önemli bir eksiği de günümüz sorunlarına karşı ilgisiz olması ve bunları görmezden gelmesidir. İşte bu anlayışı yıkmak ve çağdaş Müslümana bir yol haritası çizme girişimi olarak ortaya konan bu eser Hayri Kırbaşoğlu'nun daha önceden makale olarak yayımladığı klasik ilmihal eleştirisinin üzerine örnek bir ilmihal olma özelliğini de taşıyor. Ayrıca Hayri Hoca, sadece eleştiri ile kalmamış bunun üzerine nasıl bir ilmihal yazılması gerektiğinin bir örneğini de bu değerli ve kıymetli eserle göstermiş olmaktadır. Kısa bir girişin ardından 5 temel bölüm üzerine inşa edilen bu değerli eserde bölüm başlıkları şu şekilde: Metafizik Değerler Alanı, Ahlaki Değerler Alanı, İslâm'ın Ahlak Haritası, İbadetler ve Sosyal Hayat. İlk bölüm olan "Metafizik Değerler Alanı"nda tevhid, kelimei şehadet, iman - amel ilişkisi, iman - küfür - şirk, Allah, peygamberler, melekler, kitaplar gibi akaid alanında ait temel ve günümüze hitap eden bir tarzda açıklamalarda bulunuyor. İkinci bölüm olan "Ahlaki Değerler Alanı"nda sosyal ahlak, tarafsızlığın imkanı, ibadetler ve sosyal ahlak ilişkisi, mücadele, çağdaş bir hılful fudul gibi ahlakın günümüz sorunlarıyla ilişkisi gayet güzel bir şekilde yorumlanıyor. "İslam'ın Ahlak Haritası" başlığını taşıyan üçüncü bölümde Allah'a, insanlara ve tabiata karşı yapılması ve yapılmaması gerekenler sade ve geniş bir bakış açısıyla yazılmış. Bu bölümün kıymetli olan tarafı İslam'ın günümüz sorunlarına karşı ilgili ve çözüm sunma amacı taşıyan bir sistem olduğunun ortaya konulması çabasıdır. Küresel ısınma, tabiata karşı yapılan katliam, hayvanların ve doğanın korunması, şehirleşme gibi nice günümüz sorununa karşı bizleri bilinçlendirme ve itidalli bir bakış açısı kazandırmaya çalışması takdire şayan. Ayrıca olaylara ümmeti kapsayan bakış açısı ile bakılmış olması da önemli. Dördüncü bölümde ibadetler anlatılmaya çalışılmış. Namaz, oruç, hac, zekat gibi şekli ibadetlerin klasik ilmihallerde anlatıldığı şekilden biraz da farklı olarak farklı yorumların da verilmiş olması ve kolaylık prensibinin esas alınmış olması "Ahir Zaman İlmihali"ni daha kıymetli hale getiriyor. "Sosyal Hayat" başlığıyla oluşturulmuş olan beşinci bölümde ise gündelik hayat ve toplumsal hayatta karşılaştığımız nikah, boşanma, doğum kontrolü, akrabalık, sağlık, sanat, turizm, müzik, fotoğraf, resim, engelliler, trafik, medya, ölüm, cenaze, taziye, siyaset, yönetim, iktisat, tüketim, dünya düzeni, uluslararası ilişkiler, savaş hukuku gibi yeni ve eski birçok farklı konuyu içinde barındırıyor. En sonda dua ile alakalı kısa bir hadis seçkisi ile kitap sonlanıyor. İslam dininin çağdaş sorunlara karşı ne gibi cevaplar verebileceği, sadece ibadetten ibaret bir din olmadığı, kendini ahirete adamış, bu dünyada yaşamayı başkalarında bırakmamış bir düzen ve sistem olduğunu, insanlığın son umudunun bu din olduğunu da söz konusu kitap ile daha iyi anlayacaksınız. Hasılı ahir zaman Müslümanlarının klasik ilmihaller ile birlikte "Ahir Zaman İlmihali"ni de bir yol azığı olarak baştan sona dikkatli bir şekilde okumalarını tavsiye ederim. Bu kitaptan yaptığım alıntıları bir arada görmek için tıklayınız: https://sametonurr.medium.com/ahir-zaman-i%CC%87lmihali-i%CC%87nceleme-ve-al%C4%B1nt%C4%B1lar-8e5473cedb22 (Samet Onur)

Başta anlatımı güzel gelen kitap özellikle ibadetler konusunda kurmuş olduğu bazı cümleler kitaba karşı güveni mi sarstı. İçime sinmeyerek bitirmek için okudugum bir kitap oldu. (Yaprak)

Kırbaşoğlu klasik fıkıh anlayışının dışında durup bu eseri yazmiş ki böyle bir çalismaya da ihtiyaç vardi. Modern zamanin ihtiyaclari gercekten cok daha farkli. Halen taş ile istinca meselesi ile konuya giris yapan ilmihaller var maalesef. Kutuphanede olmali ve okunmali gercekten. Gerekli bir calisma idi tavsiye ediyorum. Islamin ahlakî boyutunu hatirlatmasi da ayri bir guzellik... (Dertmend)

Ahir Zaman İlmihali PDF indirme linki var mı?

M. Hayri Kırbaşoğlu - Ahir Zaman İlmihali kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ahir Zaman İlmihali PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı M. Hayri Kırbaşoğlu Kimdir?

İlahiyat profesörü, akademisyen, yazar. 1 Haziran 1954, Manisa doğumlu. Ali Rıza Çevik İlkokulu (1965), Manisa Lisesi

(1972), Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1978) mezunu. Doktorasını Ankara Üniversitesi SBE’de “Ashabu’l Hadis’e Göre

Allah’ın Sıfatları Problemi” (1983) adlı tezi ile tamamladı. Akademik kariyerini tamamlayarak profesör oldu. DİB Başkan

Danışmanlığı (1988-1989) yaptı. Çalışmalarını AÜ İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak sürdürdü.

Makaleleri, kurucuları arasında yer aldığı İslâmi Araştırmalar (editör yardımcılığı ve yayın kurulu başkanlığı), İslâmiyat,

Bilgi ve Hikmet, İslâmiyat (yayın kurulu başkanlığı, yazı kurulu üyeliği), AÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, İlim ve Sanat, Diyanet

Gazetesi, Liberal Düşünce, Yeni Türkiye’de yayımlandı. OSTİM TV ve TRT’de birer yıl haftalık dini programlar hazırlayıp sundu.

Çok sayıda bilimsel toplantıya katıldı. Özellikle hadis, sünnet gibi konulardan hareketle çağdaş İslâm düşüncesi üzerine

yorumları oldu. Çok sayıda mezuniyet, yüksek lisans, doktora tezi yönetti.

M. Hayri Kırbaşoğlu Kitapları - Eserleri

  • İslam Düşüncesinde Sünnet
  • Ahir Zaman İlmihali
  • Eskimez Yeni
  • İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi
  • Alternatif Hadis Metodolojisi
  • Destursuz Çağa Girenler
  • Sünnet'ten Çağa Elli İki Mesaj
  • Müslüman Kalarak Yenilenmek
  • Namazların Birleştirilmesi
  • Üçüncü Yol Mukaddimesi
  • İslam'ın Kurucu Metni
  • İslami İlimlerde Metot Sorunu
  • Ehl-i Sünnetin Kurucu Ataları
  • Sünni Paradigmanın Oluşumunda Şafii'nin Rolü
  • Sünneti Çağa Taşımak

M. Hayri Kırbaşoğlu Alıntıları - Sözleri

  • Bu denge meselesinin ne kadar hayati önemi haiz olduğunu daha iyi görmek için, İslam dünyasında, son zamanlarda yaşanan dünyevileşme süreçlerine şöyle bir göz atmak bile tek başına yeterli olacaktır. Fakat yine de hiçbir İslam ülkesinde yaşananlar, bu konuda ülkemizde yaşananlar kadar çarpıcı bir örnek teşkil edemez. Ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkemizin bilhassa dindar kesimlerinin son on-yirmi yılda siyasi ve ekonomik alanda giderek güçlenmeleri, beraberinde gözden kaçmayan bir bozulma ve çürümeyi de getirmiştir. Aslında Allah'a daha iyi bir kul olma hedefiyle yola çıkan birtakım tarikat, cemaat, grup ve partilerin, bu dönemde amaçlarından saparak birer ekonomik işletme ve şirkete dönüştükleri, güç ve iktidar tutkusunun esiri oldukları, daha sonra holdingler hâline geldikleri, bunu da dinî duygulara ve dindar kesimlerin dindarane hassasiyetlerine dayanarak, hatta istismar ederek yaptıkları herkesin malumudur. Yine bu dünyevileşme sürecinde, "iman davası”nı kimseye bırakmayan bazı çevrelerin başörtüsü meselesinde attıkları geri adımlar, sözüm ona İslami işletmelerin başörtülü çalışanlarını işten çıkarmaları, yine sözüm ona İslami televizyon kanalların da kadının cinselliğini ön plana çıkarmaktan geri kalmayan reklam ve benzeri yayınlarıyla, bu konuda laik-seküler kanallardan herhangi bir farklarının kalmaması, yine İslami sermayenin reklamlarında seküler-kapitalist zihniyetten farkı olmayan bir çizgiyi benimsemeleri, kapitalist mantıkla hareket ederek, bir yandan tüketim kültürünü teşvik ederken, öte yandan çalıştırdıkları işçileri –daha sonra daha düşük ücretle yeniden sözleşme yapmak veya sigorta vb. yükümlülüklerden kurtulmak için hileli yollara başvurmak amacıyla, işten çıkarmaları, dindar söylemlerle yola çıkıp iktidara gelen hükümetlerin, zenginlerin %200-300 oranında servetlerini artırmalarına yarayacak politikalar izlerken, dar ve sabit gelirlilere %10 zammı bile çok görmeleri, bütün siyasi söylemlerini ekonomi (para) merkezli maddi bir bakış açısına endekslemeleri, ama ahlak ve maneviyattan, İslami değerlerden tek kelimeyle bile söz etmemeleri, bu gibi gelişmeler sonucunda âdeta bir “abdestli kapitalistler” sınıfının, “abdestli bir burjuvazinin" ve gömlek çıkarır gibi "değerlerinden” soyunan pragmatist bir "abdestli politikacı ve bürokratlar” zümresinin doğmakta olması, tüketim kültürünün, iktidar ve güç tutkusunun İslami kesimlerde de egemen olmaya başlaması, bu sebeple âdil olmayan bir gelir dağılımının bu gibi kesimler tarafından dert edinilmemesi ve gündeme bile alınmaması, keza finans alanında faaliyet gösteren birtakım İslami kurumların faiz yasağı kapsamında değerlendirilebilecek birtakım işlemlere karşı dirençlerinin kırılması ve sonunda daha önce "finans kurumu" olan adlarından vazgeçip “banka” şeklinde değiştirerek faizci kapitalist sisteme eklemlenmeleri; yine bir zamanlar sigortaya haram diyen aynı dindar çevrelerin benzer şekilde sigortacılık alanında mevcut kapitalist sisteme eklemlenmeleri, dinî kavram, sembol ve unsurların -mesela tekbir ve ihlas gibi-markalaştırılarak ticarete âlet edilmek suretiyle istismar edilmesi vb. daha sayılamayacak kadar çok sayıdaki örnekler, bu dünyevileşme sürecinin hangi boyutlara vardığını gözler önüne sermektedir. Tam da bu noktada, bütün bu dünyevileşme çabalarının, hatta bazı Müslümanların “masa-kasa-nisâ” uğrunda “şehvet-şöhret-rüşvet” şeytan üçgeninde kıskıvrak yakalanmalarının, Kur'an'ın dikkat çektiği "ahiret yurdunu arama" idealinden bir kopuş anlamına geldiğini itiraf etmekten de çekinmemek gerekir. Öte yandan, servet, kâr, güç ve iktidarın bizatihi bir amaç hâline geldiğini, malum çevrelerin aslında bunları İslam'a hizmet yolunda talep ettikleri yolundaki iddialarıyla başkalari kadar kendilerini de aldattıklarını aynı şekilde vurgulamakta yarar vardır. Zira İslami dünya görüşünden ve bu dünya görüşünü oluşturan temel ilkelerden taviz verilerek sürdürülen ekonomik, sosyal ve politik faaliyetlerin, tam da Kur'an'ın yukarıdaki ikazının muhatabı olan bir bozulmanın, yani dünya-ahiret dengesinin dinin aleyhine olarak bozulmasının bir göstergesi olduğunda asla şüphe yoktur. Dolayısıyla Kur'an'ın bu ikazları doğrultusunda Müslümanların kendilerini fert, cemaat, tarikat, grup veya parti olarak ciddi bir biçimde sorgulamaları ve ortaya çıkan bu sapmalardan süratle vazgeçip, İslami ideallerden taviz vermeyen bir iktisadi, sosyal ve politik faaliyetin mümkün ve herkes için gerekli olduğunu ortaya koymaları gerekir. (Ahir Zaman İlmihali)
  • Denizde boğulmak üzere olan birisinin canhıraş feryatlarla yardım istemesine aldırmaksızın, Allah'ın emrini yerine getiriyorum diyerek birinin namaza durması ve adamı kurtarmak için kılını kıpırdatmayan onu o halde bırakması nasıl, Akıl mantık, İslam, Vicdan ve ahlak dışı ise başta Irak Müslümanları olmak üzere bütün müslümanların yani bizlerin gözleri önünde kardeşlerimizin katledilmelerini seyrede seyrede ya da olan bitenleri görmezden duymazdan gelerek, gözünü kulağını işlenen katliamlara kapatarak, Müslüman kardeşlerinin katledilmelerini engellemek için hiçbir şey yapmaksızın sadece Allah'tan alacağımız sevapların hesabını yaparak huzur ve mutluluk içerisinde Hac ve umreye gitmekte beis görmemesi de öyle bir şeydir.. (Destursuz Çağa Girenler)
  • İslam toplumunda hırsızlık vb. cezaları uygulamaya geçmeden önce toplumun refah seviyesinin yükseltilmesi gerekir. Bu yapılmadan fakirliğin hüküm sürdüğü bir toplumda, bu gibi cezaları ugulamaya girişmek hata olur. (İslam Düşüncesinde Sünnet)
  • İslam da din adamı ya da ruhbanlık yoktur herkes din adamıdır daha doğrusu herkes dinin adamıdır. (Sünnet'ten Çağa Elli İki Mesaj)
  • Şunu Unutmamak gerekir ki "iman ve İslam" dış dünyayı değiştirmeye, yeryüzündeki her türlü kötülükle mücadeleye yönelmedikce, kötülükleri iyiliklere çevirmek amacıyla yola koyulmadıkça, harekete ve eyleme geçmedikçe, iman davası ispatlanamayan bir iddia olmaktan öteye geçmeyecektir... (Destursuz Çağa Girenler)
  • Müslüman Allah'tan bir şeyler beklerken buna mukabil bazı şeyleri de yapmalıdır ki, istemeye yüzü olsun. (Eskimez Yeni)
  • Âhâd hadislerin Kur'an'ı hiçbir şekilde tahsis ve takyit edemeyeceği veya bazı şartlar dahilinde tahsis ve takyit edebileceği görüşünde olanlar açısından ise, birtakım hadiselerin, Kur'an'a aykırılığı ortaya çıktığında reddedilmesi pekala mümkündür. Özellikle recm cezası, mürtedin öldürülmesi gibi insan hayatının söz konusu olduğu durumlarda, bu konuları, Kur'an da ele aldığı ve ölüm cezası öngörmediği için, Kur'an esas alınıp bu tür rivayetler ona ters düştüğü gerekçesiyle reddedilebilir ki, ihtiyata muvafık olan da budur. (Alternatif Hadis Metodolojisi)
  • Kur'an ölülerden ziyade yaşayanlar içindir ve yaşanmak içindir. (Eskimez Yeni)
  • "İslâm Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz. Peygamber (as.) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya,fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya aittir." Muhammed İkbal (Sünneti Çağa Taşımak)
  • Asrımızda ulema dediğimiz zevata, nazar-ı dikkatle bakılır ve bu hadîs-i şerîfin meali dahi düşünülüb hatırlanır ise, adı geçen ulemaya aktarıcı, anlatıcı veya tarihçi diyebiliriz, âlim diyemeyiz; çünkü, "Filan böyle demiş"ten başka bir sermayeye mâlik değillerdir. Pek çoklarıyla görüştüm ve en meşhurlarıyla dostluk kurdum, onların içinde, "Ben de böyle diyorum, mesleğim (yolum) da şudur," diyen görmedim. Bunları nasıl uyarmalı ki canım ! Maksâd-ı seniyye-i Muhammediyye bildiğiniz gibi değil ! Yürüdüğünüz yolla onun hiç münasebeti yok. Açık açık dudakları oynatarak, salavat-ı şerîfe sözünü çok söylemek hüner değildir. Çünkü ucunda cisimle, malla, canla bir fedâkarlık yok. Sadece dudak oynatmakla kazanılacak sevabın neticesi olan hazır cennete kim olsa gitmez ! Salavat-ı şerîfeyi kavlen çok tekrarladığımız gibi, fiilen de yapmalıyız. (Alternatif Hadis Metodolojisi)
  • Son yüzyılda İslam dünyasında gerçekleşen ve ülkemizde de çeşitli şekillerde yansıyan pek çok ilmi ve fikri mesele, "Musâdeme-i efkârdan barîka-i hakîkat doğar" anlayışıyla bir hakikat arayışı ruhuyla tartışılacağı yerde, karşılıklı kuşku ve ithamların havada uçuştuğu paranoyak bir atmosferde ele alınmaya çalışılmakta, daha doğrusu ele alınamamaktadır. (Müslüman Kalarak Yenilenmek)
  • Bugün islam toplumlarını ve İslami ilimler çevrelerini pençesinde kıvrandıran bu ‘aydınlanmamış muhafazakarlık’ yerini tenkitçi zihniyete dayalı ‘aydınlanmış muhafazakarlığa’ bırakmak zorundadır. (Alternatif Hadis Metodolojisi)
  • Özelikle hadisler konusunda iyi bir eğitim görmemiş, hatta hiç eğitim almamış bazı heveskar kimselerin dini konularda yazdıkları eserlerin büyük çoğunluğunun, kullanılan hadisler açısından tam bir felaket olduğu acı bir gerçektir. (İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi)
  • Bugün ferdiyle toplumuyla Müslümanların, İslam'ı yeniden ve Kur'an'ın anlattığı şekilde anlamalarına, Müslümanlık anlayışlarını yeniden gözden geçirmelerine şiddetle ihtiyaç vardır. (Eskimez Yeni)
  • İslamın diğer dinlerken önemli bir farkı, hakikat adına konuşma tekelini elinde bulunduran,ayrıcalıklı ve dokunulmazlığı olan bir din adamı sınıfına bu dinde yer olmayisidir. (Müslüman Kalarak Yenilenmek)
  • ..ümidin beslendiği kaynakların başında ise hiç şüphesiz "dinler" gelmektedir. (Müslüman Kalarak Yenilenmek)
  • Bir kimse Allah yolunda savaşmadan veya en azından savaşmayı içinden geçirmeden ölürse, kendisinde münafıklıktan bir parça olduğu halde ölmüş olur. Sahih i Müslim (Sünnet'ten Çağa Elli İki Mesaj)
  • ... Kur’an’ın ölüler için değil, diriler için indirildiği ,inşallah, giderek daha iyi anlaşılacaktır. (Alternatif Hadis Metodolojisi)
  • Hakikati bulan , başkaları farklı düşünüyor diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa , hem budala hem de alçaktır. Bir adamın" benden başka herkes aldanıyor " demesi güç şüphesiz ; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın ? (İslam Düşüncesinde Sünnet)
  • Müslümanlık çoğumuzun anladığı ve düşündüğü gibi namazla bitmez, tam aksine namazla başlar. (Eskimez Yeni)

Yorum Yaz