diorex
Dedas

Ahlakın Soykütüğü Üstüne - Friedrich Nietzsche Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ahlakın Soykütüğü Üstüne kimin eseri? Ahlakın Soykütüğü Üstüne kitabının yazarı kimdir? Ahlakın Soykütüğü Üstüne konusu ve anafikri nedir? Ahlakın Soykütüğü Üstüne kitabı ne anlatıyor? Ahlakın Soykütüğü Üstüne kitabının yazarı Friedrich Nietzsche kimdir? İşte Ahlakın Soykütüğü Üstüne kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 08.02.2022 21:40
Ahlakın Soykütüğü Üstüne - Friedrich Nietzsche Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Friedrich Nietzsche

Çevirmen: Ahmet İnam

Orijinal Adı: Zur Genaologie der Moral - Eine Streitschrift

Yayın Evi: Say Yayınları

İSBN: 9789754684057

Sayfa Sayısı: 184

Ahlakın Soykütüğü Üstüne Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hınç duygusunu yakından incelemeyi düşünen psikologlara karşı söyleyeceğim şu: Bu bitki en iyi anarşist ve Yahudi düşmanları arasında açıyor, bir de gizli yerlerde çiçekleniyor hep, menekşe gibi, ama farklı bir kokuyla.

-Friedrich Nietzsche

(Arka Kapak)

Ahlakın Soykütüğü Üstüne Alıntıları - Sözleri

  • "Nicedir yeryüzü bir tımarhane olmuştur!..."
  • İnsana bakmak yoruyor artık, bugün nihilizm bu değilse başka nedir ki? İnsan yorgunuyuz...
  • "Artık acıya kafa tutulmuyor, yanıp tutuşuluyor acıyla..."
  • Ah, nasıl da mutlu oluyoruz biz bilenler, gereği kadar uzun bir süre susmayı becerdiğimizde!..
  • “Kişi kendine en uzak olandır.”
  • "Başkalarının acı çektiğini görmek, mutlu kılar insanı, başkalarına acı vermek daha da mutlu..."
  • "Bellekte kalan şeyi yakmalı:Ancak durmadan acı veren, kalır bellekte. "—İşte budur, yeryüzündeki en eski(yazık ki, aynı zamanda en uzun süren) psikolojinin temel savı.
  • ...ne de çok kan ve dehşet var tüm “iyi şeyler”in temelinde!..
  • Nicedir yeryüzü bir tımarhane olmuştur !..
  • Modern ruhların ve modern kitapların en ayırıcı özelliği, ahlaksal yalancılıkla kök salmış masumlukta bulunuyor.
  • Zulümsüz şenlik olmaz.
  • Örneğin oradaki bir tahrikçi olsa gerek, bir boş kafa, bir boş tencere diyesim geliyor: içine ne girerse, küt ve kalın çıkıyor dışarı, o büyük boşluğun yankısıyla ağırlaşmış olarak.
  • Hasta olmak öğreticidir, bundan kuşkumuz yok, sağlıklı olmaktan daha da öğretici, - hatta hasta edenler, kim olduğu belirsiz büyücü-hekimlerden ve “kurtarıcı”lardan daha gerekli görünüyor bugün bize.
  • Gerçekten de acıya karşı tiksinti uyandıran şey, acının kendisi değil de, anlamsızlığıdır.

Ahlakın Soykütüğü Üstüne İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Orta Sınıfın Ahlakının Kökünde Ne Yatar?: (Makale) Kölelerin ahlaki değerlere isyanları tam olarak yaratıcı bir şekilde ve yeni değerleri ortaya çıkararak içerleme ilkesinde başlamaktadır ve bu, uygun eylem çıkışlarından yoksun oldukları için telafisini hayali bir intikamda bulmaya zorlanan yaratıkların yaşadığı bir içerlemedir. Her aristokrat ahlak, kendi taleplerini başarıyla onaylamaktan doğarken köle ahlakı en başından “kendi dışında”, “kendinden farklı” olan ve “kendi olmayan” her şeye “hayır” demektedir ve bu “ hayır” onun yaratıcı eylemidir. Değer veren bakış açısının bu cephe değişimi, yani tekrar öznele gitmek yerine kaçınılmaz olarak nesnele çekim “içerlemenin” tipik özelliğidir: Köle ahlakı varlığının koşulu olarak fizyolojik bir terminoloji kullanmak için dışa dönük ve nesnel bir dünya ve eylem yeteneği için de nesnel bir uyarıcı gerektirmektedir; onun eylemi de temelde bir tepkidir. Aristokratların değer sistemine baktığımızda tam tersi bir durum bulunmaktadır: Kendiliğinden hareket etmekte ve büyümektedir, kendi benliğine daha minnettar ve coşkulu bir “onay” vermek için kendi antitezini aramaktadır; “biz aristokratlar, biz iyiler, biz güzeller, biz mutluların” (hayat ve tutkuya doymuş) olumlu ve temel kavramıyla karşılaştırıldığında olumsuz kavramı “kaba”, “kötü” sadece soluk, ortaya geç çıkmış bir örnektir. Aristokrat ahlakı yoldan çıktığında ve gerçekte kutsal şeylere saygısızlık yaptığında bu durum, yeteri kadar tanımadığı, aslında gerçek bilgisini hor görerek kendini koruduğu bu belirli katman ile sınırlıdır. Bazı durumlarda nefret ettiği katmanı yani bilinen kaba ve bayağı insanların katmanını yanlış değerlendirmektedir; diğer taraftan her durumda küçümseme, aşağılama, kibir durumunun, küçümseme amacını yanlış tanımladığı varsayılsa bile her zaman, elbette tasvirde, zayıfların düşman hücumlarında kinci nefreti ve kindarlığının, saldırıları niteleyecek olan hata derecesinden çok uzaklaşmış olacağı düşüncesine gereken ağırlık verilmelidir. Aslında kurbanını, gerçek canavarlığın gerçek karikatürüne dönüştürebilmek için küçümsemenin içinde güçlü bir aldırmazlık, ilgisizlik, sıkıntı, sabırsızlık ve hatta kişisel iftihar karışımı bulunmaktadır. Mesela Yunan soyluluğunun bütün kelimelere aktararak kendini normal insanlardan ayırdığı neredeyse iyiliksever nüanslara da dikkat edilmelidir; bir çeşit acıma, kaba insana ithaf edilen bütün sözler en sonunda “mutsuz”, “acınası” ifadeleri olarak hayatta kalana kadar ilgi ve düşüncenin ballı tadını sürekli nasıl dışavurduğunu unutmayın. Aristokrat insan nasıl kendine güvenerek ve açık sözlülükle yaşıyorsa, içerleyen adam ne samimidir, ne tecrübesizdir, kendine karşı ne dürüsttür ne de açık yüreklidir. Ruhu şaşı bakmaktadır; aklı saklı kuytuları, dolambaçlı yolları ve arka kapıları sevmektedir; kendi sözü, kendi güvenliği, kendi tesellisi gibi gizli her şey onu cezbetmektedir; sessizlikte, unutmamakta, beklemekte, geçici değersizlik ve alçaklık hissinde ustadır. Bu tür içerleyen insan soyu sonunda ister istemez diğer aristokrat ırklardan daha dikkatli olduğunu kanıtlayacaktır; dikkatliliği çok farklı bir şekilde, aslında varlığının çok önemli bir koşulu olarak onurlandıracaktır; aristokrat insanlar arasında dikkatlilik lüks ve nezaketin lezzetli tadını çalmaya eğilimliyken onların arasında bilinçsiz içgüdüleri yöneten işlevlerin tam kesinliği veya tehlikeye ya da düşmana karşı öfkeli ve cesur bir hamle gibi belirli bir dikkat yoksunluğu veya soylu ruhların her zaman birbirlerini tanımalarını sağlayan insanı kendinden geçiren öfke patlaması, aşk, saygı ya da minnet olarak hiç ayrılmaz bir parça rolü üstlenmeyecektir. Aristokrat insanın içerlemesi kendini açığa vurduğunda hemen gelen bir tepkiyle kendini bitirmekte ve tüketmektedir ve sonuçta hiçbir zehir aşılamamaktadır; diğer taraftan bu içerleme kendini sayısız durumda dışavurmamaktadır fakat zayıf ve basiretsizlerin durumunda bu, kaçınılmazdır. Eriyip giden plastik güç fazlalığına sahip güçlü mü güçlü doğanın işareti anlamına gelen, düşmanlarını, felaketlerini, kötü davranışlarını bir süreliğine olsun ciddiye alamama yeteneksizliği tamamen iyileştirmekte ve unutkanlığı üretmektedir. Aristokrat bir insanda düşmanları için bulunan saygı zaten bir sevgi köprüsüdür! Düşmanını, kendini ayırt eden özelliği olarak yanında tutmakta ısrarlıdır. Karakterinde nefret edecek hiçbir şey olmayan ama onurlanacak birçok şey olan bir kişi dışında düşman olarak kimseye hoşgörüsü yoktur. Diğer taraftan “içerleyen” insanın anladığı şekilde bir düşman hayal edin işte tam burası onun çalışmasını ve yaratıcılığını gördüğümüz noktadır; “şeytani düşman”, “şeytani olan” anlamıştır ve aslında bu, şimdi onunla çelişen ve onu karşılayan bir figür olarak “iyi olanı”, kendini, ta kendisini geliştirmesinin anafikridir. Bu insanın yöntemi, anafikir “iyiyi” kendiliğinden ve doğrudan, yani kendi dışından anlayan ve bu maddeden daha sonra kendi için “kötü” kavramını yaratan aristokrat insanınkiyle oldukça çelişmektedir. Aristokrat insanın “kötüsü” ve tatmin olmamış nefretin kazanından çıkan bu “şeytanilik”, ilki bir benzetme, bir “ekstra”, bir ek nüans, ikincisi köle ahlakının kavramında orijinal, ilk ve temel eylem olarak bu iki “kötü” ve “şeytani” kelimeleri “iyi” fikrine karşı özdeş bir çelişkiye sahip olmalarına rağmen ne kadar da büyük bir farklılık gösteriyorlar. Fakat “iyi” fikri aynı değildir; en iyisi soruyu soralım: “İçerleme ahlakına göre kim gerçekten şeytanidir?” Bütün sertlikle şöyle cevap verilsin: Sadece diğer ahlakın iyi insanı, sadece aristokrat, güçlü olan, yöneten fakat içerlemenin zehirli gözüyle yeni bir renge, yeni bir anlamlanmaya ve yeni bir görünüşe dönüşmüş olan. Bu belirli noktayı inkâr edecek son kişi olmalıyız: “İyileri” sadece düşman olarak tanımayı öğrenen kişi aynı zamanda onları sadece “şeytani düşmanlar” olarak tanımamayı da öğrenmiştir; inter pares (eşitleri arasında) gelenek, saygı, âdet ve minnet olarak daha da fazla inter pares karşılıklı dikkat ve kıskançlık yoluyla kesin bir şekilde sınırlar içinde tutulan aynı insanlar, birbirleriyle ilişkilerinde özen, özdenetim, duyarlılık, gurur ve arkadaşlık göstermenin yeni yollarını bulan bu insanlar çemberleri dışındakilere göre (yabancı unsurun, yabancı bir ülkenin başladığı yerde) serbest bırakılan yırtıcı hayvanlardan daha iyi değildir. Orada bütün sosyal kontrol bağımsızlıklarıyla eğlenirler, vahşi hayatta toplumun huzuru içindeki kuşatılmışlık ve hapislik tarafından ortaya çıkarılan gerginliği dokunulmazlık altında açığa vurabileceklerini hissederler, yırtıcı hayvan vicdanının masumluğuna, büyük ihtimalle manevi bir cinayet, kundaklama, tecavüz ve işkence devresinden kabadayılık ve ahlaki bir ağırbaşlılık içinde dönen coşkulu canavarlar gibi, sadece yaramaz bir öğrencinin şakası yapılmış gibi şairlerin şarkı söylemek ve kutlamak için bolca konusunun olduğuna ikna olmuş şekilde geri dönerler. Bütün bu aristokrat ırkların çekirdeğindeki yırtıcı hayvanı; gasp ve zafere susamış bu muhteşem sarışın canavarı fark etmemek imkânsızdır; bu saklı çekirdeğin bazı zamanlar bir çıkışa ihtiyacı olmuştur; hayvanın yine serbest kalması, vahşi hayata dönmesi gerekir. Romalı, Arap, Alman ve Japon soyluları, Homeros kahramanları, İskandinav Vikinglerinin hepsi bu ihtiyaca gelince aynıdır.18 İlerledikleri bütün yollarda “barbarlığı” terk eden, aristokrat ırklardır fakat bu barbarlığın bilinci ve hatta içindeki gururu en gelişmiş medeniyetlerinde bile kendini göstermektedir (örneğin kutlanan cenaze söylevinde Perikles’in Atinalılara “Bizim cesaretimiz her toprakta ve denizde iyi ve şeytani için her yere ölümsüz abidelerini inşa ederek bir yol açmıştır” demesi gibi). Aristokrat ırkların tabiri caizse bu deli, saçma ve istikrarsız cesareti; girişimlerinin hesap edilemeyen ve akıl almaz doğası, Perikles’in özel bir rahatlık ve görkemle bahsettiği Atinalılarının nitelikleri, güvenlik, vücut, yaşam ve rahatlığa olan aldırmazlıkları ve küçümsemeleri, bütün yıkımdan, zafer ve zulmün bütün coşkusundan aldıkları inanılmaz sevinç ve yoğun zevk, yani bütün bu özellikleri “barbarlık”, “şeytani düşman” belki de “Got” ve “Vandal” resminde bu yüzden acı çekenler için açıklığa kavuşturulmaktadır. İktidara geldiği an Almanların ateşlediği derin soğuk güvensizlik, günümüzde bile, hâlâ bu yüzyıllar boyunca Avrupalıların sarışın Töton hayvanının (eski Almanlarla bizim aramızda fiziksel bir yanla neredeyse hiç psikolojik ilişki olmamasına rağmen) hiddetine addettiği bastırılamaz korkunun kötü neticesidir. Bugün doğru olduğuna inanılan bütün medeniyetin tam özünün insanın, yırtıcı hayvanın, uysal ve uygar hayvanın, evcilleştirilmiş hayvanın dışında yetiştiği teorisinin gerçekliğine bakınca şüphesiz tepki ve içerleme içgüdülerinin hepsine medeniyetin gerçek araçları olarak bakmamız gerekir; bu araçların sahiplerinin medeniyeti temsil ettiği deyişiyle aynı anlama henüz gelmemiş olsa da bu teorinin yardımıyla aristokrat ırkları idealleriyle birlikte sonunda alçaltılmış ve ezilmiştir. Tam tersine dışavurulmaması gereken kindar içgüdülerin sahiplerinin, bütün Avrupalı olan ve olmayan kölelik, özellikle de Aryan öncesi nüfusun torunları yani diyorum ki bu insanların insanlığın çökmesini temsil ettiği olası değil somuttur. Bu “medeniyet araçları” insanlığa karşı bir ayıptır ve gerçekte medeniyete karşı bir argümandan ve medeniyetten neden şüphe duyulması gerektiği sorusundan daha fazlasını oluşturmaktadır. Kişinin, bütün aristokrat ırkların özünde yatan sarışın canavardan her zaman korkması ve tetikte olması kusursuzca haklı çıkarılabilir: fakat kim aynı zamanda hayranlık duyarken dönüşmüş, küçültülmüş, cüce ve zehirlenmişin nefret uyandırıcı görüntüsüne daima takılı kalma pahasına korkuya karşı dokunulmaz olmak yerine korkmayı yüz defa tercih etmez ki? Bu bizim kaderimiz değil mi? Bugün “insana” karşı olan nefretimiz nerden kaynaklanıyor? “İnsandan” çektiğimiz için bu konuda şüphe yoktur. Konu korku değildir, aslında insanlardan daha fazla korkacağımız başka bir şeyimizin olmamasıdır, solucan insanın göz önünde olması ve gittikçe üremesidir; sefil, vasat ve eğitici olmayan yaratık “uysal insanın” kendini bir amaç, bir zirve, bir alt anlam, bir tarihi ilke, bir “üstün insan” olarak görmesidir: evet, kokusu günümüzün Avrupa’sını kirletmeye başlayan aşırı çarpıklık, hastalık, tükenmişlik ve ruhsuzluğuyla çelişkili bir şekilde her hâlükârda büyük bir başarıya ulaştığını ve her hâlükârda hâlâ hayata “evet” dediğini hissettiği sürece kendini böyle görmeye hakkı olmasıdır. Konunun dışına çıktığı kısa bir aradan sonra Nietzsche, “içerleme” psikolojisinin Hıristiyan “köle ahlakını” nasıl oluşturduğunu açıklar: Aramızdan biri bu dünyada ideallerin nasıl üretildiği gizemine biraz hatta tam gözüne bakacak mı? Kimin bunu yapmaya cesareti var? Hadi! Burada kirli atölyelere açılan bir manzaramız var. Bir dakika bekleyin sevgili Bay Meraklı ve Gözüpek; ilk önce gözünüzün göz yanıltan ışığa alışması gerekir - Evet! Yeter! Şimdi konuş! O aşağıda neler olup bitiyor? Açıkça söyle! En tehlikeli merakın çoğunu, ne gördüğünü söyle, dinliyorum. “Hiçbir şey görmüyorum, daha fazlasını duyuyorum. Bütün köşe ve kuytularda dikkatli, kindar ve hafif bir fısıltı ve mırıldanma var. Bana yalan söylüyorlar gibi geliyor; sahte tatlı yumuşaklık her sese yapışmış. Zayıflık bir erdeme dönüştürülmüş, hiç şüphe yok, tıpkı söylediğin gibi.” Başka! “Karşılığı verilmeyen acizlik; korkak rezillik olan “iyiliğe”, nefret ettiklerine teslimiyet anlamına gelen alçakgönüllüğe ve itaate (yani bu teslimiyeti emrettiğini söyledikleri ve Tanrı dedikleri şeye itaate) dönüştürülüyor. Zayıfın mazlum karakteri, içinde zengin olduğu korkaklığı, kapıda beklemesi, zorla beklemek zorunda olması burada ayrıca ‘erdem’ de denilen ‘sabır’ gibi hoş isimler kazanıyor; öç alamamaya öç almak istememe, belki de bağışlama (onlar ne yaptıklarını bilmedikleri ve sadece biz onların ne yaptığını bildiğimiz için) deniyor. Ayrıca, ‘düşmanlarının sevgisinden’ bahsediyor ve böylelikle küfrediyorlar.” Başka! “Acınacak durumdalar, hiç şüphe yok, köşelerdeki bütün bu dedikoducular ve sahteciler birbirlerine daha da yaklaşarak ısınmaya çalışsalar da zavallılıklarının tıpkı birinin çok sevdiği köpeği dövmesi gibi onlara Tanrı tarafından bağışlanan bir ayrıcalık ve farklılık olduğunu; belki de bu zavallılığın bir hazırlık, deneme ve bir eğitim olduğunu; ayrıca bir gün telafi edilecek ve altına, daha da fazlası mutluluğa muazzam bir yatırımla geri ödenecek bir şey olduğunu söylüyorlar. Buna ‘Kutsanmışlık’ diyorlar.” Başka! “Şimdi bana sadece tükürüğünü yalamak zorunda oldukları kudretliden, yeryüzünün hâkimlerinden (Korkudan değil, kesinlikle korkudan değil! Tanrı bütün hâkimiyetin onurlandırılması gerektiğini emrettiği için) daha iyi olduklarını değil, her hâlükârda ‘daha iyi zamana’ sahip olduklarını, bir gün “daha iyi zamana” sahip olacaklarını söylüyorlar. Fakat yeter! Yeter! Artık dayanamıyorum! Kötü hava! Kötü hava! İdeallerin üretildiği bu atölyeler gerçekten en aptal yalanlar yüzünden pis kokuyor.” Ayrıca bir dakika! İstediğin her türlü siyahtan beyazlık, süt ve masumluk üretebilen kara büyünün bu virtüözlerinin başyapıtları hakkında hiçbir şey söylemiyorsun; en küstah, hoş, becerikli ve yalancı sanatçı hileleri olan chef d’oeuvre (şaheser) ile nasıl bir nezaket derecesine ulaştıklarını fark etmedin mi? Dikkat et! İntikam ve nefretle dolu bu kiler hayvanları gerçekten de intikam ve nefretleriyle ne yapıyorlar? Bu sözleri duyuyor musun? Sadece sözlerine güvenmiş olsaydın, içerleyen insanların içinde olduğundan ve başka da bir şey olmadığından şüphe duyar mıydın? “Şimdi anlıyorum, kulaklarımı yeniden açıyorum (ah! ah! ah! ve burnumu kapatıyorum). Çok sık söyledikleri şeyi ilk defa şimdi duyuyorum: ‘Biz iyiler, biz erdemliyiz’; nefret ettikleri şey onların düşmanı değil, hayır, onlar ‘günahkârlık’ ve ‘tanrısızlık’ tan nefret ederler; inandıkları ve umut ettikleri şey intikam umudu, tatlı intikam zehirlenmesi (‘baldan da tatlı’, Homer böyle mi demişti?) değil erdemli Tanrı’nın “tanrısız” üzerindeki zaferidir; bu dünyada onların sevmesi için kalan şey nefret eden kardeşleri değil, dedikleri gibi, yeryüzündeki bütün iyi ve erdemli ‘seven kardeşleridir’. Yaşamın bütün sorunlarına karşı onlara avuntu olarak hizmet eden şeyi, bekledikleri gelecek kutsanmışlığının fantazmagoryasını nasıl adlandırırlar? “Nasıl mı? Doğru mu duydum? Ona ‘son karar’, krallıklarının ‘Tanrı’nın krallığının’ ilerlemesi derler fakat bu arada ‘inanç içinde’, ‘sevgi içinde’ ve ‘umut içinde’ yaşarlar.” Yeter! Yeter! (Alıntıdır: Batıya Yön Veren Metinler, IV. Cilt, Modernite, Gerçeklik ve Yeni İrrasyonalizm (1865-1914), Ahlakın Soykütüğü / Kapadokya Meslek Yüksekokulu) Keyifli okumalar. (Saime⁷⁴)

Zerdüşt'ün İzinde: "Biz kendimizi bilmiyoruz, biz bilenler, biz kendimiz, kendimizi bilmiyoruz: iyi bir nedeni var bunun. Hiç aramadık kendimizi - nasıl olacak da bulacağız kendimizi günün birinde?" Sözleriyle başlayan kitabında Nietzsche, ilk bölümde dilbilimsel yolla 'iyi' 'kötü' 'fena' kavramlarını irdeliyor. İyi kelimesinin kökenine ve bu köken ile ilgili kelimelere bakıldığında asil'lere ait olmaya çıkıldığı; kötü kelimesinin kökeninden de basit, aşağı olmaya çıkıldığı görülüyor. Burada asillik, asil olma, bir 'hayir' üzerinden 'evet'e ulaşmadan 'evetleme' yapabilmektir. Asil, sokakta köpeğe et atmak için iyi'nin zittina ihtiyaç duymaz; günah, cehennem, ateş gibi kendisini korkutacak durumlara ihtiyaç duymaz aynı zamanda bir merhamete de. Asil kendiliğinden buna yönelir; hiçbir yaftaya ve tesvige gerek kalmadan; efendi iyiliği diyebiliriz sanırım. Basitlik, basit olma ise bir iyi ortaya koymak için bir kötüye muhtaç durumdadır. ("Kim günün birinde 'yeni bir cennet' kurmuşsa, gerekli gücü kendi cehenneminde bulmuştur…") Sokaktaki köpeğe et atmak için, et atmamanin kötü olmasi zorunlulugu duyar; bunun bir tık ötesinde de atmamasinin bir ceza gerektirmesine ihtiyaç duyar. Köle iyiliği diyebiliriz. Nietzsche, 'efendi iyiliginin' uzun zaman neticesinde 'köle iyiligi' tarafından mağlup olduğuna ve insan zihninde de bu kavramların tersyüz edildiğini söylemektedir. Bunu en başarılı şekilde yapanlar olarak da Yahudileri gösterir. Kitabın ikinci bölümünde suç ve ceza kavramlarını irdelenir. Bu bölümde, unutkanlığın kucağında mutlu olan insanın hayatta kalması için belleğe ihtiyaç duyması ve bunu ceza (ne kadar siddetli olursa o kadar bellege faydali) ile yapması neticesinde gelişen borçlu-alacakli, peşine sözleşme kavramları ile insanın şekillenen ruhunun izleri sürülmektedir. Son bölümde, insanın acı çekmesine anlam arayışına çare olarak ortaya çıkan 'çileci idealler'in sonuçları irdelenir. İnsan, başlarda şiddeti, cezayı, sevgiyi, cinselliği yani doğasında olan her şeyi çok doğal bir şekilde yasayabiliyorken, onun anlam arayışı; burada kitapta mercek tutulan acı duymasına anlam arayışı onun yarattığı ahlak anlayışı ile bu doğal şekilde yaşadığı şeyleri artık cekinerek yaşamaya, kendisini izleyen ve acı duymasının sebebi olan gözden cekinerek yaşamaya başlamıştır. Bu yeni durum insanın eskiden dışa doğru olan içgüdülerini kendi içine döndürmesine sebep olmuştur. İşte bu noktada 'çileci idealin' zirveye çıkmasına neden olmuştur. Bu idealin zirve yapması ile birlikte insan, yaratılan kurallar, iyi - kötü kavramları (zamanla tersyüz edilmesi unutulmustur) ile acidan beslenen, acidan iyilik doğuran ve bu yüzden tarihin belirli anlarında büyük vahşetlere imza atan bir hal içine girmiştir. Bu ideal insanın anlam arayışıni neticesinde düşen omuzlarıni yeniden diklestirmis, eline bir oyun hamuru verip hayatına devam edebilmesini sağlamıştır. Nietzsche de bu idealin faydalarını yadsimiyor yalnızca bunlar bazı noktalarda fayda verdi diye bunları doğru diye kabul etmiyor. Ayrıca, bu idealin insanın sorunlarını kısa vadede sorunları çözdü gibi gözükse de uzun vadede, oyun hamurundan kafasını kaldirdiginda aslında daha büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır. Bunlardan dolayi insanın sırf anlam ve amaç bulacağım diye temelleri; kendisinden mutlak tiksinti veya kendisine mutlak merhamet üzerine olan ideallere sarılmasinin çare olmadığını söylemektedir. "Onun sorunu acı çekmenin kendisi değil, 'ne uğruna acı çekiyorum?' sorusunun çığlığına yanıt olmayışıydı." "Acı çekmek değil, acı çekmenin anlamsızlığıydı şimdiye kadar insanın üzerine çökmüş olan lanet, - ve çileci ideal bir anlam sundu ona!" İnsan, "anlaşılmayanı, bilinmeyen olarak bırakmaktansa, onu hayranlık duyulacak bir nesneye dönüştürme alışkanlığı" olan bir hayvan. Bu zamana kadar hep bu nesne ve bu nesnenin etrafında rahiplerin oluşturduğu ikincil nesneler ile hayatına devam etti insan. Nietzsche, anlaşılmayani, bilinmeyen olarak bırakalım ve onun etrafında bir ikincil, üçüncül nesneler yaratmadan insanca pek insanca yaşayalım demektedir. Bunlar tabiki Nietzsche'den benim kendi çıkarımim, onun yazdıklarından anlayabildigim kadariyla şekillenen düşüncelerim ve vardığım sonuçlardir. Yüzde yüz Nietzsche ve felsefesi budur demedigimi belirtmek isterim. "Ve insan, hiç istememektense hiçliği istemeyi yeğler…" Keyifli okumalar (Kaan)

Kitabın Yazarı Friedrich Nietzsche Kimdir?

Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve besteci. Din, ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche'nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, Perspektivizm, Güç İstenci, "Tanrı'nın ölümü", Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak "hayatın olumlanması"dır. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dâhil olmak üzere devam etmektedir.

Nietzsche, kariyerine felsefeye dönmeden önce klasik filolog (Yunan ve Roma metin eleştirmeni) olarak başladı. 1869 yılında yirmi dört yaşındayken Basel Üniversitesinde klasik filoloji kürsüsüne, bu yeri alan en genç kişi olarak atandı. 1879 yazında, hayatının büyük bölümünde kendisine dert olacak olan sağlık sorunları yüzünden istifa etti. 1889'da kırk dört yaşında zihinsel yetilerinin tamamının kaybıyla sonuçlanan bir çöküş yaşadı. Çöküşü sonraları, üçüncü devre sifilis hastalığının yol açtığı, nadir görülen bir genel pareziye yoruldu; fakat bu teşhiste soru işaretleri vardı. Nietzsche, kalan yıllarını 1897'de ölümüne kadar annesinin, 1900'de kendi ölümüne kadar kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche'nin bakımında geçirdi.

Bakıcısı olarak kız kardeşi, Nietzsche'nin el yazmalarının idareciliğini ve editörlüğünü üstlendi. Förster-Nietzsche, tanınmış bir Alman milliyetçisi ve antisemitist olan Bernhard Förster ile evliydi ve Nietzsche'nin yayımlanmamış yazılarını, kocasının ideolojisine uyarlamak üzere, Nietzsche'nin belirttiği, antisemitizm ile milliyetçiliğe sert ve bariz biçimde karşı çıktığı görüşlerine genellikle ters düşecek biçimde yeniden düzenledi. Förster-Nietzsche'nin yaptığı değişiklikler sebebiyle Nietzsche'nin adı, sonraları yirminci yüzyıl bilim insanları Nietzsche'nin fikirlerinin yanlış yorumlanmasına karşı harekete geçmiş olsalar da, Alman militarizmi ve Nazizm ile birlikte anılır olmuştur.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Friedrich_Nietzsche

Friedrich Nietzsche Kitapları - Eserleri

  • Böyle Söyledi Zerdüşt
  • Aforizmalar
  • Ahlakın Soykütüğü Üstüne
  • Alacakaranlık
  • Deccal
  • Ecce Homo

  • Eğitimci Olarak Schopenhauer
  • Gezgin ve Gölgesi
  • Güç İstenci
  • İnsanca, Pek İnsanca 1. Kitap
  • İyinin ve Kötünün Ötesinde
  • Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe
  • Wagner Olayı - Nietzsche Wagner'e Karşı

  • Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine
  • Putların Alacakaranlığı
  • Seçilmiş Mektuplar
  • Şen Bilim
  • Tan Kızıllığı
  • Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine
  • Tragedyanın Doğuşu

  • Yunan Tragedyası Üzerine İki Konferans
  • Tanrı ve Günah
  • Richard Wagner Bayreuth'ta
  • Karışık Kanılar ve Özdeyişler
  • Her Şey Dökülmüş Müydü Kelimelere?
  • Hayat Dediğin Nedir ki?
  • David Strauss, İtirafçı ve Yazar

  • Sonsuzluğun Ufkunda
  • Sabahın Gizeminden Doğanlar
  • Gelecekteki Felsefe
  • Dionysos Dithyrambosları
  • Fridrix Nitsşe Külliyyatından Qızıl Seçmələr
  • Kendiyle Bir Başına İnsan
  • Bilim ve Felsefe

  • Platon Öncesi Filozoflar
  • Mektuplar 1
  • Filozofun Kitabı
  • Alışkanlıkların Tutsaklığı
  • The Future Of Our Eucational Institutions
  • Thoughts Out Of Season Part 2
  • The Birth Of Tragedy Or Hellenism And Pessimism

  • Otobiyografik Yazılar ve Notlar
  • Edebiyat Nedir?
  • İnsan Çoğul ve Tek Başına
  • Bütün Şiirleri
  • Homer and Classical Philology
  • Ahlaki Değerlerin Soyağacı
  • Yalnızların En Yalnızı

  • Kahin
  • Twilight of the Idols with The Antichrist and Ecce Homo
  • Nietzsche Hauptwerke
  • Zerdeşt Wıha Ferman Kır
  • Friedrich Nietzsche (4 Cilt Takım)
  • The Dionysian Vision of the World
  • Greek Music Drama

  • Aphorisms on Love and Hate
  • Megaralı Theognis Üzerine
  • Ahlakın Soyağacı
  • Ecce Homo - Kişi Nasıl Kendi Olur

Friedrich Nietzsche Alıntıları - Sözleri

  • Kendi yolumda ilerleyip ulaşacağım amacıma. Geride kalanların ve duraklayanların üzerlerinden atlayacağım. Böylece, benim ilerleyişim onların batışları olacak. (Böyle Söyledi Zerdüşt)
  • Çocuksu merakını seviyorum. (Seçilmiş Mektuplar)
  • Bir şeyi kabul etmek kimi zaman onu anlamaktan daha zordur. (Eğitimci Olarak Schopenhauer)
  • (..) İlişkilerimizin ve dostluklarımızın dayandığı zemin ne kadar da kaygan, soğuk sağanaklar ya da kötü havalar ne kadar yakın, ne kadar da yalnız her insan!" (İnsan Çoğul ve Tek Başına)
  • İstiyorsan gözlerinle aklın hiç ama hiç solmasın, Gölgede yürürken, düş pesine güneşin, kaybolmasın! (Şen Bilim)
  • Belki karınca da ormanda, kendisinin ormanın hedefi ve ereği olduğunu kuruyordur; tıpkı bizim insanlığın sonunu hayal gücümüz­de adeta istemdışı bir biçimde dünyanın sonuyla ilişkilendi­rişimiz gibi... (Gezgin ve Gölgesi)

  • Insanın bir kez olsun içinde bulunduğu zamana fazlasıyla yabancılaşıp adeta bu zamanın kıyısından geriye, geçmiş hayat felsefelerine sürüklenmesinin büyük yararları vardır. O noktadan sahile bakarken belki de ilk kez o sahilin her yanını bütün olarak görecektir kişi. Böylece oraya yeniden yaklaştığında, etraflıca anlamak açısından, sahili hiç terk etmemiş olanlardan daha avantajlı olacaktır. (Kendiyle Bir Başına İnsan)
  • Bunu bil,nə qədər ki,səni tərifləyirlər,deməli sən hələ öz yolunu tapmamısan,başqalarına sərf edən yoldasan. (Fridrix Nitsşe Külliyyatından Qızıl Seçmələr)
  • "Was mich nicht umbringt macht mich stärker." "What does not kill me, makes me stronger." (Twilight of the Idols with The Antichrist and Ecce Homo)
  • Burada buluşabilmek için hangi yıldızlardan düştük? (Seçilmiş Mektuplar)
  • "eskiye geri dönemeyiz , gemileri yakmışızdır; cesur olmak kalır bir tek geriye.." (İnsanca, Pek İnsanca 1. Kitap)
  • Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır. (Eğitimci Olarak Schopenhauer)
  • İnançlar hakikat düşmanları olarak yalanlardan daha tehlikelidir. (Sabahın Gizeminden Doğanlar)

  • İyi kitap zaman ister. (Karışık Kanılar ve Özdeyişler)
  • Ölümün yaşamın karşıtı olduğunu söylemekten sakınalım. Canlı sadece bir ölü türüdür ve çok ender bir türdür. (Şen Bilim)
  • İnsanın en büyük suçu Doğurulmuş olmasıdır. (İnsanca, Pek İnsanca 1. Kitap)
  • İnsan bugün kimsenin sahip olamadığı şeylere tutkulu olmalı... (Wagner Olayı - Nietzsche Wagner'e Karşı)
  • Satılık olan, kapmaya çalışır kaba ellerle bütün dünyanın çin çin öten boş şöhretini! (Wagner Olayı - Nietzsche Wagner'e Karşı)
  • ... Yalnızca Herakleitos (ve Parmenides) monisttir; çoğulcular, bir yanda Atomcular, öte yanda Platon. Fakat hepsinin içinde içerikten en yoksul, en az semereli olan Parmenides'in son bakış açısıdır, zira hiçbir şey açıklamaz. Aristoteles haklı olarak buna "fizik dışı" der. (Platon Öncesi Filozoflar)
  • "Arada sıra görgüsüzler kendileriyle baş başa kalır." (David Strauss, İtirafçı ve Yazar)

Yorum Yaz