Ahrar - Rafet Elçi Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Ahrar kimin eseri? Ahrar kitabının yazarı kimdir? Ahrar konusu ve anafikri nedir? Ahrar kitabı ne anlatıyor? Ahrar PDF indirme linki var mı? Ahrar kitabının yazarı Rafet Elçi kimdir? İşte Ahrar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Rafet Elçi
Yayın Evi: Litera Yayınları
İSBN: 9789756329894
Sayfa Sayısı: 640
Ahrar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Emir Timur, Yıldırım Bayezid, Mirza Şahruh... Üç büyük sultanın gözünden,siyaset, devlet ve kanun...
Uluğ Bey, Kadiza.de Rumi, Cemaleddin el-Kâşi... Üç büyük dâhinin gözünden, ilim, ilerleme ve aydınlanma...
Muhammed Pârisa, Yakub-u Cerhi , Şah-ı Nakşibend... Üç büyük velinin gözünden, variık, yokluk ve hakikat...
Öge Begüm Sultan, Şaâ Mülk Hatun ve Sevgi Hanım... Üç büyük kadının gözünden, aşk, bağlılık ve sadakat.
Halil Sultan, Selman Bey, Kulaksız, Üç büyük erkeğin gözünden, yiğitlik, cesaret ve dürüstlük.
Ve Ubeyduliah Ahrar... İsimleri ve sıfatları toplayıp yeniden tasnif ediyor, ta ki Hak ismi hepsine baş oluncaya kadar...
Çarpıcı bir felsefe,|büyüleyici bir aşk, hayran bırakan bir tarih ve şiddetli bir tasavvuf romanı..lf:Şair romanının yazarından insanlığın tefekkür semasını sarsacak muhteşem bir eser.
(Tanıtım Bülteninden)
Ahrar Alıntıları - Sözleri
- Karnımı doyurmak için kitaplarımı satacağım.
- Eğer sen cahil olduğun bilirsen cehalet bile bir makamdır...
- Mevlana olmak için dönülmez Mevlana olan döner
- Hiç kuşku yok ki Kur'an bütün soruların cevabıdır. Evet, Çinliler bu kitabı hak ediyorlar. Siz, burunlarını silmeyi bilmeyen kafirleri yenmekle ne elde edeceksiniz? Asıl Müslüman edilmesi gereken Çinliler.
- Kim dünyasını kaybetmişse ölüm onun kazancıdır,kim dünyayı kazanmışsa ölüm onun kaybıdır.
- Medeniyet, olguları tabletlere kazımak değil, latif düşünceler meydana getirmektir.
- Kavuşmak ne müşkül, ayrılmak ne zor senden Dönüyorum lakin kalbim dönmüyor senden. Ya ley, leyli ya ley, ah ley, ley ah ley. Gelme beyhude deme, söyleme, biraz dur Vuslat sensin ki bu yol, mecburlar yoludur. Ya ley, leyli ya ley, ah ley, ley ah ley.
- Araplar, sarmaşığa "aşk"' dünyaya "alçak yer" demişler. Dünyaya ıstırap demek gerekir, semasında aşkın dolaştığı büyük ıstırap...
- Kitaplar ikiye ayrılır demiş Muhammed Pârisa Hazretleri. “Tekrar tekrar okunacak olanlar ile hiçbir vakit okunmaması gerekenler.
- Herhangi bir şey konusunda 'onu kaybettim' deme. 'Onu iade ettim' de.
- Köylü korkar, şehirli düşünür, göçebeyse yaşar.
- Kaderin kahkahası bir ömre yayılmıştır
- Zenginliği, ihtişamı olmayan, harikalar yaratmayan bir din, insanları cezbetmez.
- mahvolmuş bir adama "hayat devam ediyor" demeyiniz çünkü o hayatın devam etmemesi gerektiğini düşünür.
- Ama unutma; Dünya merkezdedir ve gezegenler, Güneş ve Ay ile birlikte, onun etrafında dönmektedir.
Ahrar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bulanlar Arayanlardır: “ ‘Allah’ı neden göremiyoruz?’ diye sordu. Dedesi ‘Her yerde de ondan” dedi. ‘Her yerdeyse neden görmüyorum?’ diye sordu. Dedesi ‘Her yerde olan hiçbir yerdedir’ dedi. “ Âdemoğlu dünyaya düştü düşeli bir avuç kadar çehrede çeşit çeşit insan geldi geçti bu diyardan. Çehreleri olduğu kadar duyguları, düşünceleri, eylemleri de birbirinden farklı oldu. Halbuki hepsi aynı yerden gelmişti. Kimisi bilmiyordu belki ama hepsi aynı yere de gidiyorlardı. Aynı yerden gelip aynı yere giden bu insanları birbirinden ayıran neydi peki? Bunca farklılık varken ayrım tek bir şey olabilir mi? Olamaz. Yine de tüm o ayrımlar aynı yerden gelen insan nevinden toplanırsa sonuç olarak ortaya şu kelime çıkacaktır; arayış. İnsan aradığıdır derler ve insan sayısı kadar aranılan şey var denilebilir. Fakat arayış tek başına birleşimdir, ortak kümedir, tüm o farklılıkların odak noktasıdır. Tabiri caizse çokluktaki birlik. Tek bir. Madem insan aradığıdır öyleyse neyi aramalı? Bunca çokluk içinde nedir aramaya değer olan? Kısaca yanıt vermek gerekirse çok olanı bir yapan neyse odur. Çok olduğu sanılanı birleştiren neyse odur. İşbu noktada başka bir soru meydana çıkıyor; peki, bu aramaya değer olanı nerede aramalı? Cevap basit göründüğü kadar çetin de; her yerde. */*/*/* “Tarih bir nehir değildir, tarih bir denizdir.” Yıldırım Bayezid ile Emir Timur, arayışlarını fetihleri aracı kılan hükümdarlar, on beşinci yüzyılın henüz başlarında Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldi. Zahiren bakıldığında Müslüman olan bu iki tarafın hiçbir surette yüz yüze gelmemeleri gerektiği söylenebilir. Sırtlarını birbirlerine dönüp yollarına bakmaları gerekirdi. Anlatılanlar tarih sayfalarından ibaret maalesef. Birisi ordusunu çoğaltmak için diğeri Çin’e rahatça sefer düzenleyebilmek için Ankara’da birbiriyle savaştı yazar o sayfalarda. Fakat kaderin cilvesi olarak Bayezid insanının gözlerinde ışık gördüğü Avrupa’ya, Timur hayallerini süsleyen o mahşeri kalabalığın diyarı olan Çin’e gidemedi. Biri esir düştü, diğeri sefer yolunda vefat etti. Evet, tarih bize verilen sayfalardan ibaret değil. Zira o sayfalarda bu iki hükümdarın o ana kadar neler yaşadıkları, neler düşündükleri geçmez. Geçiyorsa da göz önünde değildir. Sadece sebepler ve sonuçlar… Söz gelimi, esir düşen Bayezid ile Timur birbirlerine nasıl davrandılar, neler konuştular? Kim bilir Yıldırım, dedelerinin yıllardır süregelen emeklerini boşa çıkardığını düşünüp içine ne acılar düştü! Kim bilir Timur, bir plan uğruna olsa da oğlu yaşındaki bir yiğidi karşısında bitap halde görmekten ne şiddetli müteessir oldu! */*/*/* “Rasathanesiz ilim olmaz. Ne medrese, ne rasathane ihmal edilemez. Allah bizlerin yazgısını, devletlerin yazgısını, ilimlerin yazgısını feleklere işlemiş.” Uluğ Bey. Dedesi Emir Timur’un gözde torunu. Bilge olacağının izlenimlerini henüz onlu yaşlarda gösteriyor. Savaştan ziyade bilime vurgun; arzdan ziyade semaya. Aradığını göklerde bulma hedefinde. Henüz küçük yaşta dedesinin uygun gördüğü soylu ve asil bir kız olan Öge Begüm Sultan ile evleniyor. Fakat ikisi de yeterince büyük olmadığı için ayrı yerlerde büyüyorlar. Bu evlilikte Uluğ Bey’in gönlü yok zira kendisinin kalbi güzeller güzeli bir cariye için atıyor; Sevgi Hanım. Öge Begüm ise sırf Uluğ Bey seviyor, buna ilgi duyuyor diye Farsça öğrenip birbirinden çetin beyitleri çevirecek şevkli ruh durumunda. Yaşı küçük ama ruhu dev Uluğ Bey’in devlet adamı, yönetici lider olma yolundaki maceraları yer yer güldürüyor yer yer gururlandırıyor. Lafını esirgemeyen tavrı, benliğinde gövdeleşen özgüven ağacıyla birleşince ortaya açık açık yapılan mahrem konuşmalar çıkıyor. Bu konuşmalar sapkın bir zihniyetin değil itirafın ağırlığıyla berraklaşmak isteyen nefsin tavrıdır denilebilir. Tüm bunların yanında yine de gönlü göklere yazılı olan bu büyük adam yıldızlarla izdivaç ediyor. Huzuru onlarda buluyor. Usturlap ile başlayan bu sevda ömrünün sonuna kadar devam ediyor. Denklemler, açılar, felekler, optik, fizik, cebir, geometri… Bu yolda ona eşlik edenler arasında zamanın büyük bilim adamlarından Kadızade Rumi, Cemşid el-Kaşi ve Ali Kuşçu var. Bunlar öyle büyük insanlar ki zamanlarından taşıp tüm zamana izlerini bırakmışlardır. */*/*/* “Çünkü ben, senin suretinden gülümseyen, o güzelin tezahür şiddetinin, şiddetinde erimek istiyorum.” Halil Sultan. Emir Timur’un savaşçılığına, strateji dehasına sahip hükümdar adayı. Tek bir şey hariç hiç kimseye eyvallahı yok. O kişiyse gözlerinden kalbine kadar inen ziynetli perdenin sahibi Şad Mülk Hatun. Madden ve manen tüm varlığını yollarına serdiği bu hatun uğruna yapamayacağı hiç ama hiçbir şey yok. Onunla aşkı ve dahasını arıyor. Halil Sultan o denli aşk ile yoğurulmuş ince bir ruha sahip ki Şad Mülk’le kavuşma sahneleri değme aşk hikayelerine taş çıkartan cinsten olduğu tereddütsüz söylenebilir. Bundan biraz bahsetmek gerekir. Görevlendirdiği askerlerin himayesi altında gecenin bir vakti yolda olan Şad Mülk Hatun, Halil Sultan’ın topraklarına adım attığı anda ışık oyunlarıyla karşılaşıyor. “Bir meleğin, pembe ayaklarıyla adım attığı bu mülk…” mektubuyla devam eden bu ebemkuşağı kadar renkli anlar bembeyaz bir atın gelişiyle sürüyor. Envayi çeşit çiçeklerle bezeli yol boyunca şiirler okunuyor, beyaz güvercinler takla atıyor, fıskiyeler sularını çalan musikiye uyumlu halde etrafa saçıyor, kandiller etrafa şuh bir hava katıyor ve Şad Mülk bir düş kraliçesi gibi sevgilisine adım adım yürüyor. */*/*/* “ ‘Oğlum Allah’ı kim hatırlıyor ki, sen unuttum diye gam çekiyorsun?’ ‘Allah’ı hatırlamak mı? Allah’ı kim unutuyor ki ben hatırlayayım?’ ‘Ah oğlum ah! Sen herkesi kendin gibi mi sanıyorsun?’ “ Nusreddin Ubeydullah. Kendi adını kendi verme şerefine nail olan bir ulu. Tüm bu yaşananları kendi benliğinde eriten veli. Ana baba tarafından velilerin gelecek nesillere armağanı. Hem bu geçmişlerinin armağanından hem de zatına bahşedilen nimetten ötürü pek çok perde ona açık vaziyette. Er-Rezzak olan Rab ona nimetlerinden bu nimeti vermiş. Fakat her nimetin kendi içinde bir sınavı vardır ki bu velilerin sınavları en zorlarındandır. Varlığın derecesi ne denli büyük olursa sınavı da o denli çetin olur. Peygamberler hiçbir insanın çalışmayla elde edemeyeceği bir nimet ile hemhal olmuşlardır. Bilinir ki insanoğlunun en zorlu, en yürek burkan yaşamlarını onlar çekmiştir. Tüm bu olanlar dönüp dolaşıp onda toplanıp düğümleniyor. Bu böyledir. Dereceler bitmez. İşte gökteki yıldızlar gibi olan alimler ve veliler de nice maddi manevi sıkıntılar çekmiştir. Ubeydullah, Ahrar olma yolunda henüz küçük yaşlardan itibaren varlığı var olduğu haliyle görme nimetinin getirdiği zorlukla yaşıyor ve bu ateşin sönmesi adına oradan oraya yol alıyor. O yolda değil, yol onda gidiyor. Akranları yaşlarının gerektirdiği tavır ve konuşmalarda olurken o içindeki okyanuslarda boğulmamak için çırpınaduruyor. Onun bu varlık ile yokluk arasındaki gitgellerini görmek merak uyandırdığı kadar iç burkucu bir durum da oluyor. Zira arayışı hak varlık. */*/*/* Şair. Kimsenin değil cesaret edemediği, aklına bile gelmeyeni kaleme dökmeye çalışan bir yazar. Konusu zamana ve mekana mahkum olmayan bir anlatı arayışı; yokluk. Var olmakla mündemiç olanlara faniliğin hiçliğe pek yakın olduğunu göstermeye çabalıyor ve bu yolda şeyhinden yardım alıyor. Etrafındaki herkesi yazdıklarıyla mest ederken şeyhine gidip gösterdiği bu ilk yazıları yırtıp atacak duruma geliyor. Boynunu büküyor ama her şeye yeni baştan başlıyor. Kendisi dahil. */*/*/* Velhasıl, okur bir kitapta ne ararsa ondan her şey var ve tüm bunlar tek bir sonuca doğru ilerliyor. Savaş, taht mücadelesi, aşk, bilim serüveni, tasavvuf, felsefe, edebi haz… Tüm bunlar o derece yetkinlikle birbirine bağlanıp kaleme alınıyor ki bir sayfada etrafı savaşçılarla çevrilmiş Yıldırım Bayezid ile Çataltepe’de canhıraş kılıç sallıyor, diğer bir sayfada Muhammed Nami ile aşk acısıyla kendimizi Bağdat’ın tozlu yollara atıyoruz. Bir yerde “Yenildim ve ölmedim. Bu kanıma dokunuyor” diyen Bayezid’ın acı sesini duyuyor, diğer yerde Emir Timur’un birbirine zincirlerle bağlı halde dev adımlar atan fillerinin ilerleyişinden ürküyoruz. Yetmiyor! Uluğ Bey’in koruması ve akıl hocası Selman ile olan konuşmalarını can kulağıyla dinliyoruz. Şad Mülk Hatun’un incilerle süslü yolundaki çiçeklerin kokularını alıyoruz. Sevgi Hanım’ın dizi dibinde büyüyen sultanına karşı olan aşk çaresizliğine hak veriyoruz. Abdal Hüseyin ile gözlerimizin önünde bir çuval altın parlıyor ve alıp almamakta tereddüt ediyoruz. Lafını esirgemeyen küfürbaz esnaf Kulaksız’ın hemen her adalet kokan söz ve hareketine arka çıkıyoruz. Ufak bilgiç Yahya ile manavından kuyumcusuna, talebesinden ayyaşına etraftakilere sataşıyoruz. Yakub-u Çerhi, Emir Külal, Şah-ı Nakşibend, Muhammed Parisa, Ebubekir Şaşi gibi tasavvuf büyüklerinin mübarek ağızlarından bir söz çıksa da duysak diye can atıyoruz… */*/*/* Kitabın iki buçuk yıllık bir çalışma sürecinin ürünü olduğunu belirtiyor Rafet Elçi. Ortada çok büyük bir emek olduğu buradan da açıkça belli oluyor. Ayan olan bir diğer durumsa yazılanların kimisi okunarak değil yaşanarak tecrübe edildiği hissiyatıdır. Tarih, aşk, felsefe ve dahası temel değil, çatı da. Temel de çatı da gövde de tasavvuf. Diğer her şey tasavvufun bunlara nasıl baktığının birer yansıması. Bu yansıma ise ancak yaşayarak tadılır. Değil mi ki tasavvuf kâlden ziyade hal ehlinin işidir. Şair adlı eseriyle kalemine hayran kaldığım Rafet Elçi, Ahrar namlı bu eseriyle de bir roman nasıl olmalı diye arayışta olanlara gururla işte böyle diyebileceği bir eser veriyor. Bunu yaparken de şöyle söylüyor; “Hiç kuşku yok ki sizden hoşça vakit geçirmenin bedeli olarak birkaç saatinizi istemiyorum. Sizden hakikate dair en şiddetli sözlerin toplandığı bir romana şahit olmanın vereceği ‘haz’ karşılığında, size ait her şeyi istiyorum. ” Ben bana ait olan en önemli şeyi verdim; zamanımı ve sevgimi. Pişmanım, çok daha önceden bunları ona verebilirdim. Siz siz olun benim gibi geç kalmayın. Bereketli okumalar. Hakiki arayışlar. (erhan)
Kitapla buluşup yolculuğa çıkmamız "Düşünün ki ucu sivriltilmiş dev bir kalemi semaya kaldırdım ve indireceğim yerde kalbiniz olacak" cümlesiyle karşılaşıp "ne iddalı bir cümle ama, acaba yazar gerçekten de hakkını verebilmiş mi bu kendinden emin cümlenin" merakı ile başladı. Sonra yazarla birlikte tasavvuf, tarih ve de aşkın bir güzel harmanlandığı çok çeşitli duyguların yaşanıldığı ve yaşatıldığı, öğretici, sorgulayıcı, ince ve çok derin bir yolculuğa çıktık. Ve nihayet bu gece o uzun yolculuğun sonuna geldik. İçiniz rahat olsun yazar seyehatin sonunda sizi eve sağ salim güvenli bir şekilde bırakıveriyor :) sizin de payınıza bir şeyleri öğrenmenin mutluluğu ve daha başka şeyleri öğrenmeye itilmenin heyecanı düşüyor. Ve cümlelerin en sonunda, başta bahsedilen o dev kalemi gerçekten de kalbinizde buluyorsunuz. Sonra Rafet Elçi'nin diğer kitaplarına acaba onlarda ne var merakı ile yeniden heyecanlanıyorsunuz :) İyi okumalar... (Şeyma Murad)
Kapakta kocaman bir yazı; Ahrar. Ne demek Ahrar? Kelime manası hürler. Kimdir bu hürler, yazar bize kimden bahsedecek? Dünya denilen menfada yürürken, manaya yaklaştıkça, Yaradanı tanıdıkça bu menfaya dair yüklerden arınan, prangalardan kurtulan kişiler; esaretten kaçıp özgürlüğe yürüyenler. Yürüyen ve yürüdükçe hürleşen Ubeydullah Ahrar kitaba ismini veren zat-ı muhterem işte. Kitap; Yıldırım Bayezıt'la Ankara Ovasında karşılaşan o büyük komutan Timurlenk'in, namıdiğer Aksak Timur veya Küregen'in yürüyüşüyle başlıyor. Ankara'da Türk İslam Gaza Hareketi'nin diğer bir zirvesini deviren bu komutan; vatanına geri döner. Yaşar ve darıbekaya irtihal eder. Taht kavgaları yaşanır. İnsanlar ölür, topraklar alınır, kanlar akar ve kitap sürer. Biz tüm bunlar olurken bir yandan gökyüzünü incelemekle, yıldızlara bakmakla, astronomi ilgisiyle sürekli başını göğe kaldıran ve bu yüzden boynu arkaya doğru yatık kalan Uluğ Bey'le yürürken, diğer yandan hürleşen Ubeydullah Ahrar'la yürürüz. Kitap bize tasavvuftan bahsedeceğini vaat ediyor ve bunu; tüm yaşananları bir gölge gibi takip eden Ubeydullah Ahrar'ın özgürleşmesiyle yerine getiriyor. Beklentiyi yüksek tutabilirsiniz, zira bunu içindeki siyaset, savaş, aşk, tasavvuf, şiir ve daha birçok olguyla pekala karşılayacak bir romanla karşı karşıyasınız. (Selver Metin)
Ahrar PDF indirme linki var mı?
Rafet Elçi - Ahrar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ahrar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Rafet Elçi Kimdir?
Kanayan Kafesler adlı romanında izlerine rastlanan bir okul hayatı geçirdi. Yani okul kitaplarına tamamen ilgisiz ve okulda okutulmayan kitaplara tam ilgiliydi.
Kemiğe Dayanmış Yaralar (2003) adlı şiir kitabında ilkokul sıralarından üniversite amfilerine kadar yazdığı şiirleri topladı. Üniversiteyi bitirdiğinde basılmış üç kitabı ve birlikte devam ettirdiği bir kaç projesi vardı.
Askerlik vazifesi sırasında Donanma Komutanlığı için dört eseri Osmanlıca aslından sadeleştirdi, kendisinin yayına hazırladığı Kılıç Ali Paşa adlı eser 2006 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından basıldı.
Birisi zengin bir çevreden diğeri fakir bir muhitten gelen iki genç dahinin hikayeleri olan Kanayan Kafesler (2003) ve Kalbimdeki Monarşi’den (2004) sonra bambaşka bir üslupla modern bir psikoloji romanı yazdı (Ruhlar Pipo İçmez 2009).
Aynı yılın Temmuz ayında kitaplardan uzak kalmasına sebep olan iş hayatına son vererek, erteleyip durduğu 3 büyük projesinden ilkini yazmak için çalışma odasına kapandı. Dört ay sonra çıktığında koltuğunun altında Şair (2011) romanı vardı. Daha müsvedde aşamasında adını duyurmaya başlayan bu eser sayesinde hayatının en önemli gayelerinden birine ulaştı: yazarak yaşamak!
Şu an biri senaryo, birisi roman, diğeri editörlük olmak üzere üç projeyi aynı anda yürütüyor. İngilizce, Arapça ve Osmanlıca biliyor.
Rafet Elçi Kitapları - Eserleri
- Şair
- Ahrar
- Platon'un Aşkı
- Ruhlar Pipo İçmez
- Kanayan Kafesler
- Var Olan
- Yolcu
- Bütünbelirim
- Türk Harp Kudretinin Sınırları
- Kalbimdeki Monarşi
Rafet Elçi Alıntıları - Sözleri
- "Şaraba ne hacet efendimiz? İnsan acıdan yaratılmış bir mahlûk; rüzgar estikçe titreyip kanar. Kanadıkça susar, sustukça dolar, doldukça boşalır. Gece şaraptır, mehtap şaraptır, yıldızlar mezedir. Bizi biraz da bu İstanbul içirir. Ama ben İstanbul'u içerim, yıldızlarla beraber." (Ruhlar Pipo İçmez)
- Beynimi meydana getiren dış tesirler, beynimin meydana getirdiği şeyleri belirlemiş, ben de beynimin meydana getirdiği dış şeylerle beynimi meydana getiren şeyleri birleştirip buna "Benlik" demişim. (Var Olan)
- "Bu kadar duygusallıkla yaşanabilir mi dostum? " (Kanayan Kafesler)
- Lakin şair bir iğnenin deliğinden sonsuza bakan adamdır. Sonsuz dururken iğneye bakan adam değildir. (Yolcu)
- Ne tuhaf! Hüznü sevincinden derin, (Yolcu)
- "Lanet olsun sana da , sana duyduğum aşka da dedi ." 'Aşk gibi sonsuz bir cevher varken beden gibi kokuşmuş bir şeyin peşinden koşarsan sana yazıklar olsun.Oysa ruhumu sevseydin; zarafetimi ,kalbimi sevseydin; aşkımızda ayrılık mı olurdu ???Ama bedenimi istersen haddimi aşmış olursun Bedenim sana ait değil , başkasına da ait değil, kimseye ait değil hatta bana bile ait değil.Ne olur beni bana bıraksaydınız.Ben ruhundaki cesur erkeği sevmiştim, hiçbir şeyden korkmayan o kahramanı sevmiştim.Yoksa o zavallı çirkin bedeniyle erkek,kadın gibi güzelliğin kreminden yapılmış ipekten bir heykeli nasıl hak edebilir? Kadın Erkeğe Değil Kahramana Layıktır... (Ruhlar Pipo İçmez)
- Ne kadar elinden tutulsa, ne kadar ilgilenilse de yalnızdır çocuklar . (Kanayan Kafesler)
- “ Hayır! Kimse onları filmden çıkarmadı, anlamıyor musunuz ? Onlar filmin içindeler , fakat siz göremiyorsunuz .. “ (Ruhlar Pipo İçmez)
- Kendi göğsünde kalabalıkların gürültülerini dindiren ve kendi ruhunu kirlerin karmaşasından arındıran bir adam nasıl olur da tanrının sesini duymaz zaten? Şayet bu kadar saflaştıktan sonra da tanrının sesini duymayacaksa ruhumuz, ya tanrı hiç konuşmamıştır ya da ruh hiç varolmamıştır. Hayır, o bir tanrı icat etmemişti, o bir tanrıya icabet etmişti. Bunlar çok farklı şeylerdir dostlarım. (Platon'un Aşkı)
- Şu acıyla kabaran ellerime bir bak! Şu derin bir kederle duyduğum iştiyak*, Beni öldürüyor günden güne. Görüyorsun ya hep mutsuzum. İştiyak: güçlü bir istek (Yolcu)
- Eğer sen cahil olduğun bilirsen cehalet bile bir makamdır... (Ahrar)
- Herhangi bir şey konusunda 'onu kaybettim' deme. 'Onu iade ettim' de. (Ahrar)
- "Nasıl istersen öyle olsun dostum. Şimdi, güneşin ışığının bize sekiz dakika gecikmeyle geldiğini biliyoruz. Zira ışığın bu kadar uzun bir mesafeyi katedebilmesi için böyle bir zaman gerekiyor. Bu süre içinde elbette güneş değişmiş oluyor ama biz her defasında sekiz dakika öncesini görüyoruz. Demek ki aradaki mesafeyi kısaltsak onun şu andaki haline zamansal olarak daha yakın bir halini göreceğiz. Ondan uzaklaştığımız takdirde de aradaki zaman farkı artacak ve biz onun şu andaki halinden çok daha eski bir halini göreceğiz. Bunlar çok bilinen ve yeterince açık şeyler değil mi?" "Evet. Bu olgu hakkında hemen herkes bir şeyler duymuştur." "Güneşten bize bakan birinin bizim sekiz dakika öncemizi göreceği de aşikar. Yani sekiz dakika önce yaptığımız şeyler uzaydan silindi diye düşünsek de aslında korunuyorlar ve hatta benzetme yaparsak bir çamaşır ipinde asılı fotoğraflar gibi uzayda serili halde bulunuyorlar. Elbette bu, evrenin bütün bir tarihi için geçerli." (Bütünbelirim)
- Otur ve bana bir kadeh uzat! Uzun bir acının parmağı gibi kandan, Bana her acıdan bir kadeh doldur. (Yolcu)
- Gel ruhum gidelim bu şehirden Pırlanta topuklarla, kristal nehirden Sırça saraylara gidelim. Saraylara gidelim. (Yolcu)
- Ne kadar elinden tutulsa, ne kadar ilgilenilse de yalnızdır çocuklar. (Kanayan Kafesler)
- Platon diyor ki; "Güzel bir ruha aşık olan ona hayatı boyunca sadık kalır, çünkü sevdiği şey ebedidir." (Platon'un Aşkı)
- Kaderin kahkahası bir ömre yayılmıştır (Ahrar)
- Var olmak için çaba harcayanlar ancak var olmayanlardır. (Var Olan)
- Tüten bir ejderha gibi alevsizim Mutsuzum, yalnızım, sensizim Ve bazen gitmek istiyorum buradan Lakin ölüm müdür benim yurdum? Cehennem miydi hayalini kurduğum? (Yolcu)