diorex
Dedas

Akıl Tutulması - Max Horkheimer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Akıl Tutulması kimin eseri? Akıl Tutulması kitabının yazarı kimdir? Akıl Tutulması konusu ve anafikri nedir? Akıl Tutulması kitabı ne anlatıyor? Akıl Tutulması PDF indirme linki var mı? Akıl Tutulması kitabının yazarı Max Horkheimer kimdir? İşte Akıl Tutulması kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 30.06.2022 00:00
Akıl Tutulması - Max Horkheimer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Max Horkheimer

Çevirmen: Orhan Koçak

Orijinal Adı: The Eclipse Of Reason

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753421898

Sayfa Sayısı: 197

Akıl Tutulması Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Akıl Tutulması, Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü'nün ve kurucusu Max Horkheimer'in (1895-1973) temel yapıtlarındandır. Kitap, yazarın ülkesini terketmek zorunda kaldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ABD'de, Avrupa felsefe geleneğine yabancı Amerikalı okurların düzeyi göz önünde tutularak ve İngilizce olarak yazılmıştır. Belki de bu yüzden, 'zorluğuyla' ünlü Frankfurt Okulu kuramcılarının en açık, en 'kolay' metinlerinden biridir.

Horkheimer, Akıl Tutulması'nda ABD kültürünün egemen felsefesi olan pragmatizmi ve onun temelinde yatan pozitivizmi eleştirirken, Frankfurt Okulu'nun belli başlı temalarını da gündeme getirmektedir. Kitapta, Batı düşüncesinde Akıl kavramının tarihi, önce hurafeye dönüşmesi tartışılmaktadır. Aydınlanmanın mitos içindeki kökenleri ve giderek yeni bir mitoloji haline gelişi, insanın doğa üzerindeki egemenliğinin tahripkar boyutu, Faşizmin Batı Aklının tarihi içindeki yeri, bireyciliğin sonucunda bireyin ölümü, işçi hareketinin imkanları ve direnme gücü -bunlar, Horkheimer'in bir toptan yıkım döneminin getirdiği perspektif açısından gözden geçirdiği temel sorunlardır.

Akıl Tutulması Alıntıları - Sözleri

  • "Bir insanın tıkıştırıldığı küçük çekmece, onun kaderini belirlemektedir."
  • Hayatın her alanında istenen daha büyük girişkenlik, değişen koşullara daha iyi uyarlanabilme yeteneğini gerektirmektedir.
  • "Yanlış görebilirsin, yanlış bilebilirsin; hatta yanlış düşünebilirsin ama yanlış hissedemezsin oğlum."
  • Zamanımızın egemen düşüncesi, öz-savunmadır, benliğin korunması; ama ortada korunacak bir benlik kalmamıştır.
  • Sadece insanın ruhu kurtarılabilir; hayvanların tek hakkı , acı çekme hakkıdır.
  • Basiretli bir yasa koyucu, onlara göre, akla uygun yasalar çıkarandı...
  • ...adalet, eşitlik, mutluluk, mülkiyet düşüncelerinin hepsinin akla uygun olduğu, akıldan doğduğu ileri sürülüyordu.
  • "Korkunç olanı korkunç olarak göreceğim."
  • Dünya geçmişten yorgun düşmüş, Ölebilse artık, dinlenebilse.
  • Günümüz insanının atalarına göre çok daha geniş bir seçme özgürlüğü var gibi görünmektedir.
  • Yanlış görebilirsin, yanlış bilebilirsin; hatta yanlış düşünebilirsin ama ama yanlış hissedemezsin.
  • Bir zamanlar sanatın, edebiyatın ve felsefenin amacı varlıkların ve hayatın anlamını açıklamak, dilsiz olan herşeyin sesi olmak, doğaya acılarını anlatması için bir dil vermekti; başka bir deyişle, gerçekliği asıl adıyla çağırmaktı.
  • Kilise işkencecileri hemen her zaman rahatsız bir vicdan taşıdıklarını belli etmişlerdir; bir insan ateşe atıldığı zaman kan dökülmemiş olduğu yolundaki sefil kaçamakları bunun bir örneğidir.
  • Cadı avlarının açığa vurduğu şey, kilisenin kendi inancına karşı beslediği gizli bir kuşkudur.

Akıl Tutulması İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Felsefe ve düşünsel araştırma enstitüsü olarak kurulan Frankfurt Okulu’nun kurucularından olan Max Hokheimer insan aklının evrilmesini anlatır. Sıradan bir tanımla akla uygun şeylerin yararlı şeyler olduğu, her akla uygun insanın da kendisine neyi yararlı olduğunu bilmesi gerektiğinin tanımı ile giriş yapılır kitapta. Aklın doğasında var olan ve gücünü akıldan alan adalet, eşitlik, mutluluk, hoşgörü gibi kavramlar her insanın, “insan” olmasının benlikleridir der. Ancak Sanayi devrimi ile gelişip serpilen kapitalizmle beraber akıl her insanda olması gereken bağımsız akıldan yani nesnel akıldan uzaklaşıp, kapitalizmin yapısına evrilerek öznel akla dönüşmüş, ve yararcı akıl halini almıştır. Bu tespit ile okuyucuyu; ne yani ben şimdi tam akıllı değilmiyim, bilinçaltıma yerleşen olgularla sürekli yönlendiriliyormuyum kuşkusuna iter. Horkhaimer’in söylemek istediği, Sartre’nin “sen kendinin özgür mü sanıyorsun, sadece biraz ipin uzun” dediği yerdir. Yazar ; Marx’ın kapitalizmin tahlilini yaptığı ve bu tahlildeki insan ve toplumun durumu hakkında inceleme ve tespitlerde bulunur. Kapitalizmin, insanları bireyci ve biçimci akılcılığa getirdiği yer, insanın insan olarak varolma sebebinden uzaklaştığı yerdir aslında. Yazar, modern çağ ya da örgütlü kapitalizm özerk ve özgür insanı, insan yığınları haline getirip, tek tipçi bir duygularla kalıpsal yaşama ittiğinin resmini çizer. Yazar; gelişen şartlara göre sürekli kendini yenileyen kapitalizm üretimin en önemli faktörü “insanın” tüketici yanını kamçılayarak, örgütlü tüketici konumuna sokmakta toplumun kültürel ve sosyal yapısı kapitalizmin dümen suyuna girerek akıllcı bireylerden sürü psikolojisine evrildiğine sürekli vurgu yapmaktadır. Sanayi çağındaki yararcı aklın yaygınlaşması yine liberal eğitim sistemi ile tüm toplumun katmanlarına yayıldığın belirtmekte. Sanayi çağının doğurduğu liberal ekonomi ve liberal yaşamın yansımaları sonucunda öznel ve yararcı akıl haline dönüşen insan aklının ürettiği sanatta özgür aklın ürettiği, gerçeklik peşindeki sanattan çok kapitalizme hizmet eten bir konuma geldiğini de yine yazar okuyucularına sunmakta. Sanat gibi bilimi de liberal yaşamın hizmetine girmesi, insanlığa hizmetten öte daha çok kapitalist ekonominin çıkarlarına hizmet eden bir bilim olduğunu da gözler önüne sermekte. Gerek sanatta gerekse bilim de olan bu yararcı değişimler karşısında aydın kesimin de bu yararcı düşünceye doğru evrildiğini de biz göstermektedir. İnsanı derin düşünmekten uzaklaştırıp, günübirlik yaşam modeline iten bu tarz pragmatist yaşam, insanın insan olmaktan da uzaklaşmasına, ruhsal yalnızlıklara itilmesine de sebep olduğunu da görürüz. Yararcı akla dönüşen insan aklı artık mekanikleşen üretim modellerinden, günlük sosyal yaşamlarındaki davranışlara kadar sistemli bir hayatı yaşaması ile bu düzenleyici hayatı yaşamasına mecbur bırakılmıştır. Kapitalist sanayinin ürettiği ürünlerin çeşitliliği ve artan konformist yaşam, insanları bu ürünleri kullanırken daha dikkatli yaşama iterken mekaniksel yaşamın da parçası yapmakta, özgür aklın ürettiği düşünce ve yaşam tarzlarından uzaklaştırdığını ve mekaniksel yaşamı yaşayacaksak özgür aklın ürettiği düşünceleri de silmemiz gerektiği gibi acı bir reçeteyi de önümüze koymaktadır. Bütün toplumlara bu yaşam modelini sunan kapitalist sistemin bu yaşam modelini sunması için en büyük aracı reklamlar. İnsanlara şirin görünen reklam yüzleri ve yararcı aklın ürettiği slogan sözlerle insanların zihinlerine kazımakta. deyim yerinde ise insanlar mankurtlaştırılmaktadır. Doğanın ürettiği akıl kendinden olmayan tüm canlılara da savaştığını, sanayinin getirdiği doğa tahribatı ve kirlenmeye de dem vurur. Aç gözlü kapitalizmin bir ileriki aşaması olan faşizm ise tüm akılcı düşüncelere ve toplumlara da savaş açmaktan kaçınmadığını gösterir bize. Sonuçta yine insanın bu kaostan çıkabilmesi için doğru aklın doğru eleştirisine ihtiyaç vardır. Gerçek uygarlığa erişmek ancak uygarlığa ait geçmiş kültürlerde var olan bilgilerin doğru yöntemlerle topluma yansıtılması ile olacaktır. der. Kısaca insanca yaşamak için bizi özgür akılla düşünmeye davet eder ve “insan” olmayı anlatır. (idris yılmaz)

Bazı kitapları okumak için daha sakin, daha konsantre bir ruh haline sahip olmak gerekiyor. Horkheimer'in kitabı da böyle yaklaşılması gereken kitaplardan biri. Kitabın arka kapağında, kitap için "Pragmatizmi ve onun temelinde yatan pozitivizmi eleştirirken, Batı düşüncesinde Akıl kavramının tarihini, önce hurafeye ve mitosa karşı mücadelesini, ardından kendisinin de bir hurafeye dönüşmesini tartışmaktadır." diyor. Bu tartışma 160 sayfa sürüyor. Kitabın başlangıcında çevirmenin 48 sayfalık bir önsözü var. Bu kısım, Horkheimer'ı, düşüncelerini, çevresini ve yaşadıklarına ışık tutuyor. Eser beş başlıktan oluşuyor: Araçlar ve Amaçlar, Çatışan Reçeteler, Doğanın Başkaldırması, Bireyin Yükselişi ve Düşüşü, Felsefe Kavramı Üzerine. Sayfalar geçtikçe okuması kolaylaşan kitapta, üç ve dördüncü bölümler en rahat okuduğum bölümler oldu. Eseri okurken bir yerden sonra okuyucunun da aklı tutulabilir :) (Ferdi Bişkin)

Çatlak patlak üstü yuvarlak bir inceleme.: Okurken Aldığım Not 1: "Doğanın altta kalan etkisi. Görünmez ve hissedilmez olup yine de çalışmaya devam eden etkisi. Günümüz hayat şartları ile çelişen etkisi." Gözlerimizin önüne bir insanı getirelim -eğer cesaretiniz varsa ve ikiyüzlülüğünüz yoksa kendinizi düşünürsünüz-. Yaşadığı çevreye sağladığı uyumu ve bu uyumla birlikte kazandıkları ile kaybettiklerine odaklanalım. Toplumsal yaşamın zirvesinde doğmuş biri olan 21.yy insanı, doğduğu zaman bundan tamamıyla uzaktır. Doğanın ve varoluşun sundukları ile hayata tutunur. Hayatın parça pinçik ettiği bilgi ormanından bir şeyler tutmaya çalışır. Sarmaşıklara tutuna tutuna kendini yukarıya çeker. Sonra da yükselişin getirdiği bakış açısıyla kaosun ve kayboluşun eserini izler. İçinden geçen tek bir soru vardır. Nasıl oldu bu? Fakat bu sorunun ortaya çıkardığı ilginç bir durum vardır. Şu anki hâli sorgulayan bir düşünce yapısı, öncesine dair hiçbir bilgiye sahip değildir. En azından dışarıdan öyle bir bilgi almamıştır. Yani kaosun ve kayboluşun ortaya çıkmadan önceki doğa ile dünyaya dair hiçbir fikri yoktur. Sadece gözünün önündeki dünya vardır. Bu da demek oluyor ki, içeride bizim algımızdan bağımsız bir şekilde varolan ve/veya çalışan bir bilgi sistemi var. Bir de toplumsal yaşamın, yani insanın oluşturduğu bir sistem var. Bunların bir arada, bir bütün olarak işlediğini düşünmek trajikomik olur. Çünkü ikisinin birlikteliğini sağlayan bağların neredeyse hepsi kopmuş. Kopan bağlar da diğerleriyle birleşip uzaklaşmayı daha da arttırmış. Kendilerinin yapacağından çok daha fazlasına neden olmuşlardır. Yüzeyselliğin getirdiği hafiflik ve dayanıksızlık, doğanın oluşturduğu ağırlık ve sağlamlığı baskılamıştır. Tıpkı suyun yüzeyinde biriken ağaç dalları ve yaprakları gibi. Hâlbuki ağacın oluştuğu toprak suda pek âlâ kaybolabilirdi. Çelişki de burada doğmaktadır. Doğa ile bütünlüğümüz artık kendini kaybetmektedir. Toplumsal yaşamın oluşturduğu her şey her geçen gün kalan bağlara ya direkt saldırmaktadır, ya da dolaylı bir şekilde yıpratmaktadır. İnsan artık onu hissedemez olur. Susamak ve yemek yemek, çalışmanın getirdiği bir ihtiyaçtır. Ürümek, bizden sonra da birilerinin çalışması için gereklidir. Sevişmek, çalışmalardan sonra alabileceğimiz bir ödüldür. Varolmak ise sistemin bir parçası olmaktan dolayı aidiyet hissiyatı ile dolmaktır. Bunlar ve bunlara benzer tüm oluşumlar toplumsal yaşamın bizi ulaştırdığı noktadır. Fakat başlangıçtan sona kadar bu süreçlere etki eden doğa da vardır. Bu etki, kendi dışındaki etkiye tepki verdiriyor. Hormonal bir değişikliğin oluşturacağı düşünce ve duygu durumuyla olanlara karşı bakış açımızı değiştirebiliyor veya içsel bir kuvvetle kendisine ya da başka bir şeye çekerek an'dan bizi alıp götürebiliyor. Ve daha niceleriyle insanın oluşturduğu sistemin, doğanın güçleriyle çelişkileri ortaya çıkıyor. Bu yüzden ortada bir kazanç görebilmek neredeyse imkânsız. Çünkü doğayı ne kadar yok edersek edelim, etkilerini anlayıp onlara karşı savunma geliştirirsek geliştirelim ve ürünlerini sadece kendi çıkarlarımız için kullanırsak kullanalım onu sadece derinlere doğru itmiş oluruz. Orada varolmaya ve etki göstermeye devam edecektir. Hem de sıkışan bir kuvvet gibi tesir edecektir. Bu da demek oluyor ki, bir gün üzerindeki basınca karşı büyük bir güçle patlayacaktır. Muhtemelen enerjisi tükenene kadar da önüne geleni yok edecektir. “Yine de bugün doğa her zamankinden çok insanın bir aleti olarak görülmektedir. Doğa, akıl tarafından konulmuş bir amacı ve dolayısıyla hiçbir sınırı olmayan mutlak sömürünün nesnesidir. İnsanın ölçüsüz emperyalizmi hiçbir sınır tanımamaktadır artık. Doğa tarihinde başka hayvan türlerinin en yüksek organik gelişme biçimini temsil ettikleri dönemlerde, insan türünün doğa üzerindeki egemenliğini andıran bir durum bulmak mümkün değildir. Hayvanların iştihaları kendi fiziksel varoluşlarının zorunluluklarıyla sınırlıydı. Gerçekte, insanın gücünü iki sonsuz (mikrokozm ve evren) yönünde genişletmede gösterdiği açgözlülük, doğrudan doğruya kendi doğasının değil, toplumsal yapının sonucudur.” Not 2: "Kendine yönelmeyen ve amaç iken araç olan beyin. Beynin gelişimi silah üretmekle başlamıştır ve hâlâ devam eder. Bilinmezlik ve tahmin edilemeyenlere karşı korku." Şimdi, insanın ve insanla birlikte toplumun gelişimini tasavvur edelim. Ellerini ve ayaklarını kullanmaya başlayan insanlar, beyinlerini de büyütmeye başlamışlardır. Büyüyen beyin sayesinde de işlevler daha da incelmiş ve gelişmiştir. Birbirleriyle doğru orantılı bir şekilde ilişki kurmuştur. Çünkü birbirleriyle direkt ilişkileri vardır. Bu el ile ayak kullanımı ve beynin gelişimini neredeyse tamamen çevresel şartlardan dolayı olmuştur. Yani dışarıdan oluşan etkiler sayesinde. Fakat tepkiler, yani sonuçlar sadece içeride olmuştur (Burası düşünmeye değer bir ilginçlik taşıyor bence). Belli bir noktadan sonra dışarıdaki etkiler özümsendikten ve tükendikten sonra topluma yönelim başlamıştır. Bu yönelim ile dolaylı ve/veya dolaysız içeriye de bakılmaya başlanmıştır. Beynin tüm amacı çevresel koşullara karşı direnç kazanmak ve yapabiliyorsa etkileri yok etmek iken, bir anda kendine yönelmeye başlamıştır. Aslında bu durumu bizler açısından anlayabilmek çok zor. Çünkü kendimize dair her bilginin özünde farkındalıksız bir şekilde var. Kendini anlamaya ve yorumlamaya başlayan beynin yaşayacağı şaşkınlık ile heyecanı siz tasavvur edin. Her şeyin basit ve yüzeysel görünürken, tam tersine karmaşık ve derin olduğunu fark etmeye başlar. Bilginin ve yorumlamanın sonu gelmez. Bu farkındalık ile dışarıda da boşlukların olduğu ortaya çıkar. Önceki sürecin sonunun bir yanılsama olduğu hissedilir. Bundan sonra da her iki tarafa da yönelim vardır. İçerisini de dışarısını da sonuna kadar anlamak. Fakat toplumsal yaşamın da aynı anda ilerliyor oluşu bunların önüne bariyer kurmuştur. Başlangıçta amaç olan anlamak ve bilmek, zamanla araç olmaya başlamıştır. Beynin kabiliyetleri yavaş yavaş bulanıklaşırken, toplumun ve bireyin ihtiyaçları saydamlaşmaya başlar. Başlangıçta varlığın temel amacı, varoluşu en iyi şekilde sürdürebilmekti. Yani amacı, kendisiydi. İlerleme olduğunda ise temele ne koyduğunun önemi olmaksızın, tüm çabaları sahip olunanın devamlılığı ve ilerlemesi üzerine çalışıldı. Yani amacı, kendi dışındakileri korumak ve saklamak oldu. Bu da beynin, bireyde kendisini anlama çabasına darbe vurdu. Artık doğa güçlerine de pek dikkat etmiyordu. Sadece görevine ve/veya sahip olduğuna tehdit olduğunda ya da ondan bir şeye ihtiyaç duyduğunda önem veriyordu. Toplum hayatı bir ağaç gibi hem derinlerine hem de göklere doğru büyüdükçe, insanın koruyacak ve önem verecek daha fazla şeyi oldu. İhtiyaçları da istekleri de arttı. Toplumsal büyüme hızının ivmesi, beynin gelişme hızının ivmesi arasında farklar oluşmaya başladı. Belli bir yerden sonra da tamamen uçurum oldu. Bireyin bunu dolaysız bir şekilde anlama ihtimali çok düşük. Fakat hayatının neredeyse her anında dolaylı olarak etkilerini görüyor ve hissediyordu. Süreklilik hâli ve kaçınılmazlık ya da çaresizlik de bir yerden sonra kabullenişi getirdi. Doğasına yönlendirerek bunu yaptı. Sorunu çözmemişti, ama ortada görünür bir sorun da kalmamıştı. Artık kendisi, içinde oluşan isteklerin yönlendirdiği su veya yemek gibi oldu. Bir şeyin devamı için ihtiyaç duyulan bir malzeme, yani araç. Fakat yine de bir eksiklik vardı. Ben tamamlanmışlık diyorum. Yani, bireyin içinde bulunduğu durumda anlam karmaşası içerisinde bunalmadığı ve yaşamın kendisinden uzaklaşmaması. Sizin başka bir cevabınız da olabilir. Bu tamamlanmamışlık, dışarıdaki etkilerle oluşan içerideki düzeni ve bütünlüğü bozguna uğramıştır. Artık dışarıdaki etkilerle içeride oluşum değil, yok oluş başlamıştır. Günümüze kadar içimizde de oluşturduğumuz hayatta da gelişerek ve genişleyerek gelmiştir. Bunu en iyi şekilde anlamamı sağlayan da silahlarımızdır. Yırtıcılara attığımız taşlar ve kendimizi koruduğumuz sopalarla başlayarak, biyolojik ve kimyasal silahlara kadar uzanan bir ilerleme(!). “Düşünceler otomatikleştiği ve araçsallaştığı ölçüde, kendi başlarına anlamlı olarak görülmeleri de güçleşir. Eşya olarak, makine olarak görülürler. Dil, çağdaş toplumun dev üretim aygıtındaki gereçlerden biri, herhangi biridir artık. Bu aygıt içindeki bir işleme denk düşmeyen her cümleyi anlamsız bulan sıradan insan gibi, çağdaş semantikçi de saf simgesel ve işlemsel cümlenin, yani saf anlamsız cümlenin bir anlamı olabileceğini düşünmektedir. Anlamın yerini, eşyanın ve olayların dünyasındaki işlev ya da etki almıştır. Sözcükler açıkça teknik olarak geçerli olasılıkların hesaplanması ya da başka pratik amaçlar için (bu pratik amaçlar içinde dinlenme bile olabilir) kullanılmadığında herhangi bir gizli satış amaçları olduğu düşünülmektedir, çünkü doğruluk kendi başına bir amaç sayılmamaktadır.” “Eğlence sanayisinin bütün ustalığı, o bayatlamış hayat sahnelerini tekrar piyasaya sürmekten ibarettir; ama bunda yine de başarılı olduğu görülmektedir çünkü yeniden-üretimin teknik ustalığı, ideolojik içeriğin yanlışlığını örtmektedir; bu içeriğin oldukça keyfi bir biçimde işin içine sokuluşunu da. Büyük gerçekçi sanatla hiç ilişkisi yoktur bu yeniden-üretimin, çünkü gerçekçi sanat, gerçekliği betimlerken aynı zamanda da yargılar. Modern kitle kültürüyse, bayatlamış kültürel değerlerden beslenmesine karşın, varolan dünyaya övgüler düzmektedir. Sinema, radyo, popüler biyografiler ve romanlar hep aynı nakaratı tekrarlar: Biz buyuz, payımıza düşen bu; geçmişin ve geleceğin büyükleri bundan farklı değil: Olduğu ve olması gerektiği biçimiyle gerçek budur.” Çok uzun inceleme (bu da uzun oldu gerçi) yazmak istemiyorum. Çünkü okumak isteyenler bile ya daralıyor ya üşeniyor ya da zaman-değer açısı kıyaslaması getirerek okumuyor. Bunu gelen yorumlardan dolayı diyorum. Herkesin okumasını beklemiyorum. Ama okumaya çalışanların ve okuyanların dediklerini de göz önüne almalıyım. Aksi takdirde, yazmam ikiyüzlülüğe götürür. Neyse, kitap ve yazar hakkında bir kaç şey söyleyerek bitireceğim. Kitabın, Türkçe adı "Akıl Tutulması". 'Tutulması' kelimesinin neden 'akıl' için kullanıldığını çok iyi bir şekilde anlatmış yazar. Aklımızın ulaştığı her noktaya geliştirdiği eleştirisel yaklaşımıyla da beni büyüledi. Rahatsızlık veren -sadece kendisine bile olsa- her akıl eserini kısa veya uzun bir şekilde ele almış. Ve beynimizin çalışma sistemi gibi, yani bir etkinin zincirleme etki-tepki oluşturarak büyümesi gibi her seviyesini incelemiş. Kullandığı dil yalın sayılmaz. Belki de ele aldığı konuların karmaşıklığından dolayı böyle olmuş. Bilmiyorum, ama okuması ve anlaması biraz güç bir eser. Ki böyle olması da ona ayrı anlam katıyor. Çünkü sadece kendini okutturarak bile düşünmeye sevk ediyor. Bir de anlattıklarından yola çıkarak düşündürüceklerini hesaba katarsak eğer, beyin için okyanus zenginliği barındırıyor anlamı çıkıyor. Yazarımızın değindiği konuların 20.yüzyıldan 21.yüzyıla gelişini görünce de anlatımının ve düşüncelerinin değerini iyi bir şekilde anlayabiliriz. Çünkü eleştiride bulunduğu her tutukluk, şu zamanlarda çözülemez bir kilitlenme hâline geldiğini düşünüyorum. Kitabın sonuna doğru bahsettiği sorun yaratan durumları tek bir noktada birleştirmiş ve kendine göre bir çözüme de varmış. Onu incelemenin en sonuna bırakıyorum. Felsefeye merakı olanlar, sosyolojiye ilgi duyanlar ya da okuyanlar, toplumu anlamak ve/veya algıladığı herhangi bir soruna çözüm arayanlar, içinde bulunduğumuzun sistemin nasıl işlediğini ve nereye doğru evrildiğini çözmek isteyenler, eleştirisel düşüncenin ve ince bir anlayışın nasıl olduğunu gözlemlemek isteyenler ve toplumun kendisine nasıl etki ettiğini anlamak isteyenler için kitabı önerebilirim. Ümit ediyorum ki, bir ve/veya bir kaç kişinin bu kitaba yönelmesine vesile olabilirim. Ama bu vesilelik sadece bir yol tabelası gibi. Nereye gideceğini bilen birine, gideceği yerin hangi yönde olduğunu göstererek. Tıpkı yazarın aklın, insanın ve toplumun nereye gittiğini göstermesi gibi. Okuyan herkese teşekkür ediyorum ve saygılarımı sunuyorum. “Bugün, ütopyaya giden yolda en büyük engel, toplumsal iktidar makinesinin ezici ağırlığı ile atomlaşmış kitlelerin güçsüzlüğü arasındaki oransızlıktır. Geri kalan herşey —her yere sinmiş ikiyüzlülük, sahte teorilerle beslenen inanç, spekülatif düşüncenin gerilemesi, iradenin sakatlanması ya da korkunun baskısıyla sonuçsuz faaliyetler içinde dağılıp gitmesi— bu oransızlığın belirtileridir. Eğer felsefe insanların bu hastalıkları tanımasına yardımcı olursa, insanlığa büyük bir hizmette bulunmuş olacaktır. Yadsıma yöntemi, yani insanlığı sakatlayan ve özgürce gelişmesini önleyen herşeyin reddedilmesi, insana inanmaya bağlıdır. Sözüm ona "yapıcı" felsefelerin bu inançtan yoksun olduğu ve bu yüzden de kültürel açmazla hesaplaşamadıkları görülmektedir. Onlara göre, eylem, ebedi yazgımızın gerçekleştirilmesidir. Bilim, doğadaki bilinmeyen karşısında duyduğumuz korkuyu yenmemizi sağlamıştır: Artık kendi ürünümüz olan toplumsal baskıların esiriyiz. Bağımsız davranmaya çağrıldığımızda, düzenlerden, sistemlerden, otoritelerden yardım bekliyoruz. Eğer aydınlanma ve düşünsel ilerlemeden anladığımız insanın uğursuz güçlerle, cinler ve perilerle, değişmez yazgıyla ilgili boş inanlardan kurtulmasıysa, kısaca korkudan kurtulmasıysa, o zaman bugün akıl denilen şeyin yadsınması da aklın yapabileceği en büyük hizmet olur.” (Quidam)

Akıl Tutulması PDF indirme linki var mı?

Max Horkheimer - Akıl Tutulması kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Akıl Tutulması PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Max Horkheimer Kimdir?

Max Horkheimer (d. 14 Şubat 1895 Zuffenhausen, Stuttgart - ö. 7 Temmuz 1973, Nürnberg), Musevi kökenli Alman düşünür ve toplumbilimcidir.

Hayatı

Max Horkheimer Yahudi fabrikatör Moses Horkheimer’nin oğludur. Babasının şirkettinden çalışma amacı ile 1911’de liseden ayrılıp ticaret mesleğine başlar. 1917/18 senesinde I. Dünya Savaşı'na katılır ve 1919 senesinde tekrar okula başlar ve lise diplomasını alır. 1922’ye kadar üniversite eğitim görür ve doktorasını kazanır. 1925’de Venia Legendi (Habilitation) Frankfurt Üniversitesi’nde alır.

1930’da Frankfurt Üniversitesi’nde sosyal felsefe dalında Ordinarius olur. Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsünü(Institut für Sozialforschung) kurar ve kısa zamanda Naziler tarafından kapatılır. Horkheimer Cenevre ve Paris üzerinden New York’a kaçıp Columbia Üniversitesi’nde araştırmalarına devam eder.

Theodor W. Adorno ile beraber Frankfurt Okulunun önemli temsilcilerinden sayılır.

Max Horkheimer Frankurt okulunun ikinci başkanıdır.Birinci başkan Carl Grünberg döneminde enstitü "Grünberg Arşivi" dedilkleri daha çok işci derneklerinin verilerini toplamaya dayalı bir çalışma içindeydi.Bu arşiv dışında enstitünün ciddi olarak yaptığı şey Horkheimer(o zaman doçent),Marcuse ve birkaç teorisyenin makalelerinden oluşurdu. Carl Grünberg hastalanıp işini yapamayacak hale geldiği zaman Felix Wail'in zoruyla başkanlığa Horkheimer atanır. Horkheimer'in başkanlığa gelmesi Frankurt Okulu için büyük atılımdır.Frankurt Okulu bu zamandan sonra başta Horkheimer'in etkisiyle psikoloji ve felsefe üstünde daha fazla duracaktı.Ve Horkheimer o zamana kadar "Toplum Teorisi" ismiyle adlan- dırılan teoriyi kendi değiştirip "Toplum Felsefesi" olarak kullanmıştır.Horkheimer bir Marksistir.Onun felsefesi toplumun ve popüler kültürün Marksist eleştirisidir.Ve tabi ki çalışmalarının diğer bir yönü Marksist diyalektiğin temellerinin kurucusu Hegel ve ekonomi politiğin Marksist eleştirisidir.Nitekim ne Horkheimer ne de Frankurt Okulu'nun diğer üyeleri sistematik bir ekonomi analizi yapmamışlardır.Onların çalışmaları daha çok kapitalist meta üretiminin kültürü ve insanı nasıl aşındırdığı(yabancılaşma) ve insan psikolojisini nasıl etkilediği yönündedir.

Max Horkheimer Kitapları - Eserleri

  • Akıl Tutulması
  • Geleneksel ve Eleştirel Kuram
  • Alacakaranlık

Max Horkheimer Alıntıları - Sözleri

  • Sistematik olarak yaratılmaya çalışılan topyekûn aptallaştırmayla birlikte ekonomik çöküş, toplumsal aşağılama, cezaevi ve ölüm tehditleri aklın düşünme egemenliğini engeller... (Alacakaranlık)
  • başarısızlıklar veya musibetler insanı ürkek yapar ve korku, malumunuz, öğrenmenin en büyük engelidir. (Alacakaranlık)
  • Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgâr biliyorum: Ortak keder. (Alacakaranlık)
  • Anlaşılır olmayan ifadelerle gerçeklerin üzerini örtmek ve kafa karıştırmak hep marifetmiş gibi ilgi toplar... (Alacakaranlık)
  • Bir zamanlar sanatın, edebiyatın ve felsefenin amacı varlıkların ve hayatın anlamını açıklamak, dilsiz olan herşeyin sesi olmak, doğaya acılarını anlatması için bir dil vermekti; başka bir deyişle, gerçekliği asıl adıyla çağırmaktı. (Akıl Tutulması)
  • Dünya geçmişten yorgun düşmüş, Ölebilse artık, dinlenebilse. (Akıl Tutulması)
  • "Sistematik olarak yaratılmaya çalışılan topyekûn aptallaştırmayla birlikte ekonomik çöküş, toplumsal aşağılama, cezaevi ve ölüm tehditleri aklın düşünme egemenliğini engeller." (Alacakaranlık)
  • Kilise işkencecileri hemen her zaman rahatsız bir vicdan taşıdıklarını belli etmişlerdir; bir insan ateşe atıldığı zaman kan dökülmemiş olduğu yolundaki sefil kaçamakları bunun bir örneğidir. (Akıl Tutulması)
  • Toplam kaç yüz işçinin hayatı küçük bankacının bir günü eder acaba; bunu hiç hesapladınız mı? Vakit nakittir - peki, çoğu insan için hayatın değeri nedir? (Alacakaranlık)
  • ...adalet, eşitlik, mutluluk, mülkiyet düşüncelerinin hepsinin akla uygun olduğu, akıldan doğduğu ileri sürülüyordu. (Akıl Tutulması)
  • Eğer kapitalizm hakkında konuşmak istemiyorsanız, faşizm konusunda sessiz kalsanız iyi edersiniz. (Geleneksel ve Eleştirel Kuram)
  • Sistemler küçük insanlar içindir. Büyük insanların sezgileri vardır. (Alacakaranlık)
  • Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgar biliyorum: Ortak keder... (Alacakaranlık)
  • "Korkunç olanı korkunç olarak göreceğim." (Akıl Tutulması)
  • "Anlaşılır olmayan ifadelerle gerçeklerin üzerini örtmek ve kafa karıştırmak hep marifetmiş gibi ilgi toplar." (Alacakaranlık)
  • Sadece insanın ruhu kurtarılabilir; hayvanların tek hakkı , acı çekme hakkıdır. (Akıl Tutulması)
  • Zamanımızın egemen düşüncesi, öz-savunmadır, benliğin korunması; ama ortada korunacak bir benlik kalmamıştır. (Akıl Tutulması)
  • Bir kuramın gerçek geçerliliği, türetilen önermelerin gerçek olaylarla örtüşmesine dayanır. Buna karşılık deneyim ile kuram arasında çelişkiler varsa, bunlardan birini ya da diğerini gözden geçirmek gerekecektir. Ya kötü gözlem yapılmıştır ya da kuramsal ilkelerde bir aksaklık vardır. (Geleneksel ve Eleştirel Kuram)
  • Bedensel ıstırap ruhsal açıdan çok daha fecidir ifadesi aslında tartışmalıdır. Bu iki acıyı nasıl birbirinden ayırabiliriz ki, ruhsal sıkıntı neredeyse tüm bedeni sararken. (Alacakaranlık)
  • "Anlaşılır olmayan ifadelerle gerçeklerin üzerini örtmek ve kafa karıştırmak hep marifetmiş gibi ilgi toplar." (Alacakaranlık)

Yorum Yaz