Alacaceren - Nezihe Meriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Alacaceren kimin eseri? Alacaceren kitabının yazarı kimdir? Alacaceren konusu ve anafikri nedir? Alacaceren kitabı ne anlatıyor? Alacaceren kitabının yazarı Nezihe Meriç kimdir? İşte Alacaceren kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Nezihe Meriç
Yayın Evi: Yapı Kredi
İSBN: 9789750805325
Sayfa Sayısı: 76
Alacaceren Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"... Bengi'yi dedesi büyüttü demek doğrudur ama, pek sıradan olur. Kendisine verilen zamanı kendi gönlünce yaşamış, aşkı tanımış, sonra da düş mü gerçek mi bilemediği bir acının, bir ölüm acısının içindeyken, tanrısal bir ödül olan iki küçük çocuk karışmış yaşamına. O iki küçük çocuk da nedenleri şu ya da bu, zamanın bir yerinde kimsesiz, çaresiz, korktukları bir boşluğun içindeyken gene o tanrısal güç dedeyi vermiş onlara."
Bengi ve Gün... Parçalanmış bir ailenin ayakta kalmaya çalışan, birbirine sımsıkı kenetlenmiş iki küçük bireyi... Bengi küçücük bedeni ama kocaman kalbiyle sarılıyor kardeşine, evine, anne ve babasından geriye kalanlara... Sevgi ve bağlılık çatısı kuruyor terkedilmiş yuvanın üstüne. Çok sevdiği dedesinin de yardımıyla başarıyor, hayatındaki her sabahı mutluluk veren yeni bir sabaha dönüştürmeyi.
"İstiyorum ki, bu yazdıklarımı okuyup sevenler, işi sürdürsünler gönülleri nasıl çekerse. Eksikleri tamamlayıp, geri kalanını dokusunlar..." diyen Nezihe Meriç'in son romanı Alacaceren Bengi ve Gün'ü hayatınızın unutulmaz parçaları yapacak.
Alacaceren Alıntıları - Sözleri
- Öldürüyorlar bu güzel kenti. Kent ölüyor. Sancılar içinde. Ağlıyor, inliyor, bağırıyor, uluyor... Kimse anlamıyor. Kimsenin umurunda değil.
- Bir şarkının, belli aralıklarla yinelenen en güzel yeri gibidir annemin gülüşü.
- Güzel insanlar, çileli insanlar vardır bu dünyada.
- Ne güzeldi o, 'bazı zamanlar'. Hemen bozulmaya hazır, en küçük bir imle hemen bozuluveren güzel 'an'lar.
- Apartmanların da insanlar gibi yüzleri vardır benim için.
- Ne güzel di o, 'bazı zamanlar'. Hemen bozulmaya hazır, en küçük bir imle hemen bozuluveren güzel 'an'lar.
- Bir şarkının, belli aralıklarla yinelenen en güzel yeri gibidir annemin gülüşü.
- Apartmanların da insanlar gibi yüzleri vardır benim için. Bazılarını severim, bazılarını sevmem, bazılarından rahatsız olurum. İçim sıkıntılı duygularla dolar.
- Evden eve taşınarak, kentin değişik semtlerinde yaşamanın, insanı, günlük yaşamın tekdüzeliğinden kurtarıcı, çok hoş duygular getirdiğine inanırım.
- İnsanın, her zaman, beraber olmak istediği, anlaşabildiği arkadaşlarının olması öyle güzel bir duygu...
- Öldürüyorlar bu güzel kenti. Kent ölüyor. Sancılar içinde. Ağlıyor, inliyor, bağırıyor, uluyor... Kimse anlamıyor. Kimsenin umurunda değil.
- Dedem, kendisine verilen zamanı, kendi istediği gibi yaşamıştı; kimseyi karıştırmamıştı. Yaşama biçimini kınayanları, öğüt vermek, akıl vermek isteyenleri, hoşgörüsü olmayanları, sevgisizleri, kendini bir bok sananları elinin ucuyla şöylece iteleyivermişti.
- Kenti yürüyerek yaşamayı sevdiğini yazmış mıydım onun? Durmadan yürüdüğünü, yürüyüp dururken, birden durup evlere, yokuş yukarı yollara, sokaklara baktığını. Bunu hep yapar. Ne anladığını sorsanız belki tam anlamaz ama, bu ona büyük hazlar, doyumlar, duygulanmalar getirir.
- Evden eve taşınarak , kentin değişik semtlerinde yaşamanın, insani, günlük yaşamın tekdüzeliğinden kurtarıcı, çok hoş duygular getirdiğine inanırım.
- "Eh, bu da benim kaderim! Mutsuz bir annenin, içedönük bir babanın çocuğu olmak rasladı bana."
Alacaceren İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Nezihe Meriç'le tanıştınız mı? Aslında kendisi Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal ve Leyla Erbil'lerle aynı dönemden fakat onlar kadar okunmadığını ve tanımadığını fark ediliyor. Alacaceren ile tanıştık biz de. Duyguları anlatışı öyle yalın ve samimi ki hayran kaldım. Basit olayları bile bu denli duygu anlatışı fazlasıyla etkiledi beni. Zaten kitabımızda hem Meriç'in sesini duyuyoruz hem de karakterimiz Bengi'yi. Birden fazla anlatıcının ağzından öğreniyoruz yaşananları. Bu farklı bakışlar daha da keyifli hale getiriyor okumayı. İki küçük çocuğun gözünden dünyayı okumak isterseniz buyrun, hüzünlü bir öykü sizleri bekliyor. Mutlaka kalemiyle tanışın. (Zuhal)
1950 Kuşağı'nın ilk kadın öncüsü Nezihe Meriç'in yaşamdaki yürüyüşü 85 yıl sürdü. Arkasında bıraktığı büyük edebi mirasın yürüyüşü ise geleceğe doğru uzanıp gidecek. Yola öyküyle çıkmıştı, sonrasında edebiyatın çeşitli dallarında çok sayıda eser verdi; öyküyü de bırakmadı. Alacaceren hakkında neler yazacağımı düşündüm bir süre, toparlayamıyorum ki bu “kırılmaların” kitabını. Minik bir çocuğun gözlerinden dünyanın, yaşanılanların acımasızlığın bu kısacık izlerini görmek, Bengi’nin acısına ortak olmak biraz üzdü sanırım beni. Nezihe Meriç, bu ikinci romanı Alacaceren de, her hikâyenin sonuna "Onlar ermiş muradına" sözünü iliştiren anlatıcıya, metinsel uzamın içinde daha da fazla yer açıyor. Üstelik tek anlatıcıyla yetinmiyor, romanın kahramanı Bengi'nin roman yazmaya karar vermesiyle yeni bir romana daha yer açar. Duramaz dahil eder kendini :) Böylece Alacaceren'in içinden matruşka bebekleri gibi bir anlatıcı daha çıkar. Romanın ilk satırlarında anlatıcı, Bengi'nin öyküsünü anlatmaya karar verdiğinde, kurgusal olan bu varlıkla arasında kurulan duygusal bağlardan söz açıyor. Bengi'nin hayatını anlatırken, kendi kişisel hayatından taşıdığı izleri şöyle anlatır; "... gene de hep yalnız bir çocuk oldum. İçimdeki, onarılması olanaksız yalnızlığı, O, Bengi, yoğun biçimde yaşıyor. İstiyorum ki o da beni sevsin, beni iyi bir yazar saysın, kendini bana bıraksın. Beraber kotaralım onun öyküsünü." Daha sonra, bir roman kahramanı olarak Bengi'nin öznelliğinin inşa edildiği yer olan eviyle ilişkisini yazmak gerektiğini düşünüyor olsa gerek "Bu ev içi öyküsünü sonra, yeri gelirse en ufak ayrıntısına dek yazacağım" diye sanki not düşer akıl defterine. Roman yazmak bir yığın malzeme arasından seçim yapmak, bağdaşık bir öykü yaratmak değil midir Nezim’e göre? Bağdaşıklık yaratmak için mekân kadar zamanı da düşünmek gerekmez mi? Eğer anlatı "zaman ve mekân koordinatları çerçevesinde gelişen devinim" diye tanımlanacaksa, elbette Bengi'nin öyküsünü anlatan yazar da elindeki malzemeyi Bengi'nin yaşamından seçtiği zaman dilimleri üzerinden düzenlemelidir. İşte Nezim’de Bengi'nin sabahları üzerinden bu tatlı öyküyü düzenler. Bengi’ye tatsız gelen sabahları biraz daha neşelendirir o tatlı sevecenliğiyle... "Bengi'nin yaşamında önemli olan, ya da onun yaşamını irdelemeye çalışırken, öne çıkan, akılda yerleşip kalmış, yaşam parçalarını imgelemde yaşadıkları gibi bulup sıralamak istiyorum. Sabahla başlamıştık. Üç beş sabah var böyle yazmak istediğim. İşte biri daha." Sabah, öykü zamanını düzenleyen bir kategori olarak Alacaceren'in omurgasını oluşturur adeta. Zaten, romanın Fransızca çevirisine bu sabahlar başlık olur ve Les Matins de Bengisu (Bengisu'nun Sabahları) adıyla kitap yayımlanır. Alacaceren, Bengi ve annelik ettiği kardeşi Gün'ün yaşadığı sabahlar üzerinden anlatılsa da özetlenmeye direnen bir okuma serüveni sunuyor bize. Yine de sabahların peşine düşerek bir özet yapılabilirse, onları bırakıp gitmiş olan annenin varlığıyla bu özete başlamak gerekir. Anne ve babanın kavgalı gürültülü evliliği çökmüş, her ikisi de evi terk etmişlerdir. Anne özlediği zengin yaşamı bulmak, baba yaşadığı hayal kırıklığını içkide boğmak için çekip gitmişlerdir. Ortada kalan çocuklara, Mahmut Dede sahip çıkmıştır. Mahmut Dedenin şefkatli varlığıyla büyürken edebiyatla ilgilenmeye başlayan Bengi, Ayşe ve Ercan'ın öyküsünü yazmaya başlar. Ayşe ve Ercan'ın romanı Bengi'nin öyküsüyle sarmaş dolaş olur ve anlamlandırabilmek için saç örgüsü gibi çözülmeyi bekleyen bir yapı çıkar ortaya. Anlatıcının sesiyle açılan romanımız, yine anlatıcının sesiyle kapanıyor. İşte burada anlatıcı kurgusal olmaktan çıkıyor ve Nezihe Meriç'in kendisinin sesine dönüşüyor. Böylece Alacaceren'i çevreleyen gerçeklik alanı romana dahil olmuş oluyor. Nezihe Meriç, Bengi ve Gün'ün hayatının çocuklar için tasarlanmış bir ırmak roman olduğunu belirtir ama bunu bir türlü yazamadığından yakınır. Bu projeyi okurların bitirebileceğini söyleyerek noktayı koyar. Buna son satırlarda tekrar değineceğim. Cumhuriyetimizin ilk kadın öykü yazarlarından biri, hatta ilki sayılan Nezihe Meriç’in anısına, kendi anladığım ve benimsediğim kadarıyla Alacaceren vasıtasıyla bir şeyler karalamak istiyorum aslında daha çok. Sanırım bu yüzden biraz kitaptan bağımsız genel bir Nezihe Meriç incelemesi olacak, o yüzden okumak istemeyenler şimdiden geçebilirler bu kısmı. Bir yazar olarak Nezihe Meriç ve insan olarak Nezihe Meriç. İkisi farklı mı ele alınmalı sizce? Belki birçok yazar için öyle olabilir ama benim için Nezihe Meriç bu anlamda farklı ele alınacak bir yazar değil. Duyarlı, incelikli ve kendine has bir yürüyüşü var edebiyatında ve hayattaki yolculuğunda. Umut, o taze heyecan, yazısında hep var. İlk yazdığı yazının başlığının "Ümit" olması boşuna değil. İncelikler var yazısında ve hayatında. Bunu her bir satırında fazlasıyla duyumsuyorum. Hoşlanmasam da bu sözden kadınca bir duyarlılık hissediliyor edebiyatında. Aslında kadınca bir duyarlılık değil Nezimce bir duyarlılık demek daha doğru olacak sanırım. Pek çok tümcesiyle belki hiç bilmediğim gerçeklikleri, -örneğin ağlayamayışımızın sessizliğini aslında ne çok yaşadığımızı- duyumsarız içimizde ve bu oldukça sert gelir. Bu, edebiyatın, Nezihe Meriç'in kaleminin gücüdür. Gerçek hayattaki sıkıntıları, eşitsizlikleri, haksızlıkları görmeyen; bunlara karşı duyarlı olmayan bir kişi, bütün bu tümceleri kolay kolay yazamaz gibi geliyor bana. Edebiyatındaki ve hayatındaki adımlar da Nezimcedir diye düşünüyorum zaman zaman. Hem bu arada yürümeyi de çok sever. "Yürümek bir tutkudur. Dağ tutması gibidir. Başladı mı insan, artık hep gitmek ister. Büyülü bir şeydir bu yalnız yürümeler." der. Bir kadın yalnız yürümenin büyüsüne kapılmışsa, kadınca ve kendine has gerçeklikler çıkar bu yürüyüşlerden, Nezim’e göre. Nezihe Meriç özgür olarak yazmış kendi sesini duymak ve duyurmak için sürdürmüştü bu edebi yürüyüşünü. Kolay yolu seçmeden, daha çok okunmak adına ne yazısında ne de hayatında kurnazlıklar yapmış, inatla, duymak istediği tınıyı yerleştirmiştir yazısına. Kendi sesini, kalemini vurgulamıştır. Ben de onun öykülerini, yazılarını, romanlarını okurken Nezimce yazma duygusunu, anlatma duygusunu sezdim, haddim olmayarak yaptım bunu. Ama sonucunda her kitabında nakış bakış işlenmiş değişik bir sürprizle karşılaştım, yazım dilini kendime çok yakın buldum. Sanki bir öykü veya roman yazmıyor da sizinle karşılıklı sohbet ediyor havasını çok samimi buldum. Alacaceren'in son cümlelerini bitirdikten sonra hissettiğim duygularla dile geldi bunlar. Cümlelerim onun cümleleri oluyor sanki, Diyor ki Nezihe, "İstiyorum ki, bu yazdıklarımı okuyup sevenler, işi sürdürsünler gönülleri nasıl çekerse. Eksikleri tamamlayıp, geri kalanını dokusunlar, kendileri için. / Birgün belki, akşamları yazmaya başlayarak sürdürebilirim. Belki Bengi de... Kimbilir....” bitiyor bir Alacaceren, Nezim’in öyküsü devam ediyor... (Demet)
Nezihe Meriç naiflinde yazılmış bir roman. Okuduğunuzda Nezihe'nin tadını alıyorsunuz. Roman, Bengi ve Gün adlı iki çocuğun yaşamlarını temele alıp anlatır. Anlatıcı aslında Bengi ve onun yasamındakilerdir. Dalgalanan bir duygu durumu ile kitapta çiçek, anason, deniz ve ekmek kokusu alıyorsunuz. Bitirdiğinizde Bengi'nin kafasını okşayan dedeye dönüşüyorsunuz. (Gülzâr)
Kitabın Yazarı Nezihe Meriç Kimdir?
Nezihe Meriç, Nezim, (d. 1925, Gemlik - ö. 18 Ağustos 2009, İstanbul), Türk yazar.
Türk edebiyatının önemli kadın öykücülerinden birisidir. 1970'li yıllardaki siyasî savrulmaları öyküleştirmiş, kadın ve çocuk sorunlarına eğilmiş bir yazardır.
1925'te Gemlik'te dünyaya geldi. Çocukluğu Anadolu'nun değişik kentlernide geçti. Orta öğrenimini 1943'te Eskişehir Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okudu. Mezun olmadan, 1945te öğrenimini yarıda bıraktı. Öğrenimi sırasında Verda Ün'den piyano dersleri almış olan Meriç, onbir sene boyunca (1945-1956) Heybeliada İlkokulunda müzik öğretmenliği görevinde bulundu. 1956 yılında yazar Salim Şengil ile evlendi.
1952 1972 yılları arasında Şengilin çıkardığı Dost dergisi ve Dost Yayınlarını yönetti. bu evlilikten Aslı adında bir kızı oldu. Nezihe Meriç'in ilk yazısı olan Ümit İstanbul Dergisi'nde 15 Şubat 1945te N. Ufuk imzasıyla, ilk öyküsü Bir Şey ise Seçilmiş Hikayeler Dergisi'nde yayımlandı. Korsan Çıkmazı ile 1962 Türk Dil Kurumu, Bir Kara Derin Kuyu ile 1990 Sait Faik Armağanı, Yandırma ile 1998 Sedat Simavi Edebiyat Ödülünü, 2007de ise Mersin Kenti Edebiyat Ödülünü aldı. Kanser tedavisi görmekte olan Meriç, 18 Ağustos 2009'da İstanbul, Etiler'deki evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Nezihe Meriç Kitapları - Eserleri
- Dumanaltı
- Toplu Öyküler 1
- Bozbulanık
- Çisenti
- Oradan da Geçti Kara Leylekler
- Gülün İçinde Bülbül Sesi Var
- Korsan Çıkmazı
- Küçük Bir Kız Tanıyorum On Bir Yaşında
- Küçük Bir Kız Tanıyorum Dokuz Yaşında
- Küçük Bir Kız Tanıyorum Sekiz Yaşında
- Küçük Bir Kız Tanıyorum On Yaşında
- Püf Noktası
- Küçük Bir Kız Tanıyorum Yedi Yaşında
- Küçük Bir Kız Tanıyorum Altı Yaşında
- Aix-Londra-İstanbul Mektupları
- Zor Yokuşu
- Alagün Çocukları
- Çın Sabahta
- Dur Dünya Çocukları Bekle
- Çavlanın İçinde Sessizce
- Alacaceren
- Yandırma
- Ahmet Adında Bir Çocuk
- Topal Koşma
- Küçük Bir Kız Tanıyorum On İki Yaşında
- Toplu Öyküleri 2
- Boşlukta Mavi
- Bir Kara Derin Kuyu
- Sular Aydınlanıyordu - Sevdican
- Menekşeli Bilinç
- Kimse Hikâyeyle Aramda Geçenleri Anlamıyordu
Nezihe Meriç Alıntıları - Sözleri
- Fikir ayrılığı başka iyi ya da kötü insan olmak başka. Değil mi? (Zor Yokuşu)
- “Ofsayt efendim ofsayt! Kendini hiçbir şeye karşı sorumlu duymamak durumudur bu bizimki. Anadan, babadan, dostluk, arkadaşlık kavramlarından, yani, aileden, toplumdan, insanlardan çözülmek, körü körüne bir Allah’a inanış içinde yaşamak, toplumun bütün kurumlarının çürük olduğunu öğrenmek… Daha sayayım mı? Yaşamak için ekmek kadar, su kadar gerekli olan, inanmak, güvenmek, çalışmak gücünü bulamamak… Gündelik olayların, dedikoduların içinde yuvarlanmak…" (Bozbulanık)
- Yeniden başlamak! Bütün iş burada işte. Yeniden başlanamaz. Çünkü insanoğlunun kaderinde yoktur bu. Hayatı ona verilmiştir; büyük bir oyun. İstediği gibi oynayabilir. Yanlışlar ve doğrularla. Ama bozmak, bozup yeniden başlamak yoktur bu işte. Üstelik önceden haber de verilmemiştir. Kendi rızasıyla başlayamayışı gibi... (Topal Koşma)
- Kendi var kendisi için. (Yandırma)
- “Ben hayal ettim, yazdım, siz okuyorsunuz. Karşılıklı bir emek alışverişi... Bir anlamda buluşuyoruz.” (Oradan da Geçti Kara Leylekler)
- Yıllar, birçok şeyi beraber götürerek, dönmemecesine geçip gitmiştir bir kez. Yeniden de kurulamaz... (Topal Koşma)
- Kim solcu? Ben tabii. Ben solcuyum. (Zor Yokuşu)
- Ham duygularımı, yaşamamın zorlukları içinde, nasıl da usumdan yarattığım güneşlerde olgunlaştırdım ben. Bu güneşlerimi ortalara çıkarmalıyım demiştim işin başında. İyi demişim. Hep kullanılmış duyguların, hep kullanılmışlıkların içinde çevremdekiler. Beni tüketen bu oluyor. (Toplu Öyküler 1)
- Hiç kimseye tahammül edemedim, önüme gelene aksilendim. İçimde kaybolan bir şey var. Ağlasam bir hoş, ağlamasam bir hoş... (Püf Noktası)
- N'oldu bizim insanımıza? (Gülün İçinde Bülbül Sesi Var)
- Acemi biri, "Kapıyı çarptı. Çıktı." der. Yanlış. Kapıyı çarpıp çıkan biri, bir süre sonra döner... (Menekşeli Bilinç)
- İnsanlar gülmüyor. Gülümsemiyorlar bile. Terör, kötülük, acı, kan, şiddet, hırs, para para kara para kara, ölümler, ziyan kadınlar, öldürenler, bebeler, küçük çocuklar, yokluk, yoksulluk, kavga, pislik, hastalık/lar, açlık, fuhuş, işsizlik, ziyan adamlar, isyan, başkaldırı, yürüyüşler, korku, korkusuzluktan korkma, utanmazlık, ha ha ha, dans, müzik, neşe, sarhoşlar, çılgın eğlenceler... Kusanlar... (Çisenti)
- "Yazık oldu. Hayatı bu kadar anlamamalıydık..." (Bozbulanık)
- Bir söz vardır: İnsanın ağzı torba değil ki büzesin, denir. İnsanlar ileri geri konuşur dururlar. Doğru, iyi, yerinde konuşmak, yaşamayı güzelleştirir. Ne var ki, bu herkesin harcı değildir. Bunu yapabilenler de bilge kişilerdir. (Dur Dünya Çocukları Bekle)
- AH SİZLER! EĞİTİLMELİSİNİZ, EĞİTİLMELİ! (Zor Yokuşu)
- Ham duygularımı, yaşamamın zorlukları içinde, nasıl da usumdan yarattığım güneşlerde olgunlaştırdım ben.. (Menekşeli Bilinç)
- Yaşadığımız şu günleri anlamaya çalışmak, beni çok yordu. Yazmak giderek büsbütün zorlaşıyor benim için. (Bir Kara Derin Kuyu)
- Gece uykusu kaçanlar, bir türlü uyku tutturamayanlar, 'sabahı sabahladım' derler. Geceyi nasıl geçirip, sabaha nasıl erişeceğini bilemez insan. Yatar. Olmaz; bir türlü yerleşemez yatağa. Sağa döner olmaz, sola döner olmaz, gene sağa, gene ... Döner durur. Düşünceler bile baştan başlayıp, sonuna dek sürdürülemez. Bölük pörçük, oradan oraya atlayarak dolaşır durur. (Çisenti)
- Ben bu yaşa kadar, hiç kimseyle kavga etmedim. Kimseyle, öyle yüzyüze, telefonla olsun, mektupla olsun, bağırıp çağırmadım. Önüme kalabalık edenler, saygının, sevginin değerini bilmeyenler çıkınca, vazgeçiverdim onlardan; nasıl olsa işe yaramazlar diye düşündüm. Ayrıca kırdıklarım, gücendiklerim oldu. Olmaz mı? Oldu da, ben gene sustum. Beni kıracak durumu yaratabildiklerine göre, artık, dediydim, dediydin demenin ne anlamı var ki. Susmanın, susabilmenin güzelliğini neyle değişebilir insan. (Çavlanın İçinde Sessizce)
- "Canına yandığımın dünyası!" (Dur Dünya Çocukları Bekle)