diorex
sampiyon

Altı Ay Bir Güz - Bilge Karasu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Altı Ay Bir Güz kimin eseri? Altı Ay Bir Güz kitabının yazarı kimdir? Altı Ay Bir Güz konusu ve anafikri nedir? Altı Ay Bir Güz kitabı ne anlatıyor? Altı Ay Bir Güz kitabının yazarı Bilge Karasu kimdir? İşte Altı Ay Bir Güz kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 00:00
Altı Ay Bir Güz - Bilge Karasu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Bilge Karasu

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753421225

Sayfa Sayısı: 83

Altı Ay Bir Güz Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Altı Ay Bir Güz, 1995 yılında yitirdiğimiz yazar, çevirmen Bilge Karasu'nun, hasta olduğu aylarda tamamlayamayacağına karar vererek yayınevine teslim ettiği, ancak ölümünden sonra yayımlanmasını vasiyet ettiği son yapıtı.

"İstediğim, denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini... Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için. Yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır, üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça. Deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. Her şeyin bir aradalığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. İstediğim, denizi yazmaktı. Her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile."

"Taşların sabrı dediğim, yaşlandıkça yaşamayı öğrendiğimiz, can sıkıcı bir boş laf olmaktan çıkan sabır değil; insanların kusursuz bulacağı o duruma gelesiye bir taşın bir başka taşın bağrında sıkışıp durarak geçirdiği –insanın hiçbir ölçüsüne sığmaz– bir vakti damıtması, sonra, kalması. Taşlar doğmaz, doğrulur; sabır, taşın değil, insanın erdiği; dolayısıyla, yakıştırabildiği, tansıdığı; değerini artırmakta çılgınca, küstahça kullandığı. O sabrı yazmaya kalkışmak, emeklemekten öteye geçememek olacağı için, onurlu bir alçak gönüllülük sayılır."

Altı Ay Bir Güz Alıntıları - Sözleri

  • ''Yalnızlığa gereğinden çok mu alıştım?...''
  • Yalnızlığa gereğinden çok mu alıştım?
  • Yaşamadan bilgi edinildiğini işitmedim ben. Kitaplar, olsa olsa, edindiğimiz bilgiyi denetlemeye yarar...
  • Sevmeyi öğrendiğin gün eksiğin kalmayacak.
  • Yaşamak, bir noktadan sonra ne kadar yineleyici oluyor!
  • İyi tarafların çoktu. Seni anlamak, seni sevmek için bütün bunları anlamam, üst üste koymam gerekmiş.
  • Aldatmayı, ihanet etmeyi pek güzel bir biçimde ussallaştıranlar? Kopmayı başkasından bekleyenler? Ama hep öyle mi oluyor?
  • ''Yalnızlığa gereğinden çok mu alıştım?...''
  • Kokularım, seslerim, görüntülerim, anılarımsın sen benim.
  • Çocukken görülen sevgi çok önemlidir. Çok belirleyicidir de. Sevgi görmemiş olan, sevgi gördüğünü güneşe çıkıp soluyan bir kertenkele hazzı ile anlatana biraz kızar.

Altı Ay Bir Güz İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Öleceğini bilen bir bilge adamın son yortusu: Bitirelemeyen: Ömrünün son sapağında, belki de acılar içinde olan bir kara adamının, yaşamda sınırların kalktığı yer olarak gördüğü imgeler denizine atlaması, bu kitap. Atmışlarında pankreas kanseriyken evine kapanıp, yayıncısına teslim ettiği bir son öykü: Bitirilmeyen. Çalınamayan son fotoğraf dediği ölümünü sezmiş, gerçek bir edebiyat ve felsefe ustası yazarın son eseridir. Yaşamı bir meta gibi elinde tutan yaşlıdır artık. Ve tüm yaşlananlar gibi geçmişine; çocukluğuna ve gençliğine döner, taşındığı evlere kadar anlatır. Kitabının türü öyküdür; biraz uzunca, çatısını iyi kurmak gerekliydi yani kendi deyimiyle musiki ile matematiği de harmalamak. Geçmişinden karakterlere (DHA, İsabey...) tartıştırır son edebi ve sanat görüşlerini. Araya olmazsa olmazı kediler de girer, Kedibey gibi. Tüm ölümü bekleyenler için geçmişle şimdiki zaman karışır ki, onun için şimdi; ölümü geciktirmeye çalışanların gittiği, Tıp adlı gizli dinin görevlilerce uygulandığı yer olan hastane koridorlarıdır, çağa uydurulmuş uç beylikleri olan Danışma'lardan girilen. Karşısındaki koltuğa oturttuğu imgeleminin tortusu kişilerle #holderlin üzerinden felsefe ya da pek çok ressamın yaptığı Hz.İsa'nın Son Yemek tabloları üstünden sanat tartışır. Konular, bazen tembelliktir bazen ise kıskançlık. Anlatıya varan, karakter ve mekanların karıştığı, şiirde olduğu gibi sislerin ardına saklanıp aniden peydahlanan son bir çocuk gibi, bu metin. Son bölümüyle devamı olduğu belli olan ama bitirilemeyen. Kimi yerlerinde acı ve özlem karışıyor, hatıralar ile hastalıklar. Dil; bir ustaya yakışır ölçüde ve sarsılmaz üslubuna uygun. O; hakkında yapılan yüzlerce çalışmaya rağmen, değeri hâlâ bilinmeyen bir DEĞER: Bilge adam. Her zaman okunmalı... (Dipnot: Aslında öleceğini bilen yada intihar eden yazarların son kitaplarından 'Ölüme doğru' başlıklı üçlemeye dahil edecektim bu eseri. Gerek sayfama gelen absürd intihara teşvik yaftalamaları gerekse günümüz demokratik ortamında düşünce bazında hedef olabilme farkındalığı vazgeçirdi beni. İntihar edenlerin son eserlerinin edebi kalite çıtasının yüksek olduğu tezim ise; hissettikleri acının yoğunluğu altında yazılmalarından kaynaklanıyor. Haksız mıyım?) (Hayat Bu)

Geçmiş Gerçekten Geçer mi?: Yazarın kendine özgü tarzıyla bir anlatı takip ediyoruz. Bazen kime söylediği ya da bilinç akışıyla şimdiki zamanın birbirine girdiği kitap yazarın basılmış halini göremediği son kitabı olmasıyla da önem kazanıyor. Kitap yazmak için oturup hayatındaki her hatırayla o yıllara giden ve kendisiyle, zamanla ve etrafındakilerle hesaplaşmaya girişince yazdıklarını devam ettiremeyen kahramanımızın hayatına misafir oluyoruz. Bilmeceleri seven okurlar için tavsiye edilebilir. (İrfan Gürkan Çelebi)

KARASU DİYE BİR YÜREKLİ ADAM GEÇTİ BU DÜNYADAN: Bilge Karasu'nun son kitabıdır bu , öldükten sonra basılmıştır. Pankreas kanseridir son zamanlarında , bu kitapta da bolca hastane izleri görürüz. Hacmi küçük olsa da bir hayli derin bir kitap , Karasu zaten derin bir anlatıcıdır bilenler bilir. Bilinç akışını da çok kullanmıştır , bu kitapta da mevcut. Çocukluğuna gider zihninde ve bize anlatır eskiyi , sonra bir anda bugüne döner. Bazen 1. tekil şahıs olarak konuşur , bazen başka biri gibi bahseder kendisinden. Amansız bir hastalığa yakalandığını bilen 60'lı yaşlarındaki bir adamın hayatını gözden geçirmesidir bir bakıma bu kitap , hastalığının detaylarına girmez , dramatize etmez ama bize derdini hissettirir. Çocukluğunda ailesinden akrabadan biri olan bir abi , önemli yer tutar kitapta , geçmişe dönüşlerinde onu da hatırlar. Çocukluğun ve ilk gençliğin şekillenmesindeki etkisini anlatır. Bugün mevcut olan dostlarından bahseder , yakın zamana kadar görüştüğü ama ayrı düştüğü dostlarından bahseder , bir bakıma dostluk kavramı üzerine düşünür ve kendisiyle beraber insanları da sorgular. Sevmenin ve sevilmenin ne olduğundan bahseder. Karasu ile birlikte hep anılan kediler yine olmazsa olmazdır. "Kedi ürkmeden yanaşıyor , kediler her zaman aç." Ölüme doğru yürüyen bir adamın hayat muhasebesini okuruz , fakat ölümün de hayattan bir parça oluşuyla ifade eder kendini , kabullenmişliği de görürüz böylece. Yalnız bir insandır zaten , pek çoğumuz gibi. "Yalnızlığa gereğinden çok mu alıştım ? Yalnızlığın kendini idare edişine iyicene saplandım mı ki ? Öyle mi demeli ?" Bize müthiş bir hastane tablosu anlatır , bildiğimiz ama belki ifade edemediğimiz şeyle yüzleştirir , "Hastane , ölümünü geciktirmeye çalışanların , daha doğrusu , yazgısının kendisine haksızlık ettiğini düşünüp bu yazgının ancak değiştirilmek , en azından el katılmakla gerçek yazgı olarak gerçekleşeceğine inananların umut bağladığı , tıp adı verilen gizli dinin , hekimleri , hemşireleri , hasta bakıcıları , laboratuvarları , gizemsel bir gizlilik içinde korunan karanlık ya da yarı karanlık odaları , aygıtları , işçileriyle , sözün kısası irili ufaklı kulları , rahipleriyle yürütüldüğü yerdir." ""Danışma" adıyla yumuşatılmış , çağa uydurulmuş uç beyliğine yanaştı. Göreceği hekimin bir işi çıkmıştı , bir saat sonra dönecekti. Beklemesi gerekiyordu. Her iş ancak beklendiği ölçüde değer kazanmaz mıydı ? Söz veren , saat veren , arkadaşı olduğu için kızması da , bağışlaması da daha kolay olurdu. Hastanede tanıdığı , aracısı , kayırıcısı olmayan , gerçekten sırasını bekleyen ne yapacaktı sanki ?" "Çekingensin , uzak durursun insanlardan , ama acı çekmesini de öğrendin , hasta olmayı da. Öğrendin derken , onurla katlanmayı öğrendin demek istiyorum." Hüzünlü bir adamdır yani Karasu , bazen anlaması zordur , hep bir neşe payı ve iyimserlik de taşır. Okumanızı tavsiye ederek son bir alıntıyla bitireyim , iyi okumalar dilerim. "Kahvaltı etmek için buzdolabından sofrasına bir şeyler taşıdı. Zeytin , peynir , yağ , domates , meyva. Bugün , hangisine elini bile sürmeden yeniden dolaba kaldıracaktı? Biraz sonra anlardı. Zeytinle yağa bakarak güldü." (Osman Y.)

Kitabın Yazarı Bilge Karasu Kimdir?

Bilge Karasu (1930, İstanbul - 13 Temmuz, 1995), Türk öykü, roman, deneme yazarıdır. Aynı zamanda felsefeci yanı olan Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür. Postmodern romanın Türkiye'deki önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir.

Yaşamı

Bilge Karasu 1930'da İstanbul'da dünyaya geldi. Genellikle sanıldığının aksine, Musevi asıllı Osmanlı siyasetçi Emanuel Karasu ve onun yeğeni dünyaca ünlü yoğurt şirketi Danone Grubu'nun kurucusu İzak Karasu ile herhangi bir akrabalık ilişkisi bulunmamakla birlikte, Bilge Karasu'nun daha sonra Müslümanlığı seçmiş bulunan anne ve babası da Musevi asıllıdır. Şişli Terakki Lisesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. 1963 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Avrupa'dan 1964'de dönerek çevirmenliğe başladı. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü'nde ve Ankara Radyosu dış yayınlar servisinde çalıştı. Ankara Radyosu için radyo oyunları yazdı. 1974 yılından ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi' Felsefe bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ankara'da Nilgün Sokak'ta yıllarca küçük bir bodrum katında yaşadı. 14 Temmuz 1995'de pankreas kanseri tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde öldü. Cebeci Asri Mezarlığı'na gömüldü.

Çalışmaları

Yazmaya 17 yaşında başladı. İlk yazısı 1950'de, ilk öyküsü de 1952'de Seçilmiş Hikayeler Dergisi'nde yayımlanan Bilge Karasu, bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını işleyen bir yazardır. Her insanın hayatında en az birkaç kere kafasından geçirdiği ya da yaşadığı "sevgi", "dostluk", "yalnızlık", "tutku", "inanç/inançsızlık", "korku" ve "ölüm" gibi kavramları imgesel bir dille anlatır. Okuyucu günlük hayatına tanıklık ettiği hikayedeki kahramanda ya da kişilerde kendinden parçalar bulur. Böylece kullanılan imgeleri de rahatlıkla bilinçaltında kendi yaşamına göre şekillendirip yorumlar, hikayeyle okur arasında bir bağ oluşur. Çünkü Karasu, insanla/insanüstüyü, olağanla/olağanüstüyü yapaylığa düşmeden, metnin doğal akışı/hayatın da kurgusal akışı içinde verir. Okurun hayal gücünü bir noktaya kadar özgür bırakır. Karasu kelimelerini özenle seçer. Dili işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış, oynanmış bir dildir. Kullandığı arı Türkçe başka yazarlarda yapay ve zorlama dururken, onun metinlerinde hoş bir tat bırakır. Çünkü ritim düşünülerek, ses düşünülerek, görsellik düşünülerek kurulmuş, kurgulanmış, kusursuz olması istenmiş bir dille yazılmıştır.

Türkçe edebiyatın en özgün kalemlerinden biri olan Karasu "Gece" adlı kitabıyla Amerika'da verilen "Pegasus Ödülü"nü kazanan tek Türk yazardır; bu ödülle birlikte kitapları İngilizceye çevrilmiş ve ABD'nin çeşitli üniversitelerinde romanı Türk edebiyatı üzerine konferanslar vermiştir.

Ölümünden önce yayınlanan kitabı Narla İncire Gazel (1995), ölümünden sonra 1996'da yayınlanan son kitabı ise Altı Ay Bir Güzdür.

Anısına

Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi 13-14 Aralık 2010 tarihlerinde Bilge Karasu'nun doğumunun 80, ölümünün 15.yılı dolayısıyla "Altı Ay Bir Güz" başlığı altında Uluslararası Bilge Karasu Sempozyumu düzenledi. Başkanlığını Talat Halman'ın yaptığı sempozyuma Bilge Karasu'dan ingilizceye yaptığı çevirilerle 2004'te ABD'nin en önemli çeviri ödülünü (National Translation Award) kazanan Aron Aji ve kimi kitaplarını Fransızcaya çeviren Alain Mascarou ile edebiyat dünyasından isimler katıldılar.

Bilge Karasu Kitapları - Eserleri

  • Gece
  • Ne Kitapsız Ne Kedisiz
  • Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
  • Göçmüş Kediler Bahçesi
  • Kılavuz
  • Troya'da Ölüm Vardı

  • Altı Ay Bir Güz
  • Narla İncire Gazel
  • Şiir Çevirileri
  • Kısmet Büfesi
  • Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir
  • Susanlar
  • Öteki Metinler

  • Haluk'a Mektuplar
  • Lağımlaranası ya da Beyoğlu
  • İmbilim Ders Notları
  • Jean ve Gino'ya Mektuplar - Lettres A Jean Et Gino

Bilge Karasu Alıntıları - Sözleri

  • Sanat, o zaman, her şeyden önce bir tutum işiydi. Bir yenilik işiydi. Çerden çöpten de olsa çıkardı. (Öteki Metinler)
  • -Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor. (Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı)
  • "Ama arada bir, inanılmaz şeyler de oluyor; olmasa, umut diye bir şey kalır mıydı zaten?" (Gece)
  • Erkeklerle kadınlar yalnız kaldılar; Cançekişen kuşların açık gagalarıyla, düşlere dalarak.. (Şiir Çevirileri)
  • Dile getirmek isteyip söylemekten çekindiklerimiz vardı. (Göçmüş Kediler Bahçesi)
  • Her şeyi unutmak istiyorum. "Ne diyorduk en son?" (Narla İncire Gazel)

  • "bekleyeceğim. sesini, sözünü, imgeni." (Haluk'a Mektuplar)
  • ANILARIM SENİN GELECE­ĞİN OLUYOR, GERÇEKLİK DUYUSUNU YİTİRİP, UZAK­TAN UZAĞA HEP SENİN SİV­RİLDİĞİN BİR PUS İÇİNDE YAŞAMAĞA BAŞLADIĞIM ŞUANDA. SEN AĞAÇTAN SEN AĞACA KOŞUYORUM, ARADAKİ PU­SARIK BATAKLIKTA AYRI­ŞIP YIVIŞAN GÜNLERİN HİÇLİĞİNDE. (Kısmet Büfesi)
  • "Aynada tanıyamadığım ben. Binlerce parça. Artık ben de olmayan yüzbinlerce parça." (Gece)
  • "Şimdi o atlasçiçeği saksılara sığmıyor." (Lağımlaranası ya da Beyoğlu)
  • Acıyı düşünmek yetmez. Acıyı duymanın yetmediği gibi. Hem düşünmek, hem duymak gerekir. Her şey gibi, bir bakıma. Mutluluğunun olanaksızlığı biraz da bundan. Yalnız duyulsa, ya da, yalnız düşünülse, mutluluğa erişmek o kadar kolay oluyor ki. (Haluk'a Mektuplar)
  • Alışmamız gerekenler: 1) Her bildiğimizi, her okuduğumuzu, karşımızda konuşanın da bilmesi, okumuş olması gerekmez. Oysa beğendiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden bunu bekleriz, genellikle. Şu beklenti, acaba, 'ne'den kaynaklanıyor.? * Bilmediğimiz, bilmediğimizin farkına vardığımız bir konuyu, bir bilenin, bize 'derli toplu' anlatmasını, anlatabilmesini isteriz. Oysa, kabul etmekte isteksiz davrandığımız bir şey vardır: ''Toparlayıcılık'', ''derli toplu'' anlatmak işi, bir bakıma, ''konservecilik''tir. a) ''Toparlayıcılık'' konserveciliktir. b) Yaşayan düşünce; dilin içinde, bir adamın belli bir noktada (tarih, toplum, kültür v.b.) bir sezgiyi iletilebilir bir biçim içinde ''verebilmek'' için geçtiği yolların hepsini kapsayan bir ''yaşayan'' düşünce ile, değiş-tokuşa yarayan birtakım ''paralara'' dönüşmüş düşünce arasında doldurulamaz bir boşluk vardır. ba) Düşünceleri ''kaynağından'' okumak. bb) ''Daha kolay kavranabilir'' biçimdeki toparlayıcılık ya da özetleme göreceliği. 2) Her şeyi anlamak zorunda, değiliz. (Her şeyi bilmek, okumak..) 2a) Anlamak, bilmek, okumak, birtakım koşullara bağlıdır. Bu koşullar her zaman denetimimizde değildir. (Örneğin neler.?) 2aa) Denetimimizde olan koşullar ise, ancak kişisel, sürekli bir çaba ile ürün verebilir. Okumayı da, düşünmeyi de sürekli olarak öğrenmek, yetkinleştirmek zorundayız. Elimizden geleni öğrenmek, ona göre eylemek zorundayız. 3) Hiçbir düşünce her şeyi açıklayıp her şeye çare bulduracak değildir. Gitgide genişleyen kavrama çerçeveleri. Öğrendiklerimizin birbirine basamak oluşu. (Bir bakıma, bildiklerimizin sözünü etmek için, bildiklerimizi ''toparlamak'' için, çizdiğimiz yeni bir çerçeve; bildiklerimizi sığdıracak, temel düzeneği öne alacak, buna karşılık gitgide soyutlaşacak, bir alan. ''Konservecilik'' dediğim, bu süreç. Bunu kendi için kullanan adama yararlıdır bu. Ama başkasına aktarılacak şey bu olunca, doğrusu çok ''az'' şey aktarılmış oluyor. Yaşanmamış bir sürecin sonuçları pek ''zenginleştirici'' değildir..) (..) * Beklentilerimizi karşılamak için yapacağımız şey, gidip aramaktır. *** İm/bilim Bilim.. Bir bakıma, ''belli'' bir alana yönelmiş olan araştırmalar bütünüdür. (Bu tanımın eksiği çok ama, önemli noktaları..) Alanın belirlenmesi, ereknesnelerin seçimi, yöntemlerin seçimi pek çok etmene bağlıdır. O araştırmaların bize ''öğrettiği'' var, yarattığı olanaklar var; bunun yanı sıra neleri bilmediğimizin farkına vardırmak gibi bir yararı da var. Bilmediğimizi bilmediğimiz olanın bir parçacığı bilmediğimizi 'bildiklerimiz' arasına giriveriyor. (..) İmbilimle uğraşan herkesin anlaştığı önemli bir nokta var: İmbilim, kurulmakta, oluşturulmakta olan bir bilim niteliği taşıyor. (..) İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, niceleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. (Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır. Buraya giderken kendisine terimler arar.) (İmbilim Ders Notları)
  • Birçok şey onun yüzünden olmuş gibi, oluyor gibi. Oysa kendini aldatmak boş bundan böyle. Olanlar onun yüzünden değil, onun yoluna bağlanmış görünen, bağlandığına inanan insanların kendi aralarında çekişmeleri yüzünden oluyor. (Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı)

  • Kaza da, intihar da, cinayet de, dışarıdan içimize dalıvermesine engel olamayacağımız sert, hoyrat ellerdir; bizi darmadağın eden... Her zaman ölüm getirmese bile ölümün kaygısını getirir, bozulmayı değişmeyi getirir kazalar... (Susanlar)
  • Durmaksızın öğrenmek gerekiyor; kendini tanımak, her günün değişikliğine kendini uyarlamak. (Ne Kitapsız Ne Kedisiz)
  • Anılar, belli bir düzenin sağladığı anlamları taşıyabilir ancak. Notalar gibi; Anahtarı yazılmadıkça birtakım benekler olarak kalan... (Lağımlaranası ya da Beyoğlu)
  • Yoksa yaşamak istediğini düşünmekten yaşadıklarının farkına varamayan alıklar mıyız? Bak, bu da hesaba katılacak, göz önünde tutulabilecek bir şey. (Haluk'a Mektuplar)
  • Aldatmayı, ihanet etmeyi pek güzel bir biçimde ussallaştıranlar? Kopmayı başkasından bekleyenler? Ama hep öyle mi oluyor? (Altı Ay Bir Güz)
  • İnsanlar dilediğince sevişiyor ya, gönülleri ne ölçüde doyuyor, kestiremiyorum. Hoş, gönül doyurmak bir yana biz etimizi bile doyuramıyoruz. Öyle görünüyor. Ya da... İkisini bir arada yürütmeye çalışıyor, başaramıyoruz. (Haluk'a Mektuplar)
  • "Belledikleri kalıplarla konuşulmadıkça, ırzlarına geçildiğini sanan zavallılar da vardır." (Gece)

Yorum Yaz