Altın Işık - Ziya Gökalp Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Altın Işık kimin eseri? Altın Işık kitabının yazarı kimdir? Altın Işık konusu ve anafikri nedir? Altın Işık kitabı ne anlatıyor? Altın Işık kitabının yazarı Ziya Gökalp kimdir? İşte Altın Işık kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ziya Gökalp
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9786051553108
Sayfa Sayısı: 240
Altın Işık Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bir düşünce insanı olduğu kadar fikirlerini özellikle edebiyat sahasında da tatbik etme imkânı bulan Ziya Gökalp, bu çerçevede halkiyat olarak tabir ettiği folklor ve halk edebiyatı ürünlerini derleme, güncelleme ve yayımlama faaliyetleri içerisinde bulunmuştur. Ziya Gökalp da, tıpkı Grimm Kardeşler gibi, masalları varsa yazılı kaynaklardan ve sözlü gelenekten derleyip bazı küçük müdahalelerle de olsa yayımlama yolunu tercih etmiştir. Onun bu tür faaliyetlerinde destanlar, efsaneler ve masallar özel bir yer tutar. Ziya Gökalp, Altın Işık adlı eserinde yapmış olduğu derleme ve uyarlamalarını “masallar”, “menkıbeler” ve “tarihî hikâyeler” olmak üzere üç başlık altında yayımlamıştır.
“Bu masalları yalnız senin ve kardeşlerin için yazmıyorum; Türk çocukları için yazıyorum. Ben yalnız senin ve kardeşlerinin babası değilim. Bu dünyadaki bütün Türk çocuklarının babasıyım. Sizleri ne kadar düşünür ve seversem onları da o kadar düşünür ve severim.”
Altın Işık Alıntıları - Sözleri
- Diyorlar ,herkesin nasibi varmış, ona rast gelmedim ben bu toprakta.
- Aşk, bütün iradesini elinden almıştı..
- Diyorlar, herkesin nasibj varmış, Ona rast gelmedim ben bu toprakta.
- Yarim bana ya hep cefa göstersin. Yahut gerçek, tam bir vefa göstersin.
- "Susmak, kabul etmektir "
- Gam çekmeyen olur mu hiç sevince şayan.
- "Sükut ikrardandır"
- Ben isterim ki dünya da ve öbür dünyada yoldaş olalım...
- Burada sevinç yok, dert çok, keder çok
- ...Zaten erkekler sevgililerine verdikleri sözü çabuk unuturlar.
- Diyorlar: Herkesin nasibi varmış, Ona rasgelmedim ben, bu toprakta; Burada değilse, başka yerdedir, Gideyim, arayım onu, uzakta.
- Diyorlar , herkesin nasibi varmış , Ona rast gelmedim ben bu toprakta Burada değilse , başka yerdedir , Gideyim , arayım onu uzakta .
- Bir Padişahın hiç evladı olmuyordu. Bir sabah, namazdan sonra Allaha yalvardı : "Allahım, bana bir evlat ver! Hanım Sultan bir yılan doğursa bile razıyım!".
- "Kut"u "Altın Işık" suretinde tasavvur ederlerdi. Bu "Altın Işık" hangi insana, hangi hayvana, hangi şeye temas ederse onu gebe bırakır.
- Diyorlar, herkesin nasibi varmış, ona rast gelmedim ben bu toprakta.
Altın Işık İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bu kitabın ilköğretim çağındaki çocuklar için hazırlanan 100 temel eserden biri olmasının şaşkınlığı içindeyim. Zira bırakın çocukları, benim bile kitabı okurken dehşete düştüğüm yerler oldu. Spoiler uyarısı vererek kitaptaki her masala tek tek değinmek ve beni rahatsız eden olaylardan bahsetmek istiyorum: 1) Keloğlan: Bu masalda, 10-12 yaşlarından oluşan çocuklar evden kaçıyor. Yolda bir deve rastlıyorlar. Dev, çocukları yemek istiyor hatta bir sahnede Keloğlan'ı yakalayıp, yemek için çuvala koyuyor. Keloğlan bir şekilde çuvaldan kurtuluyor ve kendisinin yerine çuvala devin buzağısını koyuyor. Dev de Keloğlan zannettiğini buzağısını yiyor. Kitabın finalinde de Keloğlan, devin gözünü oyup, kulağını keserek padişaha götürüyor. Padişah da onları ödüllendiriyor ve bu sayede Keloğlan ve evden kaçan diğer arkadaşları zengin oluyor. •Masalın; göz oymak, kulak kesmek ve çocuk yemek gibi korkutucu ögeler barındırması ve çocukları evden kaçmaya teşvik eder bir havasının olması beni rahatsız etti. 2) Tembel Ahmet: Padişah, 3 kızına, nasıl bir adamla evlenmek istediklerini soruyor. Sadece küçük kız dürüstçe fikrini söylüyor ama bu yüzden cezalandırılıyor ve tembel bir adamla evlendiriliyor. Kız, tembel adamı dövmekle tehdit ederek adamın çalışmasını sağlıyor. İlerleyen sayfalarda da bu tembel adam, kuyuda başka bir kız bulup, onu kurtarıyor ve bu sayede zengin oluyor. •Kuyuya nasıl girdiği ve orada nasıl yaşadığı belli olmayan bir kız, kolay yoldan zengin olan tembel bir adam, dürüst olduğu için cezalandırılan bir kız, kızı zengin olunca ona tekrar değer veren bir baba... Bu masaldan ne çıkarmalıyız? 3) Kuğular: Kitaptaki en kötü masallardan biri. Kötü bir üvey anne var ve üvey evlatlarına büyü yapıyor. Fakat çocukların babaları bu durumu hiç umursamıyor hatta büyü yüzünden çirkinleştikleri için çocuklarını görmek istemiyor. Çocuklar da bir şekilde kendi kendilerini kurtarıyor. •Her şeyden önce üvey anne konusunu ele almak lazım. Masallardaki tüm üvey annelerin kötü olması ve üvey evlatlarına zarar vermeye çalışması, daha küçücük yaştaki çocuklarda çok yanlış fikirler oluşmasına sebep oluyor hatta başlı başına 'üvey' kelimesi bile zihinlerinde olumsuz bir kavram olarak yer ediniyor. Bu durumun, üvey anne-baba-kardeş sahibi olan çocuklar için ne kadar kötü ve üzücü olduğuna değinmiyorum bile. 4) Nar Tanesi Ya da Düzme Keloğlan: Bu masaldaki en büyük sıkıntı, kadın karakterin aşk uğruna hırsızlık bile yapması ama bunun çok da önemli bir olay değilmiş gibi gösterilmesi. Erkek karakterin kılık değiştirip, sevdiğini kadını küçük düşürmesi ama kadının bunu umursamaması da ayrıca problemli bir durum. 5) Keşiş, Ne Gördün: Evinden kaçıp tanımadığı adamların evine gizlice yerleşen ve onlara yardım eden bir kız var. Adamlardan biri ile gönül ilişkisi kuruyor ama adam savaşa gitmek zorunda olduğu için kızdan ayrılıyor. Fakat kız Keşiş kılığına girip adamla gidiyor ve onun memleketine yerleşiyor. Gel gelelim savaş bittikten sonra bile adama kimliğini açıklamıyor. Adam evlenecek olunca da eski hâline bürünüp adamın düğüne gidiyor. İşler de tam bu noktada çirkinleşiyor. Adamın annesi gelinini çok çirkin buluyor ve bizim kızı çok beğeniyor. Ve oğlunun yatağına gelinini değil, bizim kızı sokmaya karar veriyor. Odada karısını değil, eski aşkına benzediğini zannettiği ama aslında zaten eski aşkı olan kadını bulan damat da hiç olayı sorgulamadan bizim kızla birlikte oluyor. Masalın sonunda da oğlan gerçekleri öğreniyor, kızın kılık değiştirmesi zerre umursanmadan mutlu sona ulaşılıyor ve çirkin gelin, babasının evine postalanıyor. •Bir kızın evden kaçıp tanımadığı adamlarla yaşaması, kılık değiştirip o adamların peşine düşmesi, evli bir adamın yatağına girmesi ve sadece güzel insanlar mutlu olabilir mantığı ile çirkin diye adlandırılan gelinin harcanması... Masaldaki her detay o kadar kötü ve yanlış ki diyecek bir şey bulamıyorum. 6) Pekmezci Anne: Yine kılık değiştirerek sevdiğini kandıran ve bunu son dakikaya kadar gizleyen bir karakterin hikâyesi. Ama en nihayetinde mutlu oldularsa yalanın ve kandırmanın ne önemi var? 7) Yılan Bey'le, Peltan Bey: Kitaptaki tüm masallar kötü ama açık ara en kötü masal bu. Hani, gözüm kanadı desem abartmış olmam. Her şey sultanın bir yılan doğurması ile başlıyor. Bir yanda da kötü bir üvey anne var ve üvey kızı ölsün diye bu yılan üzerinden planlar yapıp duruyor. Ama ölen annesi ile mezarlıkta iletişim kuran kızımız (şu cümlenin akıllara zararlığına bakar mısınız) üvey annesinin her tuzağından kurtuluyor. Sonra bu yılan, gerçek bir insana dönüşüyor ve bizim kızla evleniyor. Gel gelelim bu yılan savaşa gidince üvey anne tekrar hamle yapıyor ve bizim kızı çıplak bir şekilde ormana bırakıyor. Ne yapacağını bilemeyen kız da yakındaki bir mezarlıkta bayılıyor. Fakat tesadüf o ya, tam o anda mezarlıktan bir kapak açılıyor ve birisi kızı içeri alıyor. O kapağın altında da büyüye uğradığı için yer altında yaşamak zorunda kalan Peltan Bey var. Neyse kızımız 4 ay baygın yatıyor ve hamile olarak uyanıyor. Peltan Bey de üzülme seni çıplak bulmam bizim nikahlandığımız anlamına gelir diyor. (Daha korkuncunu okuyamam dediğim dakika daha korkuncu okumam...) Kız ben evliyim diyince de Peltan Bey, kocan ölmüştür, yaşasaydı seni şimdiye kadar bulurdu diyor. Sonra da bir şekilde büyüden kurtuluyorlar ve yer altından çıkıp, Peltan Bey'in sarayında mutlu mesut yaşamaya başlıyorlar. Ta ki yılan ortaya çıkana kadar. Meğer bu gariban senelerce karısını aramış. Burada bulunca da Peltan Bey'e diyor ki; o, hangimizi seçerse onunla olsun. Kız da yılana âşık olmasına rağmen evlatları için Peltan'ı seçiyor ve yılan, üzüntüden insan formunu tamamen terk edip yılana dönerek ortamı terk ediyor. •Masalın ne kadar feci olduğu ve çocuklar için hiç uygun olmadığı ortada zaten. Üstüne bir şey söylemeye gerek bile yok bence. Kitaptaki masallar bunlar. Kitabın yazarının Ziya Gökalp gibi bilindik biri olması ya da kitabın 100 temel eserden biri olması, içeriğinin ne kadar sıkıntılı olduğu gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki. Bu kadar yanlış mesajları içinde barındıran bu kitabı çocuklara asla önermediğim gibi yetişkinlere de önermiyorum. Ek olarak: Bu kitap, Çocuk Vakfı tarafından yayımlanan 100 Temel Eser Raporu’nda (2009) “temel klasik eser niteliği taşımayan; konu, içerik, anlatım ve tema bakımından çocuk gerçekliğine uygun olmayan; yetişkin dil dizgesine göre yazılmış; dönem edebiyatı özelliğinde 22 kitap” olarak sayılmış. İkinci ek: Evet, masallar içinde olağanüstü olaylar ve karakterler barındırabilir ama benim şahsi görüşüm, hem çocukların hayal gücünü geliştirecek hem onları olumsuz yönde etkilemeyecek hem de onları gerçeklikten uzaklaştırmayacak masalların okutulmasından yanadır. (Baştankara)
ALTIN IŞIK İNCELEMESİ: Düşünce adamı ve halk bilimcisi olan Ziya Gökalp'in kaleme aldığı bir eserdir. Ziya Gökalp eserlerini halk dilinin anlatım özelliklerini belirlemek, yabancı sözcüklerden ve dilbilgisi ögelerinden arınmış halk Türkçesini vurgulamak üzere kaleme almıştır. "Altın Işık" eseri de içerisinde birkaç halk masallarından oluşmuş olup sade,arı ve yabancı sözcüklerin etkisinden uzak bir Türkçe ile yazılmıştır. Masallar akıcı bir şekilde okunup,içerisinde sadece anlaşılmayan tek tük kelime vardır. Eserin en arka kısmında kelimelerin ne demek istendiği açıklanmıştır. Eserler düz yazı şeklinde olup,şarkı-türkü kısımları şiir şeklindedir. Buraya kadar yazdıklarım eserin teknik kısımlarıyla alakalı. Kısaca eserle ilgili naçizane yorumlarımı da eklemek isterim: Masal dediğimiz zaman ders veren ögeler bulunmasını ve masalın ana fikrini anlaşılacak biçimde vermesi beklenir(beklerim). Ancak maalesef ki Ziya Gökalp'in bunu başardığını söyleyemem. Masalları bitirdikten sonra buradaki ana fikir tam olarak ne ya da bu ana fikri bu şekilde nasıl aktarabilmiş dediğim oldu. Ayrıca eserin MEB bünyesinde 100 temel eserden biri olduğunu düşünürsek (ilkokul çocuklarının okuduğunu ele alalım) içerisinde bulunan "parçalama,gözü kulağı kesme"vb gibi unsurların çok da doğru olmadığını düşünüyor,masalların daha farklı bir biçimde de yazılabileceğini belirtmek istiyorum. Bunun yanı sıra MEB'in 100 temel eserlerini tek tek inceleyip o şekilde listesini güncellemesi gerektiğini düşünüyorum. (Kübra)
Ufak hikayelerden oluşan bir yapıt kitabı listeme eklerken bi kaç kişinin bu nasıl çocuk kitabı çocuklara nasıl okutulur yazdığını gördüm. Büyük ihtimalle bi kaç abartılı ebevynin yazdıkları diye düşündüm ama gerçekten çocuklara okutulması hayret verici hiç uygun değil (merve tezce)
Kitabın Yazarı Ziya Gökalp Kimdir?
Mehmet Ziya Gökalp, yapıtları ve görüşleriyle Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini önemli ölçüde etkileyen Türk toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebusanda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmıştır. "Türk millîyetçiliğinin babası" olarak da anılır.rnrnZiya Gökalp 23 Mart 1876da, yerel bir gazetede çalışan memur Çermikli Tevfik Beyin oğlu olarak Diyarbakır Çermikte dünyaya geldi. Annesi Zeliha Hanım’dır. 16. yüzyıla kadar Araplar ve Farslar egemenliğinde olan Diyabakır sonradan Türk, Kürt ve Ermeni toplulukların millî çekişmeleri ile şekillenmiştir. Bu kültürel ortamın onun millî benliğine etki ettiği öne sürülmüştür. Sonraları, siyasi düşmanları onun Kürt kökenli olduğunu öne sürdüğünde, Gökalp, babası tarafından Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ama aslında bunun önemsiz olduğunu belirtmiştir. "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır". Bazı tarihçiler buna rağmen onu Kürt asıllı olarak tanımlamışlardır.rnrnEğitimine doğduğu yer olan Diyarbarkır’da başladı. 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye (Askeri Lise) girdi; özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti.1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslam ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin(Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırması, hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.rnrnLiseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.rnrn1896da , Erzincan Askeri Lisesi’nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbula giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.rnrnSerbest bırakıldıktan sonra 1900de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Yüksek öğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziya’nın Diyarbakır’daki amcası ölmüş ve kızı Vecihe ile evlenmesini vasiyet etmişti. Amcasının vasiyetini yerine getirmiş ve Vecihe Hanım ile evliliğinden bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) olmuştur.rnrn1908e kadar Diyarbakırda küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşanın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı.rnrnDoğu ile Batı arasında ki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali işin içine Batılı devletlerinde karışmasına neden oldu. Onlarında saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştır.rnrn1904- 1908 arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri "Şaki İbrahim Destanı" adlı yapıtında anlattı.rnrnII. Meşrutiyetten sonrarnrnII. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakkinin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı.rnrnMehmet Ziya, 1909da Selanikte toplanan İttihat ve Terakki Kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. Lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladı. İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’ni gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlarla Selanik’te yayımlanan felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı.rnrn1912de Derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusana seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe bölümünde İctiamiyyat müderrisi (Sosyoloji Hocası) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü idi, üniversitelerimize toplumbilim onun sayesinde girdi.rnrnDüşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Mehmet Ziya Bey, İstanbul’a gelir gelmez Türk Ocağının kurucuları arasında yer almıştı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmuada yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısın bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı.rnrnZiya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. 1914’te "Kızıl Elma"; 1918’de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eseri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı.rnSon yıllarırnrnI. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele(karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Malta sürgünlüğü dönemde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra Limni ve Malta Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır; sözkonusu kitap Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki tek eserdir.rnrnZiya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakıra gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmuayı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.rnrn1923te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atandı, Ankaraya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermdi;e dünya klasiklerinin dilimize çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbulda 25 Eylül 1924 günü hayatını kaybetti. Sultanahmet’teki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedildi.rnGörüşlerirnrnOsmanlı Devletinin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batıdan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batının teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi.rnrnToplumsal modeli, Emile Durkheimin teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temel
Ziya Gökalp Kitapları - Eserleri
- Türkçülüğün Esasları
- Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
- Kızılelma
- Altın Işık
- Türk Töresi
- Türk Medeniyeti Tarihi
- Yeni Hayat
- Türk Ahlakı
- Hars ve Medeniyet
- Çınaraltı Yazıları
- Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler
- Türk Terbiyesi
- Milli Tetebbular
- Ala Geyik
- Yeni Hayat Doğru Yol
- Makaleler 9
- Eserlerinden Seçmeler
- Türk Devletinin Tekamülü
- Yeni Mecmua Yazıları
- Yeni Türkiye'nin Hedefleri
- Bütün Eserleri - Kitaplar 1
- Tüm Masallar
- Son Şiirler
- Makaleler -4
- İslam Mecmuası ve Muallim Mecmuası Yazıları
- Hürriyet'e Mektuplar
- Genç Kalemler ve Türk Yurdu Yazıları
- Malta Konferansları
- Makaleler -1
- Fırka Nedir?
- Felsefe Dersleri
- Küçük Mecmua Yazıları
- Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri
- Şaki İbrahim Destanı
- Kuğular
- Makaleler -3
- Makaleler -2
Ziya Gökalp Alıntıları - Sözleri
- Çinliler, çiftçi bir millet oldukları halde; Türkler, çoban bir kavim idiler. Çinlilerde cinsi bir taksîm-i a'mal vukua geldiği halde, Türklerde bilakis her iş, ancak erkekle kadının iştirakiyle tamam olabilirdi. Türklerde kadın, tabu değildi. Dahilden izdivaç, bunun delilidir. (Türk Töresi)
- Mutlu olmak , duygulu ve neşeli bir hayat yaşamak demektir. (Hürriyet'e Mektuplar)
- Her yanımda bir uçurum, Sırat'ındır benim yolum, Tut elimden düşüyorum Sırat sensin yüce Tanrı! (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Bir memleketin iyi idare edilebilmesini sağlayacak yasalar, ancak orada yaşayan toplulukların sosyolojik biçimlenmelerinden kaynaklanarak düzenlenebilir. (Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler)
- "Ya o halde, bu umumi Türk Milleti'nin vatanı neresidir? Buna cevaben deriz ki: Vatan ne Türkiye'dir Türk için ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!..." (Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak)
- "Mâli, iktisadi, idari istiklalimizi behemehal temin etmek şartıyla sulhun iadesine çalışmaktır. Bu şeraiti temin etmeyen sulh muahedesi kabul olunamaz." (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)
- İnsanlar özde tembeldir. Nefsinin zevklerine kapılıştır. İnsanların hayatlarını ilmi incelemelere ayırmaya ve çalışmaya vermeleri için hırslı bir inanç ve mefkûre lazımdır. (Hars ve Medeniyet)
- Doğu Türklerince 9 sayısı kutsal olduğundan, ödüller ve cezalar bu sayıdan yahut bunun katlarından yapılırdı. (Türk Medeniyeti Tarihi)
- Fırsat, kanatlı bir kuş gibidir, hemen elden kaçabilir ! (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)
- Biz Türkler sulh çağlarında, Uslu arı kovanıyız. Harbin kanlı dağlarında, Yırtıcı av doğanıyız. (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Gam çekmeyen olur mu hiç sevince şayan. (Altın Işık)
- Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: " Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, heyecanlarımın babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp' tır. " (Türk Terbiyesi)
- Bir çocuk, hangi kitapları anlar ve zevk alırsa onu okuyabilir. Anlamadığı, hoşlanmadığı kitapları zorla okutursanız, kitaplardan nefret eder. (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)
- . ''Karacık" dağından, ''Kıpçak" çölünden Gelen atalarım gibi Türk'üm ben. Bana yol gösteren benden olmalı; Olamaz Türk'e baş, Türk'üm demeyen. Osmanlı kalamaz Türk'ü sevmeyen! . (Yeni Hayat Doğru Yol)
- Diyorlar ,herkesin nasibi varmış, ona rast gelmedim ben bu toprakta. (Altın Işık)
- Orhun Kitabesi'ne göre Türk Tengrisi ile Yer - Su'dan ibarettir. Türk Tengrisi Sulh Tanrısı demektir. Altay Türkleri buna, Bay Ülgen derler. Oğuz Türkleri, Bayat namını verirler. Oğuzlar, Oğuz Han ismini Oğuz dininin müessisine ıtlak ettikleri gibi il Tanrısı mevkiinde de kullanırlar. Gün, At, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz Han'ların Oğuz Han'ın oğulları olması, bu itibarladır. Altay'larda Bay Ülgen'in babası Kara Han olduğu gibi, Oğuzlarda da Oğuz Han'ın babası Kara Han'dır. (Türk Töresi)
- Filhakika, milletlerin hakları olduğu gibi vazifeleri de vardır. (Fırka Nedir?)
- Gerek ırklara ve milletlere, gerek kadınlara ve erkeklere ayrı kabiliyetler veren uzvi sebepler değil içtimai sebeplerdir. (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)
- Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur. (Türkçülüğün Esasları)
- Eski Türklerde ise çocuk; vatandaş olmadığı gibi ailesinin müşterek servetinden hissesini yani mirasını almak için de babasının, anasının ölümünü beklemek mecburiyetinde değildi. Onlar henüz hayatta iken mirasını alarak ayrı eve çıkabilirdi. (Türk Devletinin Tekamülü)
Editör: Nasrettin Güneş