diorex
Dedas

Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Anayurt Oteli kimin eseri? Anayurt Oteli kitabının yazarı kimdir? Anayurt Oteli konusu ve anafikri nedir? Anayurt Oteli kitabı ne anlatıyor? Anayurt Oteli kitabının yazarı Yusuf Atılgan kimdir? İşte Anayurt Oteli kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 04:00
Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yusuf Atılgan

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750735639

Sayfa Sayısı: 128

Anayurt Oteli Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde. Defteri kapadı. Ne gereği vardı artık bunları yazmanın ya da birkaç satır yazıp bırakmanın?

Çağdaş edebiyatımızın en ünlü kişilerinden Zebercet, yaşamını günlük yaşamın gerektirdiği en basit işlevlere odaklamış biri. Görünüşüyle son derece gerçek, basit ve sıradan. Ama içimizde bıraktığı etki öyle mi? Yusuf Atılgan’ın unutulmaz romanı Anayurt Oteli, bir memleket portresi, bir mizaç izahı. Yayımlandığı ilk günden bu yana başucumuzda. Okura düşen de onu daha yakından tanımak.

Anayurt Oteli Alıntıları - Sözleri

  • Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak...
  • “Merhaba bayan…bayan¿ Hayır. Merhaba, çoktandır görünmüyorsunuz. Merhaba, görüşmeyeli nasılsınız¿ Merhaba efendim.. efendim. Merhaba, ne güzel gün değil mi¿ Merhaba burda mıydınız siz¿ Çoktandır görmedim de. İyi günler, neredeydiniz çoktandır¿ Merhaba, beni tanıdınız mı¿ İyi günler, beni tanıdınız mı¿ Aa, siz miydiniz, ne iyi. Merhaba, yalnızsınız demek. İyi günler..”
  • Yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak?
  • Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.
  • "Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak."
  • Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.
  • İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu.
  • Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.
  • Gelmez artık ama benim beklemem gerek.
  • Son yıllarda ülkede hırsızlar çoğalmış olabilir.
  • Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.
  • Son yıllarda dürüstlük, namus gibi değer yargılarına her fırsatta başkaldırmaktan hoşlananlar çoğalmış...
  • Elinde olmadan kirleniyordu insan.

Anayurt Oteli İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İnsanın kilidini açabilecek bir anahtar var mı?: Son 10 gündür bu kitapla yatıp kalkıyorum desem yalan olmaz... Okuma serüvenimde bu kitap bir kilometre taşı oldu benim için. Nedenlerini dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Çünkü anlatacak gerçekten çok şey var bu kitapla ilgili. Hepsini bir incelemeye sığdırmak mümkün olamayacağı için kendimce önemli gördüğüm bazı konuları masaya yatıracağım... Hazırsanız başlayalım o halde:) ---------------------- Ara sıra fırsat buldukça tekrar okumalar yapmaya çalışıyorum. Öyle ki, 15-20 yıl önce okuduğumuz bazı kitaplar zaman aşımına uğrayarak bugün hiç okumadığımız kitaplarla eşit seviyeye gelebiliyor. O yüzden kendinizce özel olduğunu düşündüğünüz bazı kitapları yıllar sonra tekrar elinize almanızda fayda var! Nereden nereye geldiğinizi ölçmek için de güzel bir test oluyor bu tekrar okumalar... Ben açıkçası kendi adıma çok katkısını görüyorum... Uzun zamandır yeniden okumayı düşündüğüm iki kitap vardı kafamda; Albert Camus'nün kitap/yabanci--2991 'sı ve Yusuf Atılgan'ın kitap/anayurt-oteli--1094 ... İki kitabın da ilk okunmaları üzerinden en az 15-20 yıl geçti... Çok bilinçli bir tercih değildi benimki ama iki eseri de okuduktan sonra anladım ki, ard arda okumak için bundan daha güzel bir ikili az bulunurmuş gerçekten de :) Zaten akademik çevrelerde ve benzeri araştırma gruplarında, özellikle 'karşılaştırmalı edebiyat' denildiğinde en çok okunan ve incelenen kitapların başında geliyormuş bu ikili... Gerek yazarlarının hayata bakış açısı, gerek karakterlerin orijinalliği, farklı bir iç dünyaya sahip olmaları ve yaşamlarında kesişen pek çok benzerlik, karşılaştırmalı okumalar için harika malzemeler sunuyor size... Meursault ve Zebercet için evrensel edebiyatın iki kardeşi veya iki sırdaşı tabirini kullanabiliriz:) Diğer konulara da kısa kısa değinmek için bu faslı küçük bir tavsiye ile burada noktalayıp Anayurt Oteli özelinde yola devam edeceğim. Vereceğim tavsiye belli aslında; daha önceden okumuş olsanız da ilk defa okuyacak olsanız da 111 ve 108 sayfalık bu iki eseri peş peşe okumanızı kesinlikle öneriyorum... --------------------------- Anayurt Oteli bir matruşka, karmaşık bir labirent, bir sır küpü aslında... İçinde yüzlerce sayfayı gizleyen ama sadece 108 sayfasını okurla paylaşan bir beyin fırtınası... Standart bir okurla çok daha derine inebilen bir okur arasındaki ayrımı size şıp diye gösterebilecek bir turnusol kağıdı... Pek çok okur negatif duygular besliyor bu kitaba karşı... Ben de gerekli takviyeleri almadan önce salt kitabı okuyup bitirdiğimde benzer duygularla ayrıldım açıkçası. Karanlık bir kitap, iç sıkan, insanı boğan, kimi zaman ruhunu karartan, kimi zaman Zebercet ve onun gibilere lanet okutan, bittiğinde odanın havası dağılsın, içeriye biraz oksijen girsin diye kapı pencere açtıran zor bir kitap Anayurt Oteli... Bu noktada, kitapla ilk tanışma hikayemi de kısaca paylaşmak isterim; Ben çocukluğumda sadece film sanıyordum Anayurt Oteli'ni... Çünkü film piyasaya çıktığında o yılların Türkiye'sinde öylesine bir nefret nesnesi haline getirildi ki, benden yaşça büyük kardeşlerim bile film hakkında konuşacakları zaman eğer ben yanlarındaysam kendi aralarında bir sırrı paylaşır gibi fısır fısır konuşurlardı. Filmin bir kitap uyarlaması olduğunu, dolayısıyla eserin aslının bir kitap olduğunu sonradan öğrendim. O yıllarda iki kişi fısır fısır konuşuyorsa konu ya siyaset ya da cinsellik olurdu genelde:) Küçük bir araştırmayla kitaba 'uranyum atığı' muamelesi yapılmasının nedeninin cinsellik olduğunu öğrendim. Ortaokul-lise yıllarıma denk gelen bu dönemde, algıda seçiciliğin de etkisiyle kitaba/filme olan merakım birkaç kat daha arttı haliyle:) Yalnız yaşadığım bu küçük şehirde ne kitaba, ne de filme ulaşmak söz konusu bile değildi. Ta ki, birgün ders çalışmak için şehrin tarihi kütüphanesine gidene kadar... O gün 'Türk edebiyatı' rafları arasında okumak için kendime kitap araken bir anda kapkara ciltli ve üzeri numaralı onlarca kitap arasında Anayurt Oteli yazısı takıldı gözüme... Şok dalgasını üzerimden attıktan sonra kitabı adı görünmeyecek şekilde elimde tutup kuytu bir köşeye attım kendimi. Sanki Hz. Musa'nın kayıp sandığını bulmuşum gibi gözlerim heyecanla kitabın satırlarını taramaya başladı. O satırlarda ne aradığımı az çok tahmin edersiniz sanırım:) Cinselliğin bu ülkede nasıl bir tabu olduğunu ve ilk gençlik dönemini yaşayan birinin cinsellik üzerine birşeyler yakalama uğruna edebi bir eseri dahi nasıl sömürdüğünü anlatması açısından örnek bir hikayedir bu hikaye:) Her neyse, kitaptan pek bir şey anlamamıştım, cinsellik konusunda ise açıkçası aradığımı bulamamıştım:) Yine de 2-3 gün kütüphaneye giderek sıkıla sıkıla kitabı sonuna kadar okuduğumu çok net hatırlıyorum:) Bilemiyorum, belki de benim gibiler yüzünden bu kitap 100 temel eser listesinden çıkartılmış olabilir:)) ----------------------------- Bu kısa aranın ardından tekrar günümüze dönebiliriz... Bu sefer tabii ki ne okuduğumu bilerek (ya da bildiğimi sanarak) aldım kitabı elime... Düz ve yüzeysel bir okumanın ardından yukarıda bahsettiğim boğucu ve karanlık hisler içerisinde kitabı rafa kaldırdım... Hayatın kendisi zaten yeterince boğucu ve dramatik olduğu için bir de üzerine böyle kitaplar okumak insanı gerçekten daraltan bir durum... Ancak tam bu esnada puzzle'ı tamamlayacak olan ve bana yazının girişinde 'bu kitap benim okuma serüvenimde kilometre taşlarından biri oldu' cümlesini yazdıracak olan yepyeni bir kitap çıktı karşıma: kitap/zebercetten-cumhuriyete-anayurt-oteli--49539 Bu kitabın kitaplığıma katılma hikayesi de ilginç aslında... Bizim gazeteye zaman zaman yayınevlerinden tanıtım amaçlı kitaplar gelir. Herkes genellikle bu kitapların içinden en popüler yazarları ve kitapları seçip evine götürür. Kimsenin ilgisini çekmeyen ve ortada kalan kitaplar ise, benim 'kimsesizler çekmecesi' adını verdiğim çekmeceye kaldırılır. Geçen yıl o çekmeceye göz atarken almıştım bu kitabı, belki okurum diye... Meğerse bilmeden de olsa hayatımın en güzel kararlarından birini vermişim o gün:) Bu kitabın kendi sayfasına ayrı bir inceleme yazmayı planladığım için çok detaya girmeyeceğim. Kısaca ifade etmek gerekirse, bu kitap bir anlamda Anayurt Oteli'nin deşifresi diyebiliriz. Anayurt Oteli demirden bir kilitse işte bu kitap da o kilidin anahtarı... Bilgi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Murat Belge ve öğrencileri gerçekten harika bir çalışmanın altına imza atmışlar. Aslında çok detaylı olan bu akademik çalışma, daha sonradan kısaltılıp düzenlenerek kitap haline getirilmiş. Kitap, Anayurt Oteli'ni neredeyse kelime kelime büyütecin altından geçirip, içindeki tüm simgeleri, bilinç akışını, neyin neye karşılık geldiğini, karakterlerin psikolojik tahlilini, kitabın siyaset ve toplum bağlantısını, gizleri, sırları ve hatta Yusuf Atılgan'ın dahi yazarken düşünmediği pek çok detayı 'derin okuma' yöntemiyle tek tek önümüze seriyor. Kitabın sonuna geldiğinizde 'Eğer Anayurt Oteli bu ise, o zaman benim okuduğum şey neydi' yorumunu yaparken buluyorsunuz kendinizi... İşte böylelikle, bu kitap sayesinde Anayurt Oteli hakkında edindiğim tüm bilgi ve izlenimlerimi unutup her şeye yeniden başladım. ------------------------------- yazar/Yusuf-Atilgan gerçekten çok özel bir yazar. Gerçek bir entelektüel... Siyaset, tarih, sosyoloji ve özellikle psikoloji alanlarında muazzam bir birikime sahip. Sıkı bir Freud takipçisi. Zaten kitapta adım adım Freud etkilerini görmek mümkün... Yazdığı eserlerde kelime kullanımı konusunda çok cömert bir yazar olduğu söylenemez. Size sadece kapıyı açıyor bu kitapta. Yolun tarifini kendiniz bulmak zorundasınız. Eğer bu zahmete katlanmam diyorsanız o zaman kitaptan negatif ayrılmanız çok olası. Ancak bu iki kitap gösterdi ki, kesinlikle bu zahmete katlanmaya değer! İncelemenin başından beri kitabın içeriğine çok fazla girmeyişimin nedeni sadece spoiler kaygısı değil, biraz da yaşadığım bu okuma tecrübesi aslında... Kitap hakkında yazılmış 167 sayfalık bir inceleme okuyup, ardından gelip de 'Anayurt Oteli'nde yazar aslında şunu demiş...' temalı cümleler kurmayı içime sindiremedim açıkçası:) Ancak günümüz Zebercet'lerine de söyleyecek iki çift lafım var tabii ki... :) Ama öncesinde, madem o kadar lafını ettik, birkaç cümle de filmden bahsedelim. 1987 yapımı ve Ömer Kavur imzalı Anayurt Oteli filmini de bu hafta tekrar seyrettim... Film zamanında çok ses getirmiş olsa da, bana göre gerçekten çok başarısız bir uyarlama... Şöyle ki; kitap hakkında konuşurken dedim ya, bu kitabı olduğu haliyle yüzeysel bir şekilde okursanız, yani kendinizi 108 sayfa ile sınırlandırırsanız çok da keyif alamazsınız diye... Çünkü, kitaptaki her karakterin, her cümlenin, her kelimenin, her nesnenin çözümlenmeyi bekleyen ayrı bir alt metni var... Kitabı gerçek anlamda okumak için o derinliğe inmek zorundasınız. İşte filmin de başaramadığı şey tam olarak bu olmuş. Ömer Kavur, aslında 108 sayfayı filme uyarlamış. O nedenle film, kitapta anlatılan pek çok detayı atlamış ve ortaya birbirinden kopuk, anlamsız sahneler çıkmış. Belki de tek olumlu yanı, kitaptaki karakter ve mekanlara bir görüntü kazandırmak olmuş diyebiliriz. --------------------------------- Sona doğru yaklaşırken gelin biraz da günümüz Zebercet'lerinin dünyasına küçük bir pencere açalım... Geceli gündüzlü 10 günümü adadığım bu kitap bana günlük yaşantımız hakkında da yeni bakış açıları kazandırdı... Zebercet, pek çok insan gibi, bilinçaltında biriktirdiklerini günlük yaşam içerisinde harcayan sıradan bir insandı... Günün sonunda, bu bilinçaltı evreninin hem faili hem de maktûlü oldu... Tabii ki bozuk ruh sağlığı, onun zaafı ve aynı zamanda tetikçisiydi... Ancak şunu da kabul etmek lazım ki, bu ruh sağlığı dediğimiz şey, kışın soğuk havada bozulan birşey değil! Gece yatmadan önce bir Benical alarak kontrol altında tutulan bir şey hiç değil... Günümüzde henüz Zebercet seviyesine gelmeyen ama ruh sağlığı da kesinlikle fabrika ayarlarında olmayan binlerce insan var... Bu tespiti yaparken kendimizi de çok dışarıda tutmamamız gerekiyor aslında... Bilinçaltı evrenimiz biz farkında olmadan her gün sayısız duyuma maruz kalıyor. Bu duyumların, fay hatlarında oluşan birikimler gibi kendi içimizde nasıl bir birikim oluşturduğu ve bize ne zaman, nasıl bir oyun oynayacağını kestirmek kolay değil... Dışarıdan bakınca gözle görülen, elle tutulan bir hayat yaşıyoruz ama bu hayatın gözümüzle göremediğimiz, elimizle tutamadığımız soyut gerçeklikleri her gün üzerimizde daha fazla hasar meydana getiriyor. Zebercet'in karakterini, bilinç akışını, nispeten geçmişini ve karşılık bulamadığı beklentilerini az çok bildiğimiz için, onun kararları ve davranışları üzerinde bir neden-sonuç ilişkisi kurabiliyoruz. Oysa kendi dünyamızda ve kendi davranışlarımızda bu neden-sonuç ilişkisini rasyonel bir şekilde kurabilmek için ciddi bir çaba ve mesai harcamamız gerekiyor. Günümüzde bilinçaltı üzerine uygulanan baskı geçmişle kıyaslanamayacak kadar fazla... Instagram'da geçirdiğiniz her saat, seyrettiğiniz dizinin her bölümü, açıktan veya örtülü bir şekilde maruz kaldığınız reklamlar, alışveriş için çıkıp hiçbir şey almadan döndüğünüz sıradan bir AVM günü ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok etken, tıpkı beklenen büyük İstanbul depremi gibi her geçen gün zihninizdeki fay hattının biraz daha birikmesine, biraz daha gerilmesine neden oluyor. Sosyal medya hayatı, idealize edilmiş bir hayat... 24 saat tepeden tırnağa bakımlı güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, lüks restoranlarda yenilen yemekler, sürekli konsere giden insanlar, yılın 12 ayı seyahat eden gezginler, bir giydiğini bir daha giymeyenler, tüm günü spor salonunda geçirecek kadar boş vakti olanlar, çocuklarının odalarını Disneyland'e çevirenler ve salonunun dört duvarını kitaplıkla donatıp kedili kupalarındaki kahve eşliğinde bütün gün kitap okuyup bunu gözümüzün içine sokanlar aslında gerçek bir hayatı temsil etmiyorlar... Sosyal medya sadece tekil parçaların seçilip yapıştırıldığı sanal bir kolaj... Acımasız bir bilinçaltı savaşındaki düşmanın ta kendisi! Yani Zebercet'i kendi içimizde yargılamadan önce onun bilinçaltı savaşını seyretmemiz ve önce onun bilinçaltı düşmanlarıyla yüzleşmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde kendi düşmanlarımızın da farkına varabiliriz. Dediğim gibi, ruh sağlığımız bizim değil, çevrenin kontrolü altında... Onu tekrar kendi kontrolümüz altına almak ve olabildiğince dış etkenlere karşı korumak için; bize çuvallar dolusu mutsuzluk taşıyan, zihnimizi tahrip eden, bizi vahşileştiren, vicdanımızı küçülten, yaşama sevincimizi emen, küçük mutlulukları bize unutturan, tatminsizleştiren, kendimiz başta olmak üzere herkesle kavgaya tutuşturan o kaynağı belirsiz 'arzu nesneleri'ni daha fazla vakit kaybetmeden hayatımızdan bertaraf etmek zorundayız... Eğer bunu başaramazsak, bu savaşı kaybeder ve nihayetinde kendimizi bilinçaltımızı tamamen ele geçiren düşmanın sinsi elleri arasında boğulurken buluruz... Kitabın en meşhur cümlelerinden birinde şöyle diyordu yazarımız; "Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm" Cevap mahiyetinde ben de şunu söylemek istiyorum o halde: "Değişmez bir kesinlik daha vardı insan için: Ölümden önce YAŞAM" Henüz elimizdeyken, lütfen onun farkına varalım ve lütfen ona hak ettiği değeri verelim... Bilinçaltımızın güzel şeyler duymaya ihtiyacı var:))) Herkese keyifli okumalar dilerim... (Necip G.)

Anayurt Oteli - Zebercet: (Spoiler içerir) Zebercet’i anlayabilmek için geçmişini üçe ayırabiliriz. Otelin geçmişi, annesinin geçmişi ve bu ikisini bünyesinde taşıyan kendi geçmişi. Otelin Geçmişi: -          Zengin Rumların oturduğu bir semtte yanmadan kalan yapılardan birisidir. (Yangın felaketinden kurtulmuş bir yapı olup başka bir milletin, kültürün izleri taşır. İsminin de Anayurt Oteli olması kendi içinde bir tezatlık oluşturur.) -          Bir eşraf konağı iken otele çevrilmiştir. (Bir evken herkesin gelip kalabildiği bir yapıya çevrilmiştir. Bu yüzden Zebercet için sıcak bir yuva olmaktan yoksundur. İyi bir aile ilişkisi kurulmasına ket vurmuştur. Zebercet’te yurtsuzluk, evsizlik, kimsesizlik duygularını doğurmuştur.) -          Otel yazısının bir ucunun toprağı göstermesi. (Otelde ölenlerle, öldürülenlerle ve sonunda Zebercet’in intiharıyla birlikte daha anlamlı hale gelir.) -          Babasının otelde ölmesi ve otelin bahçesinde yıkanması. (Ölüm ve otelin birbiri ile sürekli ilişki içinde olması.) Annesinin Geçmişi: -          Babasının bilinmeyişi. (Zebercet’in soyunun nereye dayandığını bilmemesi, bu belirsizlik çevresine yabancılaşmasına ve yalnızlaşmasına neden olmuştur. Çünkü nereden geldiğini bilmek, o kişi ölü olsa dahi, yeryüzünde bir yerinin bir bağının olduğunu hissettirir. Bu yüzden Zebercet sürekli kendi içinde varoluş savaşı verir. Onun da burada olduğunun fark edilmesini ister. Bıyığını kestirdiğinde “Sabah var mıydı bıyığım?” (Atılgan, 2019, s.29) diye sorması bu yüzdendi.) -          Annenin Zebercet’in çocukluğunda geçmişiyle ilgili şeyler anlatması. (Annenin kardeşinin gayrimeşru bir ilişkisinin olduğu iması ve ardından 19 yaşında intihar etmesi, oğlunun intiharına dayanamayan annenin ölümü, Nurettin Bey’in Mevlevihaneden erken çıkmasının ardından ölmesi, konağın kahyası ve beslemesi arasındaki lezbiyen ilişki gibi olaylar Zebercet’in zihnini meşgul etmekte; kendince kurgular oluşturup düşünmektedir. Zebercet’in hayatı ölülerle doludur ve onları hep zihninde yaşatır. Çocukken duyduğu lezbiyen ilişki aklında yer etmiş olmalı ki farklı cinsel yönelimlerde bulunmaya çalışmıştır. Ekrem’e duyduğu cinsel isteklilik, bıyığını kestirmesi gibi olaylar bunu göstermektedir.) Zebercet’in Geçmişi: -          Henüz yedi aylıkken doğan bir bebektir. Annesi öncesinde iki çocuğunu düşürmüş ve belki de bunun bir yansıması olarak erken doğum yapmıştır. En güvenli, en şefkatli yerden dışlanmıştır Zebercet. Çok küçük olduğu için ebe pamuğa sarıp inci kutusuna koymalarını ve isminin de Zebercet olmasını söyler. Bu yüzden her zaman yetersizlik, zayıflık duygusuyla yetişir. İsmini bile ebe koymuştur. Annesi ve babasının isim konusunda düşünceleri bile geçmez kitapta. -          Annesi ve babası tarafından erken doğumun sürekli bir vurgusu vardır. “Ananın karnında yedi ay nasıl durdun?” (Atılgan, 2019, s.16) Bu gibi söylemler Zebercet’i daha sabırlı bir insan olmaya itmiştir. “Büyüdükçe sabırlı, ağırbaşlı bir insan oldu.” (Atılgan, 2019, s.17) Bir benzer ifade de otelin kedisi için kullanılır. “Bu ağırbaşlı hayvanın böyle yabancılaşması şaşılacak şeydi.” (Atılgan, 2019, s.70) Zebercet de otelin kedisi gibi içinde bulunduğu durum sebebiyle yabancılaşmaya itilmiştir. -          “Anası oğlan doğurmuş, Zebercet hamur yoğurmuş.” (Atılgan, 2019, s.34) Zebercet ile annesinin kurduğu olumsuz ilişkinin göstergesi ve cinsel kimliğinin aşağılanması. -          Sünnet olduktan sonra annesinin ölümü. Zaten yedi aylıkken doğmuş ve annesine çok ihtiyacı olan yaşlarda şefkatten yoksun kalmıştır. -          Askerden geldikten kısa bir zaman sonra babasının ölmesiyle iyice yalnızlaşan Zebercet oteli işletmeye başlamıştır. Hayatındaki en önemli iki insanın yine bir erkek için önemli sayılan zamanlardan sonra ölmeleri de ilginçtir. Belki de Zebercet bunun da bir etkisi olarak hayatında atılım yapmaktan kaçındı.   Tüm bunların toplamında bir Zebercet karakteri ortaya çıkar. Artık oteli kendi işletmeye başlamıştır. Yine her zamanki gibi otelden dışarı ihtiyaç olmadıkça çıkmaz. Toplum içine karışmaz. Bulunduğu durumdan rahatsız değildir, gelecek planı yoktur, tekdüze yaşamaya devem eder ta ki Gecikmeli Ankara Treniyle Gelen Kadın’la karşılaşana dek. Zebercet’in arzu kaynağı olur. Ona sahip olmak ister. Onun gelmesini beklerken bir değişim geçirir. Kendisini ve bulunduğu durumu inceler. Otelden dışarı ilk defa farklı bir amaç için çıkar. Yeni kıyafetler alır, bıyığını kestirir. O kadına güzel görünmek ister. Hayata bağlayan bir amaç, yaşama sevinci, bir hedef, bir arzu bulmuştur kendine. Zaten otelden dışarı çıkmadığı için mutlaka otelle ilişiği olan bir kadını sevecekti. Öyle de oldu; fakat otel bir ev değildi. Tek gecelik veya kısa süreli konaklamaların olduğu bir mekânda tekrar o kadının gelmesini bekledi. Küçük bir ihtimal için hayata tutundu ve her şeyi o kadının gelmesine bağladı. Çevresinde ne bir dostu ne de bir yakını vardı. Onunla ilgilenecek, şefkat gösterecek, ev sıcaklı yaşatacak, annesinin yerini dolduracak, bıyığını kestirdiğinde fark edecek birini istiyordu. Birine bağlanmak ve tamamlanmak istiyordu. Çünkü kendisi pamuğa sarılıp inci kutusuna koyulacak biri olarak büyütüldü. Hep kırılgan, eksik ve yarımdı. Eğer bu dünyadan biriyle bir bağı olursa kendi varlığını da kanıtlayacaktı. Gecikmeli Ankara Treniyle Gelen Kadın’ın dönmeyeceğini anladığında ise her şey bitmişti. Büyük bir arzuyla istediği, onu hayata döndürecek, yalnızlığından kurtaracak olan kadın gelmiyordu. Hıncını ve arzusunu otelde çalışan Ortalıkçı Kadın Zeynep’ten almaya çalıştı. Ondan bir karşılık istiyordu. Yetebildiğini, çok sevildiğini hissetmek istiyordu; fakat bunu ikisinin de farkında olmadığı bir tecavüzle yapmaya çalışıyordu. Zeynep’ten istediği karşılığı alamayınca onu öldürdü. Ardından onun etrafında dolaşan otelin kedisini öldürdü. Böylece hayatı boyunca yalnız, sevilmemiş, ötelenmiş Zebercet başkalarını öldürerek hayata karşı isyan etmeye başladı. Otelden dışarı çıkmadığı gibi otele de kimseyi kabul etmiyordu. Kendisini de otele kapattı. Yalnız başına, karanlıkta, zihninin en derin karanlıklarında düşünceler içinde kıvandı. Toplumun içinde kendine yer bulamamış, yalnız karakterimiz her şeyin başladığı yerde doğduğu odada ve aynı zamanda Gecikmeli Ankara Treniyle Gelen Kadın’ın odasında kendini asarak intihar etti. Öldüğü zaman nihayetinde onu birileri fark edecekti. Belki onun için üzülenler olacaktı. Hayatında ilk defa değer göreceği zaman dilimini yani ölümü tercih etti. Çünkü başka türlü onu kimse fark etmiyor, önemsemiyordu. Zebercet yalnızlığını diğer ölülerle paylaşmaya gitti. (Feyza Kalkan)

Nazilli’de bir eski Konak, Anayurt Oteli. Bir numaralı odasında doğar Zebercet. Ve Anayurt Oteli’nin dışarıdaki dünyayla, dışındaki insanlarla asgari bir ilişki dışında bağı yoktur. Kendi dünyasında eskimekle muvaffaktır. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın otelde bir gece kalıp ertesi gün gene geleceğini söyleyip gidince dünyaya açılır Zebercet. Kadının geleceği güne hazırlar kendini. Berbere gider, bıyıkları kestirir, yeni giyitler alır. Bir umut! Kadın, geri geleceğim derken sana geleceğim dememiştir demesine ama olsundur. Bir otelin kapısına sıkışıp kalmış Zebercet’in belki de hayatında yaptığı tek anlamlı şey birini beklemektir çünkü. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının geri gelmesi de gecikir. Kadının kaldığı oda Zebercet’in bilinçaltına dönüşür. Beklemek Zebercet’in çocukluktan getirdiği baskıların yarattığı ruh haliyle şekillenen melankolik, temkinli sıradanlığını altüst eder. Zebercet’in hayatı..Dümdüz bir ovanın üzerinde bir tren rayı..Soylu, gölgelenmiş hikayelerin grisinden çıkıp gelen, Anayurt otelinin önüne gelip oracıkta biten bir tren rayı. İlerisi yok. Kim bir tren rayında aynı yolu gidip gelir ki. Delirmez mi insan? Gidecek yeri olmadığında? Yolu olmadığında? Yarını olmadığında? Delirir Zebercet. Ya da artık içinde sakladığı deliliği çıkıverir ortaya. Hayatı cinsel fanteziler üzerine kurulu belki zoofili, nekrofili, belki latent eşcinsellik, Oedipus kompleksi arası gidip gelen ihtiras rüzgarları onu bir ipin ucunda sallandırır. Tıpkı kitap/aylak-adam--1091 ‘ın C’sinin korkuluksuz, sallantılı bir köprüde yürümesi gibi. Bu kitabı okumadan önce bir otelin kişilik sahibi olacağını hiç düşünmezdim. Anayurt oteli kişilik sahibi bir otel. Kasvetli, soyluluğun altında ezilmiş, zamana sıkışmış, yalnızlığı, onu terk edip gitmeyen güçsüzlüğüyle dikili kalmış, vazgeçilmiş bir kişidir Anayurt Oteli. Ve Zebercet, hapsedildiği kimliğe tek karşı koyuşu kimliksizlikte bulmuş, o kimliksizliğin, bir şeye tutunamayışın içinde, tıpkı doğduğu otel gibi kasvetli bir boşluğun içinde asılı kalmış biri. Sonuç olarak: *Toplumun, ailenin, çevrenin baskısı altında sıkışan, sıkışınca içinden çıkanlarla başedemeyen, kendi olamayan, bocalayan bireyin sancılarını en iyi şekilde işleyen enfes bir kitap. Okunmasa eksik kalır. *Edebiyatımızda postmodern romanın temellerini atan yazar/Yusuf-Atilgan ,gerek bilinç akışı tekniğini kararında kullanması, gerek farklı anlatım biçimlerini kaynaştırabilme becerisiyle çok değerli bir yazardır. Anlattığı her şeye karakter kazandırma yeteneğine alkış tutmamak imkansızdır. Sözgelimi normal koşullarda nefret edeceğimiz Zebercet karakterini hayatımızın ortasına bırakmayı başarmıştır. Değeri bilinmese ayıp olur. Keyifli okumalar.. (Emel Keleş)

Kitabın Yazarı Yusuf Atılgan Kimdir?

Yusuf Atılgan (d. 27 Haziran 1921, Manisa - ö. 9 Ekim 1989, İstanbul) Türk roman ve öykü yazarı.

1936 yılında Manisa Ortaokulu'nu, 1939 yılında ise Balıkesir Lisesi'ni ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Nihat Tarlan'ın yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin konusu Tokatlı Kani: Sanat, şahsiyet ve psikoloji idi. Aynı dönemde Akşehir'de Maltepe Askeri Lisesi'nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisi'ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak ceza kanunu'nun 141. maddesi uyarınca hapse mahkûm edildi. altı ay Sansaryan Han'da, dört ay da Tophane Cezaevi'nde olmak üzere on ay hapis yattı.

26 Ocak 1946'da serbest kalmış, öğretmenliği elinden alınmıştır. 1946 yılında Manisa'nın Hacırahmanlı Köyü'ne yerleşerek çiftçilik yaptı. 1976'da İstanbul'a döndü danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yaptı. Yazımı devam eden "Canistan" adlı romanını tamamlayamadan 9 Ekim 1989'de kalp krizi nedeni ile İstanbul, Moda'da öldü.

Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yer aldı. 1987'de Anayurt Oteli romanı, Ömer Kavur tarafından aynı adlı sinema filmi olarak çekildi.

Yusuf Atılgan Kitapları - Eserleri

  • Aylak Adam
  • Anayurt Oteli
  • Canistan
  • Bütün Öyküleri
  • Sevgili Halil Kardeş
  • Ekmek Elden Süt Memeden

  • Bodur Minareden Öte
  • Siz Rahat Yaşayasınız Diye
  • Eylemci

Yusuf Atılgan Alıntıları - Sözleri

  • Başkaları bizi, baca dumanı gibi dışarıya bıraktığımız belirtilere göre tanırlar. (Bütün Öyküleri)
  • Herkesin kendini göreceği bir ayna olmaktansa, bir aynada kendimi görmeyi yeğlerim; ve görüntümün iğrençliği ya da korkunçluğu beni korkutmaz. (Siz Rahat Yaşayasınız Diye)
  • ... babam okula verdi beni. Yıllarca sürdü bu. Hiç hoşlanmıyordum; arkadaşlarla itişip kakışmak, öğretmenleri dinlemek yüzünden elimde olmadan büyüyordum. (Ekmek Elden Süt Memeden)
  • Ben seni seviyorum ki O kadar tarif edemem. (Siz Rahat Yaşayasınız Diye)
  • "Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söyleme kalktım." (Ekmek Elden Süt Memeden)
  • Yağmurun durup durup yağdığı günler insanlar yapacak bir iş bulamamanın sıkıntısından evleniyorlar burda; bir değişiklik isteğiyle. Geleceğin daha kurtuluşsuz tekdüzeliğini hazırlayan tuhaf bir değişiklik bu. (Siz Rahat Yaşayasınız Diye)

  • Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım. (Ekmek Elden Süt Memeden)
  • " Çiftçinin işi bitmez ; yalnız yağmurda , karda , bir de arifede , bayramda dinlenir ..." (Canistan)
  • Kalkıp düşmanlıklarla dolu bir güne başlamakta ne var? (Bütün Öyküleri)
  • insan tükenmez (Sevgili Halil Kardeş)
  • “Hiçbişey olmaz, bunca patırtıda canımı almayan Tanrı bizi kayırır. Korkma.” (Canistan)
  • "Sıkıştık mı yalnızlığımız daha koyulaşıyor." _______ (Bütün Öyküleri)
  • Elinde olmadan kirleniyordu insan. (Anayurt Oteli)

  • Merhaba Halil Kardeş, senden ve köyden haber almak beni pek sevindirdi. Artık köye sık sık gelemeyeceğim için ara sıra anama uğrayıp yine bana yazarsan daha da sevinirim. Önce TYS konusu: Devlet memurları sendikaya giremiyormuş; ayrıca kısıtlayıcı bir ilke kararı da almışlar yakında; kitabı olmayan yazarları da almıyorlarmış. Ben Vedat Türkali ve Alpay Kabacalı’ya (Yönetim Kurulu Üyeleri) söylemiştim; ama senin üyeliğin kabul edilmemiş. Beni üyeliğe aldılar ve hemen kültür kurulu üyeliğine atadılar. Ara sıra toplanıp çoğu lak lak yapıyoruz. Orada Mehmet Başaran'la tanıştım; o da Anadolu yakasında oturduğu için vapurla birlikte dönüyoruz. İyi ve kafalı bir insan. Çocuk Dergisi sorumlusu ile görüşüp senin "Keloğlan" öyküsünü buldurdum. Birkaç sayı sonra derginin biçimi ve kapsamı değişecekmiş, yeni öykülerin konusunda Ülkü'yle konuşmamı söyledi. Durumu Ülkü'ye anlattım; senin öyküleri göndermeni söyledi. İstersen benim adıma gönder; ben götürüp vereyim, böylece çabuk yayınlanma olasılığı belirir belki. Benim yayınlardaki işim çok rahat ve iyi. Çoğu kitap okuyorum; ara sıra dergilerden çeviri yapıyorum. Parası da çok iyi. Yayınlanan yazılarım için de ayrıca telif ücreti ödüyorlar. Bu pahalılıkta İstanbul'da geçinmek için doğrusu bizim için büyük bir şans bu. Mehmet Hamdi iştahlı, keyifli bir oğlan. Yürümeye başladı. Boyunun ve elinin eriştiği her şeyi yere indirip incelemek istiyor. Televizyonu, pick-up'ı ve elektrik sobasını bir türlü yere indiremediği için çok üzgün. Onları da kurcalamak için beni ve anasını bıkmadan kandırmaya çalışıyor. Milliyet Yayınları bize parasız veriliyor. Köye gelirken sana bir hayli kitap getirebilirim. Sanıyorum 19 Mayıs tatilinde birkaç günlüğüne köye geleceğim. Ayhan'la konuştum; yüzde 90 gideriz diyor. Onun arabasıyla gidip dönmek çok rahat elbet. İlk fırsatta anama uğrayıp iyilik haberimizi verirsen onu sevindirir. Ben her hafta yazıyorum ama bir ek haber almak iyi olur onun için. Şimdilik başka bir diyeceğim yok. Sevgiyle gözlerinden öperim. Habibe' ye selam. Oğlanların da gözlerinden öperim. Umarım hepiniz iyisinizdir. Postacı Mehmet'e, Sema'ya, Akif'e, genç arkadaşlarım Fevzi ile Recep'e selamlar. Serpil de selamlarını gönderiyor. (Sevgili Halil Kardeş)
  • Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm. (Anayurt Oteli)
  • İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum. (Bütün Öyküleri)
  • Tanrım, dostum düşman olmuş. Katlanabilecek miyim acıya? (Canistan)
  • İçim daralıyor. Yorganın altına büzülüyorum. İyi şeyler düşünmek istiyorum. (Bütün Öyküleri)
  • Neden bu daracık kasabadayız sanki. Yoksa bütün dünya mı böyle. Kitapların dediği yalan mı? (Bütün Öyküleri)
  • Yoksa bütün dünya mı böyle. Kitapların dediği yalan mı? _____ (Bütün Öyküleri)

Yorum Yaz