diorex
Dedas

Arthur ve George - Julian Barnes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Arthur ve George kimin eseri? Arthur ve George kitabının yazarı kimdir? Arthur ve George konusu ve anafikri nedir? Arthur ve George kitabı ne anlatıyor? Arthur ve George PDF indirme linki var mı? Arthur ve George kitabının yazarı Julian Barnes kimdir? İşte Arthur ve George kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 30.03.2022 06:00
Arthur ve George - Julian Barnes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Julian Barnes

Çevirmen: Serdar Rifat Kırkoğlu

Orijinal Adı: Arthur & George

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları

İSBN: 9789755394763

Sayfa Sayısı: 456

Arthur ve George Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

ARTHUR VE GEORGE - Julian Barnes

İçinde yaşadığımız toplum ya da çevremizdeki bireyler bizi bir oyunun içine çektiğinde, “oynamam” deme hakkına sahip olabilir miyiz? Çok başarılı bir polisiye yazarı gerçek hayatta bütün toplumsal dinamiklerin etkisi altındaki çetrefilli bir davayı çözmekte ne kadar başarılı olabilir? Toplum dediğimiz şey insanıyla, yazarıyla nasıl haberleşir, nasıl etkileşir?

Zekâsı ve yaratıcılığıyla dünyamızı zenginleştiren Julian Barnes’ın, yaşamları ve kişilikleri birbirinden çok farklı iki karakterin kesişen yollarını izleyerek kurguladığı bu romanında işte bu sorular sıklıkla karşımıza çıkıyor.

19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başlarında geçen hikâyenin kahramanları Hint kökenli bir köy papazı olan babasının öğretilerini tartışmaksızın yaşam ilkesi edinen, hayal gücünden yoksun ve içe kapanık George Edalji ile elinde avucunda ne varsa içkiye harcayan sanatçı bir babanın oğlu olan ve annesinin anlattığı şövalye masallarıyla büyüyen, Sherlock Holmes romanlarının yazarı Arthur Conan Doyle’dur.

Arthur Doyle göz doktorluğundan yazarlığa uzanan kariyerinde büyük başarılar kazanmış, çok zengin ve çok popüler olmuş, “sir” unvanıyla onurlandırılmıştır. Buna karşın Hint kökenli yoksul George Edalji aşktan ve dosttan yoksun hayatında sahip olduğu tek şeye, avukatlık mesleğine tutunmuştur. Ne var ki, George işlemediği bir suçtan ötürü yedi yıl hapse mahkûm edildikten sonra, dönemin dehşet verici hapishane koşullarında çektiği onca cefa yetmezmiş gibi, sahip olduğu bu tek şeyi de kaybeder. Salıverildikten sonra, Arthur Doyle’a başvuran George’un akıllara durgunluk veren hikâyesi, karısıyla sevgilisi, vicdanıyla yüreği arasında sıkışıp kalmış ünlü yazarın hayatına, tam da ihtiyaç duyduğu anda, farklı bir anlam katar. Yarattığı Sherlock Holmes karakterine taş çıkartırcasına yürüttüğü bir dizi araştırmanın ardından Doyle davayı üstlenir ve böylelikle kahramanlarımızın kendi kişisel tarihleri kadar İngiltere’nin de tarihini değiştirecek gelişmelerin fitili ateşlenmiş olur.

Arthur ve George, dönemin İngiltere’sinde görülen gerçek bir davadan yola çıkarak, bizi farklı bir tarihe ve mekâna götürürken, adalet kavramı, toplum vicdanıyla adaletin bir kesişip bir ayrılan dünyaları üzerine düşünmemizi de sağlıyor.

Arthur ve George Alıntıları - Sözleri

  • Başkalarını suçlarcasına inceler, çünkü kendini incelemeye son derece alışmıştır.
  • Benim hediye gibi güvencelere ihtiyacım yok. Senin sevginden eminim.
  • Yol, gerçek ve yaşam.Yaşam yolunda gerçeği söyleyerek ilerlersin.
  • İnsanlar, onlara verdiğiniz yardım dışında sizi her şey için bağışlar.
  • Yol, gerçek ve yaşam.Yaşam yolunda gerçeği söyleyerek ilerlersin.
  • Ahmaklikta bir angutun duyarsızlığını aşan bir kuşkuculuk vardır
  • Doğdum ve katlandım.
  • Hekimlik eğitimi sırasında, ölülerin yüzlerinde, sanki yaşamanın sıkıntısı ve gerginliği yerini daha büyük bir huzura bırakmış gibi, çok daha büyük vaatler olduğunu fark etmeye başlamıştı çoğu kez. Bunun bilimsel açıklaması ölüm sonrası kasların gevşemesiydi; ama kafasının bir yerinde bunun gerçek açıklama olup olmadığını merak ediyordu.
  • Arthur'un hem süreklilik arz eden hem de çeşitlilik gösteren serüvenler yaşayacak türden bir başkahramana ihtiyacı vardı. Açıkça görüldüğü kadarıyla, çoğu meslek bu tasarıya uymuyordu. Meseleyi Devonshire Place'deki muayenehanesinde kafasında evirip çevirirken, aslında uygun adayı çok daha önce bulmuş olduğunu anladı. Pek başarı kazanmayan bir iki romanında başkahraman olarak, Edinburg Hastanesi'nden Joseph Bell üzerine temellendirdiği bir dedektife yer vermişti: Güçlü bir mantık yürütme sürecinin izlediği yoğun bir gözlem gücü, tıbbi teşhisler için olduğu kadar cinayet vakaları için de anahtar kavramdı. Arthur başlangıçta dedektifine Sheridan Hope adını vermişti. Ama bu ad onu tatmin etmedi ve yazarken, Sheridan Hope önce Sherringford Holmes'a ve sonra da -sonraları kaçınılmaz göüzkmüştü bu- Sherlock Holmes'a dönüştü.
  • Dedektifliği geliştirmişti. Bu işi eski ekolün yavaş düşünen temsilcilerinden, önlerine konulan elle dokunulur ipuçlarını deşifre ettikleri için alkış alan şu sıradan ölümlülerden kurtarmıştı. Bu tip dedektiflerin yerine, bir cinayetin ipucunu bir yün yumağında ve bazı mahkûmiyetleri bir süt bardağı tabağında görebilen, serinkanlı, her şeyi hesaba katan bir figür koymuştu.
  • O ağustos Arthur İsviçre'de konferans vermeye davet edildi. Kingsley'in doğumundan beri Touie hâlâ biraz zayıftı; ama hiç düşünmeden ona eşlik etti. Görkemli ama ürkütücü Reichenbach Çağlayanları'nı gezip gördüler; bu çağlayanlar Holmes için biçilmiş kaftan bir kabir yeriydi.
  • Şeytan'ı gördüm mü, onunla savaşırım.
  • Wallace'ı alın: Modern evrim kuramının kâşiflerinden biri; doğal ayıklanma fikrini Linnaean Bilim Derneği'ne ortaklaşa olarak ilan ettiklerinde Darwin'in yanında duran adam. Korkaklar ve hayal gücü zayıf olanlar, Wallace'la Darwin'in, bizleri tanrısız ve mekanistik bir evrene sürüklediği ve karanlıkta yalnız bıraktığı sonucuna varmışlardı. Ama Wallace'un kendi inandığı şeyleri bir düşünün. Modern insanların en büyüğü, doğal ayıklanmanın sadece insan bedeninin gelişimini açıkladığını ve evrim sürecinin de, ruhun alevinin gelişmekte olan kaba saba hayvana sokulduğu bir noktada, doğaüstü bir müdahale ile tamamlanmış olması gerektiğini ileri sürüyordu. Bilimin, ruhun düşmanı olduğunu ileri sürmeye şimdi kim cüret edebilirdi?
  • "Mr. Meek, korkarım annemle babam iyi birer tanık olmadı." "Ben böyle demezdim, Mr. Edalji. En iyi insanların zorunlu olarak en iyi tanıklar olmadığı bir gerçek. İnsanlar vicdanlı ve dürüst oldukça, sorulan soruların her bir sözcüğü üzerinde uzun uzun durdukça, alçakgönüllülüklerinden dolayı kendilerinden kuşkulandıkça, Mr. Disturnal gibi dava vekilleri tarafından bir o kadar kolay manipüle edilebiliyorlar. Sizi temin ederim, bu ilk kez olmadı. Durumu nasıl ifade edebilirim? Bu bir inanç meselesi. İnandığımız şeyler, inanma gerekçelerimiz. Hukuki görüş açısından, en iyi tanıklar jürinin en çok inandığı tanıklardır."
  • Kimi zamanlar, hücresinde kapatılmış, dünyanın geri kalan kısmından güvenli bir şekilde uzakta, parlak renkli yatak şiltesi gözünün ucuna takılarak roman okurken, içinde neredeyse hoşnutluğa varan bir düzen duygusu duyumsuyordu.

Arthur ve George İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Gerçek bir olaydan esinlenerek ya da gerçek bir olayın edebi bir esere dönüşmüş hali diyebileceğim bir kitaptı Arthur ve George. Kitabı iki bölümde ele alarak yapacağım bir inceleme olacak. Birincisi, içeriği ile ilgili kısım. İkincisiyse kitapta geçen olaylara sebep olan sosyolojiden yola çıkarak çıkarsamalar yapacağım kısım. 1) Hintli ve Parsi bir babanın misyoner bir takım faliyetler sonucu Hıristiyan olup, daha sonra papaz olması ve İngiltere'nin geçimlerini çiftçilik faliyeti ile sürdüren insanların oluşturduğu bir taşra kasabasında papazlık mesleğini icra ederek ailesiyle yaşaması ile başlayan bir hikaye. Ailenin çevrede var olan ırkçı önyargılara rağmen yaşamlarını sürdürme çabalarını görüyoruz. Ama bu hiçte kolay değil. Ailenin,o günlerde pek bilinmesede bugün Asperger Sendromu diye bilinen, dünyayı algılamasını ve ilişki kurmasını sınırlayan rahatsızlığı olan büyük oğlu George'nin yaşadığı çevrede işlemediği suçların faili olarak gösterilip, iftiraya uğraması. Önyargıların kurbanı George içinde yaşadığı toplumu ve polis teşkilatını birden karşısında bulması. Ceza alıp ve avukatlık mesleğinden atılması. Ve Sherlock Holmes'in yaratıcısı Arthur Conan'ın hayatında yaşadığı duygusal bir çöküşten kurtulabilmesini sağlayacak araç olarak gördüğü George'nin davasını ele alması, tüm nüfüzuyla ve saygınlıyla davanın üzerine gitmesi. Dava sonucu pek istendiği gibi olmasada, temyiz mahkemesinin gerekliliğini ortaya koyması itibariyle yaşananların çokta boşuna olmadığı idrakiyle ve mesleğine dönmesiyle avunan George. Arthur'un spirtualizmi bir takıntı haline getirip hayatında önemli bir yer teşkil etmesi, George'nin hastalığın sebep olduğu sınırlamaları aşıp çevresini anlama çabası(hasta oluşundan bi haber, hem kendisi hem çevresi) ve yetmeyen çabalar. Bu yetmemezliğin hayatında yaşattığı zorluklar.. Birinci kısım neredeyse kitabın içine ayna tutarak anlattığım ve kendi çıkarımlarımı, bana çağrıştırdığı şeyleri anlatmadığım bölümdü. Şimdi esas bana bu incelemeyi yazmama sebep olan ikinci kısma değineceğim. Toplumsal çıkarımlarla ilgili olacak bu bölüm. 2) Arthur, George adına başlattığı adalet arayışında nüfüzunu kullanarak İngiliz adalet yapısını tüm gücünü kullanarak eleştirip adaletin tecelli etmesini istesede çabaları tam istediği şekilde sonuçlanmamıştır. Ama bu başarısız gibi görünen çabalar çok büyük bir eksikliği gözler önüne sermiştir. Ve bir Temyiz mahkemesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu gerekliliğe tüm toplum ikna olmuş ve bugün neredeyse evrensel olmuş Temyiz mahkemelerinin yaratılmasını sağlamıştır. Bu gerekliliğin doğuşu ve temyiz mahkemesinin kuruluşu beni o kadar düşündürdü ki kendi ülkemle ilgili sorunların ve çözümsüzlüklerin temelinde yatan problemin nedenini anlamamı sağladı sanki. Bütün adalet sistemi, kurumlar, kuruluşlar vb. tarihsel bir süreçte bir gerekliliğin oluşması ile önce toplum bu gerekliliğin gereğini yapmaya ikna olur ve sonra gereğini yapar. Böyle başlayan bir süreç toplumda içselleşir ve kurumlar toplumun içselleştirdiği bir saygınlığa kavuşur. Batı medeniyeti bu kurumların gerekliliğine bütün medeniyetlerden önce inanıp içselleştirdiği için yarattığı kurumlara diğer toplumlardan daha fazla saygı duymaktadır. Peki biz ve bizim gibi toplumlarda kurumlar ve kurallar nasıl oluşuyor. Gereklilikten mi? Cevap hayır. Çünkü bizde oluşan bütün kurumlar, kurallar ya özendiğimiz batı toplumunu taklit etmek için ya da Batı medeniyetinin gücü ile bize kendi kurumsal yapılanmasını dayattığı için oluşturuldu. Yani kurumsal yapılar bir gereklilikten doğmadı, gerekliliğe ikna olarak içselleşen bir süreci yaşanmadan oldu. İşte bu yüzden hangi yapı getirilirse getirilsin, hangi kurallar konursa konsun gerekliliğe ikna olunmayıp içseleşmeyen hiçbir şey çözüm olmuyacaktır sorunlarımıza. Ben Batı medeniyetini övmüyorum, övmekte istemiyorum. Sadece durum tespiti yapıyorum. Batı medeniyete gelişmeye açık bir toplum, kendi toplumsal çıkarlarını gözeten bireylerden oluşurken, bizim toplumumuz gelişime kapalı ve kendi toplumsal çıkarlarını korumaktan çok kendi kişisel çıkarlarını koruyan birey olamamış insanlardan oluşuyor. Kendi toplumuna gerekli olan gerekliliği saptayacak kişiliğe sahip olmayan insanlar.. Batı toplumunun kendi çıkarını koruyan toplumsal mekanizmaları varken, bizde kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyan siyasetçiler var. Bu siyasetçiler bu tahakkümü ancak toplumdaki bireyin niteliğini düşürerek sağlayabilir. Sağlanıyorda. Toplumumuzda insanın güçlü bir birey olmasının engelleyen bir çok etken var. Ve bu inanın tesadüf değil. İkinci kısımda değinmek istediğim ikinci bir konuda; Kitapta Arthur'la George'nin George'nin uğradığı haksızlığa ırkçı bir önyargı dışında başka bir sebep olabilir mi diye fikir yürüttükleri konuyla ilgili. Bence ırkçılık, din ayrımı vb. sebeplerin dışında toplumsal linçlere sebep olan faktörlere ek olarak zayıf veya pasif insanların toplumda oluşturduğu etkide eklenmelidir. Demek istediğim zayıf gördüğümüz, bize zarar vermesi imkansız ve zarar verince zarar görmüyeceğimizden emin olduğumuzda içimizde uyanan sadist duygularda linç etme konusunda en az ırkçı, dinci faktörler kadar etkili bir faktör diye düşünüyorum. Buna kitapta çok değinilmiyor ama bu bence dikkate almaya değer bir faktör. İrfan Yalçın'ın Fareyi Öldürmek kitabını ve o kitaptaki Sabri karakterini göz önüne getirenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Hiç bitiremiyeceğimi düşünmeye başladığım ve doğaçlama bir şekilde yazdığım incelemem son buluyor. Sonuç olarak güzel bir kitaptı benim için. EK: KİTAPTA GEORGE'NİN RAHATSIZLIĞININ TANISINA DAİR BİR DEĞİNME, BİR YARGI YOK AMA GEORGE'NİN YANSITTIĞI DURUMLAR VE SINIRLILIK GÖSTEREN ALGILAMA BİÇİMİ ASPERGER SENDROMUYLA BİREBİR ÖRTÜŞÜYOR. (B.S)

Sherlock Holmes desem !!!: Yaklaşık 25' e yakın kitap yazan , Man Brooker ödüllü ,çağdaş İngiliz romancısı ; Lulian BARNES . Ben yazarı ,10 1/2 (10 buçuk ) bölümde Dünya Tarihi kitabıyla tanıştım ve çok sevmiştim yazım dilini .Günümüz edebiyatının hayal gücü geniş yazarlarından olduğunu düşünüyorum ve diğer kitaplarını da alıp ,okumak istediğim bir yazar. Arthur ve George , ise bir biyografi kitabı .Bu Kitapta iki ana karakter var ,bunlardan bir tanesi Sir Arthur Conan Doyle ,bu kişinin kim olduğunu ise size bir isimle daha tanıdık gelecektir , Sherlock Holmes !!!! Evet ünlü Sherlock Holmes karakterinin yaratıcısı olan yazar , Sir Arthur Conan Doyle . Her iki karakterinde çocukluğundan itibaren başlayan hayat hikayeleri dönüşümlü olarak kısaca anlatılıyor ,sonra bu iki karakteri buluşturan olayın çevresinde geçen olaylar kitabın ana konusunu oluşturuyor. Dönem ,İngiltere 'nin Kraliçe Victoria döneminin son zamanları , George Edalji , İngiltere vatandaşı ama Hint kökenli olması ailenin ülkeye uyum sağlamasını zorlaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Kendi hallerinde ve dikkat çekmeden yaşamaya çalışan aile olmalarına rağmen tam da tüm bu özellikleri yüzünden yaşadıkları kasabada aykırı görülen neredeyse ''öteki '' olarak algılanan bir aile .George Edalji , ailenin sorumluluk sahibi ,kısıtlı olanaklarla eğitimini sürdürmüş ve hatta 8,5 göz miyopluğu olmasına rağmen sonunda avukat olmayı başarmış bir kişi .Tam da ,eğitimini tamamlayıp her şeyin yoluna girdiğini düşündükleri bir zamanda George ,yaşadığı kasabada hayvanların öldürülmesi ile ilgili bir dizi olaydan sorumlu tutularak suçlanıp hapse atılıyor . Dönemin polis teşkilatının, yapısının , işleyişinin uzun uzun anlatıldığı sayfalar süren bir anlatım sizi bekliyor.Arthur , bu dava ile ilgili son gelişmeleri gazetede okuduğu anda , bir İngiliz şovalyesi olarak duruma el atmak istiyor ve böylece iki ana karakterimiz tanışıyor. Kitapta; George ,Arthur 'a soruyor '' Benim masum olduğuma inanıyor musunuz , Mr.Doyle ? '' Arthur 'un unutulmaz cevabı geliyor '' Masum olduğunuzu düşünmüyorum ,masum olduğunuza inanmıyorum masum olduğunuzu biliyorum ,Mr Edalji '' diyor. Ve böylece Arthur ve George ,İngiliz yargısına savaş açıyorlar ve böylece her iki karakterde daha tanınan daha ünlü hale geliyorlar ve dava İngiliz gazetelerinde uzunca bir süre yer alıyor hatta İngiliz yargı sistemindeki temyiz mahkemelerinin gelmesini sağlayan bir dava olarak tarihte yerini alıyor. Ben genel olarak biyografi kitaplarını okumayı seviyorum ve kitaptaki tüm hikaye sizi gerçekten sıkmadan bir Sherlock Holmes !! tadında akıyor .Merak unsurunun da etkisiyle sayfalarını keyifle çevirdiğiniz bir roman ,bu kitap keyifli okumalar dilerim. (Nihal)

Spoiler yoktur diyebilmek için uğraştım... Umarım yoktur... "Masum olduğunuzu sanmıyorum. Masum olduğunuza inanmıyorum. Masum olduğunuzu biliyorum." 19. yüzyılın sonlarında, İngiltere'de, Hint kökenli bir avukat olan George Edalji işlemediği bir dizi suçtan ötürü hapse mahkum edilir. Cezasını çekip salıverildikten sonra, dönemin popüler polisiye yazarı Arthur Conan Doyle'a bir mektup yazar. Aslında Sherlock Holmes fırtınasının estiği o dönem hem Conan Doyle'a hem Baker Street 221B no'lu adrese sayısız mektup gitmektedir. İnsanlar hırsızlıklardan cinayetlere, çözemedikleri her olayda polisten önce Sherlock'a başvurur. Arthur Conan Doyle'un yardımcısı Wood'un dediğine göre patronu, okurlarının gerçek varoluşuna hiç çaba harcamadan inandıkları bir karakter yaratmış olmaktan hem gururlanıp hem de aynı zamanda onların böylesi bir inancı mantıksal sonuçlara dayandırmalarına kızmıştır. Her ne kadar Conan Doyle'un hiçbir mektubu yanıtsız bırakmama gibi bir huyu olsa da ne tüm okur mektuplarını tek tek okuyabilirdi ne de gerçek hayatta Sherlock'tan rol çalmaya niyeti vardı. Sekreteri, imzasını çok iyi taklit ederdi ve asıl alıcısının okuması gerektiğini düşündüğü mektupları ayırıp patronuna götürürdü. George Edalji'nin dosyası ile karşılaşmasıysa talihsiz bir kaybın neticesinde gerçekleşti. O rastlaşmaya birazdan geleceğim. Kitabın ilk yarısı, bu iki ana karakterimizin çocukluklarından birbirleriyle tanıştıkları zamana kadar geçen süredeki hayatlarının anlatıldığı biyografik bir kısımdan oluşuyor. Bir George'un bir Arthur'un hayatını, aralarındaki farkları görerek kesit kesit okuyoruz ki, esas olaylar kitabın kalanında olurken bu kısımları okumak da büyük zevkti. Bence yazarın hem edebi anlamda kalemini konuşturduğu hem de ne kadar yetkin bir gözlem ve analiz gücü olduğunu gösteren bölümlerdi. Yaşayış ve yetişme tarzı bakımından birbirine taban tabana zıt kişiler olsalar da ikisinin de din konusunda kendi içlerinde düştükleri çelişkiler ve sorgulamaları ortaktı. Burada söz konusu olan Hristiyanlık belki ama bu bölümleri okumak bana, din üstüne düşündüğümüzde hepimizin aynı çıkmazlara düştüğünü, aynı sorularla boğuştuğumuzu hissettirdi. Arthur belki daha özgür bir ortamda, her türden görüşe maruz kalabileceği bir çevrede bunlarla uğraştı ve kendi yolunu çizdi ama George gibi yalıtılmış bir çevrede ve tamamen dinine bağlı bir ailede büyüyen birinin bile kuşkuları gün yüzüne çıkıyorsa, aklında hiçbir soru işareti barındırmadan, saf iman sahibi biri var mıdır diye merak ettim. Bildiğimiz gibi Arthur Conan Doyle, yarattığı inançsız ve tepeden tırnağa bilim ve mantık adamı olan Sherlock Holmes karakterinin aksine ateşli bir spiritüalistti. Ruh çağırma seanslarına katılırdı. Bilim insanı olmalarına rağmen kendisiyle aynı inanışları paylaşan, ruhun varlığına ve sonsuzluğuna inanan kişileri takip eder, onlarla konuşurdu. İncil'deki öğretilerin, kilisenin menfaatleri doğrultusunda çarpıtılmış ve değiştirilmiş olduğuna inanır, bilindik anlamda Hristiyan sayılmazdı. İsa'yı da spiritüalizm çerçevesinde "medyum" diye tanımlar ve ona kendi tarzıyla inanıp saygı duyardı. Sadece toplum değil, kendi ailesi tarafından bile yadsınan inanışlardı bunlar. Arthur'un, kız kardeşiyle bu konular üzerine, okur olarak beni çok tatmin eden ve tam olarak merak ettiğim soruların sorulup Conan Doyle tarafından cevaplandığı zihin açıcı tartışmaları vardı. Bu kısımlarda kitap bana, harika bir roman olan Nietzsche Ağladığında'yı anımsattı. Okuyanlar bilir, orada da kitap kurgu olmasına rağmen, zaman zaman Nietzsche kendi ağzıyla konuşur. Yani Nietzsche'nin diyaloglardaki bazı cümleleri, kitaplarında yazdığı cümlelerden alınmadır. Yalom'da hayran kaldığım bu yöntemi Julian Barnes da kullanmış. Sherlock Holmes kitaplarından anımsadığımız, "Olanaksız olanı ortadan kaldırırsan, geriye kalan şey, ne denli olasılık dışı olursa olsun, gerçektir" ve bunun gibi yakalayabildiğim birkaç cümle daha kitapta geçiyor. Burada Yalom ve Barnes'ta benim takdir ettiğim şey, hayatları üzerinden kurgu bir metin icat ettikleri yazarların kitaplarını okuyup, aforizma niteliğindeki cümleleri not edip romanlarında kullanmaları değil. Kitaplarında, epigraflarda ünlü yazarlardan alıntılar yapan dünya kadar yazar var. Hayranlık duyulacak şey bu cümleleri bir sohbette veya tartışmada, görüşlerine karşıt bir argüman sunulduğunda, yerli yerinde kullanmaları. Daldan dala atlamış olucam ama Fuat Sevimay da bir söyleşisinde kitap/bendeniz-james-joyce--227387 kitabında bahsettiğim şekilde, diyaloglarda Joyce'un kendi cümlelerini kullandığından bahsetmişti. O kitabı okumayı da merakla bekliyorum. Kitabın ikinci yarısına gelirsek, Arthur uzun zamandır tüberkülozla boğuşan eşini kaybeder ve eşinin hastalığı boyunca yaptıklarından pişmanlık duyar. Conan Doyle'un eşiyle olan durumlar başlı başına ayrı bir inceleme yazısını hak eder. Sadece karısının ölümünün Arthur'u çok sarstığını ve yaşamla ilgili her türlü motivasyonunu kaybedip sabah akşam suçluluk duygusu içinde kendini sorguladığı durağan bir döneme girdiğini belirteyim. George Edalji davasıyla karşılaşması bu dönemine denk gelir. Normal zamanda buruşturup çöp sepetine yollayacağı bir gazete küpürü o anki hareketsizliğinde ilgisini çeker ve küpürle beraber Edalji'nin ona yolladığı tüm belgeleri dikkatle okumaya başlar. Onlarca dedektiflik hikayesi yazmış, akıl yürütmede ve görünür olmayanı görmede artık ustalaşmış Arthur'u bir şeyler hemen rahatsız eder. Tüm soruşturma ve tutuklama sürecindeki adaletsizlik gün gibi ortadadır ve hiddetle harekete geçer. Sekreterine George Edalji ile hemen bir buluşma ayarlamasını söyler. Bu kısımdan sonrası Sherlock Holmes sevenlerin bayılacağı türden bir dedektiflik hikâyesi artık. Yine de George'a yöneltilen suçlamalara değinmezsek inceleme eksik kalacak. Önce onlara yakın bir okulun anahtarı, Edaljilerin evinin merdiveninde bulunur ve George'un babası kendi elleriyle anahtarı polise teslim eder. Sonra çeşitli kişilere, polis amirleri de dahil, tehdit içerikli mektuplar gider. Başta dediğimiz gibi George Hint kökenliydi ve yalıtılmış bir ortamda büyümüş biriydi, pek sosyal biri değildi ve başkaları da onunla arkadaşlık etmeye can atmazdı. Doğal olarak (veya olmayarak, bakış açınıza göre değişir) bu mektuplardan Edalji ailesinin kendisine de gelmesine rağmen, polis George'un kendisinden şüphelenmeye başlar. Amirler, George'u ikaz etmekle yetinir ve birkaç yıl olaysız ve mektupsuz geçer. Ardından tekrar esrarengiz mektuplarla beraber yörede at yaralanması vakaları görülmeye başlar. Biri veya birileri, geceleri gizlice atlara sokulup bıçak benzeri bir aletle karınlarını yaralayıp kanamadan ölmelerine yol açar. Okur başından beri George'un masum olduğunu bilir ama polisin uydurduğu akıl almaz senaryolar ve şaibeli uzman raporları neticesinde tutuklanışını izler. Özellikle bir mahkeme sahnesi vardı ki... Her hatırlayışımda gözlerim dolacak. George'un babası papazdır ve mahkemede sanığın şahidi olarak konuşur. Kimse onun yemininden ve sözünün doğruluğundan şüphe etmeyeceği için George, babası konuşunca hakimin de soruşturma savcısının da sus pus olacağını ve masumiyetinin ilan edileceğini bekler. Ama babasına yöneltilen kurnazca sorular işin rengini değiştirir. Babasının cevap verirkenki tereddütlü halleri ve işlerin oğlunun aleyhine gittiğini fark ettiğindeki çaresizliği yürek burkar. Mahkemeden sonra George'un, avukatı Mr. Meek ile arasında geçen bir diyalog: "Mr. Meek, korkarım annemle babam iyi birer tanık olmadı." "Ben böyle demezdim, Mr. Edalji. En iyi insanların zorunlu olarak en iyi tanıklar olmadığı bir gerçek. İnsanlar vicdanlı ve dürüst oldukça, sorulan soruların her bir sözcüğü üzerinde uzun uzun durdukça, alçakgönüllülüklerinden dolayı kendilerinden kuşkulandıkça, Mr. Disturnal gibi dava vekilleri tarafından bir o kadar kolay manipüle edilebiliyorlar. Sizi temin ederim, bu ilk kez olmadı. Durumu nasıl ifade edebilirim? Bu bir inanç meselesi. İnandığımız şeyler, inanma gerekçelerimiz. Hukuki görüş açısından, en iyi tanıklar jürinin en çok inandığı tanıklardır." Sonrasında George maalesef hapis cezasına mahkum ediliyor. Kesinleşen ceza 6 yıldı ama 3 yıl yatıp çıktı. O arada olanları, cezanın neden kısa sürdüğünü, hukuk terimlerine de yabancı olduğumdan net ifade edemiyorum ama sonrasında Arthur'a mektup yazıyor ve olaylar gelişiyor. Arthur ve George'un ilk buluşmaları, Arthur'un George'a inanışı, masumiyetinden zerre şüphe duymayışı ve davasını sahiplenişi çok dokunaklıydı. George'un tek istediği kaybettiği itibarını ve mesleğini geri kazanmaktır ama Arthur asla bununla yetinmeyeceklerini söyler. Haksız yere hapis yattığı süre için tazminat alacaktır. Ayrıca gerçek suçlu/lar bulunup yakalanacaktır. Polis ve mahkeme verdikleri yanlış kararlar yüzünden hesap verecektir. "Ben büyük bir fırtına koparmak niyetindeyim," der ve incelemenin başında alıntıladığım sözü söyler: Masum olduğunuzu sanmıyorum. Masum olduğunuza inanmıyorum. Masum olduğunuzu biliyorum. Arthur Conan Doyle davayı çözüyor mu çözemiyor mu onu okuduktan sonra görürsünüz ama İngiliz bürokrasisinde, bahsettiği büyük fırtınayı koparttığını, ülkenin tarihinde mihenk taşı sayılabilecek bir düzenlemeye, Ceza Temyiz Yasası'nın yürürlüğe girmesine vesile olduğunu söyleyebilirim. Olayı kesin çözmüştür diye kestirip atanlar varsa ve yine de okurlarsa kitap onlara, gerçek hayattaki ilmek ilmek örülmüş ağların, romanlardaki gibi kolayca çözülemediğini gösterecek. Son olarak tüm bu anlatılanların ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu diye düşünürken kitabın sonundaki Yazarın Notu kısmını okumayı sabırsızlıkla bekledim. Tabii ki "spoiler" yememek için sona saklamıştım. Yazdığı şu: Jean'in Arthur'a yazdığı mektup dışında (kendisi Conan Doyle'un ikinci eşidir), imzalı ya da imzasız, alıntılanan bütün mektuplar gerçektir; gazetelerden alıntılar, hükümet raporları, Parlamento'daki duruşma kayıtları ve Sir Arthur Conan Doyle'un yazıları da gerçektir. Şu kişi ve kurumlara teşekkür borcumu iletmek istiyorum: Staffordshire Polis Örgütü'nden Komiser Yardımcısı Alan Walker, Birmingham Merkez Kütüphanesi Şehir Arşivleri, Staffordshire İlçesi Mülkiyet Hakları Servisi, Peder Paul Oakley, Daniel Stashower, Douglas Johnson, Geoffrey Robertson ve Sumaya Partner. Bir de yazarın verdiği bir kaynakça yok ama ben kitapta yıllar sonra George'un okuduğu ve yazarının Arthur Conan Doyle olduğu "Anılar ve Serüvenler" ile "Bir Spiritüalistin Gezileri" kitaplarının, romanın başlarında, bahsettiğim Arthur Conan Doyle'la ilgili biyografik kısımda Julian Barnes'ın büyük ölçüde yararlandığı kaynaklar olduğunu tahmin ediyorum. Maalesef ikisi de Türkçe'ye çevrilmemiş. Son noktayı koymaya çalıştıkça inceleme uzuyor ama kitabın 3 bölümlük mini dizisi var. Henüz sadece ilk bölümün yarısını izledim ama benim kafamda canlanan atmosfer ve Sir Arthur Conan Doyle portresi başkaydı. Önce kitap, sonra dizi/film diyorum yine de, daima (: Ve George'a karşı baştan beri tutulan ırksal önyargı ve yapılan sistemli haksızlıklar bana hep Bülbülü Öldürmek kitabı ile 12 Kızgın Adam filmini anımsattı. İkisi de tanıdığım herkesin okuyup izlemesini isteyeceğim değerli başyapıtlardır. İncelememi, Arrhur Conan Doyle'un ikinci evliliğinin nişan töreninde kurduğu bir cümleyle bitireceğim. Bu takdimden George Edalji adına onur duydum: "...ve bu öğle sonrası aramızda bulunan genç dostum George Edalji'ye hoşgeldin demekten büyük bir zevk duymaktayım. Burada görmekten daha büyük gurur duyduğum kimse yok..." - Sir Arthur Conan Doyle (bahar)

Arthur ve George PDF indirme linki var mı?

Julian Barnes - Arthur ve George kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Arthur ve George PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Julian Barnes Kimdir?

Julian Patrick Barnes (d. 19 Ocak 1946,-), Man Booker Ödülü sahibi, çağdaş İngiliz roman yazarı. Dan Kavanagh takma ismiyle polisiye romanlar da yazan Barnes, Fransa'da da popüler olan İngiliz yazarlardan biridir. Sanatçı bu ülkede aralarında Médicis Ödülü ve Prix Femina'nın da bulunduğu bir çok ödül kazandı.

City of London School ve Oxford'taki Magdalen Koleji'nde eğitim gören Barnes, eğitimini tamamladıktan sonra Oxford İngilizce Sözlükleri'nde sözlük düzenleyicisi olarak çalışmaya başladı. Daha sonraları edebiyat ve sinema eleştirmenliği yaptı. Uzun bir zamandır sadece yazmaktadır. Erkek kardeşi, Jonathan Barnes antik felsefe dalında uzman bir filozoftur.

Uzun yıllar yazar temsilciliği yapmakta olan eşi Pat Kavanagh ile birlikte Londra'da yaşadı. Pat Kavanagh'ı, 20 Ekim 2008'de beyin tümörü sebebiyle kaybetti

Julian Barnes Kitapları - Eserleri

  • Bir Son Duygusu
  • 10,5 Bölümde Dünya Tarihi
  • Biricik Hikâye
  • Seni Sevmiyorum
  • Flaubert'in Papağanı
  • Benimle Tanışmadan Önce
  • Zamanın Gürültüsü
  • Hayat Düzeyleri
  • Oklukirpi
  • Metroland
  • Aşk Vesaire
  • Arthur ve George
  • Korkulacak Bir Şey Yok
  • Gündoğumuna Yolculuk
  • İngiltere İngiltere'ye Karşı
  • Limon Masası
  • Bendeniz Duffy
  • Tekmeyi Yapıştırmak
  • Çulsuzlar
  • Kırmızı Giysili Adam
  • Yalan Dolan Kenti
  • Manş Ötesi
  • Nabız
  • Mutfaktaki Tarifbaz
  • Gözünü Açık Tutmak
  • Penceremden
  • Bir Çift Söz

Julian Barnes Alıntıları - Sözleri

  • “zayıfın tiranlığı” diye müthiş bir cümle kurmuştu. (Benimle Tanışmadan Önce)
  • Her geçen gün daha çok zihninin içinde yaşadı ve orada olmaktan hoşnuttu. Hatıralar vardı, bir dolu hatıra; (Gündoğumuna Yolculuk)
  • " Zamanı hazmetmemizin en iyi yolu müziktir." (Korkulacak Bir Şey Yok)
  • Evliliğin üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra daha önce yapmadığınız bir şeyi yapmanıza izin yok. Evet, biliyorum, seks hayatınızı nasıl canlandırabileceğiniz hakkındaki, onun size özel iç çamaşırları almasını sağlamak hakkındaki, bazen mum ışığında baş başa romantik bir akşam yemeği yemek ya da birlikte olmanın o keyifli vaktini yaşamak hakkındaki bütün şu makaleleri ve tavsiye sütunlarını okudum ama bunlara gülüp geçiyorum, çünkü hayat böyle değil (Aşk Vesaire)
  • Insan,ölüm tarafından düzeltilen bir yazı hatasıdır yalnızca. (Manş Ötesi)
  • Sadece belli zamanlarda belli sayıda şeyin cevabını bilmeye muktedirizdir. (Gündoğumuna Yolculuk)
  • Eğer insanların söylediklerinize dikkat etmesini istiyorsanız, sesinizi yükseltmeniz değil de alçaltmanız gerekir; gerçekte asıl dikkat çeken şey budur. (Bir Son Duygusu)
  • Hayatınız denen şeyin baş tanığı şimdi susmuş oluyor ve geriye yönelik kuşku da kaçınılmazlaşıyor. (Hayat Düzeyleri)
  • Her zaman tehlike vaktidir. (Seni Sevmiyorum)
  • Hekimlik eğitimi sırasında, ölülerin yüzlerinde, sanki yaşamanın sıkıntısı ve gerginliği yerini daha büyük bir huzura bırakmış gibi, çok daha büyük vaatler olduğunu fark etmeye başlamıştı çoğu kez. Bunun bilimsel açıklaması ölüm sonrası kasların gevşemesiydi; ama kafasının bir yerinde bunun gerçek açıklama olup olmadığını merak ediyordu. (Arthur ve George)
  • Biz hepimiz güvenli bir yer arıyoruz sadece. Eğer bu yeri bulamazsan, o zaman zaman geçirmeyi öğrenmek gerekir. (Biricik Hikâye)
  • O zamanlar otuz sekiz yaşındaydı: on beş yıldır evliydi; on yıldır aynı işteydi; esnek ödemeli bir konut kredisi borcunu yarılamıştı. Yaşamını da yarıladığını düşünüyordu; ve yokuş aşağı inişi artık hissedebiliyordu. (Benimle Tanışmadan Önce)
  • ya beyniniz sizin düşmanınız olursa, ne olurdu? (Benimle Tanışmadan Önce)
  • Bir başkasını aramamızın sebebi de bu. Tamamlanmak için. (Hayat Düzeyleri)
  • ...insan yarı isteyen, yarı razı olan, yarı seçilen bir yaratıktan başka nedir ki ? (Metroland)
  • "Eski günlerin çarpıcı yanı ,"dedi Vic feylesofça bir edayla,"o zamanlar hiç de eski günler gibi görünmemeleri." (Çulsuzlar)
  • Ölüm gibi keder de sıradan ve biriciktir. (Hayat Düzeyleri)
  • İlk anısının, mutfak döşemesinde oturmak olduğunu söylüyordu; döşeme, üzerinde delikler bulunan, gevşek dokunmuş bir rafyayla kaplıydı; içine kaşık sokup deliklerini daha da büyütebileceği ve bu yüzden de dayak yiyebileceği türden bir şeydi -ama o kendini güvende hissediyordu, çünkü annesi arkada bir yerde, kendi kendine şarkı söylüyordu -annesi yemek pişirdiğinde, başka zamanlar dinlemekten hoşlandığı şarkıları değil, hep eski şarkıları söylerdi- ve bugün bile Martha, radyoyu açıp da “You’re the Top” veya “We’ll All Gather at the River” yahut “Night and Day” gibi bir şarkıyı işittiğinde, ansızın burnunda, ısırgan çorbası ya da kavrulan soğan kokusu duyardı. En tuhaf şey de bu değil miydi? -ve sonra “Love Is the Strangest Thing” diye bir şarkı daha vardı ki, bu onun için her zaman, ansızın kesilivermiş bir portakalın suyunun sıkılması anlamına gelirdi. Ve orada, döşemenin üzerine yayılmış olarak, İngiltere Bölgeleri yapboz oyunu olurdu. Anneciği, daha oyunun başında, bütün dış kenarları ve denizi yaparak ona yardım etmeye karar vermişti ve kendi önünde de, ülkenin ana çizgileri, döşemenin bu komik şekilli rafya parçası kalmıştı. Bu şekil biraz da plajda bacaklarım açarak oturmuş, göbekli ve yaşlı bir hanımefendiyi andırıyordu -bacaklar Cornwall oluyordu, gerçi tabii o zamanlar bunu düşünmemişti, Cornwall sözcüğünü ya da parçanın hangi renkte olduğunu bile bilmiyordu, hem çocukların yapboz parçalarıyla nasıl oynadıklarım bilirsiniz, bir parçayı ellerine alırlar ve onu bir deliğe öylece sokmaya uğraşırlar, herhalde kendisi de, Lancashire’ı almış ve onu Cornwall’un yerine sokmaya çabalamıştı. (İngiltere İngiltere'ye Karşı)
  • Fitzgerald'da, bir romancının (ve çekingen bir kişinin) sıkıcı bir biçimde didaktik olma korkusu vardı: "Okurun her zaman kendisine çok fazla şey anlatılmasından fena halde hakarete uğradığını hissediyorum" diyordu. (Penceremden)
  • "Madem ki bir erkeği Ay'a gönderebiliyorlar, öyleyse neden hepsini birden oraya göndermiyorlar?" (Gündoğumuna Yolculuk)

Yorum Yaz