At Çalmaya Gidiyoruz - Per Petterson Kitap özeti, konusu ve incelemesi
At Çalmaya Gidiyoruz kimin eseri? At Çalmaya Gidiyoruz kitabının yazarı kimdir? At Çalmaya Gidiyoruz konusu ve anafikri nedir? At Çalmaya Gidiyoruz kitabı ne anlatıyor? At Çalmaya Gidiyoruz PDF indirme linki var mı? At Çalmaya Gidiyoruz kitabının yazarı Per Petterson kimdir? İşte At Çalmaya Gidiyoruz kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Per Petterson
Çevirmen: Deniz Canefe
Yayın Evi: Metis Yayınevi
İSBN: 9789753426565
Sayfa Sayısı: 224
At Çalmaya Gidiyoruz Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar, mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda bir şeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler olgular, –duygular değil; herhangi bir şey hakkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar. Onların yaptıkları şey kendi duyguları, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz."
Trond 67 yaşında kenti arkasında bırakıp Norveç ormanlarında inzivaya çekilir. Taşra hayatı güzeldir ama daha on beş yaşındayken hayatını alt üst eden olaylar tesadüf eseri yeniden zihnine hücum eder. Artık sandıktaki sırların bir bir ortaya dökülme vakti gelmiştir.
At Çalmaya Gidiyoruz Alıntıları - Sözleri
- Herkesin sevdiği insanların genellikle biraz silik, yumuşak, kimseyi kızdırmamak için ellerinden geleni yapan insanlar olduğunu görmüştüm.
- Çok hayalci bir insandı, zamanının çoğunu kendi düşüncelerinin içinde kaybolarak geçirirdi.
- Sanki bir perde inip bir zamanlar tanıdığım her şeyi örtmüştü. Yaşama yeniden başlamak gibiydi. Renkler farklıydı, kokular farklıydı, şeylerin içimde yarattığı duygular farklıydı. Yalnızca soğuk ve sıcak, aydınlık ve karanlık, mor ve gri farklı değildi, korkmam ve mutlu olmam bile değişmişti.
- Bence yaşamlarımızı biz kendimiz yaratıyoruz, en azından ben kendi yaşamımı yarattım, ne kadar değerli bir yaşamdır bilmemem, bütün sorumluluğu da yalnızca kendi üzerime alıyorum.
- Artık zamanın benim için ne kadar önemli olduğunu hissediyorum. Daha hızlı ya da yavaş geçsin diye değil, yalnızca zaman olsun diye; içinde yaşadığım, fiziksel olaylar ve etkinliklerle bölebildiğim bir şey olarak benim için belirginleşsin ve farkına varmadan geçip gitmesin diye.
- “Elinde bir kitapla koltuğuna gömülür, her şeyden kopardın, yanına gelip kolunu çekiştirerek sana ne okuduğunu sorduğumda ilk önce benim kim olduğumu çıkaramamış gibi bakardın, sonra gözlerinde ciddi bakışlarla Dickens derdin, o zamanlar ben Dickens okumanın başka kitaplar okumaya benzemediğini düşünürdüm; belki de bu biraz alışılmadık bir şeydi, herkesin yaptığı bir şey değildi, bana öyle gelirdi en azından.”
- Vücudum yorgundu, kafam yorgundu, derim uyuşmuştu, yatağımda, yorganın altında uyumaktan başka bir şey istemiyordum. Uyumak, uyumak, artık daha fazla uyuyamayacak hale gelene kadar uyumak.
- İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar, mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda bir şeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler olgular, duygular değil; herhangi bir şey hakkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar. Onların yaptıkları şey kendi duyguları, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinkiyle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz. Siz istemedikçe kimse size dokunamaz. Yalnızca kibar olmak, gülümsemek, paranoyakça düşünceleri kafalarından uzak tutmak gerek, çünkü ne tür bir oyun oynarsanız oynayın sizin hakkınızda konuşacaklar, bundan kaçamazsınız ve zaten siz de aynısını yapardınız.
- ...çok fazla gülümser ve kahkaha atardı, ama bunu içinden öyle geldiği için yapardı, birilerinin çevresinde uyumlu bir hava estirmek istediği için değil.
- "Ama hayat böyle işte," dedi. "İnsan ancak böyle öğreniyor, bir şeyler olduğu zaman. (...)"
- “'Kendi yaşamöykümün kahramanı ben mi olacağım, yoksa bu yeri başka birisi mi ele geçirecek, bu sayfalarda göreceğiz bunu.'“
- Babam ve ben iki hafta önce Oslo'dan trene binmiştik, sonra Elverum'da trenden inip saatlerce otobüs yolculuğu yaparak buraya gelmiştik. Otobüs benim hiç anlamadığım bir düzene göre mola veriyordu, ama en azından sık sık durduğunu biliyordum, kimi zamanlar sıcak koltukta, güneşin altında pişerek uyuyordum, yeniden uyanıp camdan dışarı baktığımda bir milim bile ilerlememişiz gibi görünüyordu, çünkü manzara ben uyumadan öncekinin aynısıydı: iki yandaki tarlalar arasından kıvrılarak uzanan çakıllı bir yol; beyaz boyalı ahırları, kırmızı boyalı samanlıklarıyla irili ufaklı çiftlik evleri; yola kadar inen dikenli tellerin arkasındaki otların üzerine uzanmış, güneşin altında gözlerini kısarak geviş getiren, neredeyse hepsi kahverengi, birkaç tanesi de beyaz üzerine kahverengi ya da siyah benekli inekler; çiftliklerin arkasında orman ve hiç değişmediğinden emin olduğum bir yamacın üzerindeki maviliğin içinde bulutlar. Bu yolculuk hemen hemen bütün gün sürdü, ama en tuhaf yanı hiç canımın sıkılmamasıydı. Gözkapaklarım ısınıp ağırlaşana kadar camdan dışarıyı seyretmek hoşuma gidiyordu, uykuya dalıyor, yeniden uyanıyor, belki bin birinci kez camdan dışarıyı seyrediyordum ya da arkamı dönüp bütün yolculuk boyunca teknikle, ev yapımıyla, makinalarla ya da motorlarla ilgili bir kitaba burnunu gömüp oturan babama bakıyordum, bu tür şeylere müthiş bir düşkünlüğü vardı. Ben baktığımda kafasını kaldırıp bana bakıyor, başını sallayarak gülümsüyordu, ben de ona gülümsüyordum, sonra yeniden kitabına gömülüyordu. Sonra bir kez daha uykuya dalıp sıcak, yumuşak şeylere dair rüyalar görüyordum; son kez uyandığımda babam omzumu sarsıyordu. "Selam şef," dediğinde gözlerimi açıp çevreme bakındım. Otobüs durmuş, motoru susmuştu, dükkânın önündeki büyük huş ağacının gölgesindeydik. Irmağın üzerindeki köprüye giden yolu, tam orada daralıp köpürerek akan ırmağı ve ağaçların tepesinde parlayan alçalmış güneşi gördüm. Şimdi son kez dışarı çıkacaktık. Burası son duraktı. Daha öteye gitmek olanaksızdı, geri kalanını yürümek zorundaydık, beni Norveç'te gidilebilecek en uzak yere kadar getirmiş olmanın tam babama göre bir davranış olduğunu düşündüm; niçin özellikle buraya geldiğimiz konusunda hiçbir şey sormadım, çünkü sanki beni bir sınava sokmuş gibiydi ve benim de buna hiç itirazım yoktu. Babama güveniyordum. Otobüsün arkasındaki bagajdan torbalarımızı ve aletlerimizi aldık, köprüye doğru yürümeye başladık. Köprünün tam ortasında durup aşağıda hızla akan yeşilimtrak suları seyrettik, olta kamışlarını sımsıkı tutup yeni yapılmış tahta korkuluğa vurduk, ırmağa tükürdük ve babam seslendi: "Sen bekle bakalım Jakob!" Bütün balıklara Jakob derdi; ister evimizde, tuzlu Oslo fiyordunda olsun, ister burada, İsveç sınırını geçip bir yarım daire çizerek bu köyün içinden geçtikten sonra birkaç mil güneyde İsveç'e geri dönen ırmağın başında olsun, korkuluktan yarı beline kadar sarkar, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle yumruğunu derinlere doğru sallayarak, "Sen bekle bakalım Jakob, şimdi gelip seni yakalayacağız," derdi. Bir yıl önce köpürerek akan sulara gözlerini dikip baktığımı, suyun gerçekten İsveçli olduğunu, sınırın bu yanında yalnızca geçici olarak bulunduğunu görmenin, anlamanın ya da tatmanın bir yolu olup olmadığını merak ettiğimi hatırlıyordum. Ama ben o zamanlar çok daha küçüktüm, dünyayı çok az tanıyordum, zaten yalnızca öylesine bir düşünceydi bu. Babam ve ben köprüde durmuş birbirimize bakarak gülümsüyorduk ve en azından ben beklenti hissinin göğsüme yayıldığını duyumsuyordum. "Nasıl gidiyor?" diye sormuştu. "İyi," derken elimde olmadan gülmüştüm.
- Saclarımı bir kez daha karıştırırken gözlerini kısarak, dudağında o çok hoşuma giden yarım gülümsemesiyle bana baktı.
- Ne zaman canımın acıyacağına ben kendim karar verirdim, acımı belli edip etmemeye de.
- "İnsanlar onlara bir şeyler anlatmanızdan hoşlanıyorlar, mütevazı ve güven veren bir ses tonuyla yeterince şey anlatırsanız sizi tanıdıklarını sanıyorlar, ama aslında tanımıyorlar, sizin hakkınızda bir şeyler öğreniyorlar sadece, çünkü öğrendikleri şeyler olgular, duygular değil; herhangi bir şey hakkında ne düşündüğünüzü, başınıza gelenlerin ve verdiğiniz kararların sizi nasıl siz yaptığını bilmiyorlar. Onların yaptıkları şey kendi duygulan, düşünceleri ve tahminleriyle boşlukları doldurmak, sizinkiyle çok az ilgisi olan yepyeni bir yaşam yaratmak, böylece artık güvendesiniz. Siz istemedikçe kimse size dokunamaz. Yalnızca kibar olmak, gülümsemek, paranoyakça düşünceleri kafalarından uzak tutmak gerek, çünkü ne tür bir oyun oynarsanız oynayın sizin hakkınızda konuşacaklar, bundan kaçamazsınız ve zaten siz de aynısını yapardınız.. "
At Çalmaya Gidiyoruz İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Haydi, at çalmaya gidiyoruz!: Gerçekten at çalan birilerinin olduğunu düşündüğüm için bile garip görünmüştü kitap gözüme. Fakat enteresan bir kitap okuduğumu sayfalar sona ermeye başlayınca anladım. Şöyle ki bir kitap sizi içine alıyorsa, muhtemelen olayların akışı epeyce merak duygusu uyandırıyordur. Bu kitapta merak duygumu ön planda tutamadığı halde beni kendine bağlayacak ölçüde garip olan şey durağanlık. 67 yaşında, 2 evlilik geçirmiş fakat yalnızlığıyla baş başa kalan Trond, Norveç'in haliyle soğuk ve kitap kapağındaki gibi karlı bir ormanında yaşıyor. Öyle yaşamayı tercih etmesinin belli sebepleri var ki kitapta okuyoruz elbette. (İmrenmedim değil ara sıra.) Sık sık geçmiş yaşantısına dönülerek, birinci ağızdan anlatılan 15 yaş zamanları, şuanki yaşamında bir şekilde karşısına çıkıyor ve geçmişte yaşanan birtakım olaylara açıklık getiriliyor kitapta. Olay örgüsü aslında bu kadar. Sonunun bağlandığı bir nokta beklemeksizin okudum. Sonra ne mi oldu? Betimleme severler için özellikle yazıyorum, enfes bir betimleme sanatıyla karşılaştım. Öyle ki alınan nefesin, yürünen yolun, içilen kahvenin, bir bakışın ve bir gülüşün bile özel bir rengi varmış gibi her hali, her şekli eşsiz bir şekilde canlandı gözümde. Üstelik hiç sıkılmadım. Aksine, neyi ne kadar daha bu şekilde güzel ve çekici anlatabileceğini merak ederek okudum. Nitekim kitap bitti ve ben sanki ortalarda bir yerde kapatmışım ve tam olarak devamından mahrum kalmışım gibi hissettim. Bu hayal kırıklığı yaşadığım anlamına gelmesin; tadı damağımda kaldı diyelim. Öyle güzel içine daldım, öyle güzel yaşadım ki kitabı, "Acaba şuan Trond amca ne yapıyor?" gibi tatlı bir düşünce takılı kaldı bir süre zihnimde. İşte bana, bitince de aranılan böyle kitaplar gerek. Belki size de böylesi gerekir. Denemek ister misiniz? O halde haydi! At çalmaya gidiyoruz. (Selda AYHAN AKBAŞ)
Ormanın içinde, sakin sessiz bir ortamda, can yoldaşı olarak bir köpek ile birlikte yaşamak... Bir an çok cazip geliyor değil mi? İşte Trond da 67 yaşında böyle bir hayatı seçiyor... İkinci eşi öldükten sonra çocuklarına bile haber vermeden, bir kaçış şeklindeki bu inzivası aslında geçmişine bir kapı aralıyor... . 15 yaşındaki Trond'u tanıyoruz daha çok... Arkadaşı Jon'un at çalmaya gidiyoruz demesiyle yaşadıkları maceralı anlardan bir anda garip hallere bürünmesi, Trond'un hafıza yollarında bizi de şaşırtıyor... Bir kuş yuvasını parçalamasıyla anlatıyor Jon bazı şeyleri... . Baba figürü önemli bir etken bu kitapta... Bir görünüp bir kaybolan baba, oğluna hayatının sözünü bırakıp gidiyor sanki... Bir de savaş zamanını... . "Ne zaman acıtacağına sen kendin karar verirsin"... . Per Petterson açık açık anlatmıyor bize olanları... Trond'un hafızasına kayıtlı anıları sunuyor bize ama birleştirip bütün oluşturmak bize kalıyor... Benim sevdiğim bir kitap oldu At Çalmaya Gidiyoruz... İsmiyle de merak uyandırıyor hani.. (Emet Denizci)
#atçalmayagidiyoruz @kitapdunyam_1 ile #doğuyukeşfetmaratonunda bu hafta beraber okuduğumuz bir kitap. 67 yaşında, Norveç'te, çocukluğunun da geçtiği bir köyde inzivaya çekilip geçmişi ile bağlar kuran, anıları ile yüzleşip, yaşadığı olaylardan öğrendiklerinden dersler çıkaran Trond'un öyküsü...Konunun nereye gittiğini neredeyse son sayfasına kadar tam olarak tahmin edemediğiniz ama muhteşem betinlemeleri ile yaşanan mekanı ve olayları gözünüzde canladırabildiğiniz bir anlatıma sahip bir kitap. Kahramanın hayatı boyunca yaşadıklarından öğrendikleri " Canımızın ne zaman acıyacağına gerçekten kendimiz karar veririz." cümlesi ile özetlenmiş adeta. Kitabın sonuna kadar devam eden bir beklentim oldu ama bir türlü gelmedi o can alıcı kısım. Usul usul sakin, yumuşak bir anlatımı var ama işte insan bir süpriz, can alıcı birşey beklemiyor değil. Sonunda " Aa bak gördün mü?" diyeceği bir beklentiye sokuyor insanı böyle anlatımlar. " Eksik birşey kaldı." hissi oluştu bende kitabı bitirdiğimde. (Aslı)
At Çalmaya Gidiyoruz PDF indirme linki var mı?
Per Petterson - At Çalmaya Gidiyoruz kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de At Çalmaya Gidiyoruz PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Per Petterson Kimdir?
1952'de Oslo'da dünyaya geldi. Kütüphanecilik eğitimi alan Petterson, tüm zamanını yazarlığa vakfetmeden önce bir süre kitapçılık, çevirmenlik ve edebiyat eleştirmenliği yaptı. 1987'de öykülerden oluşan ilk eseri Aske i munnen, sand i skoa yayımlandı. Daha sonra yazdığı Ekkoland (1989), Det er greit for meg (1992), Til Sibir (1996), I kjølvannet (2000) adlı eserleriyle Norveç'in en iyi romancıları arasına girdi. At Çalmaya Gidiyoruz ile büyük bir çıkış yapan yazar hem Norveç Kitapçılar Ödülü'nü hem de Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü'nü aldı. Eser İngilizceye çevrildikten sonra dünya çapında ün kazandı. 2004'te Månen over Porten adlı bir deneme kitabı yayımlayan Petterson'un Lanet Olsun Zaman Nehrine adlı romanı Kuzey Ülkeleri Konseyi'nin edebiyat ödülüne layık görüldü.
Per Petterson Kitapları - Eserleri
- At Çalmaya Gidiyoruz
- Lanet Olsun Zaman Nehrine
- Reddediyorum
- Benim Durumumdaki Erkekler
- Ardından
Per Petterson Alıntıları - Sözleri
- Vicdan tekerlek, hatta daire testere gibidir. Keskin dişlileriyle döner durur, canımızı delicesine yakar. Eğer çok kötü bir şey yaparsan etrafı kan götürür, ancak yaptığın kötülükler artınca testerenin dişleri körelmeye başlar, ruhun hissizleşir, hiç bir şey koymaz sana (Reddediyorum)
- İnsanın yalnızken mi yoksa yanında tanıklar varken mi döktüğü gözyaşları ağlamak sayılırdı? (Benim Durumumdaki Erkekler)
- Anılar için teşekkürler, umut için teşekkürler, buruk ıstırap hediyesi için teşekkürler. (Lanet Olsun Zaman Nehrine)
- Uzun, çok uzun zamandır sıkışmış olan göğsüme usul usul boşluk pompalıyorum, içimdeki sessizlik etrafımı saran sessizlikle uyum sağlayana dek. Sırtımı çam iğnelerine vererek tekrar uzanıyorum ve buz gibi soğuk havayı solumak iyi geliyor. Ağaç gövdelerinin arasından, tamamen açık ve yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıyorum ve o yavaşça dönüyor, tüm dünya yavaşça dönüyor ve muazzam bir boşluk oluyor. Sessizlik her yerde, yıldızlarla benim aramda hiçbir şey yok ve bir şey düşünmeye çalıştığım zaman, hiçbir şey düşünmüyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve kendime gülümsüyorum (Ardından)
- Etrafımdaki herkes, bütün erkekler, bütün kadınlar benden daha iyi biliyorlardı her şeyi. Ben çok az biliyordum. Yine de gri ışıkta istasyona yürümekten ve onlarla kuşatılmış olmaktan daha fazla istediğim hiçbir şey yoktu. (Lanet Olsun Zaman Nehrine)
- Vicdan ile tekerlek arasında doğrudan bir benzerlik olduğuna inanıyor musun? Nasıl yani? Şöyle, vicdan bir tekerlek hatta daire testere gibidir, keskin dişlileriyle ruhumuzda döner durur, canımızı delicesine yakar, eğer çok kötü birşey yaparsan etrafı kan götürür, ancak yaptığın kötülükler arttıkça testerenin dişleri körelmeye başlar, ruhun hissizleşir ve sonunda hiçbir şey koymaz sana, öyle biri olmuşsundur. Nasıl biri? Feci şeyler yapan ancak bunun farkında bile olmayan biri. (Reddediyorum)
- Saclarımı bir kez daha karıştırırken gözlerini kısarak, dudağında o çok hoşuma giden yarım gülümsemesiyle bana baktı. (At Çalmaya Gidiyoruz)
- Ölü bir köpek düzlükteki bir evden, boş bir odadaki tek bir sandalyeden bile daha ıssız. (Lanet Olsun Zaman Nehrine)
- İçkiden art arda yudumlar alıyor ve bu dünyada sadece içmek için yaşıyormuşum gibi yutuyordum (Ardından)
- Ondan kaçıyordum çünkü hayatım hakkında söyleyeceklerini duymak istemiyordum. (Lanet Olsun Zaman Nehrine)
- “Elinde bir kitapla koltuğuna gömülür, her şeyden kopardın, yanına gelip kolunu çekiştirerek sana ne okuduğunu sorduğumda ilk önce benim kim olduğumu çıkaramamış gibi bakardın, sonra gözlerinde ciddi bakışlarla Dickens derdin, o zamanlar ben Dickens okumanın başka kitaplar okumaya benzemediğini düşünürdüm; belki de bu biraz alışılmadık bir şeydi, herkesin yaptığı bir şey değildi, bana öyle gelirdi en azından.” (At Çalmaya Gidiyoruz)
- “'Kendi yaşamöykümün kahramanı ben mi olacağım, yoksa bu yeri başka birisi mi ele geçirecek, bu sayfalarda göreceğiz bunu.'“ (At Çalmaya Gidiyoruz)
- Artık zamanın benim için ne kadar önemli olduğunu hissediyorum. Daha hızlı ya da yavaş geçsin diye değil, yalnızca zaman olsun diye; içinde yaşadığım, fiziksel olaylar ve etkinliklerle bölebildiğim bir şey olarak benim için belirginleşsin ve farkına varmadan geçip gitmesin diye. (At Çalmaya Gidiyoruz)
- Beyaz bir sehbanın üzerinde, uzak bir ülkeden gelmiş bir kasenin içinde iki Norveç elması ve kalın bir İsveç kitabı (Ardından)
- Bazen gerçekten iyi olan tek şey ağaç tepelerindeki rüzgar olurdu (Ardından)
- "Sanki beni birilerine verip kurtulmak istiyordu." (Benim Durumumdaki Erkekler)
- "Yarından korkmaya başlamıştım ansızın. Bugünden çok daha boş bir gün olacağını biliyordum. Ben ve yazı makinem. Bugün her şeye rağmen hayatın içine karışmıştım, yarın yerçekiminin dışına itilecektim yeniden. Ya da itilmeye izin verecektim. Havada salınıp uzaklaşacaktım. Bugünden yarına geçiş için uyku dışında bir köprü göremiyordum, o da zaten şüpheli bir köprüydü." (Benim Durumumdaki Erkekler)
- Ateş olmak istemiştim ama ateşimde alevden fazla kül vardı artık. (Benim Durumumdaki Erkekler)
- Çok hayalci bir insandı, zamanının çoğunu kendi düşüncelerinin içinde kaybolarak geçirirdi. (At Çalmaya Gidiyoruz)
- Evet nefes alabiliyorum alamasaydım ölürdüm, ama içime hava doldurmuyorum, anlıyor musun? (Benim Durumumdaki Erkekler)