Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu - Andrew Mango Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kimin eseri? Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabının yazarı kimdir? Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu konusu ve anafikri nedir? Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabı ne anlatıyor? Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu PDF indirme linki var mı? Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabının yazarı Andrew Mango kimdir? İşte Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Andrew Mango
Çevirmen: Füsun Doruker
Yayın Evi: Remzi Kitabevi
İSBN: 9789751409881
Sayfa Sayısı: 750
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İstanbul doğumlu İngiliz yazar Andrew Mango, beş yılı aşkın bir süre yaptığı araştırmalar sonucu bu yapıtla kapsamlı ve nesnel bir çalışma ortaya koyuyor.
Türkiye'nin, bağımsızlığı ve varoluşu yolunda Atatürk gibi bir liderle yakaladığı olağanüstü şansı irdeleyen yazar, onu salt lider özellikleriyle değil, yakın çevresi ve insan ilişkileriyle de yansıtmayı başarırken, dönemin toplumsal yapısı ve güç dengelerinde de açıklık kazandırıyor.
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu Alıntıları - Sözleri
- Öğretmenler de eğitim ordusunun subaylarıydı. Halkın üzerine çökmüş olan cehalet bulutlarını kaldırma yeteneklerine sonsuz güveni vardı.
- Dini siyasete alet edenlerin vatana ihanet suçunu işlemiş olduğu kararı mecliste oybirliği ile alındı.
- Mustafa Kemal muhafazakâr bir devrimciydi. Medeniyet ile huzur ve asayişin birbirinden ayrılmadığına inanıyordu. Her ikisini birden istiyordu.
- Atatürk, Makedonya' nın sulak kırsalında yetişmiş olduğundan yeni başkentin kurulduğu kurak topraklara yeşil bir görünüm kazandırmaya çabalıyordu.
- "Medeniyet öyle bir ateştir ki, ona bigâne(kayıtsız) olanları yakar ve mahveder."
- " Artık imzasını "Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan, Gazi Mustafa Kemal Paşa" diye atacaktı. Altmış beş milletvekilinin imzaladığı önergede 'ülkenin kurtarıcısı ve son zaferin yaratıcısı' olarak söz ediliyordu. Mustafa Kemal bile bundan daha iyi bir tanımlama bulamazdı. "
- "En çok kuvvetli olmak demek ise ; 'ma' nen, ilmen, fennen, ahlaken kuvvetli olmak' demektir. Askeri kuvvet en sonda gelir."
- Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir; âdeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır. Kaynak: Grace Ellison, 24
- Devlet idaresinin iyi işlemediğini, suistimallerin alıp yürüdüğünü, memurların ve subayların maaşIarını alamadıklarını, buna mukabil saraya mensup sırmalı hafiyelerle uyruklarına maaşlarından başka keseler dolusu altın verildiğini haber aldıkça, Sultan Abdülhamid'e esasen pek de kuvvetli olmayan güvenimiz büsbütün sarsılıyordu.
- Eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardir.
- Atatürk yaşamına, Hz. Muhammed'e verilen "Seçilmiş Kişi" anlamına gelen Mustafa ismiyle başladı.
- Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır. Oturduğum evde ne kız kardeş, ne de ahbap ile beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Ben yalnız ve müstakil bulunmayı çocukluktan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. ...
- ... Yıllar sonra yakın arkadaşı Nuri Conker, Selanik’te Mustafa Kemâl’in kendisini başbakan yapmaya nasıl söz verdiğini anlatacaktı, “ Ya sen ne olacaksın? diye sormuştu Nuri ve Mustafa Kemâl, “ Bir adamı başvekil yapabilecek adam.” yanıtını vermişti. Mustafa Kemâl, fikirleri, hırsları ve alışkanlıkları konusunda çok açıktı. İşine ve giyimine de çok düşkündü...
- Bandırma Gemi limandan ayrılmadan önce itilaf devletlerinin denetim görevlileri kaçak malzeme olup olmadığını kontrol ettiler. Kontrol sırasında Mustafa Kemal’in, “ Ahmaklar! Biz kaçak eşya veya silah götürmüyoruz, azim ve iman götürüyoruz. Bunlar bir milletin istiklal aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. Bütün güvendikleri maddi kuvvettir,” diye bağırdığı anlatılır.
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir Dehanın Hayatı: Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bilmesi, öğrenmesi gereken bir dehayı, bu alanda yazılmış en mükemmel iki eserden birini oluşturan Andrew Mango'nun gözünden görmek Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek için önemlidir. Bir diğeri de daha önce okumuş olduğum Lord Kinross'un eseri. Atatürk ile ilgili okullarda yüzeysel bilgiler veriliyor olsa da, onu daha yakından tanımak için onun hakkında yazılan biyografilere bakılması gerekir. Tabi bu eserlerin bazıları çok sevmekten ya da nefret etmekten olayları çok farklı anlatmaya meyilli olacaklarından tarafsız bir gözden görmek Atatürk'ü tanıyabilmek için daha elzemdir. Bence bu alanda da kitap/ataturk--12740 ve kitap/ataturk-modern-turkiyenin-kurucusu--6932 eserleri çok üst düzey yeri temsil etmektedir. Atatürk öyle bir kişiliktir ki, hakkında yazılan her biyografiden, her yapıttan farklı bir Atatürk bulmak mümkün olabiliyor. Dehası zaten bütün dünyanın kabul ettiği bir şey. Tabi en sonunda o da bir insandır ve başarısız olduğunu söylediği alanlar da vardır. Mesela, Atatürk'ün kendisi ekonomiden anlamadığını belirtmiştir. Ama dehasını kullanıp ülkenin ekonomisini anlayanlara, layık olanlara teslim etmiştir. Bir deha, her şeyi bilmek demek değildir, gerektiğinde gerekecek kişiye görev vermek de zeka belirtisidir. Şahsen, Atatürk hakkında ne kadar eser okunursa okunsun, hep bir eksik ve hep bir keşfedilmeye açık alan bulunabileceğini düşünüyorum. Lord Kinross'un eserini incelerken uzun yazmadığım için ona da ayıp olmasın diye bunu da uzatmayı düşünmüyorum. Atatürk hakkında araştırma yapan her okurun okuması gerektiğini düşündüğüm bu eseri bence bütün Türkiye'nin okuması ve okutması gerektiğini düşünüyorum. (Robert Langdon)
Bir ulusu enkazdan alıp çağdaş medeniyet seviyesine çıkaran, en azından çıkarmaya çalışan, yüzde doksanindan fazlası işgal edilmiş bir ülkeyi örgütlereyek, kimsenin olmaz dediğini başarıp ülkesinin her bireyini kulluktan insanlık seviyesine çıkaran, iyi bir komutan, kurnaz bir politikacı olan, Mustafa Kemal Atatürk hakkında yerli, yabancı birçok kitap yazıldı, hala da yazılıyor. Bu yazılanlar bize onun hakkında yeteri kadar fikir verdi. Özellikle komutanlığı ve devrimciligi üzerine. Satır aralarında özel hayatı ile ilgili de birşeyler biliyoruz. Ne yer, ne içer, en güvenilir arkadaşları kimlerdir, sakın midir, sinirli mi, gibi. Ancak onun hakkında yazılan kitaplar iki tip. Ya onu tamamen kutsallaştiran, gözüne girip çıkar sağlama peşinde koşan, işi yagciliga döken, yeni kuşakta ise işin ekonomik boyutunu düşünüp sadece para odaklı kitaplar; ya da sağlığında ters düşüp, ki onlar da çıkarlarına cevap alamayan kişilerdir, onu karalayanlar, başarıyı sahiplenmeye çalışanlar, saltanata kulluk edenlerin yazdıkları. Ve onları kaynak gösterip abuk sabuk şeyler icat edenler. Her iki türden de anı, biyografi, roman v.b. birçok kitap yazıldı. Andrew Mango ise her ne kadar İstanbul doğumlu olsa da, sonuçta bir İngiliz. Mustafa Kemal Atatürk adına yazılmış tüm kitaplari anadilden okuyacak kadar Türkçeye hakim. O yüzden egriyle doğruyu ayırt edebiliyor. Bu kalınca biyografide acaba benim bilmediğim ne olabilir, diye düşünüyordum çoğu zaman. Cevabı şu: Tarafsızlık var, akla yakın tespitler var, bilimsel analizler var, diğer kitapların tutarsızlıklari var. Hatta eleştiri var. Özellikle Şevket Süreyya Aydemir'in Tek Adam ve Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'si özenle okunmuş, alintilanmis. Kendisinin yorumları, analizleri paylaşılmış. Bunlar arasında 'sonradan uydurulmuş olmali' diyecek kadar açık, ya da ' çok haklı olarak' diyecek kadar net. Bu kitabin da bize kattığı en önemli şey gerçekten Atatürk'ün ne kadar yalnız olduğu. Çevresinde bir ordu var, ama bir avuç seveni yok. Kurtuluş savaşinda yapayalnız, devrimlere yapayalnız, cumhurbaşkanlığinda yapayalnız. Kıskançlık, saltanata ve hilafete bağlılık, kendini bilmemek... Hep bunun sebepleri. Peki bu kadar işi nasıl yaptı bu adam? Onu ben de çok düşünüyorum. Sadece Atatürk'ü değil, doğal olarak da yakın çevresini de iyi analiz ediyor bu kitap. Karabekir'in, Bele'nin, Cebesoy'un, Orbay'in kıskançlığı, bunun yanında her ne kadar inanmasalar da İnönü'nün, Cakmak'in, Okyar'ın bağlılığıni iyi tespit etmiş Mango. Ama tüm bunların yanında belki de ciddiye alınacak tek muhalifi Orbay'in' Mustafa Kemal biz olmadan da bunu başarirdi. Ama biz onsuz başaramazdık ' sözleri çok anlamlı. Bir yabancı gözüyle Atatürk'ün iyi bir şekilde değerlendirildiği bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Belki de günümüzde ona saldırmanin dayanılmaz hafifligine kapilanlara yer yer cevap verdiğini de göreceksiniz. Son olarak İnönü'nun sözü ile bitireyim. Eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardir. Yolunuz aydınlanma , uygarlık yolu olsun. (Barış)
Andrew Mango'nun bu eserini, Atatürk'ün hayatıyla ilgili en başarılı biyografilerden biri olarak duymuştum. Ben bir 'en' belirleyecek kadar biyografi okumadım ama oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Bunda baş etken yazarın son derece objektif yaklaşımıdır. Kitabin her yerinde yazarın bir bilim insanı yaklaşımıyla konuyu ele aldığını görebiliyoruz. Buna ek olarak tabiki kendi yorumları ve analizleri de vardır. Ben yazarın bu yorum ve analizlerini beğendim; büyük ölçüde de kendisine katıldım okurken. Atatürk'le ilgili özellikle yabancı birinin bakış açısını okumak istiyorsanız direkt bu kitabı tercih edebilirsiniz diyebilirim. Kitaba gelecek olursak yazar, girişte Osmanlı Devlet ve toplumunun halini ortaya koyarak başlamış. Bunu özet şeklinde yapmıştır. Burada özellikle gayrimüslim ve Müslüman halkın durumlarının karşılaştırılması önemlidir. Devletin Batıdaki gelişmeleri takip etmemesi, kendi içinde bilimsel ve felsefi gelişim saglamamasi, giderek dinin devlet üzerindeki etkisinin artması, bu iki halkın ekonomideki ve sosyal hayattaki konumları gibi nedenlerden dolayı gayri müslim halkın özellikle ekonomik ve kültürel durumu Müslümanlardan daha iyi bir hale gelmiştir. Bunlarla birlikte dünyaya hükmeden bir imparatorluk ve dünyanın en üst kültürel gücü olmaktan üst üste yenilgiler alan hasta adam haline geliş ve kültürde, fende ve her türlü gelişimde geri kalmış hale gelmenin ezikliginin de etkisiyle Müslüman halkta devletin son zamanlarinda, gayrimuslimlere karşı düşmanlık duyguları artmaya başlıyor. Gayrimuslimlerin bir kısmı özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde rahat bir yaşamları vardır; daha kirsaldaki azınlıklar ise Fransız devriminden yayılan milliyetcilik akimlariyla ve Osmanlının içinde ikinci sınıf vatandaş olmak istememeleri, reform vaatlerinin de etkili olmamasi gibi etmenlerle ayrılmak için büyük devletlere yakinlasmaktadirlar. Bu noktada yazarın şu sözleri durumu özetler niteliktedir: "Müslümanların beynini kemiren soru, ülkenin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği değil, kendilerinin bu ülke içinde yaşamlarını sürdürüp sürdüremeyecekleridir." Büyük Savaşta Osmanlı mağlup olur. Ama Çanakkale'de M. Kemal'in yıldızı parlar. İmzalanan ateşkesten sonra İstanbul'da önemli makamlara gelerek bir kurtuluş çareleri bulunabilir mi fikri çerçevesinde bir süre arayışta geçer ama bir yandan da yakın arkadaşlarıyla Anadolu'ya geçmenin ve oradan bir hareket düzenlemenin planları yapılır. En sonunda üst düzey yetkilerle Samsun'a ayak basarak Kurtuluş Savaşı'nı başlatır. Onun savaş boyunca temel stratejisi "düşmanı bölmek yabancı dostlar edinmek" olmuştur. Yani önce politikacı sonra asker olmak durumundaydi. Her ne kadar meclisteki çoğu insan ısrarla onun hep ordunun başında olması gerektiğini düşünseler de... Meşhur bir söz vardır "Savaşta her şey mübahtır," diye ve Muhammed'in sözü "Savaş hiledir," diye; M.Kemal de savaş boyu hem yabancı güçlere karşı hem de kendi halkına, destekcilerine ve muhaliflerine karşı bu iki sözün doğrultusunda hareket etmiştir diyebiliriz. Buna birkaç örnek verelim: Atatürk'ün sanırım dini siyasette kullandığı tek zaman İstiklal Savaşı yıllarıdır. Meclisi cuma günü açıyor. Açılmadan evvel camiye gidiliyor, peygamberin sancağını tutan hocaların arkasında yürünüyor, kurbanlar kesiliyor ve bunların yurdun her yanında yapılması isteniyor. Ayrıca İstanbul Hükümetinde Şeyhülislamin İstiklal Savaşını yapan kadro hakkında çıkardığı bunlar kafirdir, katli vaciptir fetvasına karşılık Ankara'da Börekçi önderliğindeki hocaların karşı fetvasindan faydalaniliyor. Benzer şekilde M.Kemal konuşmalarında dine olumlu vurgular yapıyor. Bu tavrı 1924'e kadar devam edecek. Burada bir dipnot olsun; M.Kemal, Çanakkale Savaşı sırasında yazdığı mektuplarda askerlerinin manevi gücünü artıran dinsel inançlarından bahseder. Bir başka mektupta da Nuri(Conker)'ye verdiği bir cezadan bahsederken cennet konusunda espri yaptığı görülür(-Corinne'e yine şaka yaptı: "Allahtan cennette kendisi(Nuri) için yapılan, fakat henüz inşa halinde bulunan köşk temennisiyle bitinceye kadar sabretmesi için verdiğim nasihatlere kulak verdi"-) Diğer bir örnek; askeri ve mali yardım için Sovyetlerle ilişki kuruluyor. Bu esnada mecliste komünizm yanlısı bir kesim oluşuyor ve savaş sırasında hemen komünizme geçilmesi isteniyor. Çerkes Ethem gibi başıbozuk ama o sıralar askeri güç konusunda önemli olan bir kesim de bu gorustedir. Başlarda M.Kemal de buna ses çıkarmıyor hatta bu görüşte olan Ali Fuat'a bir mesajında "Yoldaş" diye de sesleniyor. Sovyetlerle sıkı ilişki kuruluyor lakin her zaman bu ilişki bir mesafede oluyor, yani M.Kemal, Sovyetlerin fikir ihracına mani oluyor. Nitekim dengeler değişirken mecliste, komünist kesimden birtakım isimler denize atılıyor. Çerkes Ethem tehlikesi de hallediliyor. İngilizleri yalnız bırakmak için Fransizlarla anlaşma yolları her fırsatta aranıyor. Bunun gibi bir sürü örnek verilebilir. Savaş sırasında M.Kemal düşmanın verdiği fırsatlardan da en iyi şekilde faydalanmasini biliyor. Bu konuda en önemli iki örnek; Yunanlilarin İzmir'i işgali (M.Kemal 1924'te "Ahmak düşman buraya gelmeseydi belki bütün memleket gaflette puyan kalırdı") ve İtilaf güçlerinin resmi olarak İstanbul'u işgali ve akabinde Meclisi Mebusan'ı basmalari. M.Kemal ilk hata sayesinde halkın bilinçlendirilmesini sağladı. İkinci hata ile de meşru siyasi ve askeri gücün Ankara olduğunu kabul ettirdi. Düşman kovulup yurt kurtarildiktan sonra ise M.Kemal kültür devrimine başlıyor. Öncelikle 1922'de Saltanat kaldırılmışti. 1923'te Cumhuriyet ilan ediliyor. Bundan kendilerini haberdar etmediği için birtakım arkadaşlarının tepkisini çekiyor. Ayrıca bu arkadaşları savaş boyu da onun liderliğini kabul etseler de ilerisi için onun hedefleri konusunda endişe duymuslardi. Şimdi de bir savaş kahramanı, yurdu kurtaran unvanlarin verdiği güçle otoriter tek güç olmasının, ve hedeflerini yapmasının önünde hiçbir engel kalmadigindan dolayi daha çok endişe duymaya başladılar. Saltanat tepki çekmeden kaldırılmıştı lakin 1924'te hilafetin kaldırılması tepki çekti. Öyle ki muhaliflerden ülkenin başına halife geçmeli diyenler bile çıkmış. Yani herkes hilafetin kaldirilmasindan yana değildi. Lakin kaldırıldı. Bunla beraber artık muhaliflerin endişeleri din konusunda yapılacaklara geldi. M.Kemal 1922-23'lerde İslam dinini de tasarılarına koymaya cabaliyordu diyor yazar ve onun konusmalarindan birkaç örnek veriyor: "Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din veya bu din demek doğru değildir," "İslam ise bütün dinlerin en olgunu, en mantıklısıdır ve bilgi peşinde koşanların davranış biçimini saptar," Balıkesir'de vaaz verirken "Allah birdir, şanı büyüktür," diye başlayıp çağdaş islamcilarin görüşlerini aktardı: camilerin işlevi ve Türkçenin dinde öneminin artırılması vs. Askerliği sırasında dinin, halkı üzerindeki gücünü görmüştü. Savaşta bunun çokça faydasını görmüştü. Bu güç, devrimleri sırasında yani savaştan sonra da işe yarayabilir miydi; daha önemlisi İslam ile bilim(kendi hedeflerindeki ülke) bütünleşebilir miydi? Savaştan sonra da bu nedenle bir süre buna çabaladı ama bundan vazgectigi görülebiliyor. Karabekir, M.Kemal'in halife olamayacağını anlayınca bundan vazgectigini söylemiş ama yazar buna katılmıyor; vazgecmesinin nedeni "dini duyguların, projesinin gerçekleşmesini engellediğine karar vermesi" diyor. Nitekim 1924'ten sonra onun yayınlanmasını desteklediği kitaplar materyalist ve determinist ideolojileri destekleyen kitaplar olduğu, M.Kemal'in dine açıktan olumlu vurgularinin bittiğini ve akabinde de 1928'te İslam'da reform fikrinin tamamen rafa kalktığını ifade etmiş. Zaten Atatürk'ün çevresindekilerde hakim olan görüşün, "İslam'da yapılacak bir reformun, kuru bir dalı aşılamak kadar yararsiz olduğu yönündeydi," olduğu belirtilmiş. M.Kemal her ne kadar yurdu kurtaran savaş kahramanı itibari olsa da yapmak istediklerini rahat bir şekilde yapamiyordu. Özellikle muhaliflerin artması ciddi sorundu. Açıkçası muhaliflerin hayatı, dünyayı ve halkı M.Kemal gibi goremedikleri çok bellidir. Bir örnek sadece, M.Kemal laikliği getirmek istiyor ama muhalifler daha ılımlı bir çalışma olmasını, M. Kemal kadınlara özgürlük istiyor ve bunun için medeni kanunda keskin değişim planlıyor, muhalifler ılımlı, ve dine de yer açılmasını istiyor. Muhaliflerin aslında ne istediği ve istediklerinin de gerçek düzlemde bir karşılığı olduğu belli degil; aslında belli, gerçek düzlemde bir karşılığı yok. Dine yer açılsın diyorsan; İslam'daki hukuk geçerli olacaksa kadın özgür olamaz. Kadına vereceğin her özgürlüğe karşı şiddetli bir ses çıkar ve ileride de mutlak bu özgürlük elinden alınabilir. Yani bir kültür devrimi için minnosluk, ılımlı, şirin pozlar değil M.Kemal'inki gibi keskin ve kararlı bir tavır ve planin uygulanmasi gerekir. Yazarin bu konuya örnek olacak bir analizi vardir; "Atatürk ile yurtiçinde kendisine muhalif olanlar arasındaki en temel fark, onun dış dünyadan korkmamasina karşın otekilerin korkmasiydi,". M.Kemal, bu gerçekçilikten uzak aşırı romantik ve dogmatik fikirlere sahip insanların arasında yalnizdi ve halkını ve ülkesini uygar yapabilmenin tek yolunun kendisinden geçtiğine inanmışti. Bunun için de daha güçlü olmalıydı ama bu güç istemi amaç değil aracti. İşte buna giden yolda iki önemli olay etkili oldu. Bunlardan biri Şeyh Sait isyanı ve akabinde çıkarılan Takdiri sükun kanunu diğeri de izmir suikastıdır. M.Kemal daha otoriter konuma yükseldi ve devrimler de hızlandı. Ancak M.Kemal'in idealinde bir diktatörlük yoktu. Halkına bir diktatörlük yapısı bırakmak istemiyordu. Bırakmak istediği ileride demokrasiye dönüşebilecek bir düzendi. Ancak demokrasi için şartlar uygun değildi. Nitekim iki dünya savaşı arasında uygar dünyada bile demokrasilerin düştüğü durum ortadayken Atatürk'ten o yıllarda şu anki gibi Parlamenter demokratik bir yapı getirmesini beklemek ultra polyyanacilik olacaktır. Bırak 1920-30'lu yılları 2020'ye gelmişken kimi ülkeler kendi elleriyle parlamenter demokrasilerini mahvettiler. Yazar da bu konuda şu sözü ediyor; "Atatürk ardında bir diktatörlük değil, bir demokrasi yapısı bırakmıştı." Ülkesine komünizm, faşizmin girmesine mani oldu. Yönetiminde tek bir defa borç alarak büyük bir ekonomik ve sosyal gelişim sağladı. İslam birliği veya Turk birliği gibi hayallere kapılıp ülkesini Enver gibiler gibi maceralara sürüklemedi. Kadınların özgür ve uygar dünyaya uygun bir konuma gelmesini sağladı. Yazarın da dediği gibi "İslamiyet medeni kanuna hukmettikce, tam eşitlik olanaksizdi ve kadın özgürlüğünde herhangi bir ilerlemeye karşı cikilabilir ve tam tersine cevrilebilirdi. TÜRK KADINI ELDE ETTİKLERİ HAKLARI ATATÜRK'E BORÇLUDUR." Atatürk merkeze laikliği koyduğu bir kültür devrimi yaptı. "Ülkesini tamamen bağımsız, uygar ülkeler topluluğunda saygın bir üye yapma amacını gerceklestirdi" ama devrimleri yurdun her yanına, her kesime ulaşmadı. Erken ölümü, ardından gelenlerin ABD'ye yanaşmakta aşırıya giderek Soğuk Savaş'ta ABD idealleri için pompalanan dini politikalara kendilerini kaptirdilar. Komünizm yuvası diye köy enstituleri önce islevsizlestirildi, sonra kapatildi; yerlerine imam hatipler açıldı. İhtiyaçtan fazla camiler yapıldı, ilahiyat fakülteleri açıldı sürekli, Diyanet İşleri kuruluş amacından sapti ve başta ayrılan bütçeden çok daha fazlasını almaya başladı; aydın din adamı değil yobaz din adamları yetistirildi. Kapatılan tarikatlar açıldı, ortalıkta yedi yaşındaki kızla evlenilmedi diye deprem oluyor; zina olduğu için başımıza bela geliyor, kadınlara ... km uzağa kendisi gitmemeli, laiklik şeytan işidir, dine göre yonetilmeliyiz, diyen hocalar, insanlar türedi. Ve bunlar ilk tavizle başladı. Sanildi ki Atatürk'ün laik merkezli kültür devriminde dine de yer açılabilir. Ancak siyasal islama elini veren kolunu kaptırir. Bazı ülkeler şu an başka yerlerini de kaptirdi ama kimilerinin hala bundan haberi yok. Bazen dışarıdan bakan bir insan çok daha iyi görüyor ve analiz edebiliyor. Yazardan bir pasajı aynen aktaracagim. Oldukça haklı ve doğru bir analiz, tespit: "Mantık açısından bakınca Fransız laisizmi Müslüman bir topluma uygulanamazdi. Dinin kişiye özel olduğu ilkesi İslam Tarihi açısından tutarlı değildir. KURAN YALNIZCA AHLAK İLKELERİNİN TOPLAMI DEĞİL, AYNI ZAMANDA HZ.MUHAMMED'IN YARATTIĞI DEVLETİN MEDENİ HUKUKU VE CEZA HUKUKUYLA ANAYASASIDIR. KURANLA BİRLİKTE PEYGAMBERİN SÖZ VE EYLEMLERİ(SUNNETI), TOPLUMSAL VE BİREYSEL DAVRANIŞ BİÇİMLERİNİN AYRINTILARINI AÇIKLAYARAK MÜSLÜMANLIĞIN TEMELİNİ OLUŞTURUR. Açık kafalı din düşünürleri kutsal yasaları farklı yorumlayabilir ve açıklayabilir ama bunların gecerliligini yadsimak, bir Müslüman için devrimci bir harekettir. Atatürk, 1924 yılında hilafeti kaldirdiktan sonra işte bunu yaptı." Ve peşine yazar şunu ekler; "Falih Rıfkı Atay, Kemalizmi İslamiyetin reformu olarak tanımlarken, dinin ibadet kuralları dışındaki bütün kurallarını iptal eden bir reform olduğunu söylemişti." Şu an da zaten Türkiye'deki müslümanların çoğunluğu bu doğrultuda bir Müslümanlık yaşar. Yani Atatürk, bir zamana kadar dinle yapmak istediklerini uyusturabilecegini düşünüyordu. Ancak bir yerden sonra bunun mümkün olmadığını anladı ve dini bir kenara koydu. Yoluna öyle devam etti. Nitekim 1928'de yabancı bir yazarın (çünkü eleştirel kitapları ancak yabancı yazarlar yazabiliyor) islam tarihi kitaplarını okuyor ve özellikle 'cariye' ve 'beni kureyza katliamı' gibi noktaların altını çiziyor, notlar alıyor. Buna benzer şekilde (ama bunu ne zaman okumuş bilmiyorum) 'Allahın mevcudiyeti inkar edilebilir mi?' adlı Türkçe bir inceleme/kitap da okuyor ve bu kitap konusunda "Din düşünürleri kurallarını güçlendirmek için bilim ve felsefeyi birbirine karıştırmak konusunda ellerinden geleni yapmışlar," notunu düşüyor. Bir zamana kadar 'gerçek islam bu değil," şeklinde de düşünmüş ancak sonradan fikri değişmiş de olabilir. Ancak nihayetinde vardığı yol, devlet işlerinden dini tamamen çıkarmak, buna ek olarak halkın dinin kaynaklarına bizzat ulasabilmesi için kuran ve hadisleri Türkçe'ye çevirmek; Islamı ibadetleri edilen ve kişinin salt vicdanına ve özel hayatına bırakılan hale getirmek oluyor. Türkçe çeviri ve türkçe ezan vs konusunda Atatürk, İslam'ı olabildiğince Turksellestirmeye çalışmış olması da muhtemeldir. Ayrıca Atatürk'ün kendi kişisel olarak vardığı noktada da benim görüşüm ki yazar da aynı görüşte; dinden uzaklaştıgi ve çıktığı yönündedir. Bu konuya örnek olarak birçok sözü vs verilebilir. Ancak bunu dememin nedeni salt bir sözü değil, onun sözlerini, yaptıklarını kronolojik olarak izledigimde bunu görüyorum. Ama illa örnek verilecekse; Atatürk'ün evrim hakkında da çokça kitap okuduğu bilinir, bunlara aldığı notlarda olsun başka çalışmalarındaki açıklamaları olsun(Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitapta, "Her durumda, hayata, herhangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksizin, dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesi olduğunu kabul etmek gerekir") hayatı, insanın ve dinin oluşumunu evrimsel ve salt doğa içinde kalarak açıkladığı görülür. Keza parti programı için sarfettigi sözler ki hayatının sonlarina aittir; "Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardir. Fakat, bu prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalidir. Biz ilhamlarimizi gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Kendi kaleme aldığı medeni bilgiler kitabının İslam ve Muhammed'le ilgili kısımları olsun ve 1928'de Grace Ellison'in 1926-27 yıllarında Atatürk'ün kendisine söylediği sözlerini aktardığı pasaj olsun ("Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasini istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar, zayıf yöneticilerdir; adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini, ve bilimin ogretilerini öğreneceklerdir. Batıl inançlardan vazgecmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol acmalidir") gerekse dönemin ABD elçisine gizli kalması şartıyla söylediği sözleri olsun; birçok örnek verebilir. Ama dedigim gibi salt bir sözünden değil sözlerinin, hayatını, işlerini kronolojik olarak analiz edince bu sonuca varıyorum. Nihayetinde onun şahsi inancı ve onun vicdanına kalmış bir durumdur. Bunları belirtmemin nedenleri; kitapta yazar sık sık bu konuya deginmistir ve nihayetinde ben de bu kitabı inceliyorum; konuyla ilgili kendi fikrimi beyan etmek istemem ve adamı zorlaya zorlaya yedi yaşında hafizdi, on iki yaşında hacıydı gibi absürd sözlerle ve kutsal metinlere yapilagelen orda onu demek istemiyorculugu adamın kendisinin cekinmeden söylediği sözlere de uygulamaları ve sonuçta da (bence) tarihi bir hata(kimilerinki bilerek çarpitma) yapılıyor olmasıdir. Bu çabaların iki nedeni var: Bir kesim onu dinsel inancıyla halkın gözünden düşürmeye, hatta Deccal diye göstermeye çalışması; diğer kesim ise bunlara bir yanıt olarak onu ekstra dindar(bir dine mensup vs) göstererek halkın ondan sogumamasina calismalaridir. Bir kesim de gerçekten onunla ilgili dindar diye de düşünüyorlardir, bu da normaldir; bir sözüm yok. Lakin Atatürk bu halk için hem askeri hem kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal, toplumsal yönde bu kadar önemli işler yapmışken, onu yeniden dünya saygı gören bir konuma taşımışken ve asirlardir üzerinde taşıdığı ezikligi ve ölü toprağını, cehaleti üzerinden atmasını saglamisken onu sevmenin ve daha önemlisi ona saygı göstermenin kilit noktası, şartı onun dinsel inancı ve bu konulardaki şahsi fikirleri olmamalıdır. Şu eleştiri gelebilir bana da; sen dine inanmiyorsun ondan dolayi onu zorla böyle gösteriyor veya niteliyorsun; ben açıkçası kısa bir zaman dışında dine mensupken de onun bir dine inandığını düşünmüyordum şimdi de düşünmüyorum. Yaniliyorsam da ve bir zaman makinesi olsa da gitsem sorsam ve ben Müslümanım veya başka bir dine mensubum dese de benim ona sevgi, saygı veya ona bakışımda bir değişim olmaz. Bu noktada yani iki farklı yaklaşımın neden onun şahsi özellikleri üzerinden tartışmaya girdiginin nedenini söylemek gerekiyor. Yazarın çok iyi açıkladığı gibi, Türkiye'deki devrimler Atatürk'le yani kişiyle bütünleşmiştir. Haliyle de devrimlerden yana olanlar ile olmayanlar da tartışmayı onun şahsı üzerinden yapabiliyorlar. Şahsi özellikleri demişken de Atatürk; hayvan ve doğa sevgisi yüksek bir insandır. Çocukları çok seven, kadınlara çok değer veren bir yapıya sahiptir, kadınlar konusunda utangaç olduğu da belirtilmiş. Buna karşın aşk hayatında mutlu olduğu soylenilemez. Zaten buna da ne kadar zamanı oldu ki. Bir çocuğunun olmaması ve başka nedenler, kendisini halkının babası olarak görmesine neden olmuş olabilir. Tartışmayı ve kendi görüşünü mantık düzleminde diğerlerine kabul ettirmeyi seven biridir. Düzeni seven ve bu yönde sert de olabilen biridir. Yönünü uygarlığa, bilime, fene ve bu yönde olduğunu gördüğü Batıya dönen ama bunu yaparken hiç sorgulamadan ne varsa alayım mantığında davranmayan biridir. Bu parafı konuyla ilgili yazarın iki pasajini alintilayarak bitirecegim: "Atatürk yetenekli bir komutan, kurnaz bir politikacı ve son derece gerçekçi bir devlet adamiydi. Hepsinden öte, Aydınlanma çağının bir insanıydi. Ve Aydinlanmayi yaratanlar evliyalar değildi," ve "Atatürk'ün verdiği mesaj, Doğu ile Batının evrensel laik değerler ve karşılıklı saygı temelinde bir araya gelebileceği, milliyetcilikle barışın uyumlu olabileceği, insan aklının yaşamdaki tek gerçek rehber olduğudur. Bu iyimser bir mesajdir ve geçerliliği her zaman kuşkulu olacaktir. Ama saygı gösterilmesi gerekilen bir ilkedir." Bir önceki parafla ilgili bir şey daha Atatürk bir Türk milliyetçisidir. Bunu yeni bir parafta yazmamin nedeni, bunun peşine hemen Dersim olayları ve Kürtlere yönelik uygulanan şeyler gelmesidir ve bunlara da yeni bir parafta deginmenin daha mantıklı olmasıdır. Atatürk olsun ve o devrin insanları olsun etkilendikleri yer Fransız aydınlanmasidir. Keza Atatürk'ün etkilendiği bir isim olan Namık Kemal'in 1878'de "Ülkemizde Türkçe dışındaki bütün dilleri yok etmeye çalışmalıyız... Ulusal birliğe karşı dil belki de dinden daha sağlam bir engel oluşturur," sözleri verilmiş. Sonuçta; Atatürk de çevresindekilerin de tahayyullerindeki devlet yapısı; tek dili olan tek bir ulustan oluşan üniter bir devlettir. Etnik kimliklerin/gecmislerin özel hayata itilmesi istenir. Atatürk'ün savaş sırasında Kürtlere özerklik sözü verdiği ve bu esnadaki konusmalarinda Kürtler diye bahsettigi ama hep Türklerle Kürtlerin ayrılamaz kardes oldukları vurgusu yaptığı belirtilmis. Ancak savaştan sonra Atatürk'ün konusmalarinda Kürtlerden açıkça ismen bahsedilmedigi belirtilmiş. Keza uygulanan politikalara kısaca deginilmis. Yazar, "Kürt sorununun sürüp gitmesi, Türk milliyetciliginin Atatürk'ün paylaştığı, ama başlatmadigi hatalı bir yaklaşımın sonucu" olduğunu söylüyor. Özerklik tanimamasinin olası nedenleri olarak; az önce belirtildigi gibi düşünsel yön, Kürtlerin o dönemde kendi aralarında savasmalarinin buna uygun olmayacağı ve çağdaşlaşma yolundaki reformlara mani olabileceği etmenleri verilmiştir. Nihayetinde de Atatürk'ün bu sorunun çözümünü kendinden sonrakilere ve zamana bıraktığı belirtilmis. İyi okumalar (Kaan)
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu PDF indirme linki var mı?
Andrew Mango - Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Andrew Mango Kimdir?
Andrew Mango (d. 1926, İstanbul) İngiliz-Rus kökenli varlıklı bir ailenin üç oğlundan biri olan İngiliz yazar. BBC'de on dört yıl boyunca Türkçe Yayınlar bölümünün yöneticiliğinde bulundu.
Andrew Mango İstanbul'da doğdu. Dil öğrenimini, Londra'daki School of Oriental Studies'de Farsça ve Arapça öğrenerek geliştirdi. Büyük İskender olayının İslamiyet içinde yer alan biçimleri üzerine yaptığı araştırmayla doktorasını verdi. 1947'de öğrenciyken katıldığı BBC'de on dört yıl boyunca Türkçe Yayınlar bölümünün yöneticiliğinde bulundu. Burada Güney Avrupa ve Fransızca Yayınlar Müdürüyken 1986'da emekliye ayrıldı. O günden bu yana, bütün çalışmalarını Türkiye'yle ilgili konularda araştırmalara ayırıyor. Sık sık Türkiye'yi ziyaret eden Andrew Mango Londra'da oturuyor. Mango'nun, Türkiye'yle ilgili ilk yazısı 1957 yılında Political Quarterly adlı dergide yayınlandı. Turkey ve Discovering Turkey adlı tanıtıcı çalışmalarını Turkey: The Challenge of a New Role (1994) adlı kitabı izledi. Türkçede Atatürk (Modern Türkiye'nin Kurucusu) 2000 yılında yayımlandı.
Bizans İmparatorluğu'nun tarih, sanat ve mimarisi hakkında uzman olan Cyril Mango'nun kardeşidir.
Andrew Mango Kitapları - Eserleri
- Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu
- Sultan'dan Atatürk'e Türkiye
- Türkiye ve Türkler
- Modern Ortadoğu’nun Kuruluşu
- Türkiye'nin Yeni Rolü
- Türkiye’nin Terörle Savaşı
- Türkiye'de Liderler ve Demokrasi
Andrew Mango Alıntıları - Sözleri
- Uygar uluslar topluluğu arasında tam bağımsız, istikrarlı bir Türk ulus devletinin ortaya çıkışı, Batı dünyasını parçalayan bir iç savaş olduğunu ancak şimdi anladığımız Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkanların politikalarının, amaçlanmamış ancak hayırlı sonucuydu. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Mustafa Kemal unutulmaz sözünü söyledi. "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz" (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- İngiliz yüksek komiseri Sör Horace Rumbold, İstanbul'dan Lozan Barış Konferansı için ayrılmaya hazırlanırken Kemalist Türkleri canlandıran ruhun "Avrupa'ya karşı Asya" diye özetlenebileceğini yazmıştı. Yanılıyordu. Atatürk'ün ileri görüşü küreselleşmeye ve bilgi temelli evrensel bir medeniyete bakıyordu, yani bugün içinde yaşadığımız dünyaya. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Kesin rakamlara göre, Ermenilerden daha fazla sayıda Müslüman Anadolu'da can vermişti. Fakat Ermeniler arasında tüm nedenler göz önüne alındığında ölenlerin sayısı Ermeni topluluğunun üçte biri kadarını meydana getirirken Müslümanlarda ise bu oran, toplam Müslüman nüfusunun beşte biri kadardı. Toprakların hakimiyeti de Müslümanların elinde kaldı. Aynı zamanda Ermenilerin çektikleri sıkıntılar da gayet iyi belgelenmişti. Amerika Birleşik Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşa girmediği için bölgede Amerikan misyonerler ve konsoloslar da bulunuyordu. Alman askerler ve siviller de Ermenilere karşı işlenen mezalime tanık oldular. Ancak Müslüman nüfusun yaşadığı sıkıntılar Batılı gözlemciler tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Atatürk'ün modern Türkiye'yi kurma çalışmaları tamamlanmıştı. Ülkenin daha sonraki tarihi, atılan temelin sağlam olduğunu göstermiştir. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Atatürk, Makedonya' nın sulak kırsalında yetişmiş olduğundan yeni başkentin kurulduğu kurak topraklara yeşil bir görünüm kazandırmaya çabalıyordu. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- Türkiye, henüz bütün sorunlarının üstesinden gelememiştir.Ancak Avrupa Birliği ile Pasifik Havzası arasında uzanan bu geniş bölgede bunu başaran başka bir ülke yoktur.İstikrar görelidir; Türkiye'nin zayıflığına dikkat çekenler,bölgede dünya düzenine yardımcı olabilecek daha istikrarlı bir ülke bulunmadığını göz önüne almalıdır. (Türkiye'nin Yeni Rolü)
- Türkiye'yi anlamak için şu iki gerçeğin kabul edilmesi gerekir: Türklerin çoğu,batının özgür ve rahat bir hayata kavuşma hedefini paylaşmaktadır. Ayrıca,seçilen hükümetler, bu hedef için çalışmak zorunda bırakılmaktadır.Ulusal çıkarın bu biçimde algılanması Türkiye'nin dış politikasını etkilemektedir.Bu ihtiyatlı politika,yurtdışı serüvenlere karşıdır.Aynı düşünceden müttefiklerle ortak çıkar bulmaya çalışır.Margaret Thatcher'in Mihail Gorbacov'a gönderme yaparak bir zamanlar söylediği gibi,Türkiye kendisiyle iş yapılabilecek bir ülkedir. (Türkiye'nin Yeni Rolü)
- Of his cunning, they would say, " İsmet can keep a hundred foxes in his had and stop their tails from becoming entangled." He was the man who gave away nothing. It was a useful attribute in the years of the Second World War. (Türkiye ve Türkler)
- Her iki tarafın da ölü ve yaralı olarak çeyrek milyon asker kayıp verdiği, kanlı Çanakkale savaşları politik hırslara sahip, genç bir Türk komutanının yükselişine zemin oluşturdu. Kurmay Albay Mustafa Kemal o dönemde 34 yaşındaydı ve İngiliz ve Anzak birlikleri 25 Nisan 1915 tarihinde çıkarma yapmadan önce, yarımadada ihtiyatta duran bir tümenin komutasını zorlukla elde etmişti. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Atatürk yaşamına, Hz. Muhammed'e verilen "Seçilmiş Kişi" anlamına gelen Mustafa ismiyle başladı. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- ... Bütün bunlara rağmen, Ermenilerin Hristiyan olmaları nedeniyle Müslüman Türklere kıyasla Ruslar ile daha fazla ortak yönleri vardı ve 19. yüzyıl sonuna gelindiğinde hem Osmanlı'da hem de Çarlık Rusyası'nda konumları gayet iyiydi. Fakat Çar imparatorluğu daha ileri düzeydeydi ve bu nedenle sunduğu fırsatlar diğerine kıyasla daha fazla gelecek vadediyordu. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- 70 yıl boyunca Türkiye'de iki askeri darbe ve bir sınırlı askeri müdahale olmuştur.Ancak bu üç askeri dönem,dış güçlerin baskısıyla sona erdirilebilen,Yunanistan'daki Albaylar rejiminden(1967-1974) daha kısa sürmüştür.Türkiye'de ılımlılar daima radikallerden daha güçlü olduklarını göstermişlerdir.Ayrıca,kararlı demokratik kurumların gelişmesi,batının yardımları bir yana büyük oranda iç dinamiklere bağlıdır. (Türkiye'nin Yeni Rolü)
- Mustafa Kemal'in cepheye gelişinden bir ay sonra İngilizler, cephe yarma harekatı başlattı. Bundan sonra Mustafa Kemal'in asıl amacı tutsak edilmekten kurtulmak ve Anadolu savunması için Osmanlı ordusunun arta kalanını geri çekmekti. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Bandırma Gemi limandan ayrılmadan önce itilaf devletlerinin denetim görevlileri kaçak malzeme olup olmadığını kontrol ettiler. Kontrol sırasında Mustafa Kemal’in, “ Ahmaklar! Biz kaçak eşya veya silah götürmüyoruz, azim ve iman götürüyoruz. Bunlar bir milletin istiklal aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. Bütün güvendikleri maddi kuvvettir,” diye bağırdığı anlatılır. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- Dini siyasete alet edenlerin vatana ihanet suçunu işlemiş olduğu kararı mecliste oybirliği ile alındı. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- ... Yıllar sonra yakın arkadaşı Nuri Conker, Selanik’te Mustafa Kemâl’in kendisini başbakan yapmaya nasıl söz verdiğini anlatacaktı, “ Ya sen ne olacaksın? diye sormuştu Nuri ve Mustafa Kemâl, “ Bir adamı başvekil yapabilecek adam.” yanıtını vermişti. Mustafa Kemâl, fikirleri, hırsları ve alışkanlıkları konusunda çok açıktı. İşine ve giyimine de çok düşkündü... (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- Öğretmenler de eğitim ordusunun subaylarıydı. Halkın üzerine çökmüş olan cehalet bulutlarını kaldırma yeteneklerine sonsuz güveni vardı. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)
- Yapılan ateşkese göre tüm savaş harekatı 31 Ekim 1918 tarihinde sona erdirilecekti. Bu yeterince açıktı. Fakat anlaşmada yanlış yorumlanmaya açık maddeler bulunuyordu. İşte bunlardan biri de İtilaf devletlerine, kendi güvenliklerini tehdit altında gördüklerinde stratejik noktaları işgal etme hakkı veriyordu. (Sultan'dan Atatürk'e Türkiye)
- Eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardir. (Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu)