diorex
life
Dedas

Atatürk'ün İhtilal Hukuku - Taha Akyol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Atatürk'ün İhtilal Hukuku kimin eseri? Atatürk'ün İhtilal Hukuku kitabının yazarı kimdir? Atatürk'ün İhtilal Hukuku konusu ve anafikri nedir? Atatürk'ün İhtilal Hukuku kitabı ne anlatıyor? Atatürk'ün İhtilal Hukuku kitabının yazarı Taha Akyol kimdir? İşte Atatürk'ün İhtilal Hukuku kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 04.03.2022 04:00
Atatürk'ün İhtilal Hukuku
 - Taha Akyol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Taha Akyol

Yayın Evi: Doğan Kitap

İSBN: 9786050905212

Sayfa Sayısı: 632

Atatürk'ün İhtilal Hukuku Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İnkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir.

Gazi Mustafa Kemal, Ocak 1923

Her cumhuriyet hâkimiyet-i milliye değildir...

Rauf Orbay, Kasım 1923

Memleket demokrasiye layıktır, millet bilinçlidir...

Kâzım Karabekir, Haziran 1925

İhtilal devrinden kanun devrine girdik...

İsmet İnönü, Şubat 1948

Milli Mücadele, milletin bütün kesimlerini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dayanarak zafere ulaştı. Zaferden sonra yeni devletin rejiminin nasıl olacağı konusunda Milli Mücadele kahramanlarının yolları ayrıldı. Mustafa Kemal devrimci bir çağdaşlaşmayı, muhalifler ise evrimci bir reformizmi savunuyordu. Büyük kavgalar yaşandı, İstiklal Mahkemeleri harekete geçirildi…

Taha Akyol Atatürk'ün İhtilal Hukuku adlı bu titiz ve kapsamlı çalışmasında, Atatürk ihtilalinin TBMM'yi, hukuku ve yargıyı nasıl şekillendirdiğini ayrıntılarıyla inceliyor.

Atatürk'ün İhtilal Hukuku Alıntıları - Sözleri

  • "Mustafa Kemal zaferden sonra "serbest bir millet ferdi" olacağını söylemişti ama zafer ona Milli Mücadele yıllarında bile sahip olmadığı üstün bir otorite, muazzam bir karizma kazandırmıştı. Şevket Süreyya'nın yazdığı gibi, halk zaferin bütün hak ve (manevi) ganimetlerini birden ona mal etmişti. Halkın nazarında o artık "milletin sinesinde bir ferd-i mücahid" olmaktan çıkmış, milletin manevi rızasıyla milletin üstünde bir varlık haline getirilmişti." (s. 200-201)
  • Birinci Meclis döneminde çıkarılan ve ülkenin içinde bulunduğu şartları çok güzel yansıtan bir kanun da 11 Kasım 1920 günü kabul edilen Men-i İsrafat Kanunu'dur. Düğünlerde çeyiz gösterilmesi, çeyizlere iki giyimden fazla elbise konulması, düğün boyunca bir günden fazla çalgı çaldırılması ve ziyafet verilmesi, köçek oynatılması, nişan törenlerinden ağırlık verilmesi israf sayılarak yasaklanıyor!
  • Erkleri demokratik olarak seçilmiş mecliste toplayan "meclis hükûmeti sistemi" demokratiktir. Erklerin yürütmede toplanması ise monarşilerde ve modern zamanlardaki diktatörlüklerde söz konusudur.
  • Hilafet ruhani ve dini bir makamdır, saltanat siyasi hâkimiyet makamıdır; hâkimiyet millete intikal ettiğine göre saltanat ve hilafeti ayırmak, saltanatı kaldırmak, hilafeti devam ettirmek İslam'a da, akla da uygundur. Bu tezi işlerken tarihe başvuruyor: Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah, Bağdat'ı fethettiğinde "kudretsiz Bir mülteci" olan Abbasi halifesinden hilafeti almamıştı, demek ki iki kurum ayrılabilirdi. Verdiği ikinci örnek, Moğol imparatoru Cengiz'in torunu Hülagü'nün Bağdat'ı fethettiğinde halifeyi idam ettirmesi, böylece "dünya yüzünde hilafete son vermesi"dir. "Yavuz hazretleri" gerçi hilafeti devralmıştır ama almayabilirdi de... Halife denilen kişi o zamanda Mısır'da "kudretsiz bir mülteci" idi.
  • İzmir'i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz. - Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz!
  • Halkın Serbest Fırka'ya gösterdiği büyük ilgi, seçimlerde yaşanan olaylar ve Menemen'de meczupların yarattığı vahşet Kemalist rejimi büsbütün sertleştirmiştir. Devlet partisi devletle iç içe geçerek 1930'larda "parti devleti"ne dönüşecektir.
  • Otoriterlik CHF'yi halktan koparmıştı. CHF "halkın dışında, dar, basit bir bürokrat hizbi ile bu hizbe ancak seçim ve menfaat bağlantıları olan mahallî, fakat dar bir taşralı taraftar kadrosundan ibaretti... Partili olmak demek gelecekten bir şey, bir menfaat, bir kariyer bekleyen insan demek olmuştu. Hülasa inkılâp partisi bir klik haline gelmişti. Kapalı, dar bir klik...
  • Ankara İstiklal Mahkemesi, Şark İstiklal Mahkemesi'nden önemlidir. Çünkü Rauf Bey'in ve Karabekir'in dediği gibi Şeyh Sait İsyanı bir "mütegallibe" isyanıdır, modern ordu tarafından süratle bastırılacaktır. Ankara İstiklal Mahkemesi ise bütün Türkiye'de basını ve muhalefeti susturacaktır.
  • Fethi Bey baştan beri, Halk Fırkası'ndaki radikallerin Şeyh Sait İsyanı için aşırı sert tedbirler aldırıp bu tedbirleri "muhalefete karşı bir silah" olarak kullanmalarından endişeliydi. Öyle de olacak, Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılacak ve muhalefeti ezmek için kullanılacaktır.
  • Düğünlerde çeyiz gösterilmesi, çeyizlere iki giyimden fazla elbise konulması, düğün boyunca bir günden fazla çalgı çaldırılması ve ziyafet verilmesi, köçek oynatılması, nişan törenlerinden ağırlık verilmesi israf sayılarak yasaklanıyor.
  • Marat'ın "mutlak ve sınırsız egemenlik yalnız ve yalnız halkın kendisindedir" sözü ile Mustafa Kemal'in "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" formulü arasında büyük bir fark yoktur.
  • Atatürk'ün Milli Mücadele liderliği emsalsizdir, muhalifleri bile bunu ancak onun başarabileceğini söylemişlerdir. Elbette milletçe şükran borcumuz vardır. Kemalist devrimlerin modernleşme sürecimizdeki katkısı da açıktır. Temel kanunların modernleştirilmiş olması son derece isabetlidir. Bunun yanında, günümüzde sorunlarımızı çözmek için gerekli olan hukuk devleti, demokrasi, hak ve özgürlükler, bağımsız ve tarafsız adalet gibi değerler söz konusu olduğunda Kemalizm bir esin kaynağı olarak görülmemelidir. Daha iyi bir gelecek, daha mutlu ve güçlü bir Türkiye inşâ edebilmek için Kemalist devlet ve hukuk anlayışı değil, demokratik devlet ve hukuk anlayışı rehber olmalıdır. Türkiye'nin artık ihtilal rejimine değil, demokratik bir hukuk devletine ihtiyacı vardır.

Atatürk'ün İhtilal Hukuku İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Tarihimize, resmi anlayışın dışından bakmak. Farklı bakış açılarıyla olayları görmek. Kaynaklara bağlı kalarak usta gazeteci ve araştırmacının yazdığı bu eseri, sakız olmuş ve ezberletilmiş konuları bozan bir kitap. İlla farklı bakışlarda bulunmalıyız ki, ilerde bize gülmesinler. Yoksa, ülkenin tapusu olan Lozan'ı bir prangaymış gibi görebiliriz. Lozan: Dünyanın Türkiye'yi resmen ve gerçek bir ülke olarak tanıdığı tapu kağıdı. (Oğuz MERİÇ)

Ulu Önder bir politikacıydı. Bu kitap politik manevralarıyla bir siyasi dehayı aktarıyor. Taha Akyol susuyor, belgeler konuşuyor. Belgeler susuyor, gerçekler anlatıyor. Politik bir manevranın öyküsüdür bu kitap bu sebeplerle. Demokrasi nedir diye sorsam, mırın kırın edersiniz oturun mu mücadelenin başını okuyun. (Ahmet GÜÇLÜ)

1920'de Meclis'in açılmasından 1938' kadar geçen süreçte TBMM'nin, dolayısıyla vekillerin yaşadığı dönüşüm, ilk meclis, kanunlar, CHF, Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka ve devrin olayları ile Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Eşref Aykut, Fethi Okyar, Ali Şükrü Bey, izmir suikastı, istiklal mahkemleri, Üç Aliler Divanı, Recep Peker gibi dönem isimleri ve hukuk konusunda çok titiz ve bir o kadar da önemli bir çalışma. Hukukçu arkadaşların özellikle okumalarını isterim. Ama Hangi Atatürk'ten sonra bu önemli araştırması için Taha Akyol'u tebrik etmek isterim. 630 sayfa olması gözünüzü korkutmasın, ilgi çekici konular çünkü. (Mehmet Y.)

Kitabın Yazarı Taha Akyol Kimdir?

1946 yılında Yozgat’ta doğdu. Babası Mustafa, annesi Fatma Akyol'dur. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Gazetecilik mesleğine 1977 yılında "Hergün" gazetesinde başladı. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi yönetiminde bulundu. Darbe sonrasında tutuklandı ve uzunca bir süre Mamak Cezaevi'nde yattı. Askeri mahkemede yargılandı ve beraat etti.

Yankı dergisinde, Tercüman, Meydan ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 80'li yılların ortalarından itibaren milliyetçi çizgiden uzaklaşarak muhafazakâr-liberalizme yöneldi. Siyasi ve iktisadi olarak kendisi tam bir klasik liberal iken, kültür ve dış politika alanında sağ-kanat yaklaşımı benimsemektedir. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi olan Akyol, CNN Türk program yapımcısı ve Hürriyet gazetesinde yazar olarak çalışmıştır. Demirören Holding'in Hürriyet gazetesini satın almasından kısa bir süre sonra buradaki görevinden ayrıldı. Akyol, Karar gazetesinde köşe yazılarına devam etmektedir.

Taha Akyol, evli ve iki çocuk babasıdır. Gazeteci ve yazar Mustafa Akyol'un babasıdır.

Eserleri

Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922 / 2018

1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye / 2016

Bilinmeyen Lozan / 2014

Atatürk'ün İhtilal Hukuku / 2012

Demokrasiden Darbeye Babam Adnan Menderes / 2011

Ortak Acı 1915 Türkler ve Ermeniler / 2009

Ama Hangi Atatürk / Ocak 2008 / 3. baskı Mart 2008

Medine'den Lozan'a / Kasım 2004

Kitaplar Arasında / Haziran 2002 / 2. baskı Aralık 2005

Hariciler ve Hizbullah, İslam Toplumlarında Terörün Kökleri / Mart 2000 / 3. baskı Nisan 2000

Mezhep ve Devlet, Osmanlı'da ve İran'da / Ocak 1999 / 7. baskı Kasım 2006

Hayat Yolunda, Gençler İçin Anılar ve Öneriler / Kasım 1997 / 8. baskı Ekim 2007

Bilim ve Yanılgı / 1997 / 5. baskı Aralık 2005

1980'lerde Türkiye

Azerbaycan, Sovyetler ve Ötesi

Bilim ve Yanılgı

Haricîlik ve Şia

Hayat Yolunda

Lenin'siz Komünizm

Politikada Şiddet

Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye (2 cilt)

Tarihten Geleceğe

Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesi'ne

Ödülleri

Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi Yılın Gazetecisi Ödülü (2007)

Taha Akyol Kitapları - Eserleri

  • Ama Hangi Atatürk
  • Kayıp Tarihimiz
  • Bilim ve Yanılgı
  • Bilinmeyen Lozan
  • Kayıp Tarihimiz 2
  • Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet

  • Hayat Yolunda
  • Rumeli'ye Elveda
  • Atatürk'ün İhtilal Hukuku
  • 1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler
  • Babam Adnan Menderes
  • Türkiye'nin Hukuk Serüveni
  • 1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye

  • Ortak Acı 1915
  • Medine'den Lozan'a
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922
  • Onlar da Kahramandı
  • Hariciler Ve Hizbullah
  • Kitaplar Arasında
  • 101 Kitap

  • Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiye'sine
  • Modernleşme Sürecinde Türban
  • Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca
  • Politikada Şiddet
  • Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi
  • 1980'lerde Türkiye
  • Haricilik ve Şia

  • Tarihten Geleceğe
  • Leninsiz Komünizm
  • Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa
  • İslam Düşüncesinde Yeni Arayışlar II

Taha Akyol Alıntıları - Sözleri

  • Deringil'in bu eserini okumamak bir aydın için eksikliktir. (101 Kitap)
  • "Osmanlı'da vezirlik rütbesine çıkan ilk gayrimüslim paşa, 1861 yılında Abdülaziz tarafından Cebeli Lübnan Mutasarrıflığına atanan Ermeni Karabet Artin Davut Efendi'dir." (1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler)
  • Yeni Türkiye kavramının doğru anlamı, ancak liberal demokrasi, evrensel anlamda hukuk devleti, açık piyasa ekonomisi olabilir. Bütün bunların temelinde, herkesin güvenebileceği bağımsız ve tarafsız yargı vardır. Buna sahip çıkmak ve bunu gerçekleştirmek önce hâkimlerle savcıların, sonra da hukuka saygı duyan herkesin şeref borcudur. (Türkiye'nin Hukuk Serüveni)
  • 2 Eylül 1920 de M. Kemal Paşa, Fransız Le Journal gazetesine şu beyanatı verecektir: "Arkamda bütün İslam dünyası, yanımda bana elini uzatan daha büyük bir müttefik (Rusya) var. (1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye)
  • Evet, "at kişnemesinden, kargı sesinden" dağlar inlemeliydi, top gürültüsünden değil... (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihni faaliyetinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye müptela olması, "her şeyi izah eden" "sahte bilim"lere kapılması, yarı aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir! (Bilim ve Yanılgı)

  • Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Fakat ihtilal aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği,çetin ve tehlikeli bir ameliyattır.(İnönü-Nisan 1960) (Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca)
  • Kuruluş ve yükseliş dönemleri diye nitelenen bu dönemlerin temel özelliği bu dinsel çeşitlilikti. Hacı Bektaş halifelerinden Abdal Musa’yı seferlerde bu dönemde görürüz. Geyikli Baba’yı Osmanlı beyleriyle ilişki içinde yine bu dönemde görürüz. Fatih Sultan Mehmed’in yanında Fazlullah-ı Hurufi’nin dervişlerini yine bu dönemde görürüz... Dinsel çeşitliliğin en çarpıcı sembolik örneklerinden birine Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında yanında bulundurduğu iki akıl hocasına tanık oluruz: Molla Gürani ve Akşemseddin. Bir din bürokratı ve bir halk İslamı önderi. (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • -Özgür birey ya da hür kişilik kavramlarının İtalya'da rönesans hareketiyle dinamizm kazanarak tarihin akışını değiştirdiği doğrudur. Ancak bu gerçeğin yanında faşizmin beşiğinin de İtalya olduğunu unutmamak lazım. Demek ki tarih elbette çok önemlidir, fakat belirleyici değildir. İşte belirli sosyal, politik ve ekonomik şartlar rönesans topraklarında faşizmi doğurdu ! Reformun toprakları olan Almanya'da Nazizm çıkmadı mıydı ? -Mebusların "Mustafa Kemal'in gözü önünde" aykırı oy kullanmalarından bugüne neredeyse yüz yıl geçti, 21. yydayız. Bırakın liderin gözü önünde aykırı oy kullanmayı, liderine sadakatini sergilemek için Anayasa'ya göre gizli olması gereken oylamalarda bile "göstere göstere" oy atan milletvekillerimiz var ! -Türkiye gibi siyasi kültürü çatışmacı olan ülkelerde, gerektiğinde partiler arasında hakemlik yapacak, siyasi hayatın çıkmazlara sürüklenmesini önleyecek partisiz Cumhurbaşkanı kurumuna ihtiyaç vardır. -Bu bir tür "gönüllü kölelik"tir. Yüksek bir ideale, yüce bir davaya hizmet ettiklerini sanarak köleliği seçmişler, hatta köleliğe koşmuşlardır. (Onlar da Kahramandı)
  • İki adalet vardır,padişahın adaleti,Allah’ın adaleti...Ben Allah’ın adaletini kastettim,Mahmut Celalettin Paşa bunu padişahın adaleti sandı...Yarın Hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hakim vardır ki ben ondan korkarım. (Onlar da Kahramandı)
  • Kırım hiçbir zaman tam Osmanlı kontrolünde değildi ama Osmanlı’yla olan bağlantısının kesilmesi ve ardından tamamen Rus kontrolüne girmesi sonrasında, birçok bölgede olduğu gibi Kırım’da da Müslümanlar diğer bölgelere göç etmeye başladılar. Burada tabii bir sorun var, Müslümanların bir örgütlenme sorunu var. Devletin olmadığı yerde Müslümanlar kalmak istemiyor, yani bayrak indiğinde Müslüman da bayrağın olduğu yere gitmek istiyor. Çünkü Müslümanların Rum kiliseleri gibi bir kiliseleri yok arkalarında, bir örgütleri yok. Tabii bunları da kurmaları çok zor oluyor. Yani bakın, mesela Osmanlı’nın çekilmesinden sonra cemiyetler kurmaları, teşkilatlanmaları çok uzun bir süre alıyor. Zaten bu olana kadar çok büyük bir kütle Osmanlı devletine göç ediyor. Burada temel sorun aslında Müslümanların temel örgütünün devlet olması, devlet bir yerden çekildiği zaman onların da devletin gittiği yere gitme ihtiyacı hissetmeleri. (Rumeli'ye Elveda)
  • Lozan’da sadece Yunan işgalinin sorunları değil, Birinci Dünya Savaşı’nın sorunları da diplomatik savaş konusu olacaktır. Hatta 1856’da Sadrazam Âli Paşa’nın teşebbüsünden itibaren kapitülasyonları kaldırmak için çeşitli teşebbüslerde bulunan Türkiye, yetmiş yıl sonra Lozan’da kapitülasyonlardan kurtulabilecekti. (Bilinmeyen Lozan)
  • Şimdi savaştan yenik çıkmış, Mondros ve Sevr'de işgaline karar verilmiş bir millet, yeniden Avrupa'ya kafa tutuyor! İngiliz istihbarat raporu şöyle diyor: Mustafa Kemal'in Avrupa'ya meydan okuduğunu gören boyunduruk altındaki halklar arasında genel bir kıpırdanma başlıyor. (Ama Hangi Atatürk)

  • Nice kudretin olsa zulümden hazar et! Çünkü Allah mazlumun intikamına şiddet katmıştır! (Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi)
  • Söylemek istediğim şudur ki, İslam'da bilimlerin yükseliş ve çöküşünden ders alarak zihinlerimizi bilime, ilgiye ve dünyaya açmalıyız. Asya'nın yükseliş çağı olan 21. yüzyılda çocuklarımızın yükselmiş bir Türkiye'de başarılı insanlar olarak yaşamasının yolu, ahlaki ve ananevi meziyetlerle birlikte zihinlerinin bilgiye, bilime, ticaret ve sanayiye, kültür ve sanata, bütün dünyaya açık olmasıdır. (Bilim ve Yanılgı)
  • Halkın Serbest Fırka'ya gösterdiği büyük ilgi, seçimlerde yaşanan olaylar ve Menemen'de meczupların yarattığı vahşet Kemalist rejimi büsbütün sertleştirmiştir. Devlet partisi devletle iç içe geçerek 1930'larda "parti devleti"ne dönüşecektir. (Atatürk'ün İhtilal Hukuku )
  • Abdülhamid Han, Nizamiye mahkemelerini geliştirip teşkilandırarak yargı birliği yolunda önemli bir atılımı gerçek­leştirmiştir: 1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkati adlı yasa ile hukuk ve ceza mahkemeleri ayırımı belirgin hale getirilmiş ve bugükü hukuk ve ceza mahkemelerimizin temeli atılmıştır. Eski hukukumuzda olmayan savcılık (kamu davası) kurumu ile avukatlık kurumu ve noter­lik kurumu hukukumuza dahil edilmiştir. Ticaret mahkemeleri de artık Adliye Bakanlığı'na bağlanarak yargı birliği yönünde büyük merhale katedilmiştir. Abdülhamid dönemindeki önemli bir başarı da, yeni mah­kemeler ve yeni hukuk için gereken hukukçuları yetiştirmek ü­zere kurulan "Mekteb-i Hukuk"un kalıcı ve esaslı bir şekilde yeniden kurulmasıdır. Medrese dışında ilk hukuk mektebi 1870'de faaliyete geçmiş, 1874'te Batı'ya dönük bir hukuk programı oluşturulmuştur ve hocaların çoğu "Mösyö"dür. Abdülhamit devrinde, 1880'de kurulan ve günümüze kadar gele­rek İstanbul Hukuk Fakültesi'nin de temelini oluşturan "Mek­teb-i Hukuk"ta eğitim kadrosu büyük ölçüde Türkleşmiş­tir. Abdülhamid dönemi tamamlandığında, Nizamiye mah­kemeleri son derece genişlemiştir, Şer'iye mahkemeleri Müslü­manların, azınlık(kilise) mahkemeleri gayrimüslimlerin sadece aile ve miras hukukuna bakmaktadır. (Medine'den Lozan'a)
  • ELEFTERlOS VENlZELOS Müslümanların aile ve şahsın hukuku davalarına Şer'iye mahkemeleri bakıyor. Hristiyanların da Hristiyanlık kanunları uyarınca bu konulara bakacak kendi mahkemelerinin olmaması kabul edilemez, lSMET PAŞA Türkiye, vatan çocuklarının soy ve din ayrımı olmaksızın eşit haklardan yararlanmalarını ve aynı yükümlülükleri üstlenmelerini gerekli görmektedir. Anayasayla yönetilen bir ülkede vatandaşlar arasında ayırım olamaz. (Medine'den Lozan'a)
  • 1912-1922 arasındaki on yıl içinde yaklaşık 5 milyon Müslüman, cephelerde veya cephe gerisinde açlıktan, salgın hastalıktan ya da göç yollarında bitkinlikten hayatını kaybetti. Yunan işgalinin olduğu Ege’de ve Rus işgalinin olduğu Doğu Anadolu’da kadınların yaklaşık yüzde 30’u dul kaldı ve bu yüzden meydana gelen erkek nüfus eksiği 1965 yılına kadar sürdü. (Bilinmeyen Lozan)
  • 1933'te, geçmişteki bu on yıllık savaşın ( 1912-22 arasındaki savaşlarda ) bakiyesi olarak, 15 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 1 milyonu topaldı, çolaktı, kördü; bir şekilde sakattı. 1917'de ordu sağlık bürosunun yaptığı bir araştırmaya göre, halkın %14'ü sıtmalı, %9'u frengiliydi. Köylülerin %72'si bitli olup, her an tifüse yakalanabilecek durumdaydı. (Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922)

Yorum Yaz