diorex
sampiyon

Aydaki Kadın - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Aydaki Kadın kimin eseri? Aydaki Kadın kitabının yazarı kimdir? Aydaki Kadın konusu ve anafikri nedir? Aydaki Kadın kitabı ne anlatıyor? Aydaki Kadın kitabının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? İşte Aydaki Kadın kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 27.02.2022 20:00
Aydaki Kadın - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar

Orijinal Adı: Aydaki Kadın

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759951665

Sayfa Sayısı: 302

Aydaki Kadın Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Aydaki Kadın Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dörtte üçü bitmiş son romanının, dağınık müsveddelerinden merhum Güler Güven tarafından inşa edilmiş şeklidir. Aydaki Kadın tam anlamıyla bir Tanpınar romanıdır. Eser kahramanının nice tanıdıklarının binbir hatırasıyla mekanı doldurduğu İstanbul'un, özellikle Boğaz'ın ve denizin romanı olduğu kadar, bir türlü dile getirilemediği için, içte genişleyen, kıvranan ve zehirleyici bir güce dönüşen aşkın romanıdır. 'Ben çocukluğumla evlendim. Bu evde doğmuştum. Orada ölmek için evlendim.' diyen Leyla Boğaziçi'dir

Yazar eserini ayrıca siyasi bir roman olarak tasarlamıştır. Türkiye'nin demokrasi tecrübelerinin iflası, insanların iflasıyla birleşir. Bir bakıma hem Huzur hem de Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile birleşen noktaları çoktur. Her romanına kendisini koymuş olan Tanpınar bu romanda da vardır. Aydaki Kadın'ı günlükleriyle birlikte okuyunca, Tanpınar'ın hayalleri ve günlük gerçekler arasında parçalanışı, Selim'in yaşadıklarında da takip edilebilir.

Aydaki Kadın Alıntıları - Sözleri

  • Şurada kaç günlük ömrümüz var ?
  • Sen benim uçurumum olacaksın.
  • " Leylâ bütün kadınlara benzer ama yine Leylâ'dır. "
  • • İnsanlara güvenim kalmadı artık. Sizin de bilmenizi istedim.. •
  • Ki bende, unutmanın imkanı kalmıyor.
  • Rüyalara gelince o da sanat gibi. Bütünüyle görmüyoruz. Yalnız duygusu bizde teessüs ediyor. Bir çeşit dinamizm meselesi.
  • Fakat artık imkânsız. Bir şeye bağlanamıyorum. Yoruluyorum.
  • Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapımdayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim.
  • Her şey dönüyor.Her şey birbirne karışıyor, birbirinde kayboluyor.
  • Bir şey söylemem lâzım. Ama ne söyleyeceğim? Ben sekiz sene susmuş bir kadınım. Şimdi artık hep içimde konuşuyorum.
  • Her şey yeniden başlayabilir.
  • "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.."
  • "Aşk her şey değildir.. Huzur ve hürriyet de lazım. Her şeyden evvel hürriyet lazım."
  • "Hayat budalalık.." dedi
  • Aşk her şey değildir, huzur ve hürriyet de lazım. Her şeyden evvel hürriyet lazım.

Aydaki Kadın İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yarım kalan her şey gibi hüzünlü bir kitap..: Hani otobüste kitap okurken en heyecanlı yerinde ineceğiniz yere gelirsiniz ya da çocukken akşamüstü oyunun en güzel yerinde anneniz eve çağırır, camın ardında yağan yağmuru görür ıslanmaya inersiniz ve yağmur diner, okulda tam arkadaşlarınıza alışırsınız ama yaz tatili gelir işte öyle bir kitaptı. Yarım kalan her şey gibi.. Leylâ ve Selim'in aşkı gibi.. Bir ukte ve hüzünle hatırlayacağım bu kitabı.. (Hilal Bayar)

Bazı kitaplar vardır; bir cümle için o kitabı başucu kitabı yaparsınız, bir de bunun tam tersine sebep olacak kitaplar: İşte onlardan biri Aydaki Kadın. Gerçi yazarın bitiremediği, müsveddelerin taranarak oluşturulduğu bir roman ama en sondaki roman planı, roman tamamlanmamış olsa bile içeriğinin değişmeyeceğini gösteriyor. O yüzden detaylı bir analize geçmeden evvel romanı nasıl puanladığımı yazayım. Yazarın nasıl anlattığı dışında romandaki hiçbir şeyi sevmedim. Açıkçası ne sevilecek bir karakter ne etkilenilecek bir olay vardı. Hatta karakterlerin de bana pek yabancı gelmemesinden ötürü puanımı çok bile vermiş olabileceğimi düşünüyorum da, işte içimdeki edebiyat öğretmeni puanı daha da düşürmeye el vermiyor. Gelelim kitabımıza. İlk olarak yayınevinin bu kitabı bu şekilde yayımlamasından ötürü onları kınıyorum. Bilmem kaç yıl İngilizce eğitimi alan bu millet İngilizceyi bile tam öğrenemezken Fransızca bilebileceğimizi nasıl düşünür, anlamış değilim. Kaldı ki bilmek zorunda da değiliz. Bir dipnot koymak çok mu zordu? Yoksa Fransızca bilen bir çalışanınız mı yoktu? O zaman da bir zahmet yardım alın. Hadi eski kelimeleri bilemediğimde sözlüğe bakayım da Fransızca kelime ve cümleleri ne yapayım? Hayret verici bir durum. Karakterleri özgün bulmadım demiştim. Şimdi ona değineyim. Hatırlarsanız Yakup Kadri'nin Sodom ve Gomore'sini okumuştum. Milli Mücadele'nin olduğu yıllarda İstanbul'daki ahlâksızlıkları, yozlaşmışlığı anlatıyor demiştim. Peki bundan bir 40-50 yıl sonra ne değişmiş İstanbul'da? İnanır mısınız, hiçbir şey. Bir değişiklik yok, bir eksiklik var. Mesela yabancı subaylar yok ama onlara ait eğlence anlayışı, yeme içme keyfi, müziği, kitapları var. Onca yıl geçmiş, pek bir şey değişmemiş. Hâlâ Batılılaşma hareketini bunlardan ibaret; kendini elit, çağdaş sanan bir toplum var. Ellerinde, Fransız-İngiliz viskisinin olduğu bardakları tokuşturarak biraz sanat biraz boş muhabbet yapan insanlar oturdukları yerden ülkeyi, köylüyü eleştiriyor. O kadar sinirlendim ki o sayfaları okurken ne hissettiğimi nasıl doğru anlatırımın derdine düştüm. Kimsenin içkisinde dansında değilim bu arada. Ama madem o kadar seviyorsunuz Fransız içkisini acaba biz nasıl üretirizin derdine mi düşseniz. Nedir size göre çağdaşlık da köylü çağdaş değil diyorsunuz. Biraz tarih biraz dönem romanları okuyan bilir, Anadolu savaştan sonra hem cahil hem yoksul bırakılmış.( Burayı açardım da konu dağılsın istemiyorum.) Madem ülkenizi o kadar düşünüyorsunuz acaba lafla değil de icraatla mı gösterseniz. Sodom ve Gomore'de savaşmayan, bağımsızlık mücadelesi için uğraşmayan tayfa şimdi yine karşımda eğlenip duruyor gibi geldi bana. Tanpınar'ın da pek çok yazar gibi her yere İstanbul'dan baktığını biliyorum ama acaba hiç mi kendi edebiyatından kalemler okumamış diye sormadan edemiyorum. Bu kitabın Sodom ve Gomore'den bir iki farkı var. O da bu kitabı daha üst görmeye sebep değil. Şimdi bana köylü de cahildi, onlar ne yapsın demeyin. Bu ülkeyi kuran da o insanlardı. İmkân sunulsa, onlar için de bir şeyler yapılsa köylü cahil kalmazdı ki zaten imkân olunca her şeyin ne kadar güzel olabildiğini vaktiyle köy enstitüleri gösterdi.(Yine konu dağılsın istemiyorum, uzatmayacağım.) Kısaca diyemiyorum ama işte Aydaki Kadın'daki karakterler bana zerre özgün gelmeyen tipler. Hepsi medeniyetleşmeyi kokteyl düzenleyip, tango-vals yaparak oturdukları yerden konuşmaktan ibaret sanıyor. Sanırım Tanpınar da öyle sanıyor ki hem bunu kurguda karakterler aracılığıyla hem de sondaki roman planlarında ifade ediyor. Zaten ne kadar taraflı bir yazar olduğunu 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi kitabından biliyordum, şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Bir romanın temel taşlarından biri olan karakterler benden hiç puan alamadı anlayacağınız. Bir de bu insanların yazarın gözlemlerinden oluştuğunu düşününce de insan başka şeyleri sorguluyor ya neyse. Evet, gelelim ne anlatıldığına. Aslında romanın olay örgüsü parça parça ve kopuk kopuk olduğu için bir şeylerin yarım kaldığını, anlatılmak istenen daha pek çok olay zinciri olduğunu anlıyorsunuz. Ama onlara tek tek baktığımızda etkilenilecek bir şey çıkmıyor. Olaylar sadece karakterlerin nasıl bir araya geldiğini ve geleceklerini gösteren taşlar. Onlardan en görkemlisi sanırım Leyla'nın düzenlediği kokteyl. Pek çok karakteri de orada görüyoruz zaten. Ama o kokteyl de işte dediğim gibi bana pek yabancı gelmedi. Latin Amerika dizisi izliyormuşum gibi geldi. Ya da bahsettiğim kitapta da olan balolar gibi. İsimlerinden başka hiçbir söz ve davranışları bana bu karakterler Türk'tür emaresi vermedi. Okurken dediğim sebeplere sinirlenmemin dışında sıkıldım. Sanki hep benzer olaylar anlatılmış. Tamamlanmış olsa ben bir dönem romanı okuyacağımı düşünürdüm. Ama onun için de yazarın çevresi haricinde de karakterler anlatmalı diye düşünürüm. Tabii en önemlisi hangi tarafta durduğunu göstermeyerek anlatıyor olmak. Yazar bu konuda son derece başarısız. Keşke kendince sosyal, siyasi bir şeyler anlatmak istiyoruma girmek yerine Leyla'nın âşıklarını anlatıp en sonunda hangisiyle olacağını kurgulasaymış yalnızca. O zaman anlattıkları belki ilgimi çekerdi. Bir ara kitabı yarım mı bıraksam dediğim oldu. Ama sırf bu yorumu yazabilmek için kitabı yarım bırakmadım. Belki sonlara doğru bir şeyler değişiyordur da yazarın yazmaya ömrü yetmemiştir diye de merak etmek istemedim. Son derece hayal kırıklığına uğradım. Tanpınar'ın kalemini bilen nasıl anlatıyor kısmını tahmin ediyordur. Bu romanı yazarla tanışmamış bir okura önermek istemem. Çünkü yazarın nasıl anlattığı, bu kitabı okutan tek unsur bana göre. Yine de yazarla tanışmak için bu kitabı seçip seçmemek size kalmış. kitap/aydaki-kadin--20999 yazar/ahmet-hamdi-tanpinar (Bir Türkoloğun Notları)

Kitabın Yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?

Ahmet Hamdi Tanpınar (d. 23 Haziran 1901; İstanbul) – (ö. 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.

Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.

Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.

TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.

Yaşamı

23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.

Halkalı Ziraat Mektebi'nde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yahya Kemal’in öğrencisi oldu. Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap”’daki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[6] Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. 1923 yılında Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisi üzerine yazdığı lisans teziyle Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

1923’te Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi 1925’te Konya Lisesi’ne, 1927’de Ankara Erkek Lisesi’ne tayin oldu. Konya’da iken bir Mevlevi ayininde Itrî’nin bir eserini dinleyerek Klasik Türk Müziği ile tanıştı. 1930-1932 arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı; bir yandan da Ankara Kız ve Erkek Liselerinde ders vermeye devam etti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesindeki Musiki Mualli Mektebi, onun klasik batı müziği ile tanışmasını sağladı.

Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926’da Millî Mecmua’da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928’de yine Hayat dergisinde çıktı.

Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi’nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann’dan (“Kremon Kemanı”), diğeri iseAnatole France’tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.

1930 yılında Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat’ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.

1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a döndü. Ahmet Haşim’in ölümü üzerine 1933’te Sanayi-i Nefise’de sanat tarihi öğretmeni olarak görevlendirildi. 1934’te Akademi’nin Estetik ve Mitoloji derslerine de girmeye başladı. Yahya Kemal’in İspanya’daki büyükelçilik görevinden döndüğü 1934 yılında Yahya Kemal üzerine iki yazı yayımladı. Artık dikkatini Türk edebiyatı üzerine yoğunlaştıran Ahmet Hamdi, 1936 yılında Tangazetesinde “Son Yirmi Beş Senenin Mısraları” adı altında beş yazılık bir deneme serisi yayımlamıştır.

Aynı yıl ilk hikâyesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”ni tefrika etmeye başladı; ancak bu tefrika 1939 yılında Oluş dergisinde tamamlanabilecektir. 1937 yılında Tevfik Fikret hakkındaki antolojisi Tanpınar’ın yayımlanan ilk kitabıdır. Aynı yıl Abdülhak Hamit Tarhan üzerine de bir yazısı yayımlanmıştır.

Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan 19. Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tazimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940’lı yıllarda yazı faaliyetleri yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.

En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’deÜlkü mecmuasında yayımlandı. İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı.

1942’deki ara seçimlerde Maraş milletvekili seçilen Tanpınar, 1946 seçimlerine kadar milletvekilliği yaptı. 1943’te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”’nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa’da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa’da Zaman” adıyla tekrar basıldı.

İlk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar’ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946’da kitaplaştı.

1946 seçimlerinde parti tarafından tekrar milletvekilliğine aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki görevine döndü.

Huzur romanı 1948’de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlandı. Aynı yıl Milli Eğitim BakanıHasan Ali Yücel’in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.

1953’te Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderdi. 1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi. 1959’da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa’ya gitti.

Sağlığında yayımladığı 74 şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Aynı Yıl Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitaplaştı.

24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.

Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:

"Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında".

Ölümünden sonra

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.[6] Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.

Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.

Ahmet Hamdi Tanpınar Kitapları - Eserleri

  • Saatleri Ayarlama Enstitüsü
  • Huzur
  • Beş Şehir
  • Mahur Beste
  • Bütün Şiirleri
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Hikayeler
  • Aydaki Kadın
  • On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi
  • Suat’ın Mektubu
  • Yaşadığım Gibi
  • Yaz Yağmuru
  • Yahya Kemal

  • Edebiyat Üzerine Makaleler
  • Abdullah Efendinin Rüyaları
  • Hep Aynı Boşluk
  • Edebiyat Dersleri
  • Hüsrev ü Şirin
  • Mücevherlerin Sırrı
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Tanpınar'dan Hasan Ali Yücel'e Mektuplar
  • İki Ateş Arasında
  • Mahur Beste (7. Basım)
  • Yaz Gecesi
  • Tanpınar Zamanı Son Bakışlar
  • Tevfik Fikret

Ahmet Hamdi Tanpınar Alıntıları - Sözleri

  • Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in­san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben dü­şünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. (Yaşadığım Gibi)
  • "Yalnız sevgidir ki, hayat gibi sonsuz ve aydınlık devam eder. Sevginin ufku daima açıktır, daima ileriye bakar." (Hep Aynı Boşluk)
  • Henüz ne yapacağını pek iyi bilmeyen, kudretleriyle ihtilaflarının arasındaki nispeti ölçme fırsatını bulamamış, kendi dünyasını başkalarında arayan. (Yahya Kemal)
  • "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..." (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Sen seni bil sen seni! (Beş Şehir)
  • Eski şairlerimizin aşk için, insan tabiatı için yazdıkları şeyler kendi kalplerini ve hayatlarını nasıl iyiden iyiye yokladıklarını gösterir. (On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi)

  • "Çünkü İstanbul 'da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir." (Yaşadığım Gibi)
  • Mektup da insanın kendisini en iyi anlatabildiği şeydir; zira, karşındakinin müdahalesi yoktur. (Edebiyat Dersleri)
  • Bütün yaraların henüz taptaze olduğu, kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. (Beş Şehir)
  • Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelir. (Yaşadığım Gibi)
  • "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.." (Aydaki Kadın)
  • “Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.” (Hep Aynı Boşluk)
  • “Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz!” (Sahnenin Dışındakiler)

  • Hepimiz birbirimiz için hüküm veririz. Fakat hüküm vermek için doğan insanlar vardır. İşte onlar korkunçturlar. Bence bir numara insan düşmanları onlardır. Çünkü her şeyi bilirler, görürler, affederler, bütün neticelerin altındaki sebepleri tanırlar (Suat’ın Mektubu)
  • Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. (Yaz Yağmuru)
  • Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır. (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. (Bütün Şiirleri)
  • Bizde resim dille yapıldığı için belki de resim çığırı açılmamıştır. (Edebiyat Dersleri)
  • ''Artık dağılmamız lazım! Birbirimizi anlamamız imkansız ve hepimiz yorgunuz!'' (Suat’ın Mektubu)
  • Ger okursam sana mihnetlerümden Yazarsam binde bir zahmetlerümden Göge dûd ire yanıp nâmelerde Kara kanlar dökile hâmelerden (Eğer sana sıkıntılarımı söylesem, çektiklerimin binde birini yazsam. Yazıların yanmasıyla göğe dumanlar yükselir, kalemlerden kara kanlar dökülür.) (Hüsrev ü Şirin)

Yorum Yaz