tatlidede

Aynalar Günlüğü - Salâh Birsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Aynalar Günlüğü kimin eseri? Aynalar Günlüğü kitabının yazarı kimdir? Aynalar Günlüğü konusu ve anafikri nedir? Aynalar Günlüğü kitabı ne anlatıyor? Aynalar Günlüğü PDF indirme linki var mı? Aynalar Günlüğü kitabının yazarı Salâh Birsel kimdir? İşte Aynalar Günlüğü kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 27.05.2022 18:00
Aynalar Günlüğü - Salâh Birsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Salâh Birsel

Tasarımcı: Aslı Sezer

Yayın Evi: Sel Yayıncılık

İSBN: 9789755709956

Sayfa Sayısı: 211

Aynalar Günlüğü Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Edebiyatımızda günlüğün bir tür olarak kabul görmesindeki tartışmasız rolüyle, Türkçenin hem kazıcısı hem kuyumcusu Salâh Birsel Aynalar Günlüğü'nde kendisiyle ve okuruyla mahrem söyleşisine devam ediyor. Günlük türünde bir esere verilen ilk ödülün de sahibi olan Birsel, Günlükler dizisinin bu üçüncü kitabında 1986-1988 yılları arasındaki, yetmişlerine yaklaştığı günleri paylaşıyor. Yaşlılık ve ölüm rüzgârlarının efil efil estiği sayfalarda edebiyatın yakın ve uzak karakterleri canlanıyor, Edip Cansever'in deyişiyle Kentlerin Büyük Terzisi'nin terzihanesi okura tüm hoşmerimliğiyle açılıyor.

"Ama yetmiş beşinde, sekseninde hâlâ dingildek ve Kemal Sunal gibi sırıtkan papatyalar da var. Bunlar, yaşamaya ne kadar? Ya ben? Ben ne kadar?" diyen yazarla birlikte biz de yaşlılık biliminde az da olsa yol alıyoruz.

Aynalar Günlüğü Alıntıları - Sözleri

  • 28 Mart 1988 “Yaşlı” ya da “Censorius” diye anılan Romalı devlet adamı Cato (İÖ 234 -149) da adını kedilerden alır. Daha doğrusu, çok kurnaz ve sakıntılı olduğu, çıkarlarını gözetmeyi de çok iyi bildiği için kedi sözcüğü onun adından türetilmiştir.
  • 3 Ağustos, Pazartesi Burhaniye pazarında 15 kiloluk bir karpuzu gören bir çocuk: "Abovv!" dedi. Şaşkınlık ünlemidir bu. Kimileri de şarmaşaşkınlığını anlatmak için "alov", “abu", “voybu" ya da "uyyy" der. Doğrusu ünlemler her yöreye, her bölgeye, her şehre göre değişir. Alman gezgini Georg Schweinfurth 1868 yılında Orta Afrika'yı fıştıklarken her kabile halkının acı çektiği ya da yaralandığı vakit kendilerine özgü sesler çıkardığını saptamıştır. Niyamniyamlılar "O, o, o!" diye bağırdıkları gibi ağrının sürgit olmasında da "Akun, akun!" diye inilderlermiş. Bongolular "Ave, ave!", Diyor kabilesi ise "Avi, avi!" çığlıklarına yatarmış. Monbetuluların feryatları ise daha değişikmiş: "Nangevi, nangevi!"
  • “Kişinin gönül çeken bir sevgilisi olup da onu kucaklayıp mutluluk devşirmezse ya velidir ya da zincirlik deli.” diyen Gazali, “Deli Birader” diye tanınır.
  • 27 Ağustos 1988 … Baltacıoğlu'nun sabah sabah akıl tasıma düşmesi, onunla 15 yıl önce yaptığım bir konuşmada tuttuğum kimi notlara rastlamama neden oldu. Baltacıoğlu da özgür düşünceli kişilerden biridir. Pencerelerini deli pirî bağnazlığa karşı sıkı sıkıya kapamıştır. Türkiye'de “bileşik eğitim”i (coéducation) başlatan da odur. O zamanlar (1919 yılı) İnas (Kız) Darülfünunu öğretim üyelerindendir. Darülfünun, Beyazıt'tan Şehzadebaşı'na giderken solda Zeynep Hanım Konağı'nın bitişiğindedir. Zeynep Hanım Konağı'nda ise Zükûr (Erkek) Darülfünunu öğrencileri okuyordur. Baltacıoğlu bir gün İnas'ta ders (eğitim bilim) verirken birden öğrencilerine: - Kalkın Zükûr'a geçelim. Bütün kızlar, huurrra, birden ayağa kalkar. Öğretmenlerinin öncülüğünde Zükûr'a antrelerini yaparlar. Erkek öğrenciler de onların gelişini hiç mi hiç yadırgamaz. Ertesi gün Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Maarif Vekili Ali Kemal'e curnalini dayar: - Bu herifi kov. Bu herif kızlarla erkekleri zanu be zanu (diz dize) oturtuyor.
  • 14 Nisan 1987 … Bencesi bizi köksüz kılan, bizi kendimize ve çağımıza yabancılaştıran, çağdaş kültürün yokluğu ya da eksikliğidir ama bunda ona tebelleş olan ideolojiler hesaba alınmalıdır. İdeolojiler insanların beden gözlemevlerini yıkmaktan, onları 50 kilo ağırlığında bir mum durumuna düşürmekten başka işe yaramazlar. Ama bırakın ideolojileri, bırakın felsefe dizgelerini, insanların hemen hemen topu; çevrelerindeki kişilere, kahvedeki dostlarına, evdeki yakınlarına bile kendi düşüncelerini kabul ettirmek için yedi dokuz boğazlarına sarılırlar. Yasa budur: Kimse düşüncesini kendisinde tutamaz.
  • 11 Haziran 1987 Biçem (üslup) sözcükler arasına soluklar koymak, sözcüklerin soluklarını kısaltmak ya da uzatmaktır.
  • 19 Ocak 1987 İnsanlar tam şizofrendir. Bir ulus ekonomik kalkınmadan önce şizofreniden arınma çalışmalarına girmelidir. Sağlık önlemleri yanında insanlar konferanslarla, derslerle, kitaplarla boyuna uyarılmalı, şehrin hemen hemen her yanına dikilecek: "Dikkat şizofreni!" panolarıyla her dakika şizofreniye karşı uyanık tutulmalıdır. Büyükten büyük kişilerin odalarında duvara, herkesin kolayca görebileceği bir yere de şu levha asılmalıdır. "Şizofren olduğunu unutma!"
  • 28 Ağustos 1987 … Cumhuriyet'te Melih Cevdet Anday, Ali Sirmen'in "Demokrasi, Mediokrasi, İdiokrasi" adlı yazısına dayanarak kimilerinin ülkemizi mediokrasi (yeteneksizler yönetimi) batağına çekmek için ellerinden geleni ardlarına koymadıklarını yazıyor. Bencesi, yeteneksizlerle hebennekaları hiçbir işten ayıklayamazsınız. Aydınların oluşturduğu topluluklarda, derneklerde bile onlar en öndedir. Geçerse onların sözü geçer, onların türküsü çağrılır. Bu, neden böyle oluyor? Neden kimse yaptığı işte haklı ve adaletli olmaya değil, kendi çıkarlarını kollamaya önem veriyor? Neden, neden bilgeleri, aklı erikleri saf dışı bırakmak, kiş kiş etmek, alana gölgelerinin bile düşmemesini sağlamak için her türlü oyuna başvuruluyor? Bernanos: Tek bir acı vardır, o da ermiş olmamaktır.
  • 22 Şubat 1988 Okumak bir bilim işidir. Kimileri sayfaları yukardan aşağı bir sıçrayışta yutarlar ki buna "verev okumak" denir. Stendhal ise parmaklarıyla okur. Bu da "verev okuma"nın bir başka türlüsüdür. Burada okuma işi gözlere değil, parmaklara verilmiştir. Parmaklar sayfaları soluk almadan çevirir. Gözler de hızla dönen sayfalar arasında kaçamak bir iki düşünce yakalarsa yakalar. Ne ki bu, tüm düşünce tutkapçılarının yoludur. Emile Faguet bunlara şu öğüdü şandelleyecektir: "Okumayı öğrenmek için ilkin çok yavaş okumalıdır. Sonra yine çok yavaş okumalıdır. Ve de her zaman çok yavaş okumalıdır." 23 Şubat 1988 Latincede okumak anlamına gelen “legere” sözcüğünün bir anlamı da çiçek toplamakmış. Flaubert, Latince bilen XVII. yüzyıl insanlarına imrenir. Çünkü yavaş okumayı en iyi onlar becerirmiş, şimdilerde olduğu gibi. Voltaire ise insanların yavaş değil, hiç okumadıkları inancındaymış. Bilgi edinmek isteyenlerin çoğu da kötü okuyorlarmış.
  • 2 Ağustos 1987 Günlükler bir yerde aforizmalara, ince sözlere, özdeyişlere dönüşmezse o günlük beş para çalışmaz.
  • 6 Haziran 1988 Ama günlük de nedir? Onu güncel olaylar dışında tutabilir miyiz? Tutabilirsek bu neyi anlatır? Günlüklerin temelinde yatan içtenlik yerini bir burukluğa, bir yapmacıklığa bırakmış olmaz mı? Ne ki, günlüklerin de doğru dürüst bir tanımı yapılmış değildir. Polonyalı romancı Gombrowicz günlüğünde onların yalan ve yulanla dolu olduğuna parmak basarak der ki: "Bu günlüğü istemeye istemeye tutuyorum. İçtenlikten uzak içtenliği beni yoruyor. Kimin için yazıyorum? Kendim içinse onları neden yayınlıyorum? Okurlar içinse neden kendimle diyalog kurmuş gibi yapıyorum?" Léautaud ise günlük tutan insanın çenesi düşük ve fıkra koleksiyoncusu olduğunu söyler. Ona göre bu iş yaratıcılık istemez. Yeteneğe de gerek yoktur. O, görgüsüzlükten, şallamşopluktan başka bir şey değildir. Kısacası, koskoca bir sıfırdır. Bana kalırsa günlükleri edebiyatın bir türü durumuna getirmek yazarın kendi elindedir. Onu ister, fasafiso mentere ile doldurup kapı mandalı eder ya da sözünü yukarda tutup firışka rüzgârlar estirir. Şu da unutulmamalıdır ki, günlükçüler, o kimine ıvır zıvır gelebilecek görünümlerin altında çok şeyler anlatırlar, çok helva pişirirler.
  • 20 Ocak 1987 İmza günlerinin ayaklarına iyisinden titreme geldi. … İmza gardının bozulması işin ayağa düşmesindendir. Her gün birkaç yerde, birkaç yazar kitaplarını imzalıyor. Bu ise okurları durgun suda deniz tutmasına uğratıyor. Yere sağlam basanlar bile bunlardan hangisine gideceğini kestiremiyor. Bir de var ki, okurlar imzayı pek umurlamıyor ya da bir kitabınıza imza almışsa bir başkasına burun kıvırıyor. Geçen yıl Mecidiyeköy'deki bir imzada benim başıma da böyle bir şey geldi. Gülmeşeker bir genç kız elinde tuttuğu iki kitabımı uzaktan göstererek "Bunları aldım ama size imzalatmayacağım," dedi. "O neden öyle?" "İmza önemli değil, önemli olan sizin yazdıklarınız. Ama sizinle tanışmak isterim." Bu konuda Oktay Akbal'ın da yerinde bir gözlemi var: "Okurlar bir yazardan bir iki kitap aldı mı başkasını almak istemiyor."
  • 1 Mart 1987 Şimdilerde genç şairler -aralarından bir ikisini yakından tanıdığım için söylüyorum- hiçbir şiiri ezberlerine çekmeye yanaşmıyor. Bunu gülünç buluyorlar. Oysa bilinçaltının serpilip boy atmasında, şiire destek olacak tetiğe getirilmesinde ezberin büyük yararları vardır. Rousseau şiir yazmadığı halde, Latin şairi Vergilius'ün “Çoban Şiirleri”ni tam yirmi kez ezberlemeye durmuştur. O, bunu daha çok, yerden kalkmayan belleğini güçlendirmek için yapıyordur.
  • 26 Nisan 1988 Namık Kemal'in babayiğit yanlarından biri de eblehliğine inandığı adamlarla hiç savaşmamasıymış. Bir laf ebesi, bir mirikelâm olduğu halde onların yanında bir köşeye büzülür kendini tam bir suskunluğa gömermiş. Dahası, kitabını çıkarır okur, Andavallı Hazretleri çekip gidince de: "Of, kurtuldum. Hay Allah belanı versin ahmak herif." dermiş.
  • 26 Haziran 1988 Refik Durbaş heyecanı, taze demlenmiş bir bardak çay kokusuna benzetir. Heyecanlı bir şey yazmak isteniyorsa insanın ilkin kendini anlatması gerekir. Henry Miller de Panait İstrati de Sait Faik de bunu yapmıştır. Durbaş'ın “Çaylar Şirketten” kitabında yaptığı da budur.

Aynalar Günlüğü İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Salah Birsel kendine özgü diliyle, kültür birikimiyle insana çok şey katıyor. Birçok yazar hakkında bilmediğim ve belkide hiç bilemeyeceğim şeyleri öğrendim. Bana yeni yazarları, yeni kitapları okumam için bir rehber oldu. Okuduğun ikinci günlüğüydü, diğer kitaplarını da okumalıyım. (ESRA YİĞİT İNCE)

Her ne kadar günlük tarzında bir kitap olsa da içinde çeşitli yazarlardan alıntılar ve karşılaştırmalar olan, edebiyatın ve hayatın bildiğimiz, rastladığımız ya da daha önce hiç karşılamadığımız karakterlerine denk geldiğim güzel bir kitaptı.. 6/10 (Mustafa yaşan)

#okudumbitti #kitaptavsiyesi Salah Birsel’in Aynalar Günlüğü kitabı Her ne kadar günlük tarzında yazılmışsada içinde hiç bilmediğim yazarların alıntıları var ve bazı yazarların kitaplarını yorumlamış bir nevi tavsiye eder gibi olmuş. Kitap okurken başka kitap isimleri öğrenip not ediyorsunuz Kendi döneminin 25/30 yaş arası gençlerin sevdiği bir yazar ve eseri, Farklı bir anı türü. yazar,sözcüklerle dostluk kurmanın yollarını açarken okuru farklı yolculuklara götürüyor. Kitap 1983/1986 yılları arası günaşırı yazdığı hayatıyla dolu. Severek okudum. Size de tavsiye ederim Bu kısım sipoiler içerir Örnek anılarında. Yazar gezmeyi seviyor k.kıbrısa gitmiş. Asansörde kalmış,meğer güney rum kıbrıs elektrikleri kesmiş,neden acaba? “Dünyanın en çirkin hayvanı,yaşlı insanlardır”der,ama plajda ve çıplak. (Eminebalcıaksu)

Aynalar Günlüğü PDF indirme linki var mı?

Salâh Birsel - Aynalar Günlüğü kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aynalar Günlüğü PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Salâh Birsel Kimdir?

Salâh Birsel, 1919'da Balıkesir'de doğdu. İlk şiiri 1937'de Gündüz dergisinde çıktı. Günlüklerini 1950'de Beş Sanat dergisinde yayımlamaya başladı. Türk şiirinde özgün bir yer edinen Birsel daha çok aklın ve zekânın egemenliğini ön planda tutan, şairanelikten uzak, yergici şiirlere ağırlık verdi. Asıl ününü 1970'den sonra yayımladığı 1001 Gece Denemeleri ve Salâh Bey Tarihi olarak adlandırdığı dizi kitapları ve günlükleriyle elde etti. Şair ve deneme yazarı Salâh Birsel 1999'da vefat etmiştir.

Salâh Birsel Kitapları - Eserleri

  • Dört Köşeli Üçgen
  • Kurutulmuş Felsefe Bahçesi
  • Boğaziçi Şıngır Mıngır
  • Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu
  • Paf ve Puf
  • Kahveler Kitabı
  • Varduman
  • Nezleli Karga
  • Şiir ve Cinayet
  • Rüştü Onur
  • Köçekçeler
  • Bir Zavallı Sarı At
  • Seçme Şiirler
  • Şişedeki Zenci
  • Amerikalı Tolstoy
  • Gandhi ya da Hint Kirazının Gölgesinde
  • Yaşlılık Günlüğü
  • Hafiyeler Önde Gider
  • Şiirin İlkeleri
  • Kediler
  • Yapıştırma Bıyık
  • Halley Kimi Kurtarır
  • Kendimle Konuşmalar
  • Aynalar Günlüğü
  • Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu
  • Hacivat Günlüğü
  • Asansör
  • İstanbul - Paris
  • Geceyarısı Mektupları
  • Bay Sessizlik
  • Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi
  • Sen Beni Sev
  • Günlük
  • Papağanname
  • Haydar Haydar
  • Gece Mavisi
  • Çarleston
  • Yaşama Sevinci
  • Sevdim Seni Ey İnsan
  • Yanlış Parmak
  • Goethe: Işık... Biraz Daha Işık
  • Ases
  • Rumba Da Rumba
  • Seyirci Sahneye Çıkıyor
  • Baş ve Ayak
  • Beyoğlu'nda Büyülü Geceler
  • Fransız Resminde İzlenimcilik
  • Hacivatın Karısı
  • Kuşları Örtünmek
  • Nardenk
  • İnce Donanma

Salâh Birsel Alıntıları - Sözleri

  • Doğrusu, bilinçaltı denilen o zirzop bilgisayar, insana öyle oyunlar oynar ki, aklı keskinler bile işin içinden kolay kolay sıyrılamaz. (Boğaziçi Şıngır Mıngır)
  • Goethe, “ okumayan insanlar, onun ne kadar çabaya, ne kadar zamana mal olduğunu bilemez. Ben okumayı öğrenmek için seksen yılımı verdim. Yine de öğrendim diyemem,” der. (Hafiyeler Önde Gider)
  • Ahmet Refik, Sokullu adlı kitabında Kanuni çağında İbrahim Paşa'nın adamlarından Venedik Balyosu (elçi, temsilci) Alvario Griti'nin de Taksim'de büyük bir konağı olduğunu söyler. Balyos “Beyoğlu” adıyla anılır ki Beyoğlu adının buradan geldiği düşünülebilir. (Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu)
  • Yaşasın Hürriyet! Yaşasın Vatan! (Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi)
  • Kaçın kaçın karayelden Sıkıntıdan bulanımdan Bağlanmayın güzelliklere Mutluluğun berisinde durun (Çarleston)
  • Dünyada onlardan güzel şey var mı? Kadınlara düşen şey sevilerek ve de onurlandırarak yaşamaktır. (Gece Mavisi)
  • Demokrasinin hayran olunacak bir özelliği de yurttaşlara protesto hakkı tanımasıdır. (Şişedeki Zenci)
  • Gülücüklerinizi çoğaltıyoruz (Köçekçeler)
  • Ölümünden birkaç ay önce 15 ciltlik romanın sonuna ‘Bitti’ sözcüğünü oturttuktan sonra rahatlar ancak. O vakit hizmetçisine şöyle diyecektir: - Romanım bitti. Artık ölebilirim Celeste. (Kurutulmuş Felsefe Bahçesi)
  • Şair, almadan verendir. Şairin Tanrı'ya benzetilmesi de bundan, bu almadan verme yüzündendir. (Hacivat Günlüğü)
  • Çay içen limon istedi mi Hacı kendisine hakaret edilmiş sayar. (Kahveler Kitabı)
  • Kötü damgası vurulan şeyleri aynen kabul etmek insanların hamu­runda vardır. İnsanlar bir şeye güzel dendi mi ayakla­nırlar. Kötü dendi mi ses çıkarmazlar. (Sen Beni Sev)
  • ...Yağmacılık adam başı Adalet sevenler nerde Eşekleri yolda bekler Açıkgözler hazırolda Yalan üretilir yok yere Yaşa ahlaksız ahlak Herkes suçla uğraşır Suçluları soran nerde... (Seçme Şiirler)
  • Uyu bir tanem uyu ... Seni şiir uyandıracaktır (Baş ve Ayak)
  • Kapıyı örttükten sonra kendimi yokladım. Neşe diye bir şey kalmamıştı. (Hacivat Günlüğü)
  • Bir karanlık kutudur İnsanlık bahçesi Kim kime dosttur anlaşılmaz Kim kime gölge verir (Yaşama Sevinci)
  • Bir romanı elli kez okumak! Bu, birçok­larına gülünç gelebilir. Ama tekrar tekrar oku­madan bir kitabın iyice anlaşılabileceği düşü­nülmemelidir. Jean Cocteau, bu konuda şöyle der: “Okumak başka bir iştir. Okuyorum. Okuduğumu sanıyorum. Bir kitabı yeniden okuduğum vakit de, onu daha önce okuma­dığımı sezinliyorum.” (Kendimle Konuşmalar)
  • Bir avuç çılgınlık dönenir içimde. (Bay Sessizlik)
  • ...burada 1de Anatole France’nin 1sözüne perende attıralım: — Yazı yazmadan mutlu yıllar yaşamıştım... (Yapıştırma Bıyık)
  • Ne olursa olsun ikinci okumalardan alınan tad, birincisinden damıtılan tad değildir. Ondan daha başka şeyler, daha başka büyüler taşır. (Asansör)

Yorum Yaz