diorex
life
Dedas

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır - Yavuz Bülent Bakiler Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır kimin eseri? Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır kitabının yazarı kimdir? Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır konusu ve anafikri nedir? Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır kitabı ne anlatıyor? Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır kitabının yazarı Yavuz Bülent Bakiler kimdir? İşte Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 27.02.2022 08:00
Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır - Yavuz Bülent Bakiler Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yavuz Bülent Bakiler

Yayın Evi: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları

İSBN: 9789756186435

Sayfa Sayısı: 452

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Azebaycan yüreğimde bir şahdamardır

Ben Yakub gibiyim uzun yıllardır

Onda Yusuf’umun kokusu vardır

Ve hasreti gönlümde, büyük Türkmenistan Kadardır

Âyettir kitabımda, bayrağımda rüzgârdır

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır.

Yavuz Bülent Bâkilerin 1980’ler den başlayarak günümüze kadar, Azerbaycanda ki intibâlarını anlatan kitap; 38 kısımdan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla; Yazmakta neden geciktim?, Marksizim: Bir Büyük Yalan ve Zulüm İmparatorluğudur!, Bir Rüya Bir Şiir Bir Resim, Azerbaycan’da: Lenin, Leninci, Lenin Düşmanı Olmak, Azerbaycan’da Türk Olmak, Bir Avuç Karabağ Toprağı veya Moskovadaki Dosyam, Nazım Hikmet Üzerine Sohbet, “Türkçe Azerbaycanca Başka Bir Dilmiş”, Azerbaycan Gülleri, Yaşasın Türk Milleti! Yaşasın Türklük!, Can Azerbaycanda Unutamadığım Günler ve Aldığım Ödüller, Ezan Sesi Duyan Toprak, Azerbaycanda Ali Mektepleri-Ömer Mektepleri, Bakü’de 10 Muharrem Ayini, Rusya’nın Alfabe Siyaseti Yüzünden, Namaz, Türk’ün Anası, Burnunu Bir Dost Yemeğine, Bile Sokan Sosyalizm, Kurşuna Dizilen Şair: Mikâil Müşfik, Zeynel Abidin Tağıyef’in Çilesi, Bakü de Çorum Yumurtaları, Zeytin-Zeytinyağı, Bahtiyar Vahapzâde Denilince, Rüstemhanlılar: Tenzile Rüstemhanlı, Sabir Rüstemhanlı, Memmed Aslan’ın Müthiş Sorusu, Azerbaycanda ki Özel Türk Liseleri Işığın Gülleridirler!, “Karabağ da Talan Var, Meni Derde Salan Var”, Bakü, Gobustan ve Eski Bakü, Yaratıcılık Evleri, Elçibey, Azerbaycan Mankurtları, Akrep Etmez Akrabanın Akrabaya Ettiğini, Türkiye de ve Azerbaycan da Ermeni Vahşeti, Nihayet Karabağ ve Ağdam, Ağdam da Xâr-ı Bülbül Çiçeği, Alın Size Komünizm, Ruslar Beni Bakü de Zehirleyerek Öldürmek İstemişler. Yavuz Bülent Bâkilerin bu eseri’nin her bölümü birbirinden bağımsız intibâ ve gözlemleri anlatmaktadır. Anlatımda, kitabın başından sonuna kadar belli bir kronoloji takip edilmemiştir. Ancak yazarın gözlemlerinin ana merkezini Sovyet Rusya’nın komünizm rejimini Azerbaycan üzerinde gerek kültürel, gerekse siyasal olarak uygulaması ve bundan başta yazar ve kendisi gibi birçok Azerbaycan ve Türk-İslâm sevdalısının duyduğu rahatsızlık anlatılmaktadır. Komünizm rejiminin ana temasını oluşturan baskı ve zulüm politikası Azerbaycanda Türkleri sindirmiş ve bir anlamda ellerini kollarını bağlamıştır. Esasen bu kitabın yazılmasının bu kadar gecikilip, ancak SSCB’nin dağılmasına bırakılması da bu korku ve sindirme politikasının bir ürünüdür. Yavuz Bülent Bâkilerin’de aslında en fazla üzen ve içini sızlatan faktör budur. Çünkü aynı komünizm Yavuz Bülent Bâliler’e Karabağ’da dede mezarına gitmeyi yasaklamış ( çok sonraları üçüncü kez uzun uğraşlar sonucu belirli şartları kabul etmesiyle bu izin verilmiş syf. 402) ve bir avuç Karabağ toprağını Anadoyu’ya götürmesine izin vermemiştir. Markizim ve Komünizm’in Azerbaycandaki faaliyetleri’nin her alanda etkisi yazar tarafından ironik ve haklı bir dilde eleştirilmiştir. Özellikle Azerbayacan üzerinde başta dil ve alfabe baskısı ve Ruslaştırma politikaları ve komünizmin sosyal hayattta ki etkisi oldukça düşündürücü ve üzücüdür. Bununla birlikte bu yalan ve zulüm ideolojisine bazı Azerilerin ve bizden bazı insanlarında inanması Yavuz Bülent Bâkiler’i daha da üzmüş ve öfkelendirmiştir. Sözüm ona sosyal adalet, eşitlik ve zenginlik prensibine dayanan komünizmin aslında fakirlik ve sömürge zihniyeti ve ideolojisi olduğu gerçekleriyle kitapta vurgulanmıştır. Ayrıca yazar düşüncelerini ve tezlerini sadece tek taraflı bir biçimde ortaya koymamış Azerbaycan ve Türk Dünyasının önemli şahıslarınında düşünce ve fikirlerini de vermişir. Bahtiyar Vahapzâde, Ebülfez Elçibey, Cengiz Aytmatov sadece bunlardan bir kaçıdır. Kitapta, Marksizim: Bir Büyük Yalan ve Zulüm İmparatorluğudur!, bölümünde komünizm gerçeğini, Azerbaycan’da: Lenin, Leninci, Lenin Düşmanı Olmak, ve Azerbaycan’da Türk Olmak, bölümlerinde Azeri kardeşlerimizin komünist rejim altında içinde bulundukları psikolojik durumu, Bir Avuç Karabağ Toprağı veya Moskovadaki Dosyam, adlı bölümde bir Karabağ ziyaretinin Moskova ve komünist rejime nasıl takıldığını, Nazım Hikmet Üzerine Sohbet, adlı bölümde bir tartışma ve en bilinen Türk komünist olan Nazım Hikmet gerçeğini, Türkçe Azerbaycanca Başka Bir Dilmiş”, bölümünde Rusların uyguladığı kültür emparyalizmini Azerbaycan Gülleri, Yaşasın Türk Milleti! Yaşasın Türklük!, adlı bölümde Azerbaycanda ki Türk Sevgisini, Ezan Sesi Duyan Toprak adlı bölümde Azerbaycan daki Türkiye hasreti ve sevgisini, Ali Mektepleri-Ömer Mektepleri, adlı bölümde Rusya ve İran’ın Azerbaycandaki mezhep ayrılıklarını nasıl körüklediği gerçeğini, Kurşuna Dizilen Şair: Mikâil Müşfik,ve Zeynel Abidin Tağıyef’in Çilesi, adlı bökümlerde Rusların Türk edebiyatına ve Türkçeye duydukları tahammülsüzlük ve Sosyalizmin ekonomik gerçeğini, Özel Türk Liseleri Işığın Gülleridirler!, adlı bölümde Türkiyenin kültürel bir rolle bölge içinde gösterdiği öneme , Nihayet Karabağ ve Ağdam, adlı bölümde yazarın Karabağ hasretinin nihayet vuslata dönmesini, Alın Size Komünizm,ve Ruslar Beni Bakü de Zehirleyerek Öldürmek İstemişler adlı bölümlerde ise komünizm gerçeğini ve Yavuz Bülent Bâkiler’e bir öldürme planı hazırlanıldığını göreceksiniz, Eserin burada açıklamasını yapmadığım diğer bölümleri de oldukça önemli şahıs ve konuları ele alıyor. Ayrıca, Yavuz Bülent Bâkiler’in şair yönüde eser içinde sık sık vurgulanmış, şairimiz gerek kendi, gerekse Azerbaycan edebiyatının değerli şahıslarının mısralarıyla düz yazıyı yer yer şiirle birleştirip anlatıma ayrı bir güzellik katmıştır.

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır Alıntıları - Sözleri

  • -Yok mu bu ülkede Bir dinleyecek seni? -Var! Fakat unutma ki kılıç kesmez kendini!
  • Hakikatende "Azerbeycan yüreğimde bir şahdamardır " okumayan her kese tavsiye ederim
  • Bir gün biterse her şey, Karabağ’ı görmeden İstemem bandolar, büyük çelenkler... Üstüme okunmuş birkaç avuç mübârek Karabağ toprağından serpilse yeter.
  • Bir gün biterse her şey, Karabağ’ı görmeden İstemem bandolar, büyük çelenkler... Üstüme okunmuş birkaç avuç mübârek Karabağ toprağından serpilse yeter.
  • Rüyaya inanır mısınız? Siz de salih rüyalar gördünüz mü? Yani rüyanızda yaşadığınız bir hadiseye, uyandıktan birkaç saat sonra veya birkaç gün sonra, aynen şahit oldunuz mu? Ben öyle rüyalar gördüm ki, uyandıktan bir süre sonra, bazen de birkaç yıl sonra, o rüyada şahit olduğum hadiselerin bütün çizgilerini, bütün renklerini, bütün kişilerini, konuşmalarına kadar aynen karşımda buldum. Mesela, Sivas'ta, 1961 yılında kapı komşumuz Gürünlü Ali Efendi hastahaneye yatırılmıştı. Bir gece, rüyamda, Ali Efendi'yi hastahanedeki odasında ziyarete gidiyorum. Yatırıldığı odanın kapısını açtığımda bakıyorum ki, genç bir hemşire, Ali Efendi'nin üzerine beyaz bir örtü çekiyor. Beni görünce " Vah!Aman!Çok korktum!" diyor. " Hayrola! Ne oldu?" diye soruyorum. " Öldü de oğlu geldi sandım!" diye telaşlanıyor. O esnada kapı tekrar açılıyor. Başımı çevirdiğim zaman bakıyorum ki, Ali Efendi'nin büyük oğlu İhsan, arkamda. Üzerinde gri renkli, kendinden çizgili, uzun bir pardösü var. Fötr şapkasını iki eliyle göğsüne yapıştırıp kalmış. Sonra birden "baba!" diye hıçkırarak yatağa kapanıyor. Ben o kadar üzülüyorum ki, "başınız sağ olsun!" diyemeden odadan ayrılıyorum. Arkamda İhsan'ın boğuk hıçkırıkları... Rüyam aynen böyle! Babam da aynı hastahanede yatıyordu. Bir böbrek ameliyatı geçirmişti. Kalktım giyindim. Kendi kendime dedim ki, Gürünlü Ali Efendi'ye bugüne kadar gitmemem çok yanlış oldu. Kendisine uğrayıp bir "geçmiş olsun! " demeliyim!Babam daha uyanmamıştı. Onun uyanmasını bekledim. Bir süre sonra gözlerini açtı. Ona gördüğüm rüyayı olduğu gibi anlatamazdım. Çünkü zaman zaman komaya giriyor, sonra kendisini zor toparlıyordu. Baba, dedim: " Gürünlü Ali Efendi de bu koridorun dibindeki odalardan birinde yatıyor. Geçen gün hastahaneye yatırdılar. Eğer müsaade ederseniz birkaç dakikalığına ziyaretine gitmek istiyorum!" Babam: " Şu saatlerde hademeler sabah kahvaltısını getiriyorlar. Bekle biraz. Onlar geldikten sonra gidersin!" dedi. Belki bir yarım saat kadar da sabah kahvaltısının gelmesini bekledim. Babamı doyurduktan sonra odadan çıktım. Ali Efendi koridorun ucundaki koğuşta yatıyordu. Rüyada gördüklerim aklımda değildi. Ama bin defa hayret!Çünkü Gürünlü Ali Efendi'nin kapısını açtığım zaman, gördüm ki, bir hemşire onun üzerine beyaz bir örtü çekiyor. Beni görür görmez : "Vah ! Aman!Çok korktum!" diye doğruldu. " Hayrola!Ne oldu?" diye sordum. " Öldü de oğlu geldi sandım!" diye telaşlandı. O ara tekrar kapı aralandı. Başımı çevirdiğim zaman arkamda Ali Efendi'nin büyük oğlu İhsan'ı görmeyeyim mi? Üzerinde, rüyamda gördüğüm gibi kendinden çizgili, gri renkli, uzun bir pardösü vardı. Fötr şapkasını göğsünün üzerine yapıştırmış, omzumun üzerinden, babasının karyolasına bakıyordu. İhsan'ın hıçkırıkları arasında duyduğum tek kelime "baba!" oldu. Ona " başınız sağ olsun!" bile diyemeden odadan ayrıldım. Sonra günlerce, aylarca, bu müthiş rüyanın tesirinden kurtulamadım. Çünkü düşündüm ki, ben o rüyayı gördüğüm zaman Gürünlü Ali Efendi daha ölmemişti . Hemşire ve İhsan daha ortalıkta yoktu. Peki, nasıl oluyordu bu? Bir ölüm hadisesini, vukundan saatlerce önce, milimi milimine nasıl görebiliyordum? Bu rüyamı, önce Ankara'da Prof. Recep Doksat'a, sonra İstanbul'da, Prof. Ayhan Songar'a anlattım. Bana dediler ki: "Bu rüyanın ilmen izahı mümkün değildir. Biz böyle rüyalara "salih rüyalar" diyoruz. Böyle rüya gören başka kimseler de var. Onlara da aynı şeyi söylüyoruz. Cenab-ı Hakk, bir ölüm hadisesini, vukuundan birkaç saat önce sana olduğu gibi göstermiş. Sonra sen o rüyayı, yeni baştan bütün kareleriyle yaşamaya başlamışsın. Böylesi metafizik olayların kanunlarını bulmak, onları yeniden tekrarlamak ve izahlarını ilmi açıdan yapmak mümkün değildir. Ama bu rüyaları inkar etmek de yanlıştır. ilim her mes'eleyi aydınlatamıyor ki!" Hiç rüya görmeyenler de veya rüyaya inanmayanlar da varmış. Ben elbette inananlar için yazıyorum: Benim elimde on bir göbek ötemize kadar uzanan bir aile şeceremiz var. Bunu, babamın dedesi olan Hacı Mahmud Efendi tutmuş. Hacı Mahmud dedem, yüz on yıl yaşamış. Mezarı Sivas'ın Gürün ilçesinde, bir tepe üzerindeki eski bir mezarlıkta. Dedem imzasını hep "Hacı Mahmud El Karabaği" şeklinde atıyormuş. Yani Karabağlı Hacı Mahmud! Karabağ, Azerbaycan'da eski bir Türk beldesi. Şimdi Ermenilerin işgalinde bulunuyor. Hacı Mahmud El Karabaği dedemin tuttuğu notlara göre, on birinci dedem olan Hacı Ali Murad, Karabağ'ın Ağdam köyü'nde doğmuş. Onun oğlu Hacı Ali Ferahşad da öyle. Mezarları, Karabağ'ın Şuşa şehrinde imiş. Ruslar Azerbaycan'ı işgal edince önce katharnlara başlamışlar. Sonra Şii-Sünni kavgaları düzenlemişler. Karabağ'dan önemli miktarda Sünni Türk (Karapapaklar) Osmanlı Devleti'ne sığınmış. İşte o büyük dalgalanmada Hacı Ali Ferahşad'ın oğlu Mehemmed Sabir de Türkiye'ye göçenler arasına katılmış. Babamın anlattığına göre şair olan ve naatları, münacatları da bulunan Mehemmed Sabir dedem, çoluk çocuğuyla birlikte Kahramanmaraş'a yerleşmiş. Şimdi, sonsuzluk uykusunu Maraş'ta uyumakta. Mehemmed Sabir'in oğlu olan Abdülbaki Karabaği dedem, tekrar Azerbaycan'a dönmek isterken Doğu Beyazıt'tan öteye geçememiş. Yerli halkla aralarında nedense müthiş bir çarpışma olmuş. Devlet, bir grup Karabağ muhacirini Erzurum'a bağlı Toprakkale'ye yerleştirmiş. Dedelerim Genceli Ali Ağa, Mehmet Ağa, Yusuf Ağa oralarda kalmışlar. Hacı Mahmud dedem ise, kalkıp soyunun lakabıyla birlikte Sivas/Gürün'e göç etmiş. Bu arada Kars'a yerleşen akrabalarımız da olmuş. Ben Azerbaycan'ı ve büyük dedelerimi, babamdan yeteri kadar dinleyemedim. Çünkü babam, evvela içine kapanık bir adamdı. Sonra " terbiyemin bozulmaması için" beni karşısına oturtup konuşmaz, konuşturmazdı. Çok iyi hatırlıyorum: Bundan 50-60 yıl önce, Bakü Radyosunun yayınları, Sivas'tan rahatlıkla dinlenemezdi. Ama babam, bazen çok uzun süre radyo başında oturur, durmadan ses ve dalga düğmesiyle oynar; belki kırk ayrı radyo istasyonu üzerinde gidip gelir, sonra aradığını bulur, odamızı birdenbire bir piyano sinyali doldururdu. Arkasından sıcak bir Türkçe dikkatimizi çekerdi: Danışır Baku!Danışır Baku!Danışır Baku! Sonra "pambıx tarlalarında işleyen fehlelerin " konuşmaları başlardı. Arkasından "neft guyularındaki çox geyretkeş fehlelerin, fehlebaşıların" övünmelerini dinlerdik. Anlayamadığım kelimeler olurdu: -Baba! Fehle ne demek? Neft guyusu ne demek? diye sorardım. Cevap verirdi: -Fehle, işçi karşılığında bir kelime!Neft guyusu da petrol kuyusu demek ! Bakü Radyosunun sesi zaman zaman düşerdi. Veya cızırtılara karışırdı. Babam kulağını radyonun hoparlörüne dayardı. Bakü Radyosu müzik yayınma başlar başlamaz babam bana dönerdi: -Koş git, Hacı Karaçoban arncana haber ver!Hemen Baku Radyosunu açmasını söyle. Çabuk! Çabuk!Çabuk! Hacı Karaçoban, babamın çok yakın arkadaşlarındandı. Azerbaycan'dan Türkiye'ye göçmüş güzel bir ailenin örnek isimlerinden biriydi. Babamın emri üzerine, uçar gibi gider Hacıbeylerin kapılarını tokmaklardım. Babam her Baku programından sonra, radyo başından hüzünle kalkardı. Babamın hüznü, bana da geçerdi. Ben, çocuk yaşlarımda, anamın " ay balam!"lı türküleriyle de büyüdüm. Anamın Türküleri isimli şiirimin ilk iki kıt'ası şöyle: Anam, türkü söylerdi bana masal yerine Hüzünlü, boynu bükük, hep Azeri türküler. Yüzüme bakamazdı; acısını anlardım. Rüzgarlarla savrulur; yağmurlarla yağardım. Ya yer yatağımda, ya serin sofalarda Anamı dinlerken ağlardım. Ben, süt gibi mübarek türkülerle büyüdüm Bir yanım aydınlık, bir yanım gurbet! Anamın "ay balam!"lı türkülerinde Bin yakarış gibiydi baştan başa memleket! Bir yandan anamın " ay balam "lı türküleri, bir yandan babamın hüznü, öte yandan Baku Radyosunun sazlı sözlü programları, çocuk yüreğimi baştan sona Azerbaycan'la bezerdi. Azerbaycan ve Karabağ konusunu uzun yıllar sonra, yani üniversite öğrencisi olduğumda, hem büyük amcamla hem de babamla konuşmaya başladım. Azerbaycan yüreğimde bir şah damar gibi vurmaya başladı. Galiba 1965 yılıydı. Erzurum'da, Cevad Dursunoğlu ile tanıştım. Cevad Dursunoğlu'nun Erzurum Kongresi'ni adım adım yaşayan, daha sonra Erzurum'dan milletvekili seçilen siyasetçilerimizden olduğunu elbette biliyorsunuzdur. Kendisine adımı ve soyadımı söyleyince heyecanlandı: -Dur bakayım hele! Sen bizim İbrahim Bakiler'in nesi oluyorsun acaba? -Yeğeniyim efendim ! -Oooo!Ne kadar sevindim bilemezsin!İbrahim, benim çok yakın arkadaşlarımdandır. Adliye Bakanı'yla görüşerek İbrahim'i Büyükada'ya ben tayin ettirdim. İbrahim de bizim gibi Karabağ asıllıdır. Çok yahşi adamdır haaa! -Siz de Karabağlı mısınız efendim? -Elbette!Elbette! Benim dedelerim de Erzurum'a Karabağ'dan çıkıp gelmişler. -Siz Karabağ'ı gördünüz mü efendim? -Görmedim; ama orayı dedelerimden çok dinledim ! -Bana da lütfeder misiniz efendim? Karabağ nasıl bir yer acaba? -Sorulur mu? Sorulur mu? Karabağ cennet gibi bir yer. Diyebilirim ki, dünyanın en güzel köşelerinden biridir orası! Cevad Dursunoğlu konuşurken, sağ elinin bütün parmak uçlarını bir araya getiriyor ve ağzında sanki çok lezzetli bir yemiş varmış gibi konuşuyordu. Bana, Karabağ'ın bitmez tükenmez güzelliklerini, bağlarını bahçelerini, nar ağaçlarını, dutluklarını, kavun karpuz bostanlarını, billur sularını, al-baharlı dağlarını, bakmaya kıyılamayan ceylan duruşlu atlarını, eşine ender rastlanacak nispette zarif halılarını, bağlı bahçeli serin evlerini anlatıp durdu. Sonra ayağa kalkarak o meşhur Karabağ şikestesini mırıldandı. Bayıldım!Bayıldım!Bayıldım ! -Karabağ, işte şu bizim Ağrı Dağı'nın hemen ardında. Ama biz ona hep hasret yaşıyoruz. Karabağ'ı bir kere görebilmek için ömrümün bir yılını verebilirdim ! -Ben de öyle efendim! Ben de öyle! Bu Karabağ sohbeti üzerinde 5-10 gün geçti, geçmedi; Ankara'daki bekar evimde, çok sıkıntılı bir rüya gördüm O unutulmaz rüyam aynen şöyle: Al renkli, uzun bir otobüsün önündeydim. Bir grup gazeteciyle birlikte, Azerbaycan'a gitmek üzere bekleşiyoruz. Derken otobüsümüz hareket etti. Ve bizi adeta uçarcasına Azerbaycan'a ulaştırdı. İlk durağımız Karabağ! Otobüsümüz tek katlı bir bina önünde durdu. Güya o bina, bir gazetenin idarehanesi imiş. Herkesten önce inip oraya koştum. İçeride 4-5 kişi var. Ayaküstü hoşbeş ederken başımı çevirip caddeye baktım. Hayretle gördüm ki, o al renkli otobüs çekip gitmiş. Heyecanla dışarı fırladım. Görünürde otobüs de yok, içindeki yolcular da! Telaşla, korkuyla sağa sola koşuşturmaya başladım. Yok! Yok Yok! Derken yanımda bir genç adam belirdi. -Merak etmeyin! Korkmayın! Ben sizi otobüsünüze götürebilirim. Onun nerede olduğunu biliyorum çünkü! -Hemen gidelim öyleyse ! -Ama ben size, önce Karabağ'ı şöyle bir gezdireyim diyorum. Şehri görmek ister misiniz? -Hem de nasıl görmek isterim!Ben yıllarca, hep bu Karabağ hasretiyle yaşayıp durdum. Çünkü Karabağ, benim ulu dedelerimin memleketi! -Gelin benimle öyleyse! Genç adam elimden tutarak beni bir bedestene götürdü. Bedestenin loş dükkanlarında rengarenk ipekli kumaşlar ve kadifeler yığılı. Dükkan önünde ise, çuval çuval baharat çeşitleri duruyor. Tezgahlar, sedef işlemeli zarif kutularla, rahlelerle, tepsilerle ve tespihlerle yüklü. Kendi kendime diyorum ki, " burası tam bir Orta Çağ bedesteni. İnsanların kıyafetleri de eski çağlara ait. " Karşımızda, bedestenin büyük kapısı var. Oraya doğru yürüyerek dışarı çıktık. Gördüm ki, biraz önce yağmur yağmış. Çünkü masmavi gökyüzünü, muhteşem bir ebemkuşağı süslemekte. Ayrıca, dikkatimi çeken bir husus daha var: Bu esrarengiz gökkuşağı altında, bir cami enkazı duruyor. Cami tamamen yıkılmış. Ayakta kalan sadece iki yarım minare... Bu hazin manzara karşısında, sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyorum. Yanımdaki genç adam bana dönüyor: -Niye ağlıyorsunuz; ne var? -Karabağ'ı ben böyle mi görecektim? Şu yıkılan ve sadece iki yarım minaresi ayakta kalabilen caminin haline bak!Kim bilir benim dedelerim bu camide ne kadar namaz kıldılar? Ağlamamak mümkün mü? O rüyadan kan ter içinde uyandım. Bir süre yatakta hareketsiz kaldım. Rüyamı, kendi kendime yorumlamaya çalıştım. Acaba Cevad Dursunoğlu'nun ballandıra ballandıra anlattığı Karabağ'ın bugünkü hali böyle midir? Çünkü Lenin diyor ki: " En masum bir Allah fikri, yeryüzünün bütün kanlı cinayetlerinden, bütün soygunlarından, vurgunlarından daha tehlikelidir! " Acaba Azerbaycan'da camiler yine yıkılıyor mu? Yataktan dövülmüş gibi kalktım. Bir süre, odadan odaya dolaşıp durdum. Üzerimde anlatılmaz bir sıkıntı vardı. Bağırıp çağırmak, birisiyle kavga etmek istiyordum. Bir ara, tıraş olduğum duvar aynasına bir yumruk atarak, onu paramparça etmek istedim. Yumruklarım bir süre sıkılı kaldı. Sonra hıncımı bıyıklarımdan aldım. Fakülte ve askerlik yıllarımda bile hiç kesmediğim bıyıklarımı kökünden kazıyıp attım. Sonra oturup " Karabağ Hasreti " isimli şiirimi yazdım: Şimdi uzaklarda kalan bir şehir vardır Camileri yıkılmış, minareleri yarım... Bu şehrin çilesini ben çekerim yıllardır Hasretini ben duyarım. Şimdi uzaklarda kalan bir şehir vardır Ki sızlatır yüreğimi yıllardan beri. Va tan olmasına vatan Anadolu'casına Ama vatan haritamda yok yeri. Güzelim türküleri türkülerimiz gibidir Ve kalpaklı, bindallı oyunlarını balam Bilenlerimiz bilir. Bir gün bir selam gitse Anadol u 'mdan O şehirden sımsıcak bin selam gelir II Balam!Balam!diyerek okşardı beni ana m Anamın dizlerinde, ben Hazar'ı yaşadım. Hazar'ın diliyle benim dilim bir. Hazar, şimdi yere inmiş bulutlar mahşeridir Ve Karabağ, -Karagözlü bir Türkmen kızı gibiHazar'ın karşısına bağdaş kurup oturmuş Dedem Hacı Mura t 'ın destan şehridir. Öz yurduma yıllar yılı hasret duyarak Mecnun gibi, Ferhat gibi bir gön ül verdim. Bir gelen olsaydı Karabağ'ımdan Gider ayaklarına gözlerimi sürerdim. Bir gün biterse her şey, Karabağ'ı görmeden İstemem bandolar, büyük çelenkler... Allah 'ım! Ruh uma biraz h uzur ver! Üstüme okunmuş birkaç a vuç m übarek Karabağ toprağından serpilse yeter!
  • "Bir gün biterse her şey, Karabağ'ı görmeden İstemem bandolar, büyük çelenkler ... Allah 'ım! Ruhuma biraz huzur ver! Üstüme okunmuş birkaç avuç mübarek Karabağ toprağından serpilse yeter!"
  • "Şimdi ben çıkıp Türkiye'ye gelsem, orada, sokaklarda dilenen bir fakir Türk görsem, büyük şehirlerin etrafını çeviren gecekondularla karşılaşsam, Türk dilinin devlet radyolarında, televizyonlarında doğrandığına şahid ol- sam, şurada burada Türk musikisinden daha çok Batı musikisinin çalınıp söylendiğini dinlesem, Azerbaycan denilince, Türkistan denilince yüzüme bön bön bakan ve "o da nesi?" diye soran insanlarla tanışsam ... halim ne olur biliyor musun? Benim için yaşamanın hiçbir manası kalmaz. Yıkılır darmadağın olurum. Bu bakımdan Tür- kiye'ye gitmek istemiyorum. Türkiye'yi gönlümde istedi- ğim gibi allıyar pulluyorum."
  • "Karabağ'dan Türkiye'ye iki avuç toprak götürmek is- tiyorum. O toprağın bir avucunu, şimdi Sivas'ta bulunan babamın mezarına serpeceğim. Vasiyetim var: İkinci avuç Karabağ toprağını da, öldüğüm zaman çocuklarım benim üzerime koyacaklar. Yani ben, Türkiye toprağıyla beraber ebediyyen Karabağ toprağı altında da yatmak istiyorum. "
  • "İsmet İnönü, 19 Mayıs nutkunda Türkçüleri çok ağır ithamlarla suçladı. Nihal Atsız ve 23 arkadaşı sıkıyönetim mahkemesine sevk edildi. Savcı, tutuklanan 23 sanığın "vatana ihanet suçuyla yargılanmasını" istedi. Tutuklanan Türkçülere büyük işkenceler yapıldı. Türkçüler haksız yere tevkif edildiler. Kendilerine 15 ayrı işkence uygulandı. Türkçüler, bir insanın ancak sığabileceği tabut şeklindeki hücrelere sokuldular. Başları üzerinde 1.500 mumluk lambalar yakıldı. Bayılıncaya kadar işkenceye tabi tutulanlar oldu. 18 ay kadar cezaevlerinde çile çektiler. Sonunda Askeri Temyiz Mahkemesi'nde hepsi beraat ettiler. İşte o meşhur hadiseden sonra Nihal Atsız ve arkadaşları 3 Mayıs 1944 gününde, Türklük adına katlandıkları o acılı günü Türkçüler Günü veya Türkçülük Bayramı olarak kabul ettiler. Türkçülük Günü, Türkiye'den sonra ilk defa Azerbaycan'da kutlanmaya başladı. Azerbaycan'daki Türkçüler Günü'nün bir numaraları öncüsü Tenzile Rüstemhanlı Hanımefendilerdir."
  • Ve Karabağ çekik gözlü bir Türkmen kızı gibi Hazar’ın yakınında mahzun güzelliğiyle Dedem Hacı Murat’ın destan şehridir. Çağrılsam yollarına düşebilirim. Toprağına bayraklarla girebilirim Karasevdalılar gibi hasretim Karabağ’a Uğruna ölebilirim.
  • "Geçen zaman üstüne,dökülen kan üstüne, Kılıç kalkan üstüne, Ve ağzı köpüren yeleli atlar üstüne, Benim bir yeminim var: Azerbaycan yüreğimde bir şah damardır!!
  • Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sapar Murat Niyaz bir konuşmasında bu konuyu açıklığa kavuşturdu: “Biz Türkiye ile bir milletiz ama iki ayrı devletiz.” dedi. Onun bu vecizesini Türkmen idarecileri kocaman harflerle Akşabat’ın büyük meydanlarına, geniş caddelerine yazdılar. Sonra başşehirlerine üç yeni heykel diktiler. Bu heykellerden ikisi Yunus Emre’ye aitti. Diğeri tığ gibi bir Karacaoğlan heykeli. Şimdi artık Türkmenistan’da kime sorsanız, size diyecektir ki; “ Yunus Emre de Karacaoğlan da Türkmen asıllı şairlerdir. Buradan çıkarak Anadolu’ya göçmüşlerdir. Biz Türkiye ile bir milletiz, ama iki ayrı devletiz.”
  • Götür beni Aras, al beni Hazar Türk’ü Türk’ten başka şimdi kim anlar?
  • Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
  • Ama türküleri yine, baştan başa efkârdır... Düşlerime yağan kardır. Boynu bükük bir diyardır. Yardır... Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır.

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Henüz 20. yaşımın başında okumuştum Yavuz Bülent Bakiler'i... Sonra bütün eserlerini okudum hatta bir imza gününde bütün eserlerini önüne koymuştum da şaşırmıştı, sırada bekleyenlerin homurtularını duyduğum için ben en sona imzalatayım hem de biraz sohbet ederiz hocam demistim. Programdan sonra 3-4 saat sohbet etmiştik, beni Göztepedeki evine de davet etmişti ama üstünden 5 yıl geçmiş olduğu halde hâlâ evinde ziyaret edebilmiş değilim. Neyse esere geçelim, Hocanın Azerbaycan ziyaretlerinde karşılaştığı birbirinden acayip olaylar silsilesi konu ediliyor. Her Bakiler eserinde olduğu gibi temiz bir Türkçe göze çarpıyor fakat yer yer kendini tekrar eden cümleler okuru biraz sıkabilir, onun haricinde Türk Dünyasının sevimli ülkesi Azerbaycaninın dünüyle tanışabilmek için güzel bir eserdir bu. Keyifli okumalar... (Ömer Aybars)

Azerbaycan ta geçmişte Sovyetler döneminde ve Sovyetlerden Sonraki Devrini Anlata Çok güzel Bir Kitap..Kitabın içinde Azerbaycan'lıların Her Şeye Rağmen Türk Olmaktan Gurur Duyduklarına ait örneklerle açıklanıyor....Bence Bunu Kardeş Ülke Vatandaşları Okumaları Gerekiyor..Ne yazık ki,Türk Kardeşlerimizin bir çoğu AZERBAYCAN hakkında pek bir bilgiye sahip değiller.. (Ramin Babayev)

Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır: “Şimdi Azerbaycan’da mevsim bahardır Türküleri yine baştan başa efkârdır Düşlerime yağan kardır Boynu bükük bir diyardır Yardır... Ağzı köpüren atlar üstüne yeminim vardır Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır” Türkiye’nin tanınan ve sevilen yazarlarından ve şairlerinden Yavuz Bülent Bakiler’in, Azerbaycan’a yaptığı seyahat notlarından meydana getirdiği kitabını 5 yıl aradan sonra ikinci kez okudum. Bakiler’i “Şaşırdım Kaldım İşte” şiiri ile tanımıştım. Daha sonra da bir kez dinleme, görme, fotoğraf çektirme ve kitabını imzalatma fırsatım oldu çok şükür. Bu kitabı da imzalı zaten. Şiiriyle tanıdım ama asıl tanımam bu kitabı ile oldu diyebilirim. Köken olarak Azerbaycan/Ağdam vilayetinden olan büyüğümüz Bakiler, Azerbaycan ve Türk dünyası sevdalısı. Bizde de bir nebze Azerbaycan ve Türk dünyası sevgisi ve merakı var ise onun 2 eseri sebebiyledir. Bu yüzden yeri bizim için farklıdır. Eser, Azerbaycan’ın şehirlerini, kültürü, Ermeni ve Rus domuzlarının yaptığı katliamları, Azerbaycan bağımsızlığı için mücadele eden Resulzâde, Vahabzade, Elçibey gibi gibi devlet ve millet büyüklerini, ismi çok bilinmeyen ama kendilerinin çok iyi tanıdığı edebiyatçı ve sanatçı, kültür adamlarını tanıtan bir eser. Okurken Bakiler’in coşkun anlatımı ile siz de coşuyorsunuz. Yer yer gözleriniz yaşarıyor, yer yer göğsünüz kabarıyor. Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini tekrar tekrar fark ediyorsunuz. Eserde hoşuma gitmeyen şey ise: Birçok yerde Fetullah Gülen denen kardinalle ilgili, ‘kahramanmış’ gibi müsbet yorumların bulunması. Elimdeki 2014 baskısı. Muhtemelen son baskılarda bu bölümler çıkarılmıştır ama Bakiler’in bahsi geçen kardinalle ilgili bu fikirlere, bu görüşlere sahip olması dahi yaraladı. Kendisi bu oluşum içinde yer almış mıdır bilmiyorum ama bunları düşünmek istemiyorum. Bakiler’in gönlümdeki yerinin değişmesine kapı aralamak istemiyorum. Son olarak; Azerbaycan’ı Rusların talebiyle Ermenilere peşkeş çeken Neriman Neriman ve Neriman’ın hain olduğu ile ilgili gösterdiği birkaç madde yemin ederim Fetullah Gülen’i gösterdi bana da. Neriman, Azerbaycan’ı Ermeni’ye, Rus’a peşkeş çekti; Feto’nun sayısız darbe teşebbüsleri de başarılı olsaydı o da ülkenin bazı kısımlarını bazı ülke ve servislere, örgütlere peşkeş çekecekti. Kaderin bir cilvesi olsa gerek; kitabında “hain” diye nitelediği şahsın 2000’li yıllardaki ismini övüyor. Yeter bu kadar! kitap/azerbaycan-yuregimde-bir-sahdamardir--227489 yazar/yavuz-bulent-bakiler (Tahir Ceyhun Yıldız)

Kitabın Yazarı Yavuz Bülent Bakiler Kimdir?

Aslen Azerbaycan göçmeni bir ailenin çocuğu olan Yavuz Bülent Bakiler, 23 Nisan 1936 günü Sivas’ta dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Sivas, Malatya ve Gaziantep’te tamamladı.

İlk şiirlerini 1953 yılında Türk Sanatı dergisinde yayınladı. Hisar Dergisi Şairleri arasında yeraldı. 1960 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi.Kısa bir süre Yeni İstanbul Gazetesinde çalıştı.TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesinde Raportör olarak çalışırken çeşitli kültür programları sundu.

1969-75 yıllarında Sivas’ta avukatlık yaptı. 1975-76 yıllarında Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığında Hukuk Müşavirliği yaptı. 1976-79 yıllarında Ankara Televizyonunda çalıştı. 1979-1980 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığında Müsteşar yardımcılığı yaptı.

12 Eylül sonrası müşavir kadrosuna atandı. 1992 yılına dek bakanlıktaki bu hizmetini sürdürdü. İki yılda Başbakanlık Müşaviri görevini yaptıktan sonra 1994 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

Şiir kitapları

Yalnızlık, (1962)

Duvak, (1971)

Seninle, (1986)

Harman, (2000)

Bir Gün Baksam Ki Gelmişsin

Sen Sen Sen

Gezi notları

Üsküp'ten Kosova'ya

Türkistan Türkistan

İncelemeleri:

Şiirimizde Ana

Sivas'a Şiir

Âşık Veysel

Elçibey

Mehmet Akif'te Çağdaş Türkiye İdeali

Sözün Doğrusu 1-2

Sevgi Mektupları

Gidenlerin Ardından

Arif Nihat Asya İhtişamı

Yavuz Bülent Bakiler Kitapları - Eserleri

  • Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır
  • Sözün Doğrusu 1
  • Sözün Doğrusu 2
  • Şiirimizde Ana
  • Yalnızlık
  • Üsküp'ten Kosova'ya

  • Gönlümdekiler ve Ötekiler
  • Unutamadıklarım
  • Harman
  • Türkistan Türkistan
  • Tabuları Yıkmak
  • Gidenlerin Ardından
  • Arif Nihat Asya İhtişamı

  • Muhsin Başkan
  • Aşık Veysel
  • Leyleğin Kanadında
  • Kılıçlar ve Kalemler
  • Elçibey
  • Sorgular Savunmalar
  • Seninle

  • Avrupa’da Türk İzleri
  • Duvak
  • Serdengeçti Geldi Geçti
  • Sivas'a Şiir
  • Mehmet Akif'in Çağdaş Türkiye İdeali
  • Harman
  • Harman

  • HARMAN
  • Vay Başıma Gelenler
  • Dilimizdeki Dikenler

Yavuz Bülent Bakiler Alıntıları - Sözleri

  • Ama bu yalnızlığım beni hep kahredecek (Yalnızlık)
  • Aziz devletimiz, sadece Atatürk'ün Nutuk isimli eserini basıp yayıyor. Nutuk, bugüne kadar, belki 40 defa basıldı. 140 defa daha basılsın. Ama bizim devletimiz, Millî Mücadele devrimizin başka kahramanlarına da, onların eserlerine de sahip çıkmalı. Bırakın paşalarımızı, Millî Mücadele yıllarında, askerliğini er olarak yapan bir Mehmetçiğimizin yazılı hatıratı varsa, devletimiz o kitaba da kol-kanat germelidir. Ama hayır! Resmî makamlara göre, varsa-yoksa Atatürk! Bu görüş çok geri, çok zararlı bir zihniyetin zakkumudur. Karabekir Paşa'nın tamamen vesikalara dayanarak yazdığı 1165 sayfalık çok, ama çok önemli bir eseri var: İstiklâl Harbimiz. Paşa bu hatıratını 1933 yılında yazmaya başladı. Kitap İstanbul'da Sinan Matbaasında basılırken, Atatürk'ün çok yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin hışmına uğradı. Kılıç Ali, İstanbul Polis müdürünü de yanına alarak, bir gece yarısı Sinan Matbaasını bastı. İstiklâl Harbimiz'in 3000 adedini kamyonlara doldurarak surların dışında yaktırdı. Kılıç Ali, bu kadarla da kalmadı. O gecenin sabahında, Karabekir Paşa'nın evini bastırdı. Tam 4 çuval tarihî belgeleri de aldırıp yok ettirdi. Olur mu? Olur mu? Olur mu? Bu vahşet, Cumhuriyet devrine yakışır mı? İstiklal Harbimiz isimli eserin yakılması, yok edilmesi dola- yisıyla en namuslu yazılardan birini Akis dergisinde Metin Toker yazdı. Dedi ki: "Karabekir Paşa'nın yazdıkları yanlış ise, siz, belgelere dayanarak doğrularını ortaya koyun. Yazdıkları doğru ise, o kitabı yakarak, yasaklayarak doğruları gizleyemezsiniz! Nitekim doğruları gizleyemediler. Uzun ve çileli bir mücadeler den sonra İstiklâl Harbimiz beraat etti ve yeniden basıldıl. Oku madınızsa gerçekten kayıptasınızdır. #YavuzBülentBâkiler, Tabuları Yıkmak Yakın Plan Yayınları, 5.Baskı: 2011, syf: 106 (Tabuları Yıkmak)
  • Savcı beğenmese de, bütün dünya hoşlanmasa da ben böyleyim işte.... (Sorgular Savunmalar)
  • O, çağımızın alpereniydi. O, büyük bir mücadele adamıydı. O, bu örnek hayata yakışır bir şekilde yumuşak döşeklerde değil, karlı dağ başlarında, yalçın kayalıklara dolanan şanlı bir bayrak gibi dalgalanarak hayata gözlerini yuman bir dava adamıydı. (Muhsin Başkan)
  • “Devlet arşivlerimiz, batmanı üç kuruş on paradan vagonlar dolusu Bulgaristan’a satıldı.” (Serdengeçti Geldi Geçti)
  • Ve alıp verdiğim soğuk nefes gibi, İçimde yer etti yalnızlık... (Harman)

  • Biliyorum seni türküler yaktı, Türkülü gözlerin ıslak ıslaktı. Şimdi beni sokak sokak her akşam vakti. Dolaştıran sen misin? (Yalnızlık)
  • “Nereye koştumsa yalnızlık” (Harman)
  • Duymasa da hiç kimse şair gönlümün Sende karar kıldığını Ve içimin şerha şerha yarıldığını Sen bilsen yeter. (Seninle)
  • Sevginin en kutsalı ''Anam'' diyen sestedir ''Çocuğum'' dünyadaki en sevimli bestedirç (Şiirimizde Ana)
  • "Türkçenin çekilmediği yerler vatandır." (Yahya Kemal) (Sözün Doğrusu 2)
  • Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızı , millet olarak bilmedikten ve onları en soylu duygularla sevmedikten , kültür kaynaklarını araştırıp incelemedikten sonra, hep aslını yitiren haramzadeler gibi biraz köksüz , biraz yarım kalacağız. (Türkistan Türkistan)
  • Bir millet , kültür ordusuna malik olmadıkça,muharebe meydanlarında,ne kadar parlak zaferler elde ederlerse etsin,o zaferlerin sürekli neticeler vermesi,ancak kültür ordusunun varlığına bağlıdır. Bu ikinci ordu olmadan,birinci ordunun verimli çalışmaları kaybolur." (Gönlümdekiler ve Ötekiler)

  • Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç… Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara Barışta düştü üstüme gölge gölge haç… (Harman)
  • “Türkçe Metinler” adını kalkan edinmiş bir kitaya milletin mekteplerinde milliyete kastetmedim, millete, ihanet yapmadım! Hakk’ı dinledim, yanlışlarımdan dönmesini bildim, ağzımdan çıktı diye mânâsız inat yapmadım! Millete hizmeti şeref bildim... Şahsa kölelik yapmadım. Sadakat namı altında hıyanet de, cinayet de yapmışlığım yoktur! Bol keseden, bol vaitlerde bulunduktan sonra mızıkçılık ve döneklik yapmadım. Belki düzeltilmesine imkân kalmamış hatalarım da oldu... Fakat dünya ve memleket çapında gaflar yapmadım! Elimden geldigi kadar sanat, elimden geldigi kadar muhalefet yaptım! Bir sayılı gün, beni de ortaya atılmış gördüler... Hamdolsun ki sabıkalılarla işbirliği yapmadım! Gündelik sanatla uğraşacak adam değildim... lâkin sanatın da cemiyete ve halka borcu olduğunu düşündüm. Yazdım, konuştum... Belki ileri gittiğim de oldu. Fakat memleketin en yüksek kürsülerinden memleketime hakaret Ve arkadaşlarıma küfretmedim... Ve dil yalancılığı da, kalem yalancılığı da yapmadım! Yumruğa fikirle karşı çıktım. Fikir hürriyetinin ırzına geçmedim; söz hürriyetine sarkıntılık yapmadım!. Belki dalgınlıklarım, ihtiyatsızlıklarım oldu. Çok şükür ki madrabazlık, kurnazlık, düzenbazlık yapmadım! Şerefli bir milletin çocuklarını yetiştirmekte zevk buldum... Lâkin koca bebeklere, büyük şımarıklara güllâbı'cilik yapmadım! “Şunu yapmadın, bunu yapmadın, o hâlde ne yaptın?” diye sorarsanız cezasını, kazasını, ezasını da düŞünerek muhalefet yaptım!” (Arif Nihat Asya İhtişamı)
  • Yıldız baskını Darbe çetesi, tahta Beşinci Murad'ı çıkardı. Murad, delinin tekiydi. Çılgınlığı daha çok arttı. Bu defa darbeciler Beşinci Murad'ı tahttan indirip 'Meşrutiyeti ilan etmesi şartıyla' İkinci Abdülhamid'i tahta oturttular. Devletin ve ordunun en üst kademelerine çıkanlar, devletin çivisini yerinden koparmışlardı. Kimse kimseye itimat edemiyordu. Namık Kemal'in ifadesiyle 'Namussuz, şerefsiz, alçak adamın biri olan, İngiliz asıllı bir kadınla evlenen ve İngilizler'le çok içli dışlı yaşayan Ali Süavi, Saray'ı bastı. O da, yanındaki serserilerle birlikte İkinci Abdülhamid'i tahtından indirmeyi, yerine Mason fikriyatlı -ama deli- Beşinci Murad'ı çıkarmayı istiyordu. Ali Süavi baskınında Yıldız Sarayı'nda 23 kişi öldü, 15 kişi yaralandi. İngiltere Haber Alma Teşkilatı'nın adamları İstanbul'da adeta cirit atıyorlardı. Ermeni militanlar Padişah'a korkunç bir suikast düzenlemişlerdi. Dünya Siyonist Teşkilatı, Filistin'den toprak koparmak için çırpınıyordu. Böyle bir durumda kim vehimli olmaz ki? Midhat Paşa israrla Meşrutiyet idaresi istiyordu. İkinci Abdülhamid Han, meşrutiyetin bizim bünyemize katiyyen uymayacağı inancındaydı. Nitekim İngiltere, Rusya, Almanya gibi devletlerde bile yabancı unsurlara seçilme hakkı tanınmamıştı. Midhat Paşa'nın akıl hocası Ermeni asıllı Odyan Efendi'ydi. Meşrutiyet ilan edilip ilk Osmanlı Meclisi açılınca görüldü ki 240 milletvekili içinde ana dilleri Türkçe olanlar yüzde 50 civarinda bile değildir. Rum milletvekilleri bizim meclisimizde Girit Adası'nın ve Teselya'nın Yunanistan'a verilmesini isteyecek kadar ileri gittiler. #YavuzBülentBâkiler, Tabuları Yıkmak Yakın Plan Yayınları, 5.Baskı: 2011, syf: 23-24 (Tabuları Yıkmak)
  • "Hadi baay" veya "babaay" diyorlar. Dünyanın en güzel veda kelimeleri Türkçemizdedir: Güle güle, hoşça kal, sağlıcakla kal, saadetle, devletle, şerefle, yolun açık olsun vs. gibi. Bu güzellikleri "babaay" züppeliğiyle çiğneyenlere davul zurna çalmak bile az gelir. (Sözün Doğrusu 2)
  • Ağlamak istiyorum doyana kadar Bir uzak köşede hıçkırıklarla. (Şiirimizde Ana)
  • Politikacılar, parti programlarıyla ülkenin meselelerini halledeceğine inanırlar, dava adamları ise insanı değiştirmeden hiçbir şeyin çözümlenemeyeceğinin farkındadırlar... Yazıcıoğlu politikacı değil, dava adamı idi. (Muhsin Başkan)
  • Sen misin yan yana gezemediğim?  İnce sitemini sezemediğim  Sırrını bir türlü çözemediğim  İçimdeki çetin sual sen misin? (Yalnızlık)

Yorum Yaz