Batıniler: İblis Behmen - Filibeli Ahmed Hilmi Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Batıniler: İblis Behmen kimin eseri? Batıniler: İblis Behmen kitabının yazarı kimdir? Batıniler: İblis Behmen konusu ve anafikri nedir? Batıniler: İblis Behmen kitabı ne anlatıyor? Batıniler: İblis Behmen PDF indirme linki var mı? Batıniler: İblis Behmen kitabının yazarı Filibeli Ahmed Hilmi kimdir? İşte Batıniler: İblis Behmen kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Filibeli Ahmed Hilmi
Çevirmen: Elif Çelik
Yayın Evi: Büyüyen Ay Yayınları
İSBN: 9786059268356
Sayfa Sayısı: 264
Batıniler: İblis Behmen Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Batınîler - İblis Behmen romanı kitap olarak okuyucularımızın karşısına ilk defa çıkıyor. 1326 (1910)'da haftalık Hikmet gazetesinin ilk sayısından itibaren tefrika edilen eser, hem üslup hem de muhteva bakımından, edebiyatımızın şaheserlerinden A'mâk-ı Hayâl'den geri kalır bir roman değildir. En az onun kadar okuyucuda ilgi ve merak uyandırması beklenen bir eserdir.
Edebiyat dünyamızda ve Batı edebiyatında Hasan Sabbah'ı ve Haşhaşîleri konu alan çeşitli romanlar yazılmıştır. Bunun sebebi herhalde, sapık bir mürşid ve ona aldanan müridlerin oluşturduğu her bakımdan karanlık bir teşkilatın, roman için elverişli bir konu olmasıdır. Yakın dönem Batı edebiyatında Amin Maaluf'un Semerkand'ı özellikle şahıs kadrosu bakımından Ahmed Hilmi'nin Batınîler'ine oldukça benzemektedir. Alparslan, Nizamülmülk, Ömer Hayyam, gibi tarihî şahsiyetler her iki romanda da karşımıza çıkar. Fakat iki roman arasında, teknik özellikler bir yana, yazarların bakış açılarından kaynaklanan büyük bir fark vardır.
Batınîler, harcıâlem bir tarihî roman değildir. Yetkin bir anlatıma ve zengin bir muhtevaya sahiptir. Tasavvufî bir bakış açısı eserin bütününe hâkimdir. Hak ile batıl arasındaki mücadele bin yıl öncesinin karanlık sokaklarında devam etmektedir. Hakikat arayışı, bu defa müsbet değil, menfi bir yol ile, İblis'in yolu söz konusu edilerek anlatılır. Romanda Hasan Sabbah, ihtirası sebebiyle İblis'in yoluna düşen, fakat aynı zamanda iç dünyasında kendi kendisi ile çatışan; aşk sebebiyle İblis'e karşı gelen ve onunla mücadele eden bir kişidir. Ahmed Hilmi'nin Hasan Sabbah'ı karakterize ediş şekli, son derece kendine mahsustur. Roman bir bütün olarak birçok hususiyete sahiptir.
Batıniler: İblis Behmen Alıntıları - Sözleri
- Karanlık hep vardır, çabalayan ışıktır.
- İnsanın manası pek büyük, zahiri pek küçüktür.
- İnsan! Garip muamma!
- İnsanın hakimi kendi kalp ve idrakidir.
- Kâfir görünce zülf-ü ruhun dedi ey nigâr Amentü billezi halakâ'l-leyle ve'n nehâr Nesîmî
- Hakikat, hayale galibdir.
- Hem-cinsinin felâket ve mihnetini seyr'u müşâhade etmekten insan kadar telezzüz eden hayvan yoktur.
- İnsan sevdiğinin esiridir.
- Hasan Sabbah : -Evet iki fikir ,biri Hak diğeri Şeytan. Bir mevcudun iki sûreti ,bir mevcud ,mevcud bir , isim iki. Abdulsamed Sûkut : -Değil değil. Mevcud bir, sûret çok.Hak ile şeytan birer fikir ama , Hak fikrî ,fikr-î mutlak. Câmi-i esâsı, herşey câmi ,herşeye hâiz : demek ki sûret değil ,asl-ı sûret . Şeytan, fikrî bir sûret cüz-i mahdûd.Mütenâhi Hak ,her şeyi hâiz : Şeytan Hakkı hâiz değil.
- İnsanın hakikat dediği şey , kendi sûret-i fehm ve fikrinden ibarettir. Demek ki hakîkat-i mahza yoktur. Yâhut da olsa bile bize meçhuldür!
Batıniler: İblis Behmen İncelemesi - Şahsi Yorumlar
kitap/kitap--64561 yazar/i1185 Âmâk-ı Hayal eserinden sonra büyük bir heves ve iştahla okumaya koyulduğum eseriydi , Âmâk-ı Hayal benim için Edebiyat ve Tasavvuf persvektifinden muazzam bir kitaptı , İblis Behmenide Selefi yüzünden potansiyeli kendi gözümde , Büyüterek okuduğum halde beni hiçte yanıltmadı , Ahmed Hilmi Beyin bu eseriyle tasdiğim benim için usulü tarzı bambaşka bir güzellikte olduğunu anlamış olduğum oldu tekrardan. Eser , müellifin uslubü üzerine anlayışı mükerer olaraktan gizemli , Cesim ve şaşırtıcı bir esrarengizlik içersinde alınmış , Dönemin karakterlerini Real gerçeklikten alarak metoforlaştırarak harika bir kurgu oluşturmuş. (Recep TURAN)
Alamut'un eteklerinde bir garip insanlar toplanmış, sessizce birşeyler konuşurlarken, ansızın gök gürlemesi gibi bir baykuş sesi gelir. Bu sesi duyan adamlar aniden susarak, titremeye başlarlar. Derken bir baykuş sesi daha gelir ve adamların dizlerinin bağı çözülür, istemsizce dizleri üstüne çöküverirler. Ansızın bir baykuş sesi daha gelir ve adamlar secdeye düşerler. İşte tam bu anda önlerine elmas kolyesi, müthiş bakışları ve cennet giysilerini andıran kıyafetleriyle Hasan Sabbah girer.! Dikkat Spoi Şeysinden İçerir! Hasan Sabbah oldukça esrarengiz ve gizemli bir kişilik olduğu için, hakkında çokça yazılmış ve çizilmiştir. Hatta yazar/Vladimir-Bartol gibi batılı yazarlar dahi bu cazibeye tutularak Sabbah hakkında kitaplar "kurgulamaktan" geri duramamıştır. Tarihi olarak hakkında az şey bilinen Sabbah, az bilinen şeyin gizeminden hareketle hakkında aslı astarı olmayan pek çok varsayım ortaya atılmış bir bilinmezdir. Batılı yazarlar olayın fantastik boyutuyla ziyadesiyle ilgilenmişler, Sabbah'ın duygu ve düşüncelerine, onu bir casus efendisi, üstad-ı azam ve karanlık adam satatüsüne koyan benliğini idrak edememişlerdir. Bir insanı Sabbah gibi yapan, yapabilecek olan unsur nedir? İnsan nasıl bir hayat yaşamış olsun ki, duygularından soyunmuş, insani zaaflardan kurtulmuş ve diğer insanların bu zaaflarını kullanarak medeniyetler yıkmaya kalkışacak güce ulaşmış olsun? İşte Filibeli, tarihi tasavvuru tam bu noktadan kavrayarak bize batıni Sabbah'ın yani İblis'in vekilinin nasıl bu karanlık adama dönüştüğünün kurgusunu çizmiştir. Diğer yazarlardan ziyade Batınilik ve İsmailik bilgisine ve tasavvufa hakim bulunduğundan, konuyu bu minvalde gayet güzel açıklamaktadır. Hikaye, tarihsel gerçekliği de bulunan, Nizamül Mülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın sınıf arkadaşlıklarından itibaren başlamıştır. Bu dostluğun devamı ve neticesinde gelişen olaylar da kitaba dahil edilmiştir. Ayrıca eser, Sabbah'ın -varsa- insani yönünü de izah edebilmiştir. Şahsen, Sabbah'ı anladığı düşünen birisi olarak ve hatta kendimi yakın görerek okuduğum için benim de oldukça ilgimi çekmiştir bu eser. Tarihi perspektifte, Sabbah ve fedaileri -veya müridleri- bulunduğumuz coğrafyayı ve hatta bizim tarihimizi fazlasıyla etkilediği için toplumumuz adına ayrıca ilgi çekicidir. Şems'in dahi aslen bir haşhaşi olduğu ve Sabbah'ın tamamlayamadığı Selçukileri yıkma görevini halefi mevlana-rumi sayesinde tamamladığı bile günümüzde bazı tarihsel teoriler arasında yerini almıştır. Kitap oldukça ağar bir dile sahiptir. Kullanılan dil, kimi yerlerde anlaşılmayı güçleştirecek bir seviyededir. Kitapla alakalı en şanssız nokta ise; maalesef ve maalesef Filibeli'nin ömrünün kitabı tamamlamaya yetmemiş olmasıdır. Dolayısıyla okuyucu, Sabbah'ın dinin manevi gücünü kullanan derin bir İsmaili mi, yoksa siyasi hedefleri olan karanlık bir kumpasçı mı olduğunu öğrenmeye muktedir olamamıştır. Ama tüm eksik yönleri ve tamamlanamamış olmasına rağmen, olaylar örgüsü ve kurgunun zekiliği sebebiyle okunması tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar dilerim. (Gökhan)
Yine Filibeli Ahmed Hilmi'den harika bir hikaye fakat yarıda kalmış olması son derece üzücü. Ayrıca kitabın günümüz Türkçe'sine sadeleştirilmemiş olması okumayı çok zorlaştırıyor, kitabı alacaklar bunu dikkate alsınlar. Ben kitabı okudum, yarısını anladım ve yarısı da bana yeterli oldu. Kesinlikle tavsiye ederim. (Mert Çiçek)
Batıniler: İblis Behmen PDF indirme linki var mı?
Filibeli Ahmed Hilmi - Batıniler: İblis Behmen kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Batıniler: İblis Behmen PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Filibeli Ahmed Hilmi Kimdir?
Materyalizme karşı spiritüalizmi (tinselcilik) savunarak gelenekteki kelami düşünceden felsefeye geçişi temsil eden II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı felsefecisi Filibeli Ahmet Hilmi, 1865'de Filibe'de doğdu, 1914'de İstanbul'da öldü.
İlköğrenimini Filibe'de yaptıktan sonra, bir süre Filibe Müftüsü'nden Arapça ve temel İslâm bilimleri eğitimi aldı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Mektebi'ni bitirdi. 1890 yılında Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi'nde çalışmaya başladı. Bu idare tarafından memur olarak Beyrut'a gönderildi ancak siyasi nedenlerden Mısır'a geçti. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti'ne girmiş; bir de "Çaylak" adlı bir mizah gazetesi çıkarmıştır. 1901'de İstanbul'a dönse de bir jurnal üzerine Fizan'a sürüldü. Orada da araştırmalarını sürdürmüş, tasavvufla ilgilenmiştir.
Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dönerek Darülfünun'da felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda 1908'de "İttihâd-ı İslâm" adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başladı ve buna 1910'da haftalık "Hikmet" gazetesi dergisini çıkarmayı da ekledi. Bir yıl sonra günlük olarak yayımlamaya başladığı Hikmet gazetesi İttihat ve Terakki hükümetini eleştiren yazıları üzerine defalarca kapatılsa da Mübahese, Coşkun Kalender, Münakaşa, Kanat ve Nimet adlarında kısa süreli gazete / dergiler çıkararak yayıncılığa devam etti. Ayrıca İkdam ve Yeni Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, Sırât-ı Müstakim ve Şehbâl dergilerinde yazılar yayımladı.
Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri'nin hemen hiçbir eleştirel süzgeçten geçirmeden Batı'dan Osmanlı toplumuna aktardıkları materyalist görüşlere ortaçağ mantığıyla ve geleneksel bilgilerle cevap verilemeyeceğini, bu görüşlerin ancak Batı'da yeni ortaya çıkan bilimsel bilgilere dayanan bir felsefe ile çürütülebileceğini ileri sürer. Bu bakımdan Ahmet Hilmi'de gelenekteki felsefeye karşı tutumun değişerek, felsefi düşüncenin kültürel değerlere uygun hale getirilmesiyle haklılaştırılması gibi oldukça önemli bir gelişme görülür. Bu gelişmede artık felsefe, "niçin" sorusunu sorarak varlığın temel sebeplerini anlamaya yönelen insanlığın zorunlu bir düşünce faaliyeti, bir ihtiyaç olarak algılanmaktadır.
Ahmet Hilmi'nin felsefeye karşı tutumu, bir yandan geleneksel felsefe karşıtı düşünceden ayrılırken, öte yandan bu tutum Tanrı'nın varlığı, ruhun maddeden ayrılığı gibi materyalist felsefenin karşı çıktığı İslam'ın temel inançlarının savunulmasında haklılaştırma aracı olarak kullanıldığı için gelenekteki "ilim" ve "hikmet" anlayışına dönülmüş olmaktadır.
Gerçekten de onun amacı doğrudan doğruya felsefe yapmak değildir. O tipik bir İslamcı düşünür olarak, II. Meşrutiyet'te Baha Tevfik ve Celal Nuri gibi materyalistlerin İslam'ın temel inançlarıyla çatıştığını ileri sürdüğü görüşlerinin toplumda yaratacağı manevi çöküntüye karşı, onları Batı'daki bilimsel gelişmelere ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak çürütüp bu tehlikeyi savuşturmak amacındadır. Bu amacını Allah'ı İnkar Mümkün mü? Yahut Huzur-ı Fende Mesâik-i Küfür / Bilim Karşısında İnkarcı Doktrinler adlı eserinin önsözünde açıkça belirtir. Kaldı ki yayınladığı haftalık Hikmet ve aynı adı taşıyan günlük gazetede, misyonu açısından, doğrudan felsefeye değil, İslâmcı akımın eğildiği sosyal-politik konulara ağırlık verilmiştir.
Ayrıca bu ve diğer neşrettiği yayınların adlarındaki vurgunun da felsefeye değil "hikmet"e olması anlamlıdır. Bununla birlikte onun özellikle Celal Nuri'nin Tarih-i İstikbâl I / Mesâil-i Fikrîye (Geleceğin Tarihi I - Fikri Problemler, 1913) adlı eserinde Büchner'den aktarılan materyalist görüşleri eleştiren Huzur-t Akl ü Fende Maddfîyyûn Meslek-i Dalâleti / Akıl ve Bilim Karşısında Sapkınlık Doktrini Olarak Materyalizm adlı eseri, felsefi tartışmanın güzel bir örneğidir. Bu eserinde bilimsel olduğunu iddia eden Büchner'in biyolojik materyalizminin dayandığı "madde" ve "kuvvet" kavramları etrafındaki temel görüşlerin, Batı'da yeni gelişen fizik, kimya gibi pozitif bilimlerdeki yeni bilgilere aykırı olduğunu; materyalizmin, metafizik düşünceye tamamen karşı olduğu halde, bilimin sahasından çıkıp metafizik ve spekülasyon yaptığını ileri sürer.
Ahmet Hilmi, batılılaşma süreciyle birlikte Osmanlı aydınında gittikçe daha baskın olarak ortaya çıkan bilimin kesinliğine ve değerine olan metafizik ve hatta bir tür dinsel inanma ve kabullenme olgusundan oldukça farklı yeni bir bilim anlayışını Türk düşüncesine ilk kez getirenlerden biri olmasıyla Türkiye'de "bilim felsefesinin öncüsü" durumundadır. Hatta Türk düşüncesinde bilim felsefesinin önemli bir boş saha olduğunu belirterek bundan yakınır. Celal Nuri'nin "Hakikate ulaşmak için bir tek aracımız vardır: Bilim" görüşünü, "Acaba hakikat nedir?", "Hakikatin ölçüsü nedir?" ve "Bilim ne demektir ve değeri nedir?" sorularıyla epistemolojik (bilgi kuramsal) planda sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Poincare ve Emile Boutroux'un eserlerine dayanarak bilimin aslında varsayımlara dayandığını, bu yüzden de değerinin göreli olduğunu, araştırma ve inceleme sonsuz olduğundan bilimin hiçbir zaman son sözü söylememiş bulunduğunu, o günlerde değişmez prensip olarak kabul edilen bazı fizik kanunlarının bile temellerinin sarsıldığını vurgular.
Ahmet Hilmi, materyalizmin ruhu beynin fonksiyonları olarak ele alan görüşünü reddeder. Ona göre bedenden bağımsız ve mahiyetçe ondan ayrı bir ruh vardır, ayrıca ruhun bedenin ölümünden sonra dağılmayarak hayatına devam etmesi fikri akla aykırı ve çelişik değildir. Yine ona göre ebedilik, ezelilik, sonsuz alemler ve Tanrı hakkında, deneyin alanına girmedikleri için, bilimle değil, ancak metafizik yaparak hükümler verilebilir. Bu gibi deney dışı fikirlerin değeri, akıl kuralları ve ortak duyu ile ölçülebilir. Bu görüşleriyle spiritüalizmin temel görüşlerinin materyalizme karşı ancak metafizik yoluyla ortaya konulabileceğini ileri sürmektedir.
O kendi felsefi mesleğini "Vahdet-i Vücûd" (A'mak-ı Hayâl -Hayalin Derinlikleri- adlı eseri, İslâm panteizmi olan bu tasavvuf felsefesini dile getiren bir romandır) olarak açıklamışsa da Darülfünun'da verdiği "Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" adlı konferansında öğrencilere, mevcut felsefi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış varsayımlara dayandığından ve hiçbirisi mutlak olarak bütün hakikatleri tek başına bünyesinde toplayamadığından felsefe ve ahlâkta, her doktrinin taşıdığı doğru fikirleri seçici bir anlayışla alarak oluşturulacak eklektik bir yaklaşımı önerir.
Özellikle bilimsel, teknolojik ve ekonomik alanlarda İslâm dünyasının Batı'ya karşı gerilemesiyle XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İslam'ın temel görüşlerini yeni bir sosyal-politik pratiğin oluşturulmasında referans kaynağı olarak yeniden yorumlayan İslâmcı aydınlardan biri olan Ahmet Hilmi, geleneği sorgulayan modernist bir düşünürdür. Bu açıdan İslâm medeniyetindeki kültür ve düşünce hareketleri ile sorunlarını ele aldığı Tarih-i İslâm (İslam Tarihi) adlı eseri dikkat çekicidir.
Filibeli Ahmed Hilmi Kitapları - Eserleri
- A'mak-ı Hayal
- Öksüz Turgut
- Gençlere
- Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor?
- Batıniler: İblis Behmen
- İslam Tarihi
- Allah'ı İnkar Mümkün müdür?
- Yıldırım Bayezid - Niğbolu Kalesi
- Bütün Hikayeleri
- Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim ve Cihad-ı Ekber’e
- Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa Siyaseti
- Ruh Hallerinin İlmi
- Yunus Emre
- İki Gavs-ı Enam Abdülkadir Geylani ve Abdüsselam El-Esmer
- Huzur-ı Akl ü Fende Maddiyyun Meslek-i Dalaleti
- İslam İnanç Esasları
- Senûsîler ve Sultan Abdülhamid
- Taklitle Medeniyet Olmaz
- Üss-i İslam
- Türklük Yazıları
- Gençlerle
- Senusiler
- Hikmet Yazıları
Filibeli Ahmed Hilmi Alıntıları - Sözleri
- Türkler ayrık otuna benzer bir yere temel attılar mı oradan ne yapılırsa atılamaz... (Öksüz Turgut)
- Açlığa, fakirliğe, cahilliğe, huysuzluğa ve tembelliğe karşı da kavga etmeliyiz. Bunlar da bizim en büyük düşmanlarımızdır. (Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor?)
- Ehl-i hakikat "ben" demez, dese de onların "ben"i "O" demektir. Bu manayı idrak etmeden "ben" diyen karşısında hemen bir "sen" göreceğinden niza' ve cidâle hazır olmalıdır. (Yunus Emre)
- Hürriyetin iyiye kullanılması ne derece ilerleme ve feyiz kaynağı ise, keyfilikle karıştırılarak kötüye kullanılması da o derece sefaletin ve felaketin başlangıcıdır. (Allah'ı İnkar Mümkün müdür?)
- “Dünyada en latif koku, yeni pişmiş ekmeğin kokusudur. (...) bu hakikati ancak ekmeğin hasretini çekenler, ekmeğin kıymetini bilenler bilir.” (Bütün Hikayeleri)
- Her memleketin avâmı, bizzat kendisi düşünmek istemez, bekler ki kendisi için başkaları düşünsün. (Allah'ı İnkar Mümkün müdür?)
- “Dünyada en latif koku, yeni pişmiş ekmeğin kokusudur. (...) bu hakikati ancak ekmeğin hasretini çekenler, ekmeğin kıymetini bilenler bilir.” (Bütün Hikayeleri)
- Hakk'a âşık olanlar pek çoksa da, Hakk'ın kendilerine âşık olduğu güzîdegân ümmet pek o kadar çok değildir. Âşık ile maşukun farkı şudur: "Âşık, dâimî bir sûz ü güdâz ve niyazda; maşûk ise, hakikî bir istignâ ve nâzdadır." (Yunus Emre)
- İnsan için sadece çalıştığı vardır! (Senûsîler ve Sultan Abdülhamid)
- . Bereket versin ki, elde mevcut bir Divan'ı var. Fakat bu Divan muntazam ve musahhih bir şey zannedilmemelidir. O fenâ ve kaba bir sûrette harekeli olarak basılmış bir divandır. İçinde yabancı sözleri de vardır. Mâmâfîh, pek âlî ve zengin parçaları da muhtevîdir. (Yunus Emre)
- Tanrı bir tesadüf eserinden ibaret sayılırsa, ahlakın, görevin, fedakarlığın ve ümidin bir anlamı kalır mı? (Allah'ı İnkar Mümkün müdür?)
- Bir toplumu harekete geçirecek medeni ve bilimsel manivela muhabbettir; kahır ve baskı değildir. (Gençlere)
- İnsanın hakikat dediği şey , kendi sûret-i fehm ve fikrinden ibarettir. Demek ki hakîkat-i mahza yoktur. Yâhut da olsa bile bize meçhuldür! (Batıniler: İblis Behmen)
- Ey Türk gençleri, ey vatan yavruları, ey millet kulları! Haydi koşunuz, Anadolu'yu baştan başa velvele-i ikaz ve irşadınızla doldurunuz. Avam sınıfını uykudan uyandırınız, orta sınıfı entrika ve siyasetten kurtarınız, cümlesine doğru yolu gösteriniz (Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor?)
- Eğer Türkler, Allah tarafından İslam'ın imdadına yetişmeye idiler, Din-i Mübin-i İslam yalnız Hicaz'a münhasır ve mahalli bir din hükmünde kalacak idi. (Senûsîler ve Sultan Abdülhamid)
- Biz ne garip adamlarız! Ahlaki çöküntümüzü ve manevi düşüşümüzü görebildiğimiz zaman, kendimizi düşüşten kurtarmak için azim ve gayret gösterecek yerde, miskinler gibi boynumuzu bükerek işi Mehdi’nin gelmesine bırakırız. Galiba ufacık bir genelleme ile Mehdi fikrini manevi alandan sosyal alana da taşıyarak bir “Siyasi Mehdi”, bir “İktisadi Mehdi”, bir “Sosyal Mehdi” bekliyoruz. Çoğumuzun millî ve vatani görevleri hakkıyla kendine mal etmediğine bakılırsa başka türlü bir sonuca varmak imkânı kalmıyor. Evet... bekliyoruz ki; bir siyasi Mehdi gelerek, bir üfürükle iç ve dış siyasetimizi düzenlesin, memurları meleklere gıpta ettirecek derecede ve Eflatun’lara taş çıkartacak şekilde bir çalışmaya sevk etsin. Bir iktisadi Mehdi gelsin de bize gizli hazinelerden milyarlar getirsin. Bir sosyal Mehdi çıksın da bizi şu hâlimizden daha mükemmel bir hâle soksun. Kısacası; öyle istiyoruz ki bizce hiçbir emek ve zahmet çekilmeksizin her şey kendi kendine yapılsın,olsun bitsin. Bu kafada gidersek yazık bize! (Allah'ı İnkar Mümkün müdür?)
- “Sabah kadar insanın fikrine hoşluk, tazelik ve bünyesine kuvvet ve safvet veren bir şey yoktur.” (Bütün Hikayeleri)
- Bana bir allâme-i mantık, ademinle vücûdunu isbâta kalkıştı, bir mütekellim teşbihlerle ifhâma uğraştı, bir fakîh tenzîhlerle telkîne çalıştı... Nesin sen, neredesin? (Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim ve Cihad-ı Ekber’e)
- Efkar ile kelimat arasındaki fark-ı azimi takdir edemeyenler, fikri en güzel bir suretle ifade edebilen bir kelimenin kıymetini bilemezler. (Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim ve Cihad-ı Ekber’e)
- Din tamamen akıldır, aklı olmayanın dini de olmaz. (İslam İnanç Esasları)