Ben Kudüs & Konuşan Taşlar - Harun Tokak Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kimin eseri? Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kitabının yazarı kimdir? Ben Kudüs & Konuşan Taşlar konusu ve anafikri nedir? Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kitabı ne anlatıyor? Ben Kudüs & Konuşan Taşlar PDF indirme linki var mı? Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kitabının yazarı Harun Tokak kimdir? İşte Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Harun Tokak
Yayın Evi: Ufuk Kitapları
İSBN: 9786059927307
Sayfa Sayısı: 325
Ben Kudüs & Konuşan Taşlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Hani âşıklar, sevgilerini ağaç gövdelerine kazırlar ya; ağaç büyüdükçe yazı da, aşkımız da büyüsün diye; Benim âşıklarım da tarih boyunca taşlarıma kazımışlardır aşklarını. Dünyanın hiçbir yerinde taş, bu kadar aşk, bu kadar kıskançlık yansıtmaz. Benim dört bin yıllık geçmişim; Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların sahipliğini taşlara tescil ettirdikleri bir tarihtir. Çan kuleleri bir bakire Meryem, sinagoglar Rahel ve minareler Râbiat-ül- Adeviyye olduğumu haykırır dururlar. Kudüs’teki Osmanlı ise unutulur gibi değildir… Bin yılı aşkın bir süre semalarımda dalgalanan Türk bayrağının melül ve mahzun gidişini ben de unutamıyorum. Osmanlı’nın bu topraklardan ayrılması çok acıklı oldu. O gün bugün insanların, taşların, kubbelerin gözyaşları hiç dinmedi. Acılar her geçen gün evlerde, yüreklerde büyüdükçe büyüdü. Osmanlı’nın bir Kudüs’ü vardı. Kudüs’ün de bin bir türlü Osmanlısı… 1917’de bin bir Osmanlıdan biri beni terk etti: Türk ordusu... Ama bin Osmanlı hala buradaydı. Osmanlı Müslüman Arapları, Hıristiyanları, Yahudileri, Çerkezleri, camileri, kiliseleri, manastırları, bazilikaları, şapelleri, Ağlama Duvarı, sinagogları, yeşivaları, mikveleri, türbeleri geride kaldı. En önemlisi Osmanlı hatırasıyla Kudüs’te kaldı. Burada öyle insanlar var ki gördüğü her Türk’e ilk sorusu “Abiciğim! Yüz yıl önce bizi kime bırakıp gittiniz?” oluyor. Bazen cümlesini tamamlayamadan hıçkırıkları boğazına düğümleniyor, konuşamıyor… Kudüs onlar adına da konuştu.
Ben Kudüs & Konuşan Taşlar Alıntıları - Sözleri
- Zekeriyalar ve Meryemler olduğu sürece Yahyalar ve insanlar her zaman gelebilir. Kültür ve medeniyetleri dirilişi, yoksul evlerin Rahmani mumunun ışığında yetişen kahramanların sabrı ve sessizliği ile gerçekleşebilir.
- Mekke, âlem-i İslam'ın aklıydı, Medine kalbi, Kudüs ayakları...
- Hani Süleyman aleyhisselam bir gün karıncaya;"Hangi toprak daha ziyade gamla yoğrulmuştur."diye sorunca karınca: "Daracık mezara konan son kerpiç" demişti Ya! Işte ben kendimi Davûd aleyhisselâmdan sonra kabre konan son kerpiç gibi gamlı ve yalnız hissediyorum.
- Dinlemesini bilenler için taşlar hep konuşur. Daha çok insanlar sustuğunda ya da susturulduğunda dile gelir taşlar. İnsanlar konuşmaya başladığında onlar başlarına eğer, mahcup çocuklar gibi susarlar.
- Eyüp Sultan’ın beni götürün, götürebildiyseniz kadar götürün surların dibine gömü, ben fetih ordularının naralarını duymak istiyorum dediği gibi Musa Aleyhisselam da son deminde” beni yaklaştırabildiğiniz kadar Kudüs’e yaklaştırın” diye vasiyet etmiş ve ömrü yetişmeye yetmemiş ve yine mescid Yürkiye tarafından restore edilmiş ne kutlu
- Hz Dâvud (as)’ın kabrinin üst katı Hazreti İsa’nın havarileri ile son akşam yemeği yediği oda...
- Beytüşşebap-k Makdis’in, mabet tepesine yapılması; yahudilere göre Hz Adem’in yaratıldığı toprağın bir kısmı o tepede bulunan Muallak Kayasından alınmıştı. Habil ve Kabilin kurbanlarını Allah’a sunduğu tepe de orasıydı. Nuh as gemiden inenlerle şükür yemeği aşureyi orda yemişti. Cennetin kapılarının yeryüzüne en yakın olduğu yer orası olduğu için Hz Adem cennetten çıkarıldığında bir müddet bu alanda yaşamış. Mistik bazı inanışlara göre Allah kâinatı yaratmaya Muallak kayasından başlamıştı
- Yılların bağrında açtığı geniş gözenekler, duvara derdini sıkıştıran insanların kağıt dilekçeleri ile dolu.
- Dedim ya Kudüs'te yaşarken insan, hayat verir taşa, öldükten sonra taş onun hayatını devam ettirir.
- Dâvud tepesinde son akşam yemeğinin ardından gelen Hz İsa ve havariler. Bir kayaya oturdu ve dua etti. Kaya’ya ıstırap kayası ismi verilmesi mânidar. Istırap kilisesine/ bütün milletler kilisesine gelenlerin o ânı iliklerine kadar hissetmeleri için bugün hala elektrik kullanılmaz
Ben Kudüs & Konuşan Taşlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Muazzam bir kitaptır Dinimizin en ince naif güzellikleri harika bir şekilde betimlenmiş okudukça huzur bulduğum nadir kitaplardan oldu Dinimizin güzelliğini her sayfada bulabilirsiniz (Gülçin Doğu)
Harika bir kudüs kitabı okurken peygamberler tarihi filistin tarihi israil oğulları geçtikleri yerler hepsi bir bir canlandı gözümde Hz yusuf Hz isa Hz Meryem Hz Zekeriya Hz süleyman mescidi aksa kubbetussahra Hz muhammed Miraç hersey çok güzel anlatılmış ustaca tasvirle (Hamza kılıç)
Dağların taşların ağaçların dili olur mu? Dinlemesini bilirsen hiç olmaz olur mu? Girişinde "Kudüs'te herkese yer vardır" kucaklayıcı ifadesi yazan, tarihi boyunca tüm dinlere mensup insanların bir arada yaşadığı her din için mübarek sayılan belde Kudüs'ün taşları ağaçları konuşuyor bu kitapta.. Hz. Ibrahim'den, bir kütük gibi testereyle doğranan Zekeriyya as.'dan başlayıp; devletin halihazırda yanan kandillerinin ışığından istifade edip elbisesinin yırtığını diken, ardından o ışıkta hakkım yoktu kul hakkına girdim diyerek diktiği yeri tekrar söken iffet timsali Rabiatü'l Adeviyye'ye kadar Kudüs topraklarından geçen peygamberlerin ve Hakk aşıklarının göz dolduran kalbe işleyen hatıralarının anlatıldığı muhteşem bir kitap.. Sadece dindarlar için değil içinde vicdan kırıntısı kalmış olan herkesi etkileyebilecek, okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap.. iyi okumalar... (Jean Valjean)
Ben Kudüs & Konuşan Taşlar PDF indirme linki var mı?
Harun Tokak - Ben Kudüs & Konuşan Taşlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ben Kudüs & Konuşan Taşlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Harun Tokak Kimdir?
Harun Tokak (d. 1955 Uşak), Türk gazeteci, Diyalog Avrasya Platformu eş başkanı, Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı eski başkanı.
1955 yılında, Uşak’ın Kırka Köyünde doğan Harun Tokak, ilk öğrenimini bu köyde tamamladı. İmam-Hatip Lisesini Uşak’ta okudu. İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1979′da mezun olduktan sonra Anadolu’nun değişik şehirlerinde öğretmenlik yaptı. Bu yıllarda çeşitli mahalli gazetelerde köşe yazıları yazdı, bazı yerel televizyonlarda programlar yaptı ve bazı yerel gazete ve televizyonların kurulmasına öncülük etti. Başta eğitim olmak üzere değişik alanlarda faaliyet gösteren bir çok sivil toplum kuruluşunda insiyatifler aldı.
MEB’de eğitim uzmanlığı ve başbakanlıkta müşavirlik yapan Tokak, 1997-2008 yılları arasında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanlığı’nı da yürüttü. Avrasyanın ve Türk aydınlarının bilgi ve birikimlerini paylaştığı Abant ve Diyalog Avrasya platformlarının oluşturulmasına öncülük etti.
Tokak, halen Diyalog Avrasya Platformunun eş başkanlığını yürüten Harun Tokak Guney Ukrayna Devlet Pedegoji Universitesi fahri profesorudur. Yeni Şafak Pazar gazetesinde haftalık hikayeler yazan Harun Tokak’ın "Önden Giden Atlılar", "Yoldakiler", "Işık Süvarileri" "Kime Emanet" "Kinali kuheylanlar" adında hikaye kitapları yayınlandı. Eserleri Rusca , Kazakça, Ukraynaca ve Azericeye çevrildi.
Harun Tokak Kitapları - Eserleri
- Suya Düşen Kan
- Ben Kudüs & Konuşan Taşlar
- Önden Giden Atlılar
- Kınalı Küheylanlar
- Kime Emanet
- Yoldakiler
- Işık Süvarileri
- Rüya Gibi Geçti Ömür
Harun Tokak Alıntıları - Sözleri
- Ramazan öğretmenin annesi dindar bir Anadolu kadınıymış. "Şaşırıyorum şu insanlara nasıl oluyor da Allah'a(cc) kulluk etmiyorlar, hele bir bakın şu ölmüş toprağa nasıl baharda renk renk, desen desen, tadı başka, kokusu başka, cinsi başka çeşit çeşit meyve ve sebzeleri birden bitiriveriyor... Yahu Allah(cc)'tan başka kim yapabilir bunu?" der ağlarmış. (Kınalı Küheylanlar)
- Evet, candan-canandan geçmiş bu yiğitler ne kendilerine takıldı, ne de önlerini kesen engeller karşısında dize geldiler; yüreklerinde renk atmayan tek sevda Hâk rızası ve Hakk'a vuslat arzusu ile yürüdüler dünyanın en ücra köşelerine. Onlar yürüdü; yollar övündü, ruhaniler sevindi ve tabi bütün şeytanlar da dövündü... Yürüdüler ne atları vardı ne arabaları, ne silahları vardı ne de cephaneleri. Güç kaynakları, sinelerinde köpürüp duran o müthiş iman ve heyecan, ufuklarında insanlığın mutluluğu ve tabii rıza ve Rıdvan; bahtları sahabe ve havari bahtına eş iffet ve ismetleriyle de ruhanilerle kardeş haline geldi ve destansı birer konu, solmayan birer hatıra oldular. Bu aydınlık ruhlar sayesinde kupkuru çöller, İrem Bağları'na döndü, pek çok kömür ruh, elmasa inkılap etti, taştan- topraktan tabiatlar altın ve gümüş olma payesine yükseldi ve yükselmeye de devam ediyor; inşallah edecek. (Kınalı Küheylanlar)
- Dâvud tepesinde son akşam yemeğinin ardından gelen Hz İsa ve havariler. Bir kayaya oturdu ve dua etti. Kaya’ya ıstırap kayası ismi verilmesi mânidar. Istırap kilisesine/ bütün milletler kilisesine gelenlerin o ânı iliklerine kadar hissetmeleri için bugün hala elektrik kullanılmaz (Ben Kudüs & Konuşan Taşlar)
- "Doktorlara ulaşmak kolaydır, parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak imân tedavisi için gönülden istek duymalısın. " (Kime Emanet)
- Peygamberimiz(sav), Ensar ve Muhaciri bir yerde toplayarak onları birbirine kardeş yaptığı sırada Hazreti Ali çıkageldi. Henüz yirmi iki yaşında, hayatının baharında bir delikanlı idi. " Ey Allah'ın Resulü, arkadaşlarını birbirine kardeş yaptın, beni kimseyle kardeş yapmadın." dedi. Resulullah Efendimiz(sav) belli ki onu kendisine bırakmıştı. Hazreti Ali'nin elini tuttu ve; "Ali benim kardeşimdir, Ali benim dünya ve ahiret kardeşimdir." Bu hadise "musahiplik" geleneğinin başlangıcıdır. Musahip, kardeşinin inleyişini duyan insandır,vefalı ,yoldaşını ve gönüldaşını yolda bırakmayandır. (Suya Düşen Kan)
- Uydurulmuş, kaba-saba kelimelerle yazılan kitapları kat'iyyen okuyamıyorum. Elime aldığım bir kitabın kelimeleri, bana anne sıcaklığı gibi, sevgili yüzü. gibi, memleket türküleri gibi gelmeli. Çünkü Türkçe, benim için çok önemli. Türkçe varlık sebebimiz. Cemil Meriç'le ayni kanaatteyim: "Kamus'a uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!" Bir de devrik cümlelerle yazılan kitaplarda çok uzağım. Devrik cümleler ile yazılan eserleri okuyunca, kendimi nadasa bırakılmış, uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasındaymışım gibi yorgun bitkin hissediyorum. Huzuru, öylesi kitapları kapamakta buluyorum. Yalnız yetmiş iki yıllık ömrümde bunun tek istisnası oldu: Harun Tokak'ın,tamamen devrik cümlelerle yazılan iki kitabı, beni, anlatılmaz bir çekim kuvvetiyle kendisine bağladı. Bağladı da ne demek, Önden Giden Atlılar, zaman zaman gözyaşlarımla ıslandı. İkinci kitabı olan Yoldakiler ise, bitirinceye kadar elimden düşmedi. Yoldakiler de, Önden Giden Atlılar da, beni adeta bir anafor gibi birdenbire içine çekti. ( Yavuz Bülent Bakiler ) (Yoldakiler)
- Eyüp Sultan’ın beni götürün, götürebildiyseniz kadar götürün surların dibine gömü, ben fetih ordularının naralarını duymak istiyorum dediği gibi Musa Aleyhisselam da son deminde” beni yaklaştırabildiğiniz kadar Kudüs’e yaklaştırın” diye vasiyet etmiş ve ömrü yetişmeye yetmemiş ve yine mescid Yürkiye tarafından restore edilmiş ne kutlu (Ben Kudüs & Konuşan Taşlar)
- İnanıyordum; insanımızın Yüce Yaratıcı ile arasına konan bütün engelleri aşıp, O'na yaraşır ve yakışır bir tarz da yeniden kendini bulacağına. İnanıyordum; ilme, inanca,düşünceye açık, gayretli dimağların, o muhteşemlerden muhteşemlerden muhteşem tabiat kitabını yeniden bir kere daha didik didik edeceğine. İnanıyordum; aradan yıllar geçse de bir gün mutlaka yitirdiğimiz ruhumuzun geriye dönüp ülkemizi, milletimizi, insanlığımızı ipotek edilmişlikten kurtaracağına. İnanıyordum;Hızır soluklu insanların, şubir kaç asırlık kuraklığı gözyaşlarıyla sulayıp, şurada burada kaybolup gitmiş ilhadzade, dalaletzade, malul nesilleri, şanlı mazilerinin o semavi dinamikleri ile yeniden buluşturacaklarına ve milletimizi milletler muvazenesinde hak ettiği yere yükselteceklerine. İnanıyordum; gündüzü kadar geceside o şanlı günlerimizin aydınlığına denk “ eyyamullah” diyeceğimiz o ışıktan çağların dönüp geleceğine, köy- kent , şehir-kasaba her tarafın bir kere daha İrem Bağları gibi cennetleri döneceğine. İnanıyordum; bağı-bahçesi, çarşısı-pazarı, sokağı ve evleriyle ma'na edâlı, huzur ve güven televvünlü renkli günlerimizin dönüp geleceğine. Ve inanıyordum; kendi ruhundaki dinamiklerden güç, “Altın Çağ” insanındanfeyz alan, vesayet bilmeyen, öz kaynaklarından beslenen, mefkuresine ibadet hassasiyeti içinde bağlı, ilimde, sanatta,fikirde, siyasette, yani hayatın her sahasında liyakatiyle kendine yer bulan, cismaniyet ve nefsaniliğe rağmen ruhanilerin kendilerine gıpta ile baktığı, esnafıyla-memuruyla, siviliyle-askeriyle,beyiyle-çobanıyla bütün milletimizin yeniden kendine geleceğine, asırlık uykudan uyanıp; 'ben de buradayım' diyeceğine...Evet, bütün bunlara inanıyordum. Bir takım bedbin ve karamsar insanlar bunlara inanmadı. Hayal dedi, düş dedi ve göremediler herşeyin bir inayet eliyle hazırlandığını fark edemediler; her şeyin kelepleşip tarih şuuru tığının ucunda ve yepyeni bir kanaviçe ile irtibatlandığını; hep takılıp kaldılar sebepler dünyasındaki şeylere. Oysaki bir de Kudret'i Sonsuz'un kâinata hakim olan teennisine bakmalıydılar. Evet! O'nun "ol" emriyle cihanı bir kere de var edebilecekken, kainatı altı zamanda yarattığına, yavruyu anne karnında onca çile ve ızdırapla aylarca tuttuğuna, mercana denizlerin derinliklerinde nice kanlar kusturduktan sonra gün yüzüne çıkma izni verdiğine bakmalı değiller miydi? (Kınalı Küheylanlar)
- Osmanlı'nın son dönemleri...Acı bir ıslık, ayrılıkların son habercisidir. Oflaya puflaya bir trenin tekerlekleri dönmeye başlar Haydarpaşa'dan. Gurbet bir mendil gibi sallanır trenin camlarından (Yoldakiler)
- Dedim ya Kudüs'te yaşarken insan, hayat verir taşa, öldükten sonra taş onun hayatını devam ettirir. (Ben Kudüs & Konuşan Taşlar)
- Yılların bağrında açtığı geniş gözenekler, duvara derdini sıkıştıran insanların kağıt dilekçeleri ile dolu. (Ben Kudüs & Konuşan Taşlar)
- Gurbette zordur Ramazan... Dostlar, akrabalar, gürül gürül okunan ezanlar, şakalar yoktur. Kubbelerden taşan tekbirler duyulmaz, minarelerde mahya ışıkları parlamaz. Her akşam iftar verir siyah incilerine. Kendi elleriyle hizmet eder. Amacı Ramazan medeniyetini onlara da tanıtmaktır. Yemekten ziyade beyazın kendilerine hizmet etmesi büyüler siyah insanları. Beyaz, acı,işkence, zulüm demektir onlar için. Her eve, her yüreğe yetecek acılar bırakmıştır beyaz insan. Ama Hakan Usta başkadır. Baba adamdır. Yüreği sevgi doludur. Başka beyazlar gibi değildir. Güven veren bir hali vardır. Yiğit yüzlü, tatlı sözlüdür. (Kınalı Küheylanlar)
- Geceleri,kız çocuklarının feryatları çığlıklaşıyordu kızgın çöllerde.. Halbuki Fatımatü'z Zehra doğduğunda Allah resulu:"Kızım,benim koklayacağım bir çiçektir,ben kızlar babasıyım". demişti.. (Suya Düşen Kan)
- "Gönlünü Allah'a vermiş insanlar için gönül darlığı, içinde tembelleşen ümitlerine bir kamçı olur ve o ilahi ikazla yeniden dirilir insan." (Kime Emanet)
- "Hizmet edemedikten sonra yaşamanın bir anlamı yok ki" diyerek sürekli yeni projeler geliştirir. (Yoldakiler)
- İhtimaldir ki, kabrin içinde melekler; " hayatını nerede geçirdim dediklerinde" yukarıdan Tacik talebeler "Bizim ülkemizde geçirdi, işte bizler buna şahitlik etmek için buradayız" der gibi bekleşirler. (Yoldakiler)
- Gönüller deme gelmiş, gök kapıları gıcırdamış, altın saçlı bahar sarmıştır kıştan bıkan bozkırları, yanık çölleri. (Yoldakiler)
- Hayâ hayır getirir. (Suya Düşen Kan)
- Yad ellerde yiğitler... Kimi Tuna boylarında, kimi Afrika'nın uçsuz bucaksız çöllerinde, kimi Tanrı Dağları'nın eteklerinde, kimi mavi göklerin ülkesinin lacivert gecelerinde, okullarının bahçesinde... Öğrencilerinin cıvıltıları arasında öylece yatıyorlar. Ömürlerinin baharında ellerine bavullarını alıp, gözlerini ideallerinin ufkuna dikerek, arkasına bakmadan atlarına atlayıp giden bu güzel, bu yiğit insanlar, bu adamı ruhlar, bir daha ülkelerine geri dönememişler. (Kınalı Küheylanlar)
- Ben ki, devrik cümlelerle yazılan kitapları okuyamayan bir kimseyim. Şimdi beni bu kitapların başına çivileyen güç nedir, nereden geliyor? Sorularımın cevabını, Atatürk'ün çok doğru bir tespitinde buldum. Gazi Paşa diyor ki: Bir milletin iki ordusu vardır: Asker ordusu, irfan ordusu. Asker ordusu, vatanın hayatını kurtaran ordudur. İrfan, yani kültür ordusu, vatanın geleceğini kurtaran ordudur. Bu iki ordu çok önemlidir. Bana “bu iki ordudan hangisi daha önemlidir?” diye sorarsanız, kültür ordusu derim. Çünkü kültür ordusu, asker ordusuna neden bu vatan topraklarını sevmek, onun uğrunda çarpışmak, gerektiğinde kanını ve canını sevmek mecburiyetinde olduğunu anlatan ordudur. Bir milletin kültür ordusu, yeteri kadar kuvvetli olmazsa, asker ordusunun muharebe meydanlarında kazandıklarını, sulh masalarında kaybeder!" (Yoldakiler)