Benden Tarihe Haberler - Kadir Mısıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Benden Tarihe Haberler kimin eseri? Benden Tarihe Haberler kitabının yazarı kimdir? Benden Tarihe Haberler konusu ve anafikri nedir? Benden Tarihe Haberler kitabı ne anlatıyor? Benden Tarihe Haberler PDF indirme linki var mı? Benden Tarihe Haberler kitabının yazarı Kadir Mısıroğlu kimdir? İşte Benden Tarihe Haberler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Kadir Mısıroğlu
Yayın Evi: Sebil Yayınevi
İSBN: 9789755800820
Sayfa Sayısı: 824
Benden Tarihe Haberler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sevgili okuyucu! Benimle çok eski muharefesi (tanılşıklığı) bulunan herkes çok iyi bilir ki; hayatımı ilk gençlik yıllarımdan itibaren cephedeki bir savaşçı mantık ve üslubuyla yaşadım. Zaman zaman peygamber aleyhisselatüvesselamın essakitü anil hakkı şeytan-ül ahres. Yani doğruları söylemek mevkiinde kalıp da susan dilsiz şeytandır mealindeki ihtarıyla beşeri kanunların tehdidi arasında müreddid ve mütehayyir kaldım. Fakat diyebilirim ki, uzun ve mücadelelerle geçen hayatımın şu son günlerinde bu çarpaşık halet-i ruhiyenin en dehşetlisiyle bu eseri kaleme alırken karşı karşıya kaldım. Bununla beraber yine de Cenab-ı Hakk'ın Hafız ism-i şerifinin tecelliyat-ı uzamasına sığınarak duyduklarımdan pek çoğunu kaleme almaktan içtinab etmedim. Allah nasib eder de tabuların yıkılma dönemine kadar yaşarsam bu eseri yapabileceğim çok ilavelerle daha da zenginleştireceğim. Şimdilik birçoklarının mahfuz bırakılmış olmasından dolayı mazur görüleceğimi ümid ederek hepinize sevgilerimi arz ve Allah'tan üstün hizmetlere nailiyetiniz niyazında bulunmakla iktifa ediyorum.
Benden Tarihe Haberler Alıntıları - Sözleri
- "-Beyefendi (O, iltifat olsun diye bana hep böyle hitap ederdi.) Unutma, "El isti'nâsu binnâs alâmetül iflas", yani çok insanla düşüp kalkmak iflas alâmetidir. Bilgi sahibi bir adam olmak istiyorsan, münzevi yaşamalısın."
- 1960 İhtilâli’nden sonra bir gün Ali Fuad Hoca’nın evinde radyodan haber dinliyorduk. O zaman radyo Yassıada mukâkemeleri hakkında günlük olup bitenleri naklediyordu. O gün tarihe “köpek davası” diye geçmiş olan dava görüşülüyormuş. Köpek davasının esası şuydu: Celâl Bayar, Afganistan’a ziyârete gittiğinde kendisine bir Afgan tazısı hediye etmişler. O da ziraat vekilini çağırarak “ben bu köpeğe bakamam. Siz bunu alın satın. Parasıyla susuz köylerden birine bir çeşme yapın” demiş. Köpek davası Celâl Bayar’ın bu hareketi devlet imkânlarının sûiistimâli telâkki edilerek açılmıştı.
- Benim Bu eserde bazı gerçekleri bildiğim halde yazamama sebep olan tabular birgün yıkılarak hakikatlerin söyleyebildiği ve yazılabildiği bir zaman idrak ederseniz sizin sevincinize katıldığıma delalet etmek üzere bir ‘secde-i Şükran’ mahiyetinde olarak mezartaşımı kıble-i şerif istikametinde devirebilirsiniz...!!
- 1940'lı yıllarda kendisi bir gün İzmit'teymiş, Caddeye dizilmiş askerleri görünce onlardan birine: "-Evlâdım ne var? Sizi böyle yol kenarlarına neden yerleştirdiler?” diye sormuş. Asker bu suale: Biraz sonra padişahımız gelecek.” cevabını vermiş. Nuri bey bu sözle İnönü'nün kastedildiğini anlamış. Bu vakayı anlattıktan sonra O diyordu ki: Cumhuriyet devri için en doğru teşhisi bu anadolu çocuğu yapmıştır. Zira kanaatime göre Kemal Paşa otuz yedi. İnönü de otuz sekizinci padişahtır. Unvanları padişah olmamakla beraber hiçbir padişahın sahip olamadığı hududsuz bir selâhiyetle millete tahakküm etmişlerdir. Birinin sıfatı “ebedî şef" diğerinin ise “millî şef" olduğuna nazaran aynen padişahlar için mevzubahs olduğu gibi o makama kayd-ı hayat şartıyla geçmişlerdir.
- “-Yazık ki, Rauf Bey hâtıralarını yazmamıştır. Halbuki bu O’nun için gerekliydi. Çünkü M. Kemal Paşa’nın mâhud Nutku’nda kendisine pek çok hücum var.” dedim. Hamza Osman Erkan itiraz etti: Hayır, O hâtırat yazmıştır. Hatta bu hâtıratın bir bölümünden bana birkaç sayfa okumuştur ki, onlar yayınlansa Kemalizm’in her taşı yerinden oynar!..” dedi. Ben de: “-O okuduğunuz sayfalarda neler vardı?” diye sordum. O: O’nu sana nakledemem. Değil sana bir Allah kuluna söyleyemem. Zira bunları bana hiç kimseye karşı bu sözlerden birini tekrar etmemem şartıyla okudu. O’na söz verdim.” dedi. Bunun üzerine aklıma bir kurnazlık geldi. O’na dedim ki: “-Ben size Rauf Bey’in okuduğu o sayfalarda neler yazdığını anlatayım mı?!” Hayretle: Sen onları nerden bileceksin?” dedi. O’na dedim ki: “ - Ben Rauf Bey’in kız kardeşinin çocukları olan Muzaffer ve Cemal Enginoğullları kardeşleri tanıyorum. Rauf Bey onların dayısıdır. Onlar vasıtasıyla Rauf Bey’le görüşüyorum. Rauf Bey benim fikirlerimi beğendiği için bana da böyle inanılması güç şeyler anlatmıştır.” “-İnanmam.” dedi ve ilâve etti: “-Peki sana anlattıkları neydi?!” O’na M. Kemal’in Filistin hezimetinden başlayarak burada suç teşkil edeceği cihetle yazamadığım bir kısım acı gerçekleri naklettim. Anadolu’ya ne sebeple ve nasıl gönderildiğini O’nun gitmemek için nasıl bahaneler uydurduğunu anlattım. Gitmeden Pera Palas’ta İngiliz subayları ile görüşmelerinden bahsettim Aynca Genel Kurmay’ın “Harp Tarihi Vesikaları Dergisi” ile bu söylediğim gerçeklerin bir kısmını teeyyüd etmiş olduğunu kendisinin galiba onlan görmemiş bulunduğunu ifade ettim. Bir saate yakın beni hayretle dinledikten sonra: “-Aynen doğrudur. Benim kendisinden dinlediklerim de mâhiyeti itibariyle aynen bu senin söylediklerinin bir benzeridir. Sen fazladan olarak onlar üzerine imâl-i fikr ediyor ve vesikalar zikrediyosun.” dedi. Bu görüşmeden sonra ben Rauf Bey’in hatırlarını ele geçirmek için çok uğraştım. Bu hâtıratın Rauf Bey’in yeğeni bir tekstil tüccarı olan Cemal Enginoğullan’nda olduğunu biliyordum. Bunları elde etmek için bir hayli uğraştımsa da hiçbir netice elde edemedim.
- Bayar, Milli Mücâdele’nin başlangıç hengâmında İzmir’de bir bankanın veznedarı iken dinî bir kıyafete bürünüp “Galip Hoca” takma adıyla Millî Mücâdele’ye katılmış ve M. Kemal’in en yakınlarından biri olmuştur. Bir ara iktisad vekilliği yapmış; vekâleten başbakanlıkta da bulunmuştur. Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer alıp bu hareketin en itibarlı bir lideri olan Celâl Bayar, Behçet Kemal’den daha baskın bir kemalistti Bunu anlamak için O’nun ölümünden az bir zaman evel: “ - Atatürk, seni sevmek millî bir ibâdettir!” mâhiyetindeki sözünü hatırlamak kâfidir. Yassıada mahkemesinde idama mahkûm edilmişken masonluğu sayesinde bundan kurtulmuş, bir müddet Kayseri cezaevinde yattıktan sonra serbest kalmıştır. O serbest kaldıktan sonra merhum Nazif Çelebi Süleymaniye’deki konağında O’nu dâvet edip ziyafetler vermiştir. Bu ziyafetlerin birinde ben de bulundum. Kendisini sevmediğim hâlde ağzından bir iki tarihî gerçeği öğrenmek arzusuyla O’na bir iki sual tevcih ettim. Aldığım cevaplardan birkaçını burada nakletmek isterim; * Bu ziyâfetlerin birinde hâtıralarını yazmakta olduğunu söyleyerek Yunan Harbi’nde düşman askerlerinin icra ettiği mezâlimden bahis açınca O’na o zaman mevcud olan iki kitabımı takdim ettim. Biri “Yunan Mezâlimi” diğeri de “Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi?!” isimli eserlerimdi. O, Lozan’da müşâvir bulunduğu cihetle bu bahiste fikirlerini öğrenmek istiyordum. Bu kitapları beş on dakika alâkayla karıştırdıktan sonra bana dedi ki: "-Delikanlı, sen müdekkik bir gence benziyorsun. Ben Yunan Mezâlimi’ne dâir kaynaklan toplamaya çalışıyordum fakat pek muvaffak olamadım. Zira buna dâir kitaplar 1930 târihli Türk-Yunan Anlaşması sebebiyle toplatılmış olduğundan bulunmaları pek güç. Sen bunlan iyi cem etmişsin. Bana bu husustaki kaynakları senin kitabın haber verecek demektir.” Bunun üzerine kendisine bir iki sual tevcih ettim. Bunlardan biri şuydu: “-Millî Mücâdele esnasında Ruslar’dan alınan beş milyon rublelik yardımın beş yüz bininin silâh alınması maksadıyla Almanya’ya çıkarıldığı bu iş için oraya gönderilen Nuri Conker’in de bu parayı bir tek mermi satın almaksızın kâmilen fahişelerle yediği söylenmektedir. Bu hâdisenin Meclis’e intikali sebebiyle siz bu meseleyi tahkik maksadıyla Almanya’ya gönderilmişsiniz, Bu doğru mu? "-Evet tamamıyle doğrudur.” Peki tahkikatınızın neticesi ne oldu? Hakikaten Nuri Conker o sıkıntılı zamanda bu parayı silâh almayarak hovardalıklarda mı harcamıştır?” Yine cevap verdi: “-Evet tamamıyle öyledir. Ben bu husustaki raporumu Atatürk’e sundum.” Sözün burasında derhal sordum: "-Nuri Conker’e bir şey yapıldı mı?” “-Hayır yapılmadı. Bu mesele örtbas edildi.” dedi. Tabiî bu hıyâneti örtbas eden M. Kemal Paşa’nın kendisiydi. Ama O’nun hassasiyetini bildiğim için bir şey söylemedin Nuri Conker Selânik’ten M. Kemal Paşa’nın çocukluk arkadaşıydı. O'nun bu denâetine koruyucu M. Kemal olunca kim karşı çıkabilirdi.
- O zaman Rıza Nur'un hâtıraları henüz elime geçmemişti. Ama Milli Mücâdele'de Batum meb'usu olarak bulunan Ali Rıza Acara'dan bu hususta dinlediklerimle gerçeğe vâkıftım. Ali Rıza Acara milletvekili olmasına rağmen Yunan Harbi’nde fiilen çarpışmış ve Gemlik Dağları’nda yaralanmıştı. O bana demişti ki: İzmit’te oturan Batumlu Zaloğlu Hasan Bey adında bir hemşehrim vardı. Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi hengâmında O'nunla konuşuyorduk. O bana dedi ki: “-Biliyor musun bu işi M. Kemal Paşa, Topal Osman'dan evvel bana teklif etti. Ben kabul etmedim.”
- Bir gün Celâl Hoca’nın Soğanağa’daki evinde O’nunla sohbetteydim. Şimdi hatırlayamadığım başkaları da vardı. Bulunduğumuz odaya orta yaşlarda, heybetli bir adam girdi. Celâl Hoca, bu yeni geleni: “-Bu benim kayınbiraderim Hafız Cevdet Efendi’dir. Kendisi Şişli Câmii imamıdır. Bak Kadir Bey, bunda senin işine yarayacak mühim bir hâtıra var.” dedikten sonra oturmaya hazırlanan Cevdet (Soydanses) Hoca’ya: “-Cevdet, şu askerliğinde M.Kemâl Paşa ile olan mâceranı anlat da Kadir Bey dinlesin.” dedi. Cevdet Hoca yaşadığı bir vak’ayı şöyle anlattı: “-Ben Balıkesir’de askerlik yapıyordum. Bir akşam gece yarısına yakın yatakhanemize bir çavuş gelerek: “-Aranızda hâfız var mı?” diye sordu. “-Ben hâfızım.” dedim. “-Benimle geliyorsun.” dedi. Giyinip, yatakhâneden çıktım. Ben hasta, ölmek üzere olan biri var da Kur’an okunacak sanıyordum. Birlikte merkez binaya gittik. Kapının önünde çavuş, kapıyı tıklattıktan sonra içeriden: “-Gel!” denilmesi üzerine kapıyı açtı. Selâm ve resmî ta’zim ifâsından sonra: “-Hâfızı getirdim.” dedi. “-Sen çık, O gelsin.” dediler. Çavuş çıktı, ben içeri girdim. Askerce selâm verdikten sonra hazırol vaziyetinde bekledim. Karşımda bir güruh vardı. Önlerinde rakı kadehleriyle yemek yiyip, çerez atıştırıyorlardı. Tavanda mutantan bir avize, gözleri kamaştırmaktaydı. Birçok masa birleştirilerek tek bir masa hâline getirilmişti. Masanın başında gazetelerden tanıdığım M.Kemâl, etrafında ise sivil ve asker birçok kimse yemek yiyip, içki içiyorlardı. M. Kemâl Paşa bana hitâben: “-Sen hâfız mısın?” diye sordu. “-Evet” cevabını vermem üzerine: “-Peki, bize Kur’an’dan bir şey oku.” dedi. “-Ne okuyayım?” diye sordum. “-Sûre-i Rahman oku!” dedi. Bu emir üzerine ben hemen yere çömeldim, cebimden takkemi çıkararak başıma koydum. O, bu hareketimi görünce: “-Bakın, bakın! Nasıl bir ta’zim vaziyeti alıyor!” diye söylendi. Ben duymamazlıktan gelerek Cevdet Soydanses Eûzubesmele’yi çektikten sonra Sûre-i Rahman okumaya başladım. Biraz sonra “Febieyyi âlâi rabbiküma tükezzibân” yâni “Şimdi rabbinizin hangi nimetini tekzib eder, yalan dersiniz?!” mealindeki âyete geldikçe bana elindeki kadehi sallayarak: “-Hangi nimetini tekzip ettik. Kuru fasülyesini mi, yeşil pırasasını mı?!” gibi lâflar atmaya başladı. Mâlumunuz bu âyet orada çok tekerrür eder. Her defasında benzer istihzâlar savurdu ve nihâyet: “-Yeter, yeter artık! Hadi defol!” dedi. Ben ayağa kalkıp çıkmak üzereyken masadaki şişman birisi yüksek sesle: “-Gâzi Hazretleri! Bu millete Tanrı olarak sen yetersin. Başka Tanrı gerekmez!” demesi üzerine umûmî bir bravo ve alkış sesiyle kadehler ayağa kalktı ve: “-Gâzi Hazretleri şerefinize!” sayhalarıyla rakıyı yudumlarlarken ben sür’atle kaçıp, oradan uzaklaştım. Ertesi gün bu şişman herzegûnun kim olduğunu merak ettiğimden mahallî gazeteyi aldım. Orada bu sofranın resmi vardı ve masadakilerin de ismi yazılıydı. Bu mel’unun Yunus Nadi olduğunu oradan öğrendim.” dedi.
- Evvelce ifade etmiş olduğumuz üzere sık sık gittiğim bu konaktan bazen erken ayrılmak için müsaade isterdim. Lâkin Halil Zâfir Bey eski işleri konuşacak biri bulamadığından muzdarip olarak beni bir türlü bırakmak istemez ve: “-Bak sana ne göstereceğim.” diyerek yukarı kata çıkar bir kucak mektupla aşağıya inerdi. Bazen de tezhiplerine bakmakla doyamadığım yazmalar getirir ve bunları birlikte incelerdik. Bir defasında yine böyle ayrılmak istediğimde O: “-Bak sana ne göstereceğim.” diyerek yukan kata çıkıp içi mektup dolu bir zembille yanıma avdet etmişti. “-Bunların hepsi cennetmekân Abdülhamid Efendimizin mektuplandır.” dedi. Gelişigüzel mektupları açıp okumaya başladık. Bunların kimi Şeyh Zâfirî’ye yazılmıştı. Kimi de Halil Bey’in amcaları olan O’nun oğullarına. Bunlar arasında bir mektupla karşılaştım. Anladım ki; bu mektup 31 Mart hâdisesinden sonra Şeyh’in evlâdlarına hitaben yazılmıştı. Mektupta deniliyordu ki: “Evlâdlarım sarayımın etrafında otuz bin kişilik bir asker mevcud olduğu hâlde Rumeli ’den rumu ermenisiyle on beş bin zibidiyi İstanbul kapılarına dayayan ve “Hareket Ordusu"adı verilen orduya bu askeri kullanmadığımdan dolayı hakkımda itâle-i kelâmda (lisanen tecâvüzde) bulunulmakta olduğu mesmuumdur. Siz sakın bu câhilâne yâverlerekatılmayın. Ben o güruhun önünde Hızır aleyhisselâmı görüyordum. Anladım ki; bu iş olacaktır. Millet bu gelenlerin zulmüne müstehak olmuştur. Ben araya girerek tahtım ve tâcım için kan dökülmesini istemedim.”ilh. Halil Bey’den bu mektubu bana vermesini rica ettim: “- Sabret! Bunların hepsini sana vereceğim Kütüphaneyi tasfiye ediyorum. Sana verilecekleri ayırıyorum.” dedi. Fakat merhum az bir zaman sonra vefat etti.
- Prof. Dr. Osman Turan merhumdan dinlediğime göre Bediüzzaman Said-i Nursî, 1960 Yılında vefâtıyla nihâyetlenen Urfa seyahatine çıkarken veya biraz daha önce Ankara’daki evlerini ziyaret etmiş ve O’nun kayınvâlidesi Nemîka Sultan’dan dedesi adına helâllik istemiştir: Bilindiği üzere Osman Turan Bey’in kayınvâlidesi Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızıydı. Selim Efendi ise, Sultan II. Abdülhamid’in en büyük oğluydu. Nemîka Sultan, Ankara’da damadıyla birlikte yaşamakta ve bir apartman katında kendisine tahsis edilen odadan çıkmayarak devamlı ibâdetle meşgul olmaktaydı. Vâkî ısrar üzerine misafirlerin yanına gelmiş ve Said-i Nursî merhum, şu sözlerle kendisinden helâllik dilemiştir: “-Sultan Efendi Hazretleri!.. Biz, gençlik sâikasıyla Îttihadçılar’m propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abduhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itâle-i kelâmda (lisânen tecâvüzde) bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun nâmına bana hakkınızı helâl ediniz!.." Nemîka Sultan: -Ne beis var hocaefendi!.. O zamanın siyâseti icabı böyle çok işler oldu!.. Artık geçen geçti.” demişse de Bediüzzaman sarahaten “Helâl ettim!..” cümlesini duymak istemiş ve bunu Sultan Efendi ye ısrar ederek üç kere tekrarlatmış ve sonra da: “-Oh! Elhamdülillah, inşallâh bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!"” demiştir. Hakikaten o anda Urfa’ya gitmek üzere yola çıkmış bulunuyordu. Urfa’ya varmış ve kısa bir müddet sonra da orada vefat etmiştir. II. Meşrûtiyet’in ilânı üzerine Selânik’teki “Hürriyet Meydanı”nda düzenlenen bir mitingde bir konuşma yapmış, bu konuşma “Nutuk” adıyla basılıp halka dağıtılmıştır.
- Bundan da anlaşılmaktadır ki; Menemen aslında bütün Türkiye’deki hocalara bir gözdağı vermek maksadıyla sun’î bir sûrette icad edilmiştir. Bunları söyleyen Hocaefendi: “-Allah bir daha o günleri göstermesin.” derdi. Abdurrahman Gürses Hocaefendi’nin anlattığına nazaran Şeyh Es’ad Erbilî Hazretleri bir gün Bursa’daki kükürtlü kaplıcadan çıkmış arabasına binerken etrafındaki müridlerin ihtiramkâr tavırlarını bu kaplıcanın karşısındaki Çelik Palas’ta olan M. Kemal Paşa balkondan müşâhede edince: “- Bu adam kimdir?” diye sormuş. O zaman ilmiye kisvesine dokunulmamıştı. Şapka Kanunu 1925’te kabul edildiği hâlde âlimlerin sarık ve cübbeleri 1932 senesine kadar devam etmiştir. Şeyh Es’ad Efendi sarığı ve cübbesiyle arabaya binerken etrafındaki insanların el pençe durduğunu gören M. Kemal Paşa’nın bu sualine yanındakiler: “-Nakşibendi Şeyhi Erbilli Es’ad Efendi’dir.” deyince O: “- Bu yobazları ortadan kaldıramadık mı?!” diye söylenmiş. Bunları sonradan öğrendiğini söyleyen Abdurrahman hocaefendi hâdisenin mürettep olduğundan ve Menemen’deki hadiseye Es’ad Efendi’yle alâkalandırılmasına bu vak’anın sebep olduğunu söylemişti.
- Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-i cihândır, Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır!..
- Kıbrıs’ın Küba gibi bir Rus üssü hâline gelmesinden korkan Amerikalılar oradaki Türkler’in katliâmını bahâne ederek müdahalemize yeşil ışık yakmışlardı. Lâkin Ecevit direniyordu. Bu esnadaydı ki; durum müzakeresi için Londra’ya çağrılmıştı. Bundan sonrasını Abdülkerim Doğru şöyle anlattı: “- Ecevit’e kalsa Kıbrıs Harekâtı yapılmayacaktı. Bizim ısrarımıza rağmen o diretiyordu. Lâkin Erbakan Hoca, O’nun Londra’ya gittiği sırada başbakanlığa vekâlet ediyordu. Bu imkânı kullanarak Kıbrıs’a çıkarma emrini verdi. Ecevit alelacele dönüp geldikten sonra bu hareketi durdurmak istedi. Bunun için Amerika’nın “ Ateşkes ilân edin!" demesini bahâne olarak kullanıyordu. Bizim askerî harekâtımız sonunda Nikos Sampson bertaraf edildiğine nazaran Amerikalılarca artık bu harbin devamına bir sebeb kalmıyordu. Lâkin başta Erbakan Hoca olmak üzere bizim niyetimiz Kıbrıs’ın tamamını almaktı. Bunun için yaptığımız kabine toplantısında Ecevit Amerikan baskısını ileri sürerek ateşkes ilân etmeye bizi zorluyordu. O derecede ki: “- Orada her an insan ölüyor. Siz insan değil misiniz, nasıl devam edelim diyorsunuz.” tarzında çıkışması üzerine ben O’na yakın bir yerde oturmakta olduğumdan O’nun bu sözleri söylerken masaya vurduğu elini tutarak kendisine: Sen Türkiye’nin değil de Yunanistan'ın başbakanı mısın? dedim.
- Zira o kitap Rauf Bey hayattayken O’nunla görüşülerek hazırlanmış ve vefatından bir yıl sonra yayınlanmıştır. Rauf Bey’in yeğeni Muzaffer Enginoğulları’ndan dinlemiş olduğum bir sözü daha burada nakletmeliyim: Rauf Bey demiş ki: 1937 senesinde Rahmetli Menderes İstanbul imarıyla meşgul olurken sık sık beni ziyaret eder ve memleket meseleleri etrafında fikir alış-verişinde bulunurdu.” (Rauf Bey Şehzâdebaşı İle Aksaray arasındaki emlâk kredi apartmanlarının birinde otururdu. Bu sözler 60 İhtilal’inden hatta Menderes’in idamından sonra söylemiştir.) O devamla: "-Bir keresinde kendisine dedim ki: «-Bugüne kadar Türkiye’de mason olmadığı hâlde başbakan olabilen iki şahsiyet vardır. Bunlardan biri benim, biri de zât-ı âlinizsiniz. Ben İzmir suikasdinde idam edilecektim. Bir Fransız gemisinin kömürlüğüne saklanarak kaçtım ve hayatımı böylece kurtarabildim. Siz de mason değilsiniz, mason olmayan o mevkie gelemez. Gelirse de âkıbeti pek hayırlı olmaz. Aman pek dikkatli olmalısınız!» O, beni dinlemedi. İşte âkıbeti.” bunları söylediği''Muzaffer Enginoğulları O’nun kız kardeşinin oğluydu. Bana bunları dayısından dinlemiş olarak anlattı.
- Necip Fâzıl Bey, Menderes’ten para koparmak için Ankara’ya gittiği bir sırada uzun bir bekleyişten sonra Menderes tarafından kabul edilmiş galiba Büyük Doğu’nun 1959 senesi devresinin arifesindeydi. İstanbul’a döndükten sonra bize Menderes’le konuşmasını anlatırken şöyle söylemişti: “-Menderes, beni bir sabah karanlığında makamında kabul etti ve dedi ki: “-Necip Fâzıl Bey, sen günlerdir Ankara Palas’ta benimle görüşmek için bekliyorsun. Biliyorum, dergini çıkarmak için yardım talebin var. Lâkin ben seni aşikâre bir sûrette destekleyemem. Üstümde Bayar, altımda Medeni Berk var. Bunların ikisi de otuz üç dereceli masondur. Ben iki değirmen taşı arasında sıkışmış bir buğday tanesi gibiyim.” Sonra arkasındaki resmi göstererek: Ben bütün fenâlıkların bu adamın eseri olduğunu bilmiyor muyum? Sen de O’na hücum ediyorsun. Bu sebeple ben seni destekleyemem. Şu zarfı al, git dergini çıkar. Arada bir de bana hücum et ki; seni desteklediğime dâir bir iddianın zemini oluşmasın.” Necip Fâzıl Bey’in bize o zaman bu zarfta yüz elli bin lira olduğunu söylemişti.
Benden Tarihe Haberler İncelemesi - Şahsi Yorumlar
kitap/benden-tarihe-haberler--100414 yazar/kadir-misiroglu 40 tane farklı kişi ile yaşanılan anılardan oluşan, onların anlattıklarından derlenen ve birebir yaşanıldığı için tarihi hakikat konumunda olan anılardır. İçinde Atsız'dan, Alparslan'a Türkeş'e, Turgut Özal'dan, Hüsrev Altınbaşak'a kadar birçok isim yer almaktadır. Bu kitapta yazılanlar 40 görgü şahidinden bizzat müellif tarafından nakledilmiştir. Bu bakımdan yakın tarihte ön plana çıkan 40 kişiyi daha yakın ve derinden tanıma fırsatı doğmuş oluyor... (Münzevi Genç)
Benden Tarihe Haberler PDF indirme linki var mı?
Kadir Mısıroğlu - Benden Tarihe Haberler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Benden Tarihe Haberler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Kadir Mısıroğlu Kimdir?
Türk tarih araştırmacısı, yazar, şair, hukukçu ve eski gazeteci. Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı mütevelli heyeti başkanı ve Sebil Yayınevi kurucusu.
1933 yılında Trabzon'un Akçaabat İlçesi'nde doğdu.İlk ve orta tahsilini Akçaabat'ta, liseyi Trabzon'da tamamladı. 1954 senesinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Öğrenciliği müddetince birçok yurt açıp çalıştıran Mısıroğlu, fakülte yıllarından itibaren hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylederek yakın tarih ile alakalı araştırmalara başladı. Mısıroğlu, 1964 yılında, ilk eseri olan Lozan; Zafer mi, Hezimet mi?! kitabının birinci cildini kaleme aldı ve aynı sene Sebil Yayınevini kurdu. 1970 Yılının ocak ayında Milli Türk Talebe Birliği'nde Harf Inkılabı ile alakalı verdiği bir konferansı hakkında yargılandı ve Eskişehir Örfi İdare Mahkemesi'nce mahkumiyet kararı verildi. 1976 yılı başından itibaren İslami bir dergi olan Sebil Dergisi'ni çıkarmaya başladı. Bu dergideki birtakım yazılarından dolayı kısa bir müddet sonra hakkında 163. maddeye istinaden davalar açıldı. 1980 ihtilali ile Mısıroğlu'nun da aralarında bulunduğu MSP Merkezi Umumi Heyeti hakkında tevkif kararı verilince yurt dışına kaçtı. 1991 yılında Türkiye'ye geri dönen Kadir Mısıroğlu, çalışmalarına devam etti.
Acıbadem Altunizade Hastanesi'nde 5 Mayıs 2019'da 86 yaşında hayatını kaybetti. Çamlıca Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Üsküdar'daki Nasuhi Mehmet Efendi Camii haziresine defnedildi.
Ödülleri
Mısıroğlu Macar İhtilali isimli kitabı üzerine Hür Macar Yazarlar Birliği'nin en büyük ödüllerinden olan Gümüş Madalya ile taltif edilmiştir. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın başkanlığını yaptığı Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından Osmanoğullarının Dramı isimli eserinden dolayı Jüri Özel Ödülüne layık görülmüştür.
Kadir Mısıroğlu Kitapları - Eserleri
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? 1
- Hayat Felsefesi Yahud Yaşamak Sanatı
- Doğru Türkçe Rehberi
- İslâmcı Gençliğin El Kitabı
- Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri
- Sultan II. Abdülhamid Han
- Yunan Mezalimi
- Üstad Necip Fazıl'a Dair
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 1
- Sultan Vahideddin
- Kanlı Düğün
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? - 2
- Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 3
- Geçmis Günü Elerken - 1
- Barbaros Hayreddin Paşa
- İslam Yazısı'na Dair
- Moskof Mezalimi
- İslam Dünya Görüşü
- Mimar Koca Sinan
- Kırık Kılıç
- Osmanoğulları'nın Dramı
- CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar
- Uzunca Sevindik
- Sultan Abdülaziz
- Muhtasar İslâm Tarihi 1
- Düzmece Mustafa
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2
- Geçmiş Günü Elerken 2
- Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? - 3
- İthaflı Fıkralar
- Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet
- Zağanos Paşa
- Kavuklu İhtilalci
- Piri Reis
- Cemre
- Veli Bayezid'in Bedduası
- Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi
- Cem Sultanın Papağanı
- Asrın İhaneti
- Aşıklar Ölmez
- Trabzon Meb'usu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey
- Osmanlı Tarihi 1.Cilt
- Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler
- Sokollu Mehmed Paşa
- Zoraki Asi
- Musul Meselesi ve Irak Türkleri
- Makbul Ve Maktul İbrahim Paşa
- Benden Tarihe Haberler
- Malkoçoğlu Kardeşler
- Muhtasar İslâm Tarihi 2
- Özlü Sözler
- Hicret
- Osmanlı Tarihi 2.Cilt
- Muhtasar İslâm Tarihi 3
- Macar İhtilali
- Osmanlı Tarihi 3. Cilt
- Of Lala
- Üç Hilafetçi Şahsiyet
- Zaferden Zafere
- Perili Köşk
Kadir Mısıroğlu Alıntıları - Sözleri
- Bu nazariyeye göre; Eskiden Dünya hakimiyetinin merkezi Roma şehri idi. Bütün Dünya'ya hükmedenler orada otururlardı. Sonra bu merkezilik Bizans'a yani İstanbul'a geçmiştir.Bu süretle İstanbul '' ikinci Roma '' ya varis olan Moskova, '' Üçüncü Roma '' adıyla yad olunmaya değer bir ehemmiyet kazanmıştır. O halde Moskova'yı Hıristiyanlığın en kuvvetli merkezi olması dolayısıyla '' Üçüncü Roma '' kabul etmek zatureti vardır. Artık Dünya'nın kaderine Moskova'dan hükmedilecektir !... (Moskof Mezalimi)
- Bugün Dünya'nın özleyip de bir türlü gerçekleştiremediği, farklılıklara tahammül ve karşılıklı saygı, o devletin temel bir idârî prensibiydi. (Sokollu Mehmed Paşa)
- Olacakları evvelden bilmenin faydadan çok zararı olmalı ki, Allah kaderi meçhul kılmıştır!.. (Kırık Kılıç)
- "Türkiye arabaların kanunlarından kurtulacaktır" (İleri, 28 Şubat 1340) (Hilafet Risâleleri, İsmail Kara, sh. 541) (CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar)
- İSLAM DAVASI İÇİN ÇALIŞMAYAN ALNINI SECDEDE KALDIRMASA BİLE MESULDÜR!.. (Özlü Sözler)
- Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmiştim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmed Saka Bey'lerdi. İdare ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecbûriyetinde kalmışımdır. Bu arada binbir güçlükle temin edebildiğimiz namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M. Kemal Paşa resmini yırtma sebebiyle üç gün "tard-ı muvakkat" cezasına çarptırılışım zikre değer. Bilahare büyütülen bu hâdise yüzünden, mezuniyet imtihanlarından sonra olgunluk imtihanlarının ikisini vermiştim ki mektepten tamamen uzaklaştırılma cezasına çarptırıldım. Ayrıca, güya beni himaye etmiş olmak töhmetiyle o zamanın başmuâvini İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil (sonradan profesör) de altı ay Vekâlet emrinde kalmak sûretiyle iz'ac olunmuşlardır. Ben de müteakip iki imtihan için Giresun'a gittim. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerini de Giresun'da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi'nde Erzurum'a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi'nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim. (Hicret)
- Maksadım yazıma başlarken belirttiğim gibi bu mes'elenin ilmi cihetlerini sâdece bir fihrist kabilinden beyan etmektir. Gâyem, böyle büyük bir işe girişmezden evvel yapacağımız işin doğru olup olmadığının hissî ve siyâsî olmaktan ziyade ilmi bir sûrette münakaşa edilmesinin ehemmiyetini belirtmektir. Temas ettiğim mes'elelerin her biri ayrı bir ilim dalıdır. (İslam Yazısı'na Dair)
- Bir parkta bulunmuş bir çocuğa, babalık veya analık iddia eden iki insan mevcud olsa, deliller de, ortada olsa, bunlardan biri müslim, diğeri gayri müslim olsa fakat müslim köle olsa, kadı, çocuğu gayri muslim fakat hür olan insana verir. Çünkü bu taktirde çocuk gayri müslim fakat <
> olacaktır. ->Tek başına sırf şu misal bile, İslam'da hürriyete atfedilen ehemmiyeti göstermeye kâfidir. (Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi) - "--- Râsulullah (s.a.v.)in fitne hakkında olan sözü hanginizin hatırındadır?" deyû sormuş, içlerinden Huzeyfe: ---Ya emirelmü'minin!.. Resûl-i Ekrem'in fitne hakkında olan sözü ayniyle benim hatırımdadır ki, kişinin ıyâl(çocuklar) ve mal ve evlâdından ve komşusundan dolayı fitneye dûçar olmasıdır.Bu misullû günahlara savm ve salât ve emr-i bilma'ruf ve nehy-i anil munker kefaret olur deyu vermiş. Hz.Ömer: "--- Muradım o değil, deniz gibi temevvüç edecek fitneyi soruyorum." dedikde Huzeyfe: "---Ya emirelmü'minin!.. Senin için onda bir beis yok.Senin zamanınla onun arasında kapalı kapı var!.."demiş Hz.Ömer: "---Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?" dedikte Huzeyfe: "---Kırılacak!.. demekle Hz.Ömer: "--- Öyleyse artık kapanmaz!.." deyip izhar-ı teessüf etmiş." (Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet)
- Ağaçlar ayakta ölür!.. (Geçmis Günü Elerken - 1)
- Sultan Selim Han, bu suale cevap verip vermemek arasında tereddüdde idi. Paşa'yı uzun uzun süzdükten sonra:"-Paşa! Siz sır tutarsınız. O'nun için size söyleyebilirim. Şehre girmesine elbet gireceğiz, ama karanlık bastırdıktan sonra!.."dedi. (Veli Bayezid'in Bedduası)
- M.Kemal Paşa'nın evvelce, İngilizler'le "Hilâfet'i yıkmak" esası üzerine anlaşmış olmasına rağmen, zaferden sonra bu vaadinden vazgeçerek "halife" olmak istediği kat'idir.Ancak bu dinî bir zaruret ve inanıştan ziyade âlemşumûl bir şahsi otorite sağlamak maksadının eseri idi. (Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet)
- Bugün memleketimizin bir numaralı mes’elesi Güneydoğu Anadolu’daki anarşi değildir!.. Kıbrıs’ın kaybedilmek üzere olması da değildir!.. Bütün bunların hepsinden daha ehemmiyetli olan, lisânımızdaki korkunç tahrîbattır!.. (Doğru Türkçe Rehberi)
- Risale-i Nur, harf inkılabından sonra İslam harfleri davasını siyasi bir mesele olmaktan ziyade bir "ibadet" , "Sevap" ve "kültür" mevzu olarak ele almış ve talebeleri bütün gayretlerini bu sahaya hasretmişlerdir.. (İslam Yazısı'na Dair)
- Ben tahta değil, bir yangının kızgın külleri üzerine oturdum ! Sultan Vahideddin Merhum (Sultan Vahideddin)
- Büyük ve alemşümul İslam nizâmının iman şuur ve vecdini kaybeden bir insan için bayram birkaç dost ziyaretinden başka nedir? Lakin kim kime dostluğuyla, kelimenin hakiki manasıyla yar olup da, onu düştüğü esfel-i safilinden ala illiyyine doğru çekebilir? Ve kimde böyle bir cazibeye kapılmak istidada kaldıki? Günlük meşgalelerin basit ikliminde bunalmış, ruhen ve bedenen yorgun asrımız insanını kurtaracak, gerçek cehd ve gayret olmadan, kendi kendine sırf günlerin arka arkaya sıralanması sebebi ile gelen ve sadece bir şiarı İslam diye ismen ve şeklen devam eden bayramlar, kime ne verebilir ki? (Aşıklar Ölmez)
- Kader geçmişte malum, gelecek içinse meçhuldür (Malkoçoğlu Kardeşler)
- Bu itibarla bizde hari değişikliği aynı zamanda ve evveliyetle dini bir mes'ele teşkil etmekte olduğu halde, bugüne kadar mes'elenin bu vechesi üzerinde gerektiği şekilde du rulmamıştır Tarih boyunca milletler iki sebeple allabe değiştirmişlerdir. a-Din değiştirme, b-Esåret. (İslam Yazısı'na Dair)
- Aziz gençler!.. Unutmayınız ki, devletinizi, âlemşümul bir imparatorluktan mânâ ve maddede küçük bir Türkiye hâline getiren dâhili ve hârici düşman faaliyetlerine cevaz, meşrüiyyet ve hattâ itibar bahşeden Lozan'dır!.. Yeniden büyük devlet olma imkân ve ümitlerimizin yegâne kaynağı olan gençler!.. Unutmayınız ki, Lozan'ı yırtıp çiğnemedikçe "Büyük Türkiye" nin şafağı sökmeyecektir. Kadir MISIROĞLU 27 Ramazan 1390/ 26 Teşrinisani 1970 Serencebey/İstanbul (Lozan - Zafer mi, Hezimet mi? 1)
- Sultan Abdülaziz merhumu hal' eden devlet içâli arasında birinci derecede rol oynayan dört kişidir. Bunlara “Erkân-ı Erbaa” veyahud da “Hal'erkânı” denilmektedir. Bunlar; Hüseyin Avni paşa, Midhat Paşa, Rüşdü Paşa ve Hasan Hayrulâh Efendi'dir. Bunların terceme-i hâlleri evvelce tafsil edilmiş olduğu üzere, burada ayrıca izah edilecek değildir. Ancak karakter ve niyetleri itibariyle onlar hakkında birkaç cümlelik bir izahatla kısa bir hatırlatma yapmakta fayda görmekteyiz. Bunlardan bir numaralı ele başı Hüseyin Avni Paşa'dır. Evvelce kaynaklara istinâden nakledilmiş olduğu Üzere ahlâksız, sarhoş, muhteris, diktatör ruhlu, kindar ve rüşvetçi bir adamdır. Bu işe karışmaktaki gâyesi, sadece ve sadece saray kadınlarına karşı çirkin bir hareketinden dolayı sürgüne gönderilmiş olması sebebiyle Sultan Abdülaziz'e karşı duyduğu kin ve nefret ile ondan intikam almak ve diktatör olmak heveslerinden ibarettir. (Sultan Abdülaziz)