diorex
Dedas

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kimin eseri? Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabının yazarı kimdir? Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi konusu ve anafikri nedir? Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabı ne anlatıyor? Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi PDF indirme linki var mı? Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 14:00
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Tasarımcı: Ayşe Çelem

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750722127

Sayfa Sayısı: 536

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, inanılmaz bir hızda seyreden, durmadan kendini çoğaltarak gelişen bir roman. Mekân ve zaman sınırı tanımayan, bir ucu 19. yüzyılda, bir ucu günümüzde, yazınsal bir Türkiye panoraması. Şaşırtıcı bir öykünün bittiğinin sanıldığı yerde, okuru olmadık bir öyküyle yeniden afallatan bir “insan manzaraları” kitabı.

Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı kült kitabın yazarı Ayfer Tunç, bu kez, Karadeniz’in küçük bir kentinde denize sırtını dönmüş bir akıl hastanesinden yola çıkarak, akıllara durgunluk veren kişilerin yaşam zincirlerinden müthiş eğlenceli bir roman örüyor. Yalan Yanlış, yaklaşık yüz yıllık bir kesitte, siyasal ve toplumsal dönüm noktalarının insanların yaşamlarında bıraktığı izleri sürüyor.

Yalan Yanlış’ı soluk soluğa okurken, Türkiye’nin bütün hallerini yaşayacak, belki de insanlığın ortak hikâyesiyle yüz yüze geleceksiniz.

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi Alıntıları - Sözleri

  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu
  • Aşk beden gibiydi, öldü mü ölüyordu.
  • Bir kadın anne olunca ruhunda çiçekler açar.
  • Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde...
  • Sanki siyasi ve ekonomik durumu kaostan hallice bir ülkede değil de, eğitimi sağlığına denk, güllük gülistanlık bir ülkede çıkarılıyormuş gibi, sayfaların çoğu vur patlasın, çal oynasın’a ayrılıyor.
  • “Tam deli değildi, tam akıllı da değildi.Zaten akıllı delinin karşıtı değildi.”
  • Düşündüğünü söylemenin, hele bu coğrafyada, hiç de akıllıca bir şey olmadığını hızla görüp öğrenecek kadar zeki bir adamdı.
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.”
  • “Bir kadın anne olunca ruhunda çiçekler açar.”
  • "Zaten şu geçmişi boklu dünyada kim akıllı kim deli, hiç belli değildi.”
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı.
  • “Nur salkımsın, gül ki bahar bahtına yansın / sen başka ziya, başka hayal, başka zamansın.”
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu.
  • bilmekle yaşamanın aynı şey olmadığını ağır bir panik atak kriziyle öğrendi.
  • Her ne kadar siyah çarşaflarla kendilerini gizleseler de bir kadınla bir kız çocuğunun yanlarında bir erkek olmadan seyahat etmeleri neredeyse imkansızdı.

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bir Kitabın Sarhoşluğunun Muhasebesi: Ayfer Tunç - Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi #okudumbitti Yine yapmış Ayfer Tunç yapacağını Okurken sürekli kafamda "Nasıl milim sapmadan yapmış bu kurguyu, bu kadın bizi nasıl ve neyle sınamış böyle?" soruları döndü durdu. Kitapla ilgili çok şey söyleyebilirim ve söyleyeceğim de zaten ama sanırım ilk söylemek istediğim kusursuz bir zekanın ürünü olduğu Kalemini en sevdiğim, kurgularına ve yaratılarına -özellikle de karakter yaratma becerisine- hayran olduğum Ayfer Tunç'un bu kitabına başlarken de şüphem yoktu açıkçası. Yine bayıla bayıla okuyacağımdan emindim. Amaaaa bu kadar şaşıracağımı ve soluksuz kalacağımı, aklımın zaten karışmaya müsaitliğini bilmeme rağmen böylesine allak bullak olacağını öngöremedim. Örümcek ağından farksız kurgunun içinde yönümü şaşırmadan nasıl olup da çıkabildiğime ise daha da şaşkınım Karadeniz'in bir şehrinde, deniz kenarında olmasına rağmen o güzelim denize sırtını dönmüş bir hastaneneye gidiyoruz. Zamanla Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmaya başlanan hastanemiz bir acayip. Fiziki yapısı acayip, doktorlarının her biri birbirinden ilginç, hemşireler enteresan, hastalar bir alem... Ama kitabı sadece hastane ve personelinden ibaret sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O Karadeniz şehriyle de sınırlı değil, İstanbul, Konya, Bingöl, Paris, Erzurum, Marmaris, Budapeşte.... ohoo fazlası var eksiği yok Kitap bir olay değil olaylar, kişi değil kişiler silsilesi. Kitaba başladığım daha ilk 30-40 sayfada aslında "ne oluyoruz" dedim. Çünkü kitaba başladığımız kişi daha üç beş sayfa içinde kayboldu biz başka birinin hikayesine geçtik. Sonra onu bıraktık bir başkasına, ordan başkasına, ordan başkasına, sonra bambaşkasına... Kitap böyle ilerliyor. Kişileri ardında bıraka bıraka... Ama sonra öyle bir noktada kimbilir kaç sayfa öncede bıraktığınız birisi pat diye çıkıveriyor karşınıza. "Aaaa!!" diye kalıyorsunuz haliyle. Ama işin ilginci hatırlıyorsunuz. En çok şaşırdığım şeylerden biriydi, üç yüz sayfa geriden gelen bir karakteri nasıl buraya taşıdığı. Hayır yanlış anlamayın, hikaye aynı yıllar aralığında geçse tamam. Ama biz kişilerden biriyle 1890lara gidiyoruz, bir başkasıyla 2000lere, bir diğeriyle 1950lere, bambaşka biriyle de 1920lere... Karakterlerden biri bir tarihte diğeri başka yüzyılda... O nasıl bir zekadır nasıl bir örgüdür, kurgudur nerden alıp nereye götürüp orda bambaşka bir yere nasıl bağlamaktır. Korktum vallahi Aa, unutmadan bir şey daha söyleyeyim. Kitap 515 sayfa ve bölümsüz Başlıyoooorr vee bitiyoorr... Soluklanma fırsatınız yok, bölüm araları bir estir ama söyledim size bu kitap soluksuz bir kitap. İçinizde okumak isteyenler vardır mutlaka ya da bu ve benzer yorumları okuyup merak edenleriniz olacaktır, tek bir tavsiye vereyim bu kitabı işiniz başınızdan aşkınken, kafanız çok da yerinde değilken, aklınız bulanık gönlünüz hoşken okumaya başlamayın Vallahi ben uyarayım da sonra kitabı sevmeme sebebinizi dışarıda aramayın. Net ve sakin olduğunuz bir zaman seçin ve okuyun. Tavsiyemdir, hem yakın tarihimize ışık tutan hem de cânım yurdumun ve yurdum insanının bir portresini çıkaran muazzam bir eser. Her ne okuyorsanız keyifle okuyun, yeter ki okuyun, hep okuyun #mütemadiyenokur ✏ (Ozz Aky)

Üyesi olduğum Biz Bize Kitap Kulübü'nün okuma etkinliği kapsamında okumuş olduğum bu kitap, Ayfer Tunç'tan okuduğum ikinci kitap oldu. Daha önce Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura adlı kitabını okumuş ve beğenmiştim. Kitabımızın ana mekânı, Karadeniz'in küçük bir kentinde denize sırtı dönük olarak inşa edilmiş bir akıl hastanesi. Bu hastanede çalışan doktorların, hemşirelerin ve diğer personelin yaşamlarının birbiriyle bağlantılı hikayelerini son derede akıcı bir kurguyla aktarıyor bize Ayfer Tunç. Bu süreçte iç içe geçen akılalmaz olaylar zinciri uzadıkça uzuyor, zaman ve mekân değiştikçe değişiyor, karakterler ise çoğaldıkça çoğalıyor. Karakter sayısının üç yüz civarında olduğunu söylersem, bu çoğalmanın boyutları hakkında size bir fikir verebilirim sanırım. Ama korkmayın, zira kitabın sonunda hatırlamak için başvurabileceğiniz bir karakter dizini yer alıyor. Hafızaları zorlayan, bambaşka bir okuma deneyimi sunan Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'nin sonu da okurları şaşırtıyor. Kurgusu bakımından benim bugüne kadar okuduğum en farklı kitaplardan biri oldu. Bir ara, acaba bir yerlerde kurgu hatası var mıdır diye kendimce eğlenceli bir arayışa bile girdim ama ne haddime:) Karakter sayısında kantarın topuzu kaçınca bu arayıştan vazgeçip kendimi akıntıya bıraktım ve sersem sepelek bir hâlde kıyıya vurdum :) Son olarak, bu kitabı henüz okumadıysanız ve merak ediyorsanız, okumak için uzun aralar vermek zorunda olmadığınız bir zaman dilimini tercih etmenizi öneririm. (Didem Özdemir)

O kadar sevdim ki… Karakterler ayrı güzel, olaylar ayrı… Bazen dakikalarca gülmekten okuyamadım, bazen çok duygulandırdı, üzdü. İşte böyle yazılmalı. (Aslı)

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)

Yorum Yaz