Bir Dinozorun Anıları - Mina Urgan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bir Dinozorun Anıları kimin eseri? Bir Dinozorun Anıları kitabının yazarı kimdir? Bir Dinozorun Anıları konusu ve anafikri nedir? Bir Dinozorun Anıları kitabı ne anlatıyor? Bir Dinozorun Anıları kitabının yazarı Mina Urgan kimdir? İşte Bir Dinozorun Anıları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Mina Urgan
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753638326
Sayfa Sayısı: 353
Bir Dinozorun Anıları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İngiliz edebiyatı duayenimiz Mina Urgan, bu kez anılarıyla, bir yaşama ustası olarak karşımızda.Mina Urgan Bir Dinozorun Anılarında açık yürekli, yalın ve naif bir dille anlatıyor; kendini, çevresindekileri ve bir coğrafyada olan biteni... Halide Edip, Necip Fazıl, Abidin Dino, Neyzen Tevfik, Sait Faik, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Atatürk ve başka pek çok isimle zenginleşmiş bir ömrü...Oğuz Atayı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. Çok kocaman ve çok güzel bir kediye öyle benziyordu ki, ona elimi uzatınca miyaaav diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde tanıştığımıza memnunum deyince şaşırıp kaldım.Mina Urganın anılarını bazen coşkuyla bazen buruklukla ama hep gülümseyerek okuyacaksınız.
Bir Dinozorun Anıları Alıntıları - Sözleri
- Okumak bir çeşit organik gereksinimdir bende.
- “Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en ideali köşeyi dönmekse;eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa;eğer yaşadığım çağ herşeyi yadsıyorsa;eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?”
- “... sürekli olarak kişisel mutluluk peşinden koşmak, bir kepazelikten başka bir şey değildir. Böyle bir dünyada, bunca felâket, bunca yoksulluk, bunca haksızlık ortasında, ancak inekler kadar kafasız ve duyarsız olanlar -yani gerçekten insan sayılamayacak yaratıklar- kişisel açıdan mutlu olabilirler. ‘Bana ne dünyanın şurasında burasında, hattâ kendi ülkemde kanlı savaşlar varsa; benim evimde yok ya’ derler böyleleri. ‘Bana ne Afrika'da çocuklar açlıktan ölüyorsa; benim çocuklarım açlıktan ölmüyor ya’ derler böyleleri. ‘Bana ne ülkemin yoksulları oğullarını kızlarını okutamıyorsa; benim oğullarım, benim kızlarım en pahalı okullara gidiyorlar ya’ der böyleleri. Ve dünyaya, hattâ en yakın çevrelerine kulaklarını tıkayarak, gözlerini kapatarak -o ne biçim bir mutluluksa- mutlu olurlar böyleleri...”
- "... Çünkü gerçek bir insan, kadınla erkeğin uyumlu bir karışımıdır. Kafa yapısı ve ruhsal yapısıyla salt erkek olan bir kişi, gerçek bir insan sayılayamayacağı gibi kafa yapısı ve ruhsal yapısıyla salt kadın olan bir kişi de gerçek bir insan sayılamaz."
- Eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense, ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?
- "İntihar edenler, yalnız kendilerini değil, onları sevenleri de öldürürler bir bakıma.."
- "Kaldı ki insanlardan uzaktan nefret etmek kolaydır da onları kendi gözümüzle yakından görünce nefret etmek pek o kadar kolay değildir."
- "İnsanlar şaşırtıcı, hem de çok şaşırtıcıdırlar. Yakından tanıdığınız, bencil ve aptal sandığınız bir kişi günün birinde öyle güzel bir şey yapar, öyle duyarlı, öyle derin bir söz söyler ki afallayıp kalırsınız. Bunun tam tersi de olur ne yazık ki. Duyarlı ve zeki sandıklarınız, aklın alamayacağı kötülükler ya da aptallıklar yapabilirler. "
- Simone de Beauvoir, “İnsan kadın olarak dünyaya gelmez;zamanla kadın olur.” der.
- Yalnızlıkların en kötüsü, başkalarının arasında çekilen yalnızlıktır bence.
- Çünkü herkesin ara sıra yoğun mutluluk anları vardır ama, sürekli olarak kişisel mutluluk peşinden koşmak, bir kepazelikten başka bir şey değildir. Böyle bir dünyada, bunca felaket, bunca yoksulluk, bunca haksızlık ortasında, ancak inekler kadar kafasız ve duyarsız olanlar -yani gerçekten insan sayılamayacak yaratıklar- kişisel açıdan mutlu olabilirler. "Bana ne dünyanın şurasında burasında, hattâ kendi ülkemde kanlı savaşlar varsa; benim evimde yok ya" derler böyleleri. "Bana ne Afrika'da çocuklar açlıktan ölüyorsa; benim çocuklarım açlıktan ölmüyor ya" derler böyleleri. "Bana ne ülkemin yoksulları oğullarını kızlarını okutamıyorsa; benim oğullarım, benim kızlarım en pahalı okullara gidiyorlar ya" der böyleleri. Ve dünyaya, hattâ en yakın çevrelerine kulaklarını tıkayarak , gözlerini kapatarak-o ne biçim bir mutluluksa- mutlu olurlar bõyleleri "Her koyun kendi bacağından asılır,", "gemisini kurtaran Kaptan",Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de", "bükemediğin eli öp" bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibl, İğrenç bulduğum bazı değişleri, kendilerine hayat felsefesi yapmış bunlar. Başkalarına sokan yılanın günün birinde onları da sokabileceğiniz mi hiç düşünmezler bu geri zekalı "bana ne" ciler.
- "Mustafa Kemal, kadınları hep yüceltiyordu. Kadınları dışlayan bir milletin çağdaş olamayacağını; uygar bir ülkede kadınların erkekler kadar önemli bir rol oynayacağını vurguluyordu."
- “Başkalarına karışmamalı” derler. Tam tersine başkalarına karışmalı, başkalarının yanlış düşüncelerine de, yanlış davranışlarına da karışmalı. Örneğin herifin biri, sokak ortasında yanındaki kadını dövüyorsa, aralarına girmeli, bunu yapmaya hakkı olmadığını söylemeli o herife. Kadıncağızı onun elinden kurtarmalı. Böyle davranışları serinkanlı gözlerle seyretmek, hoşgörü değil, rezil bir vurdumduymazlıktır ancak. Böylelerine göz yummak, onlara cesaret vermektir aslında. Böylelerine karşı kesin cephe alınmalı, böyleleriyle acımasızca savaşmalı. Ben tarafsız değilim. Açık seçik taraf tutuyorum. Yobazlığa karşıyım, ırkçılığa karşıyım, gericiliğe karşıyım. İnsanların sömürülmesine ve savaşa karşıyım. Sosyalizmden, sevgiden, kardeşlikten, aydınlıktan yanayım.
- ... Çamurlu bir su birikintisine, bembeyaz, ışıl ışıl ışıldayan çok guzel bir çakıltaşı atmışlardır onlar. Çamurlu sular nasıl olsa bir gün çekilecek, o güzel çakıltaşı gün ışığına çıkacaktır.
Bir Dinozorun Anıları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Mina Urgan'ın hatıralarını okumamdaki en büyük etken sahip olduğu sosyal çevresiydi. Türk edebiyatının tanınmış pek çok sanatçısıyla ve aynı zamanda Falih Rıfkı Atay ve Mustafa Kemal Atatürk ile de ilişkisinin olması, kitabı ilgiyle okumamı sağladı. Üslubunu genel olarak beğenmeme rağmen bazı konularda belirtmiş olduğu keskin ifadeleri hoşuma gitmedi. Savunulan düşüncelerin yüceltilirken karşıt düşüncelerin de bir o kadar yerilmesini yakışıksız buluyorum. Kitapla ilgili olumsuz olarak değerlendirdiğim tek durum bu. Onun dışında, Bir Dinozorun Anıları'nı severek okudum. Anlatım akıcı, anılar merak uyandırıcı. Türk edebiyatına ilgi duyan kişilere tavsiye ederim. (Ms. ÖZTÜRK)
Bir Dinozorun Anıları: Bir Dinozorun Anıları, Mîna Urgan’ın 82 yaşındayken; unutmadan şu anılarımı yazayım diyerek başladığı otobiyografik bir kitap. “… üstelik belleğim de hiç güçlü değildir. Bunun nedeni, bir çok şeyi kafamdan tamamiyle silmek istememdir belki de. Çünkü bizi derinden yaralayan olayları anmamak, tümüyle unutmak, daha doğrusu unutmuş gibi davranmak zorundayız yaşamaya devam edebilmemiz için.” diye başlamış kitaba. Yaşlılık ve Ölüm, Çocukluk, Gençlik, Gençliğimde Tanıdığım Bazı Kişiler ve Siyasal olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Altıncı bölümde Mîna Urgan’ın albümüne uzun uzun bakmaktan kendimi alamadım. Kitabı hiç elimden düşürmeden, sanki Mîna Urgan karşımda oturmuş anlatıyor ben de pür dikkat dinliyormuş gibi okudum. Mustafa Kemal ile dansı beni ve aralarında geçen diyalog çok etkiledi. “Oğuz Atay’ı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. Çok kocaman ve çok güzel bir kediye öyle benziyordu ki, ona elimi uzatınca “miyaaav!” diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde, “tanıştığımıza memnunum” deyince, şaşırıp kaldım. “ Yaşam ile ilgili söylemleri, bazen konudan konuya atlayıp ettiği serzenişleri, Urgan soyismini nasıl aldığı ve “seksen yaşıma geldiğimde bende de bu yaşam sevgisi olur mu?” düşünceleri ile birlikte çok etkilendiğim bir kitap oldu. (Emine Acar)
Canım Mîna'ya en derin sevgilerimle.: Zaman zaman geçmişte yaşayıp da keşke tanıma fırsatım olsaydı dediğim insanlara rastlıyorum. Sevgili Mîna'da artık onların başında geliyor. 1915 - 2000 yılları arasında yaşamış bu Dinozor (kendi deyimiyle ) ,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarından itibaren ülkenin gelişimine bir çocuğun büyüdüğüne şahitlik eder gibi şahitlik ediyor.Bu kitapta da çocukluğundan itibaren , ilk gençlik yılları, profesörlük yılları, emeklilik yılları yer alıyor. Kitap okur gibi değil de film izler gibi izliyorsunuz Mîna'nın hayatını. Kimler yok ki kaleminin değmediği, dostluğuna, ahbaplığına nail olmadığı.. Mesela ilk valsini çocukluğunda Mustafa Kemal Atatürk ile yapıyor. Necip Fazıl Kısakürek, Aziz Nesin, Sait Faik Abasıyanık, Oktay Rıfat, Falih Rıfkı Atay, Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Neyzen Tevfik, Halide Edip Adıvar, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Abidin Dino, Arif Dino, Oğuz Atay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazım Hikmet ve daha aklıma gelmeyen edebiyat ve sanat dünyasının değerli bir çok isimini kaleme alıyor. Mîna burjuva bir ailede dünyaya geliyor, çocukluk yılları yalılarda, balolarda, büyük bir azametin debdebenin içinde geçiyor. Fakat annesi Şefika hanım eşi Falih Rıfkı'dan boşanıp bütün parasını da tüketince iş Mîna'ya düşüyor. Evi geçindirmek için kolları sıvıyor, hatta benim çok hoşuma giden bir alıntısı vardı kitapta, diyor ki ; ''Annemin bütün parasını yemesinden de son derece hoşnutum. Helal olsun! Çünkü o Servet tükenmeseydi ben, ben olamazdım. Çok okuduğum için annemin deyişiyle, Boticelli adını duyunca, bunu yeni bir çikolata markası sanan karacahil sosyete hanımlarının haline düşmezdim herhalde. Ama kendi ekmek parasını kendi alın teriyle kazanan ,meslek sahibi,Çalışkan bir kadın olmak onuruna da erişemezdim. '' Kitapta ayrıca Mîna'nın Aziz Nesin ile yaşadığı bir anısı var ki çok güldük; “Ne var ki, burjuva bir aileden gelmenin yararlarını yadsıyacak durumda değilim. Aldığım eğitim de burjuva kökenlerim sayesinde, şimdi oturduğum Mühürdar’daki deniz manzaralı daire de. Vaktiyle babamın babası, halama düğün armağanı olarak bir ev vermiş. Halam çocuksuz ölünce, bir dairesi amcama, bir dairesi bana verilmek üzere, o ev apartman haline getirilirken, tesadüfen o sırada yoldan geçen Aziz Nesin deniz manzaralı yeni yapılan apartmana bakmış bakmış, “kim bilir hangi talihli pezevenk burada oturacak” demiş kendi kendine. Orada benim oturduğumu öğrenince, “aman ne güzel! Demek o talihli pezevenk senmişsin!” diye çok sevinmişti. Böyle bir manzaralı yerde oturmak gerçekten de bir pezevenk şansı.” Muazzam bir bilgi birikimine sahip canım Mîna, ölmeden evvel yaşadıklarının bir kısmını kaleme alıp o dönemlere dair bizi muazzam bir yolculuğa çıkarıyor. O hep kitaplarını okuyup, şiirlerinden tanımaya çalıştığımız yazarları, şairleri insani yönleriyle içinden geldiğince anlatıyor. Kitabı çok beğenerek okudum ve herkese tavsiye ediyorum. Ülkemizden böyle değerli bir kalem geçmiş olmasına da çok seviniyorum. Yazımın başında söylediğim gibi keşke dostum olsaydın Mîna, seni kucaklayıp sarıp sarmalamayı çok isterdim :) Herkese keyifli okumalar dilerim. (Ayşe*)
Kitabın Yazarı Mina Urgan Kimdir?
İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Türk edebiyatına kazandırdı. Thomas Malory, Henry Fielding, Balzac, Aldous Huxley,Graham Greene, William Golding, John Galsworthy ve Shakespeare’in eserlerini çevirmenin yanı sıra yazdığı Bir Dinozorun Anıları ve Bir Dinozorun Gezileri isimlerindeki iki kitabıyla da okuyucudan büyük ilgi gördü. Urgan, “Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar” adlı çalışmasıyla doçent ve 1960'ta profesör oldu. Aynı yıl, Türkiye İşçi Partisi'ne girdi ve İngiliz edebiyatı profesörü olarak sürdürdüğü öğretim üyeliğinden 1977 yılında emekli oldu. Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin kurucu üyeliğini yaptı. 15 Haziran 2000 günü, 85 yaşında vefat etti. Çalıştığı İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü onun anısına her yıl bir öykü yarışması düzenlemektedir.
Mîna Urgan'ın tiyatrocu Cahit Irgat'la olan evliliğinden Mustafa Irgat ve Zeynep Irgat adında iki çocuğu oldu. Ancak Urgan daha sonra boşandı.
Hayatı
1 Mayıs 1915 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ndeki öğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi bölümünü bitirdi. Aynı fakültenin İngiliz filolojisi bölümünde doktorasını da yapan Urgan, "Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar" isimli çalışmasıyla 1949'da doçent ünvanını aldı. 1960 yılında ise profesör olarak öğretim üyeliği görevine devam eden yazar, 1977'de İstanbul Üniversitesi'nden emekli oldu.
Urgan, çevirmen ve yazar olarak vasıfları, geniş bakış açısı, Türkçe ve İngilizce'ye hakimiyeti, edebiyata kazandırdıkları ile duayen olarak görüldü. İlk cildi 1986'da 5. ve son cildi 1993'te kitap raflarındaki yerini alan İngiliz Edebiyatı Tarihi adlı çalışması başta olmak üzere, Thomas More, Shakespeare, Virginia Woolf üstüne yaptığı incelemelerle düşünce dünyasında çıtayı yükseltti. Türk edebiyatını birçok önemli başvuru kitabıyla tanıştıran yazar, özellikle "Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More" adlı çalışmasıyla hayatı özgürlük ve barış teması çerçevesinde yorumladı ve bu çalışma büyük ses getirdi.
Yazarın 1995'te Virginia Woolf, 1997'de D. H. Lawrence İncelemesi isimli kitapları yayınlandı. Ancak Urgan'ın, eserlerinin ve Türkiye için öneminin geniş bir okuyucu kitlesi tarafından keşfedilmesi ancak 1998 yılında anılarını yazdığı zaman gerçekleşti.
Bir Dinozor'un Anıları ve Gezileri
Urgan'ın seksen üç yıllık bir ömrün anı ve tanıklıklarını bir araya getirdiği ve yakın tarihi anlattığı Bir Dinozorun Anıları 74 baskı yaparak çok satan romanlar arasına girdi. Ardından Urgan yeni kitabı Bir Dinozorun Gezileri'ni kaleme aldı ve bu kitap da büyük ilgi gördü. Bir Dinozorun Anıları, anıların eksenine Mîna Urgan'ı oturmakla birlikte Atatürk'ten Halide Edip'e, Necip Fazıl, Abidin Dino, Neyzen Tevfik, Sait Faik ve Yahya Kemal'den Ahmet Haşim'e sayısız tanıklık ve bu tanıklık aracılığıyla çizdiği panoramayla da çok önemli bir belge niteliği kazanmıştır. Bir Dinozorun Gezileri'nde ise, başta Mavi Yolculuk ve Bodrum olmak üzere, Anadolu, Paris, İngiltere, İtalya, Sovyet Rusya ve Amerika'ya "dinozorca" (az parayla) yaptığı yolculukları, eksilmeyen yaşama sevinci ve gülümseten izlenimlerle aktardı. İki kitabı da büyük satış rakamlarına ulaşmış olan yazar, bu durumu ironik biçimde şu şekilde açıklamıştı:
"Kitaplarımın nasıl bu kadar sattığını anlamadım, hala da anlamıyorum. Nasıl satar benim kitabım. O kadar aykırıyım ki bu topluma. Çok satıyorum, acaba çok mu bayağı yazıyorum. Acaba yanlış bir şey mi yaptım?"
Mina Urgan Kitapları - Eserleri
- Bir Dinozorun Anıları
- Bir Dinozorun Gezileri
- Virginia Woolf
- Shakespeare ve Hamlet
- İngiliz Edebiyatı Tarihi
- D. H. Lawrence
- Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More
- İngiliz Edebiyatı Tarihi - I
- Macbeth
- İngiliz Edebiyatı Tarihi - III
- İngiliz Edebiyatı Tarihi - II
- İngiliz Edebiyatı Tarihi - V
- İngiliz Edebiyatı Tarihi - IV
- Bir Dinozorun Anıları
Mina Urgan Alıntıları - Sözleri
- Hiçbir Avrupalı yazarın, insan ruhunun karanlık derinliklerine Dostoyevski kadar inmediğini söyler. Dostoyevski’nin bizi çok derin uçurumların en dibine atıp atıp, sonra gün ışığına çıkarmasını, her şeyi gerçekten ve anlayışla görmemizi sağlamasını, belki Virginia Woolf’tan başka hiçbir eleştirmen bu kadar iyi kavrayamamıştır. (Virginia Woolf)
- Puta tapanların yarattıkları metinlerde Hristiyanlığın izleri görüldüğü gibi, insanlar eski inançlarından vazgeçemedikleri için,Hristiyanlık benimsendikten sonra yazılan metinlerde de putlara tapmanın izleri görülür. Hatta bu izlerin bugüne değin sürdüğünü söyleyebiliriz. Örneğin; Noel yortusunda Hristiyanların evini süsleyen Noel ağaçları, puta tapanlardan kalma eski bir gelenektir aslında. (İngiliz Edebiyatı Tarihi)
- "I am I, My soul is a dark forest. My known self will never be more than a little clearing in the forest. ( Ben, ben'im. Ruhum karanlık bir orman. Benim bilinen kimliğim, bu ormanda ancak küçük açık bir meydan kalacaktır her zaman.) (D. H. Lawrence)
- Yalnızlıkların en kötüsü, başkalarının arasında çekilen yalnızlıktır bence. (Bir Dinozorun Anıları)
- Yeryüzündeki bütün milletlerin, bütün soyların, bütün etnik grupların birleşip kaynaşmasını isteyen bir enternasyonalist olarak, şu "Türk Kimliği" , "Kürt Kimliği" laflarına da hiç aklım ermiyor. Herkes kendi anadilini konuşacak elbette. Ama benim tek amacım; dünyanın bütün insanlarının ancak ve ancak "insan kimliklerinin" bilincine varmaları. (Bir Dinozorun Gezileri)
- Akıllarıyla değil ki gözleriyle seviyorlar.... (Shakespeare ve Hamlet)
- Geleceğinizi berbat etmemesi için konuşmanızı bir parça düzeltin. (Shakespeare ve Hamlet)
- Bir insanın sevmeye hakkı olduğu gibi nefret etmeye de hakkı vardır. (Bir Dinozorun Gezileri)
- Dert sevince döner, sevinç dertlenir. Dünya hep dönecek değil ya, elbet bir gün duracak. Öyleyse sevginin bitmesine insan neden üzülsün? Kader mi kovalar sevgiyi, sevgi mi kaderi? Daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi. Büyük adam öldüğünde, sevdikleri kaybolur gözden, unutur onu. Züğürt zengin olunca düşmanları dost olur. Ama başı derde düşmesin bir, dost bildikleri kesiliyor birer düşman... (Shakespeare ve Hamlet)
- “Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin..." (Shakespeare ve Hamlet)
- Okumak bir çeşit organik gereksinimdir bende. (Bir Dinozorun Anıları)
- Geleceğinizi berbat etmemesi için konuşmanızı bir parça düzeltin... (Shakespeare ve Hamlet)
- Platon'a göre, demokrasi, "Görünüşte düzenlerin en güzelidir. Türlü renklere boyanmış bir kaftan gibi.. Bu devlet de göze hoş gelebilir. . Birçok kimseler de, en güzel devlet budur diyebilirler. Ama bu devlette bir düzen arayıp bulabilirsen, ne mutlu sana." Platon'a bakılacak olursa, demokrasinin, er geç düzenlerin en kötüsü olan zorbalığa dönüşmesi de engellenemez: "Demokrasi, alabildiğine hürriyet içip sarhoş olur. . Bu doymak bilmeyen, başka değerleri küçümseyen hürriyet isteği, demokrasinin değişmesine ve zorbalık yolunu tutmasına sebep olur." Demokrasiye ınanmayan Platon, doğal olarak insanların eşitliğine de inanmaz. Utopya'nın sınıfsız bir toplum olmasına karşılık, Platon'un Devlet'inde üç sınıf vardır: "Yönetenler, savaşanlar ve para kazananlar". (Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More)
- İstanbullular, kentlerinin dışına hiç mi hiç çıkmazlardı eskiden. Kendi ülkelerini, yani Anadolu’yu görmek akıllarının kenarından bile geçmezdi. Parası olanlar, İstanbul’un sayfiye yerlerine giderlerdi yaz aylarında. Yolculuk deyince de sâdece Avrupa gelirdi akıllarına. (Bir Dinozorun Gezileri)
- Karpuzu kestin, baktın ki kabak.Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu? .. (Bir Dinozorun Gezileri)
- İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır. (Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More)
- "Kaldı ki insanlardan uzaktan nefret etmek kolaydır da onları kendi gözümüzle yakından görünce nefret etmek pek o kadar kolay değildir." (Bir Dinozorun Anıları)
- Çünkü herkesin ara sıra yoğun mutluluk anları vardır ama, sürekli olarak kişisel mutluluk peşinden koşmak, bir kepazelikten başka bir şey değildir. Böyle bir dünyada, bunca felaket, bunca yoksulluk, bunca haksızlık ortasında, ancak inekler kadar kafasız ve duyarsız olanlar -yani gerçekten insan sayılamayacak yaratıklar- kişisel açıdan mutlu olabilirler. "Bana ne dünyanın şurasında burasında, hattâ kendi ülkemde kanlı savaşlar varsa; benim evimde yok ya" derler böyleleri. "Bana ne Afrika'da çocuklar açlıktan ölüyorsa; benim çocuklarım açlıktan ölmüyor ya" derler böyleleri. "Bana ne ülkemin yoksulları oğullarını kızlarını okutamıyorsa; benim oğullarım, benim kızlarım en pahalı okullara gidiyorlar ya" der böyleleri. Ve dünyaya, hattâ en yakın çevrelerine kulaklarını tıkayarak , gözlerini kapatarak-o ne biçim bir mutluluksa- mutlu olurlar bõyleleri "Her koyun kendi bacağından asılır,", "gemisini kurtaran Kaptan",Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de", "bükemediğin eli öp" bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibl, İğrenç bulduğum bazı değişleri, kendilerine hayat felsefesi yapmış bunlar. Başkalarına sokan yılanın günün birinde onları da sokabileceğiniz mi hiç düşünmezler bu geri zekalı "bana ne" ciler. (Bir Dinozorun Anıları)
- Beni mezarımdan çıkarmakla kötülük ediyorsun bana sen mutlu bir ruhsun. Ama ben, kendi gözyaşlarımın bir kurşun gibi yaktığı ateşten bir tekerleğe bağlıyım. (Shakespeare ve Hamlet)
- İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır. (Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More)