diorex

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat - Stefan Zweig Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat kimin eseri? Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat kitabının yazarı kimdir? Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat konusu ve anafikri nedir? Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat kitabı ne anlatıyor? Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat kitabının yazarı Stefan Zweig kimdir? İşte Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 16:00
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat - Stefan Zweig Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Stefan Zweig

Çevirmen: Mahmure Kahraman

Orijinal Adı: Vierundzwanzig Stunden aus Dem Leben Einer Frau

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9786053324225

Sayfa Sayısı: 71

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Zweig bu novellası’nda bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikâyesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir anlatıya dönüşür. Yapıtı için mekân olarak muhteşem atmosferiyle Fransız Riviera’sını seçen Zweig, 1920’li yılların sonlarında Avrupa’nın “kibar” tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat Alıntıları - Sözleri

  • "Belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır."
  • Bir arzudur insanı aşağı çeken.
  • "Yeniden başlamak için çok yorgunum, çok usandım."
  • Eğer belli bir amacınız yoksa yaşamak bir hatadır.
  • İnsan bir kez olsun, bir an olsun aptalca davransa ne olur?
  • Bir arzudur insanları aşağı çeken.
  • Bütün evreler, kazanç veya kayıp, bekleyiş ile hayal kırıklığı, o ateşli çatlaklardan geçerek sinir ve jestler aracılığıyla tutkunun galip geldiği bu yüze yansıyordu.
  • Uğruna bütün hayatımı bir kenara atmaya hazır olduğum bir insan için, elinin tersiyle kovalayacağı bir sinek kadar değerim yoktu

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ah O 24 Saat...: 24 saati 71 sayfaya sığdıran Stefan Zweig... Bir yaşamın gerisinde kalan çöküşleri kaç satırda okudum bilmiyorum. Stefan neden hep insanların hayat boyu hissedeceği duyguları ince ince işliyor? Gelin bir de kendinizi bu kitaplarda aramayın. Yine zavallı insanlar, yine hissiz insanlar ve yine nankör varlık olan insan topluluğu. Bütün duyguları ziyan eden insancıklar... Stefan'nın kitaplarına taktım kafayı. Yaşamınız boyunca hissedip yaşayacağınız her duyguyu ruhsal baskı altında nitelendirip, megoloman olan insanların elinde oyuncak olan yaşamların zavallı çöküşlerini itinayla insana anlatmaya çalışmış. Okuduğum bilmem kaçıncı kitabı ve üçüncü Stefan incelemem olacak. Kadın ve erkeklerin birbirlerine olan savaşları hiç bitmeyecek. Hangisi hangisine el uzatırsa nankör olduğu müddetçe uzatılan el hep ihanete uğrayacak. Ne var ki sevgiler ziyan edilip, insanların onurları kırılıyor. Bir insanın yardım eli uzatması sonrasında tuttuğunuz o ele tükürdüğünüz oldu mu hiç? Olduysa çok zavallısınız. O 24 saatte bir kadın 40'lı yaşlarında, bir adama elini uzatıyor. Bundan öncesine ufaktan göz atalım. Toplumumuzda namus bekçisi insanlar var ki onlar sevgili yazarlarımızın dedikleri gibi en namussuzudur. Bir erkekle konuşmak bir kadın için ezeli bir ayıp olurken, erkeklerin bir kadınla düşüp kalkması kaçamak adını alıyor ve bu şekilde düşünen herkes oturup olmayan namusu üzerine yorum yapsın. Tanımadığınız bir adama yardım etmek için elalem ne der diye düşünmek nedir arkadaşlar? Ama kadınları maruz bıraktığınız bu his yüzünden yardıma ihtiyaç duyduğunuz anda bir kadının namus diye size yardım etmediğini farkettiğiniz anda toplumu nasıl zehirlediğinizi anlayacaksınız. Kumarda bir adam her şeyini kaybederse gideceği ilk yer kumarhane kapısının önü olur ve neden salak gibi insanlar kaybettikçe oynamak ister anlamıyorum. Sonrasında derin bir çöküş yaşayan bu insanlara kaybetmeyi öğrenmiş ve yardım elini her şeye rağmen uzatan o 40'lı yaşlara gelen kadının düşüncelerinde korku, utanç ve ihtiras vardı. Neden namus bekçiliği konu aldı derseniz kadının yaklaşık belki bir saati bunları düşünmekle geçmiştir. Peki bu kadın 25 yıldır neden bunları saklayıp yıllar sonra anlatma ihtiyacı duymuş olabilir ki? Sanırım yargılamadan dinleyecek ve namusu mal gibi her konunun ortasına atmayacak birini beklemiş olmalı öyle değil mi? Dertleşmek için bile insan seçmek zorunda kalıyoruz. Bir kadının ihaneti üzerine farklı ülkelerden temsili gibi insanların bir araya gelip eleştiri yapmaları toplumsal devlet tartışması ve politikalarına örnek vermiş gibi aldatmayı kaleme almış sevgili Stefan. Sonrasında bir adamın olaya sadece aldatılmak olarak değil hayattan tat almak için insanlara ihtiyaç duyup ihtirasının peşinden gitmesi neticesinde ihaneti sebeplerine göre normal bulması üzerine yıllarca beklemiş bir itirafı utançla gün yüzüne çıkarması kitabın en dikkat çekici duygu havuzunu oluşturmuş. Ihanet ne kadar normal bilmiyorum ama türk kızlarına ve erkeklerine göre en azından bir kısmına göre katlanılmaz bir durumdur bu yüzden iyi ki Türküm diyorum. Bu adamın fikirlerindeki cesaret ve anlayış; 40 yaşından 65 yaşına kadar gelip içindekileri zorlukla taşıyıp artık birine anlatıp omuzlarındaki yükü anlattığı yerde bırakıp önüne bakmak isteyen bir kadının da cesaretli olup gecikmiş olan itirafını anlatmasına neden olmuş. Yardım elini uzatıp hayatının 24 saatinde hem mutlu olup hem de üzüntü yaşayan o kadının hikayesini incelememde anlatmayacağım ama şunu söylemek istiyorum; Şeker Portakalı kitabında bir alıntı var: "Fazla fedakarlık fazla vefasızlık getirir" bunu unutmayın. Kitabın her sayfasında bu alıntıyı hatırlayacaksınız. Okuduktan sonra "Ah Stefan, neden insanlar mutlu sonu haketmiyor, neden duygular hep boşluktan boşluğa sürüklenip duruyor" diyebilirsiniz. Bir psikiyatrinin dinlediği hayat hikayelerinin derlemesi gibi kitapları var Zweig'in. Acaba kendisi de bilinmeyen bir psikiyatri falan mıydı diye düşünmeden edemiyorum. İnce ruhlu bu yazar kitaplarında duyguların ve yaşantıların harabelerinden kalan itirafları konu alıyor. Stefan'ın kitaplarını okuyun arkadaşlar. Fazlasıyla size bir şeyler katacaktır. Eğer yaşamınızı bir ya da bir kaç kitapta okumak ve kendinizi bulmak istiyorsanız bu yazarı atlamayın. Iyi okumalar dilerim. (C.Oğuz)

BİR KADIN VE 24 SAATİ UZERİNE: YouTube kitap kanalımda bu kitabın da içinde bulunduğu kitaplık turu videomu izleyebilirsiniz: https://youtu.be/a3ctaLux8B4 Bir kadının 24 saati daha ne kadar derin anlatılabilirdi? 24 saate düşünemeyeceğimiz kadar ruhsal devinim sığdırmayı olağanüstü bir şekilde başarabilen adam bu Zweig. Biz fani insanlar olarak günün yarısını yatmakla geçirdiğimiz sürece Zweig medeniyetleri seviyesine ulaşamayız muhtemelen. Kendisine ait okuduğum 4. kitap ve Zweig'a kendimi bu kadar yakın hissetmemin nedeni, anlattıklarında geçmişime dair parçalar bulmam oluyor. Bu parçalarım, Zweig'ın kitaplarını o kadar iyi anlayabilmemi sağlıyor ki adeta yaşıyorum onları. Zweig'ın bugüne kadar okuduğum 4 kitabında da kilit karakterlerin isimleri ya tek harfliydi ya da hiç verilmemişti. Dr. B, Mrs. C, R. gibi. Bu olayı vermek istediği mesajı isimlere takılmadan vermek istemesinden dolayıdır diye düşünüyorum. Kafka’nın Dava kitabında da K. vardır mesela, isimsiz ve bilinmeyen bir kişilik gibi ruhunu arar ve sorgular durur. Kitaba geçmek gerekirse; 1920'li yılların sonunda yazılmış olan kitabın bazı kısımlarında siyasi göndermeler yapıldığını düşünüyorum. Mesela yemek masasında çıkan tartışmanın esas sebebi yazarın da belirttiği gibi birbirine düşman dünya görüşlerinin öfke içeren karşıtlıklarını ortaya koyma isteği diye düşünüyorum. Bunu bir Hayvan Çiftliği sonu gibi düşünebiliriz aslında. İnsanları, hayvanları ülkeler gibi düşünüp onların yaptığı tartışmayı ülkeler bazında açıklayabiliriz. Mesela bu kitapta da İngiliz Mrs.C hakkında bahsi geçen, "Varlığı hissedilmese de, hepimiz üzerinde özel bir güce sahipti." söylemi bence çok şey ifade ediyor bu konuda. I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra yazılmış bu kitabın bu örnekler gibi bazı kısımları İngiltere'nin kozları elinde tuttuğunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Mesela farklı bir bakış açısı olarak, kumar masasında olanları savaşın tarafları gibi düşünecek olursak, savaşı kimse kazanamıyor. Çünkü her zaman kumarhane kazanıyor ihtimaller kumarhane lehinde olduğu için. İşte belki Zweig da kumar üzerinden savaşmanın saçmalığını böyle bir betimlemeyle bize anlatmış olabilir diye düşünüyorum. Bir krupiyer var, tamamen ruhsuz. Sadece işini yapıyor, ruleti döndürüyor ve savaşı başlatmış oluyor. Bu savaş için de insanlar her şeyini verip sonucunda da yine her şeyini kaybetmiş oluyorlar. Zaten Zweig da Satranç kitabında olduğu gibi insanların psikolojik hegemonyasını siyasi konularla rahatlıkla birleştirebilecek türden bir yazar. Esas konuya gelecek olursak. Kumar ya da kitapta bahsi geçtiği gibi rulet oynarken insanların ellerinin ve vücutlarının hareketlerinin nasıl olduklarını çok iyi bildiğimden dolayı, Zweig'ın bu kitabını da çok çok iyi bir şekilde özümsedim. 0 sayısı olduğu sürece ihtimalin sadece kırmızı veya siyahla ibaret olmadığı (yani %50-%50 değil) bir oyun olduğu için her zaman kumarhane daha avantajlı. Kitapta geçmişime benzettiğim diğer bir konu ise zamanında yanıma oturmuş bir adamın o masa başında kaybettiği sürece Lehçe bir şeyler söylemesi, sürekli Lehçe kötü sözler ve karışık cümleler kurmasıydı. Ellerini gerçekten de çok kullanırdı, hırslıydı ve masaya da sürekli vururdu. İşte ben bu adam sayesinde bu kitaptaki adamı anlayabiliyorum. Kitaptaki adamın gidip kiliseye Lehçe karışık sözlerle dua etmiş olmasını yanımdaki adamın Lehçe küfürleriyle eşit tutuyorum. Çünkü, kumar öyle bir şeydir ki siz istemeseniz de o sizin peşinizden gelir. Kiliseye gidip böyle bir şey için dua ederseniz o size aynı dilde küfür olarak geri döner. Kitapla ve benim hayatımla bağdaştırdığım gibi. Bu konuda bir garip yön ise Mrs. C'nin Anglikan mezhebinde olması. Bu mezhepte papazla vaftiz değil de insanlara derdini anlatarak ve insanlarla konuşarak gelen bir vicdan vaftizi var. O yüzden kitabın sonunda her şeyini anlatabileceği bir kişi bulduğu için kendi vicdanını bu konuda temize çektiğini düşünüyorum. Mrs. C'nin yardım etme niyetiyle ileriye doğru yürüme düşüncesi ve herkese öğretildiği gibi kuşaktan kuşağa aktarıldığı kadarıyla sokakta yabancı bir erkekle konuşmanın ayıp olduğu düşüncesi arasında kaldığı ikilem kitabın dönüm noktası. Fakat şöyle garip bir şey var aslında bu iki seçenekten herhangi birisi çıksa da adamın kaderi etkilenmeyecekmiş gibi. Sonuçta olan sadece Mrs. C'ye oluyor ve adam C ile tanışmasaydı da yapacağı şeyi yapıyor. Burada Mrs. C'nin çabası, vicdanı ve fedakarlığı ön planda. Sonucunun olumlu olmayacağı ihtimali bile olsa verilen manevi çaba çok iyi anlatılıyor. Psikolojinin uç noktalarını da hissettiğim bir kitap oldu yine. Merakın, mistisizmin, fedakarlığın uç noktaları. Zweig'a anılarımı kitaplarda yaşattığı için minnettarım. (Oğuz Aktürk)

Etkileyici. Yine bir erkeğin, asla değişmeyeceğini kanıtlayan 24 saat, hoş ama sahte sözlerle, yeminlerle, boş umutlarla, saf duyguları ele geçiren bu adam karşısında, her şeye inanan, kandırılan, duygularının altında ezilen bir kadın ve kendini en iyi anlatan cümlesi; "Uğruna tüm hayatımı elimin tersiyle itmeye hazır olduğum bu adam için bir karınca kadar değerim yoktu." Hikaye muazzam bir inanç ve umutla başlayıp, büyük bir hüsranla sonlanıyor, kötü adamlar iyi kadınları bulduğunda, hazin son hep aynı. (Leyla)

Kitabın Yazarı Stefan Zweig Kimdir?

Babası varlıklı bir sanayici olan Stefan Zweig, küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gördü. İlk şiirlerini lisedeyken, Hugo von Hofmannsthal'ın ve Rainer Maria Rilke'nin eserlerinin etkisiyle yazdı. 1901'den sonra Fransızca yazan Paul Verlaine ve Baudelaire'in şiirlerini Almanca'ya çevirdi. 1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan'ı gezdi, bunu, 1911'deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko'yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. 1914 yılında Belçika'ya Émile Verhaeren'in yanına gitti.

I. Dünya Savaşı'nda (1914-1917) gönüllü olarak Viyana'da savaş karargâhında "Savaş Arşivi"nde memur olarak çalıştı. Savaştan sonra Avusturya'ya dönerek Salzburg'a yerleşti. 1920 yılında, Frederike Von Winternit ile evlendi. Stefan Zweig Salzburg'da yaklaşık 20 yıl yaşadı. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar, Zweig'ın en verimli yıllarıdır. Kapuziner yokuşu, 5 numaradaki villayı, Friderike ile evli olduğu yıllarda satın aldı. Salzburg'da geçirdiği yıllar Zweig'ı edebiyatta doruğa tırmandırdı, en güzel eserlerini, kente ve Salzach’a yukardan bakan iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villada yazdı. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg'da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hofmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss, Zweig'in konuğu oldu. Salzburg'da geçen yıllarında Zweig, Avrupa'nın düşünsel birliği için ağırlığını koydu; makaleleriyle ve konferanslarıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu; diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı. 1927'de Almanya'nın Münih şehrinde "Duygu Karmaşası", "Yıldızın Parladığı Anlar" ve "Tarihsel Baş Minyatür" adlı kitapları yayımlandı, yine 1927'nin 20 Şubat tarihinde "Rilke'ye Veda" başlıklı konuşmasını yaptı. 1928'de Leo Tolstoy'un 100. Doğum Yıldönümü Kutlamaları'na katılmak üzere, Sovyetler Birliği'ne gitti. 1933'de, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. 1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye, Londra'ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissedemedi ve taşındı.

Zweig, 1937'de ilk karısı Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz'e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti. O sıralarda Avusturya, Alman Reich'ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etti. 1939'da "Kalbin Sabırsızlığı" adlı romanı yayımlandı ve Zweig da, Portekiz seyahatine birlikte çıktığı Lotte Altman ile evlendi. 1940'ta İngiliz tabiiyetine girdi, II. Dünya Savaşı sırasında New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a ve Brezilya'ya gitti. Zweig konferanslar için gittiği Brezilya'ya yerleşmeye karar verdi. Orada ünlü "Bir Satranç Öyküsü"nü kaleme aldı. Stefan Zweig, 1941'de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" adlı otobiyografisini kaleme aldı. "Dünün Dünyası" kitabı, 1900’lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.

Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942'de Rio de Janeiro'da, karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden oldu.

Üretken bir yazar olan Zweig, birçok konuda denemeler yaptı. Lirik şiirler yazdı, trajedi ve dram türünde sahne eserleri denedi, özellikle biyografi alanında önemli eserler ortaya koydu. Freud ve psikolojiye olan ilgisi onu bu alana yöneltti. Biyografi alanındaki çalışmaları, dönemin birçok ünlü kişisinin hayatlarını gözler önüne serdi. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski; Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche; Romain Rolland; Marie Antoinette; Magellan, Stendhal, Erasmus, Fouche eserleri bu biyografilerden birkaçıdır.

Stefan Zweig Kitapları - Eserleri

  • Satranç
  • Amok Koşucusu
  • İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar
  • Sabırsız Yürek
  • Dünün Dünyası
  • Değişim Rüzgarı

  • Geleceğe Güven
  • Yolculuklar
  • Unutulmuş Düşler
  • Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
  • Balzac
  • Montaigne
  • Clarissa

  • Macellan
  • Rotterdamlı Erasmus
  • Amerigo
  • Günlükler
  • Joseph Fouche
  • Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
  • Kendileriyle Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche

  • Marie Antoinette
  • Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castello Calvin'e
  • Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski
  • Ay Işığı Sokağı
  • Avrupa'nın Vicdanı
  • Amok - Usta İşi
  • Ruh Yoluyla Tedavi

  • Korku
  • Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy
  • Yarının Tarihi
  • Yakıcı Sır
  • Mektuplaşmalar
  • Sahaf Mendel - Bir Kadının Yirmi Dört Saati
  • Olağanüstü Bir Gece

  • Gömülü Şamdan
  • Dostlarla Mektuplaşmalar
  • Freud - Cinselliğin Yeryüzü
  • Mürebbiye
  • Mary Stuart
  • Korku Ruhu Kemirir
  • Buluşmalar

  • Karmaşık Duygular
  • Alacakaranlıkta Bir Öykü
  • Kurşun Mühürlü Tren
  • Mecburiyet
  • Bir Çöküşün Öyküsü
  • Seçilmiş Öyküler
  • Hikayeler

  • Geçmişe Yolculuk
  • Freud - Mutluluğun Mimarı
  • Kuş Kapanı ve Dönüşüm
  • Kaçak ve Sahaf Mendel
  • Dadı ve Leporella
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri
  • Geç Ödenen Bedel

  • Sanatta Yaratıcılığın Sırrı
  • Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin Gözleri
  • Rilke'ye Veda
  • Görünmez Koleksiyon - Unutulmuş Düşler - Karda
  • Cenevre Gölü'ndeki Olay
  • Kadın ve Manzara
  • Nietzsche

  • Kızıl
  • O muydu?
  • Bir Kalbin Çöküşü
  • Bizans'ın Fethi
  • Gölge Kadınlar
  • Zalimce Bir Oyun
  • Dürüst Aptal Efsanesi Verlaine

  • Satranç
  • Lyon'da Düğün
  • Satranç Ustası - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
  • Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor
  • Stefan Zweig'ın Mektupları
  • Erika Ewald'ın Aşkı
  • Efsaneler

  • Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi
  • Toplu Öyküler 1
  • Toplu Öyküler 3
  • Toplu Öyküler 2
  • Unutulmaz Bir İnsan
  • İki Yalnız
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri 2

  • Ormanın Üzerindeki Yıldız
  • Leporella
  • Aylak
  • Emile Verhaeren
  • Hayatın Mucizeleri
  • Brezilya
  • Kitapçı Mendel

  • Birbirine Benze(me)yen Kız Kardeşler
  • Stefan Zweig Kutulu Set
  • Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma
  • Leman Gölü Kıyısındaki Olay
  • Benimle Dostluk Zordur
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri
  • Seçme Eserler

  • Hikayeler 2
  • Bir Hayat
  • Öz Nəğməsini Oxuyanlar
  • Novellalar
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Tolstoy - Û ronahî di tarîye de dibirike
  • Oradan Uzakta

  • Twenty-Four Hours in the Life of a Woman and The Royal Game
  • Wondrak. Der Zwang. Zwei Erzählungen gegen den Krieg
  • Stefan Zweig Seti

Stefan Zweig Alıntıları - Sözleri

  • Verdiği kararın uygulanmasını engelleyecek her şeyi önlemek istiyordu... (Stefan Zweig - Seçme Eserleri)
  • Ancak herkes de bilir ki, yardım çağrısında bulunmayan bir insana yardım etmekten daha zor bir şey yoktur, çünkü yardım dilenmiyorsa mutlaka son bir şey daha vardır: Israr edip incitmememiz gereken gururudur bu. (Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma)
  • Karakteri gereği kendini hiçbir şeyden yoksun bırakmaz, insan arasına karışmaktan hoşlanan biri olarak her yerde aranırdı. Arkadaşları, onun yalnızlığa hiç alışık olmadığını bilirdi. (Stefan Zweig - Seçme Eserleri 2)
  • Sana yardım edemem Boris. İnsanlar artık birbirine yardım etmiyor. (Kaçak ve Sahaf Mendel)
  • Unutuldu ve öyle de kaldı. (O muydu?)
  • Doğanın cömert davranarak engin topraklar, sonsuz zenginlikler bahşettiği, güzellikle ve akla hayale gelebilecek her türlü potansiyel güçle kutsanmış bu ülkenin kuruluşundan beri görevi hep aynıdır: Kalabalık bölgelerden aldığı insanlara geniş topraklarında kök saldırmak, eskiyle yeniyi birleştirerek yeni bir medeniyet kurmak. (Brezilya)

  • Ancak gerçeklik tüm düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdır. (Aylak)
  • "...bu adam konuşmak istiyordu, konuşmalıydı. Ve biliyordum ki ona ancak sessiz kalarak yardım edebilirdim." (Toplu Öyküler 3)
  • ... eski acısını iki kat daha fazla duyuyordu. (Hayatın Mucizeleri)
  • "...darbeyi yiyen ancak bilir onun ne olduğunu, darbeyi vuran değil ve acı çekmeyi sadece acı çekenler bilir." (Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin Gözleri)
  • Ruhlarının kapısını kapattıkları için kimse onlara ulaşamıyordu ve bu belki de yıllarca sürecekti. Herkesle savaş halindeydiler. Bir günde, kısacık bir günde büyümüşlerdi! (Dadı ve Leporella)
  • Buralardan çekip gittiğimizde tozun üzerindeki ayak izlerimizi bir rüzgar süpürüp götürecekse yaşamanın ne anlamı var ki? (Kaçak ve Sahaf Mendel)
  • Yoksun kalınan şey öylesine kaybedilmiştir ki, artık sadece bir ağrı gibi hissedilir ve acı verir. (Alacakaranlıkta Bir Öykü)

  • Bir Rus için tek bir şey vardır: ya hep, ya hiç! Rus insanı varoluşun o kozmik gücünü hissetmek ister. (Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi)
  • "İyilikle gülümseyebilen insanlar vardı hâlâ.." . (Satranç)
  • Ne de olsa, güzellik kadınlardan kaçıp gittiğinde ondan boşalan yere bilgelik yerleşirmiş. (Birbirine Benze(me)yen Kız Kardeşler)
  • Derimin altında akışını hissettiğim kan gibi bu karanlık yaşamın etrafımı yavaş yavaş kapladığını hissediyordum. Sanki hiçbir şey bana göre değildi, ama hepsi benim içindi. (Zalimce Bir Oyun)
  • Sevgili bay Zweig, Okumam için ödünç vermis olduğunuz kitaplari geri yollamadigim icin affiniza rica ediyorum... R.M. Rilke (Dostlarla Mektuplaşmalar)
  • Yalnız yaşayan biri yalnızca kendine ders verebilir. (Efsaneler)
  • İki hafta boyunca kitap okumak , yürüyüşe çıkmak , hayal kurmak , rahatsız edilmeden uzun uzun okumak , iki hafta boyunca telefonsuz ve radyosuz yaşamak, konuşmak zorunda olmamak , bir anlamda rahatsız edilmeden kendim olmak istiyordum ... (O muydu?)

Yorum Yaz