Bir Tereddüdün Romanı - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bir Tereddüdün Romanı kimin eseri? Bir Tereddüdün Romanı kitabının yazarı kimdir? Bir Tereddüdün Romanı konusu ve anafikri nedir? Bir Tereddüdün Romanı kitabı ne anlatıyor? Bir Tereddüdün Romanı kitabının yazarı Peyami Safa kimdir? İşte Bir Tereddüdün Romanı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Peyami Safa
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9789754370263
Sayfa Sayısı: 200
Bir Tereddüdün Romanı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yazarın kendine has, orijinal üslubuyla okuyucuyu psikolojik bir maceraya sürüklediği bir başka romanı.
"Mualla kendisine çok tavsiye edilen bu kitabı okumakta hâlâ tereddüt ediyordu. Yapraklarını çevirdi. 'Beni yalnız bırakmayınız!' diye başlıyan bir sahifenin yukarısından ortalarına doğru gözleri, satırların basamaklarını ikişer üçer altıyarak aşağıya kadar inmişti. Bir kaç yerde hep aynı cümle: 'Beni yalnız bırakmayınız!"...
(Kitap'tan)
Bir Tereddüdün Romanı Alıntıları - Sözleri
- Kitap. Nasıl diyeyim... İçinde yaşadığımız ev gibi olmalı, vatan gibi olmalı, ona alışmalıyız, bağlanmalıyız, köşesini bucağını gayet iyi tanımalıyız, her noktasına hatıralarımız karışmalı.
- “Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.”
- Zavallı hançer, dedi, sen de ben de bir kalbe giremedik.
- Aslında her şey ne kadar sadedir ve zekâmız kendine yem bulmak için neler icat eder...
- İçinde yalnız yaşanan odaların sessizliği ne kadar derindir ve ne kadar korkunç! Bu yalnız vücudun değil, ruhun etrafını da çeviren bir sükûttur...
- Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğim için, hiçbir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felâketten korkmuyordum.
- “Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve ‘sevmek’ deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.”
- "...bütün hayatta bir ikincisini tadamayacağımız anlar yaşayacağız."
- Alâkalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve “sevmek” deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.
Bir Tereddüdün Romanı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Peyami Safa okuduğumuz zaman kendimizi düşünmeye, "Bunu ben de yaşıyorum, demek bundan kaynaklanıyormuş." demeye, sürüklediği melankoliye alıştırırız. Hayatımda sürekli yaşadığım ama hiç farkında olmadığım tüm tereddütlerim karşıma çıktı Bir Tereddüdün Romanı'nda. Yine yaptığı psikolojik tahlillerle gönlümü fetheden bir roman oldu. Kitabı kendimce iki bölüme ayırdım: Muâlla ve Vildan bölümü. Muâlla bölümü bana öyle akıcı geldi ki, kitabın sonuna kadar Muâlla'nın tereddüdünün nasıl sonlanacağını işleyeceğini sanmıştım. Fakat öyle olmadı. Muâlla kitap okurken bizim de onun okuduğu kitabı okumamız, yani "kitap içinde kitap" okumamız romana keyif katmış. Hiç sıkılmadan, hatta hissede hissede okuyorsunuz Muâlla'nın okuduğu kitabı. Çoğu zaman Muâlla ile aynı düşüncelere sahip oluyor ve aynı sözleri söylüyorsunuz: "Hastalık... Hep hastalık." Zaten Peyami Safa ve hastalıklarını, düşüncelerini, hayatını sık sık görürüz bu kitapta. Ama Muâlla'nın okuduğu kitabın sonunu esas kitaptan daha çok merak ettiğimi söyleyebilirim. Vildan bölümü beni esasen biraz sıktı. Hayat ve felsefe üzerine psikolojik tasvirlerden geçen tartışmaları haricinde birden ikinci bölüme geçiş bana sürekli olarak Muâlla'yı arattı ama Peyami Safa okurları bilir ki onun romanlarında kurgu ve işleyişten daha çok öne çıkan okuruna verdiği tahlilleri ve hayata dair görüşleridir. Adı hiç geçmeyen baş karakterimizin "Her kuvvetli his gibi, tereddüt de insanı öldürebilir, hareketsiz ve meflûç bırakabilir. Dörtyol ağzında fazla durmayalım, fazla tereddüt etmeyelim, bir tanesine sapıverelim, nihayet şuna kaniim ki bütün yollar Roma'ya çıkar." Sözlerini söyledikten sonra, tüm insanların tereddütlerinden bahsedip aslında en büyük tereddütleri kendisinin yaşadığının farkına varamaması da insanoğlunun kendinde olup da kabullenemediği tüm durumları yansıtır neticede olduğu tespitini işlemiş bence baştan sona. Keyifliydi, dinlendirici fakat melankoli doluydu... Herkese tavsiye edilir. (Emine)
….bak şu hançerin üstüne. Üzerinde İtalyanca bir cümle: Entrero in un cuore! manası nedir biliyor musun? ‘’Bir kalbe gireceğim!’’ demek ve bu senin kalbin. (Sayfa 179) bu diyaloğa cevaben https://youtu.be/ZWwtLPtQLHw şunu bırakayım da 179' dan sonra nasıl bir kafayla okuduğum anlaşılsın :D artık ciddileşebilirim ;) --------------------------------------------------------------------- Vildan bipolardır. Mualla hislidir, mantıklıdır, haklıdır. Muharrir ikisini de kandırmıştır. Ne ret, ne kabul: Tereddüt Üç ana karakter, roman içinde roman, geniş anlamda metnin merkezini oluşturan diğer bir metin: Çıplakları Giydirmek, Pirandello. Karşımıza kendi gibi bir yazar karakteri çıkaran Peyami Safa, yazarın genel geçer yaşantısını, yazdıklarında kendi yaşamının etkisinin fazlaca görüldüğünü, bize ama bilhassa da Mualla’ya hissettirir. Yazar başlı başına bir tereddüt yumağı iken Mualla’nın da ondan altta kalır yanı yoktur. Tüm roman boyunca yer yer yok sayılsa da hiç bahsi açılmasa da bizler biliriz ki Mualla yoksa bile tereddütleri sayfalar arasındaki boşluklarda dolaşmaktadır. Safa’nın oldukça iyi bildiği, çevirilerini Fransızca’dan okuduğu bir İtalyan oyunu olan Çıplakları Giydirmek karakterleri, kendi yarattığı tereddütlü karakterlerine güzel bir gömlek olmuştur. İki kitap arasında köprü olan en önemli karakter de kesinlikle Vildan’dır. Vildan kitabı okumuş, yazarın o metinden almak istediklerinin bilincinde olan bir kadındır. Tüm roman boyunca bu kitaptan alıntılar yapar ve sorular sorar. Bir tereddüdün romanı bir bağlamda Vildan’ın anlattıklarıyla Çıplakları Giydirmek adlı oyunu iyi anlayabilmek üzere yazılmıştır. Nereden geldiği nereye gittiği belli olmayan, istediği şeyin ne olduğunu kendi bile kestiremeyen bu kadın, yazarın sevgilisi mi, bir yabancı mı, sıradan ya da önemli biri mi? Bizlerin de kafasına böylesi sorularla tereddütler eker ve devam! Çevir sayfaları. Vildan duygu değişimlerini iki uçta keskince yaşar. Bipolar bozukluğun izlerini görmeme sebep de bu uç değişikliklerdir. Vildan mutluyken tam mutludur, öyle ki yazar da Vildan’ın bu mutluluğuna bulaşır ancak bu mutluluk, histerik nöbetler eşliğinde kesilir, ağlama krizleri, tikler ve anlamsız bir yığın kelime yığınıyla tekrarlayarak devam eder. Vildan’ın bohem havasına bu çok yakışan özellikler, her konuda tereddüleri olan yazarımızı bu kadına sizce yaklaştırır mı yoksa kaçması için yeterli sebeplere mi dönüşür? Her roman, içten dışa doğru ister istemez bir sarmal şeklinde yazılır. Bunda yazarın kasıtlı amacı, duyguları, içgüdüleri ya da roman kahramanlarının tavırları etkilidir. Peyami Safa, Vildan ve Mualla gibi iki karakteri karşımıza koyarken kasıtlı bir takım amaçlar güder. Yaşam içinde aldığımız her karar birer ihtimalin sonucudur. Çeşitli süzgeçlerden geçer ve biz posasından mı yoksa süzekten hızla geçmiş olandan mı yana tercih hakkımızı kullanacağımıza karar veririz. Önü sonu yok, iyi-kötü, doğru ya da yanlış fark etmeksizin bir kararın sonucunu yaşarız. Mualla; bu kararlarımızın çekirdek aşamasıdır. Yola çıkmadan önümüze serdiğimiz tüm ihtimallerdir. Üzülmemek için en doğruyu bulmaya, en iyiyi yaşama şansını yakalamaya olan çabamızdır. Çok sıkıntılıdır. Hiçbir kesinliği olmayan şeyler üzerinde kesinlik arar. Yorulur, bunalır. Her şeyi didik didik eder. Başlamadan başlamalı mı yoksa yola çıkmadan bitirmeli mi bilmek ister. Garantici yanımızdır. Riskli işlerimizde yanı başımızdadır. Vildan; ilk aşamayı geçirdikten sonra aldığımız sonucun hayatımıza yön verme şeklidir. Yaşadıklarımıza vereceğimiz tüm tepkilerimizi içerir. Mutlu olabiliriz ama bu yetmez çok çok mutlu olmak isteriz. Dibe vurduğumuzda daha kötü nelerin olacağını düşünürüz. İhtimallerimiz artık daha çetrefillidir. Bir kere yola çıkmışızdır, yaşadıklarımız bir silgi ile silinemez, unutulamaz artık. Etkisine odaklanmış ve yeni bir karar vermişizdir. Vildan tüm kararlarımızın dibi boylamış halidir. O artık dönüşü olmayan bir yola sokmuştur tüm kararlarını, düzeltemez, düzelsin istemez. Muharrir; adını roman boyunca bilmediğimiz bu adam iki taraf arasında sürekli gelgitler yaşar. Sular durulduğunda hiçbir şey olmamış gibi, olayların akışına bırakılmış halinin sonucunu yaşayan sahile vuracak yanımız, belki enkazımız belki de yeniden dünyaya bağışlanmış olanımızdır. Bir nebze ikinci şansımız, boş vermişliğimizdir. Muharririn sakinliği ve dinginliği, Vildan’ın bohem tereddütleri, Mualla’nın mantığına oturmayan, bir roman sayfasından kişi analizi yapma mecburiyetine düşen bu halleri arasında gelgitlerle ilerleriz. Bu tereddütlerin bir sonu var mı ki? Tereddüt etmeden okuyunuz efendim :) (Melike)
NE RET NE KABUL: TEREDDÜT!: Esenlikler, bir kitap inceleme denemesi ile karşınızdayım. Şüphesiz edebiyatımızda psikolojik tahlilleri en iyi yapabilen usta kalemlerden biri Peyami Safa. Hepimizin hayatından belli bir kesitin romanı olduğunu düşünüyorum. Tereddüt etmiyor muyuz? En çok bildiklerimize, tanıdıklarımıza, güvendiklerimize, inandıklarımıza. Ya öyle değilse? Çık bakalım çıkabilirsen işlerin içinden. Safa, gerek fikir adamı olarak gerekse yazar olarak kendimi bildim bileli ilgimi ve dikkatimi çekmiştir. Büyüklerimiz teşbihte hata olmaz demişler, ben Safa’yı matruşkaya benzetirim. Açıldıkça açılır, keşfetmeye, şaşırtmaya doyurmaz adeta. İlk olarak kendisinin ismini önemli Serveti Fünun şairlerinden Tevfik Fikret koymuştur, İsmail Hami’ye göre babası tarafından (İsmail Safa) soyu Fatih’in hocası Akşemseddin’e kadar dayanmaktadır. Safa’nın hastalığını bilmeyen yoktur, hastalıklar onu sadece çocukluk döneminde değil ömrü boyunca da peşini bırakmamıştır. Hayatının büyük bir bölümünü hastanelerde geçiren Safa’dan için Ayhan Songar’ın dediğine göre tıp alanında birçok doktoru aşan birikim, tecrübe ve uzmanlık kazanmıştır. Yoğunlukla gençliğine kadar hastalıklarla boğuştuğu için sistemli bir eğitim görmemesine karşın tıp, pedagoji, psikoloji, felsefe alanlarında kendini geliştirerek, tüm öğrendiklerini harmanlayarak bizlere bu şekilde enfes eserler verebilmiştir. Edebiyat alanında pek çok kişiyle kalem kavgasına girmiştir ve düşüncelerini söylemekten ise pek geri durmamıştır, belki de geri durmadığı için bu kadar kişiyle kalem kavgasına girmiştir. Bu kişilere örnek verecek olursak, benim bildiklerim: Cenap Şehabettin, Nfk, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Nurullah Ataç, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Çetin Altan ve niceleri. Gerek Nfk ile ev arkadaşlığı derecesindeki yakınlığı olsun gerekse ünlü eseri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Nazım Hikmet’e ithaf edecek seviyesindeki dostluğu olsun, bunlar ve daha niceleri benim için bir şaşırma sebebidir. Onun eserlerini ve hakkında yazılan eserlerin hepsini, şayet yazgımda ecel yoksa, okumak istiyorum. Ve şunu söylemeden de edemeyeceğim, maalesef günümüze kadar onun eserleri hep kalem kavgalarının gölgesinde kaldığı için hak ettiği değeri göremedi. Bugün ise bu durumun tam zıddının olması beni hoşnut etmektedir, bir iade-i itibar söz konusudur. Onun eserlerini beğenmeyen, çok nadir insan gördüm. Bu durum dahi onun eserlerinin kalitesinin kanıtıdır bir nevi. Esere gelecek olursak yaklaşık iki yıldır okumayı erteliyordum, kendimi hazır hissetmiyordum bir türlü, adının da büyük etkisi vardı bu kararı vermemde :) Zaten gün geçtikçe kararsızlaşıyorken şu tereddütlü hâllerimde bir de bu kitabı okumak garip geliyordu. Ancak kitaba kendi isteğimle başlamadığımı söylesem kimse inanmaz .d Şuur dışı bir hareketle, okuduğum diğer kitabın yavaş ilerlemesinden bunalmış olmalıyım ki, kitaba başlamış olarak buldum kendimi. Nasip dedim farkına varınca. Kitabın teması Peyami Safa’nın eserlerini daha önce okumuşsanız aşina olduğunuz dönemin düşüncelerini, hastalığı, metceziri, tereddüdü yansıtmakta. 1. Dünya Savaşı’nın sonrasında, mütareke dönemlerinde, yaşanılan hayat, insanların köklerinden, geçmişlerinden kopması… Farklı yaşam tarzlarına savrulması, alkole, uyuşturucu maddelere, kötü alışkanlıklara düşülmesini başarılı bir şekilde işlemiş. Aydınlarımızın inançlarında, ideolojilerinde, yaşam biçimlerinde, evliliğe bakış açılarında her alanda ruh buhranlarını aktarmış. Daha öncesinde alışık olmadığımız bir yolla kaleme alınmış bir yapıt. Eser, Mualla Hanım’ın hastalıkla boğuşan, ölümün kıyısındaki adamın hikayesini anlatan “Bir Adamın Hayatı” kitabını okumasıyla başlar. Inception filmi şeklinde rüya içinde rüya gibi bu eser de roman içinde roman şeklinde ilerliyor. Başta alışık olmadığım için çok az zorlansam da meseleyi kavrayınca güzel bir şekilde akmaya başladı. Muharrir, Mualla ve Vildan arasında kitap ilerliyor. Kitapta sık sık vurgulanan kelimelerden birisi de bohem. Peki bohem ne demek? Bohem, yarınını düşünmeden gününü gün eden tasasız, derbeder bir yaşayışı olan edebiyat ve sanat çevresindeki kimse veya topluluk. (NND Sözlük ve Kubbealtı sözlüğe göre) Avrupa’da 19. Ve 20. Yüzyıllarda edebiyat ve sanat çevrelerinde ortaya çıkan bu tip kişilerin yansıması doğal olarak Türkiye’de de olmuştur. Belli bir dönem Safa’nın da içerisinde bulunduğu topluluğu anlatmıştır. Söylemeyi unutuyordum, gerek onun da bir dönem içerisinde bulunduğu topluluğu anlatması, gerekse ismini bilmediğimiz erkek karakterin bir müddet hastalıkla boğuşup sonraları ilaçlarla kendini düzende tutmaya çalışması( gonderi/112130090 ) ek olarak kitapta geçen şu sözler gonderi/111307376 bu kitabın otobiyografik roman olduğunun kanıtıdır. Bundan ötürüdür ki, bol bol göndermeli diziler olur da yapılacak olan göndermeyi kaçırmamak için dikkatlice izlersiniz. Diğer eserlerinde olduğu gibi bu romanı da aynı şekildeydi. Toplumsal fikirleri, mesajları, çok güzel bir şekilde adeta eritip eserleriyle bütünleşmiş bir hâlde önümüze sunuyor. Kitabı okuyacak olan okurlara önerim, dalgınsanız kafanız dolu ise bir müddet ertelemeniz. Ben pek kafam boşken okumadığım için biraz bundan ötürü biraz da bazı cümlelerin uzunluğundan ve odaklanma gerektiren cümlelerinden dolayı cümle başlarına tekrar dönmek zorunda kaldım. Bunu fark edince kitabı elime bir iki gün almadıktan sonra meraktan daha fazla dayanamadım. Ancak buna rağmen keyifli, altını çizmelere doyamadığım bir eser oldu. Kelimelerin piri Safa, kitapta o kadar etkileyici sözler yerleştirmişti ki kendimden çok şey buldum. Tereddüt etmeden öneririm, siz de tereddüt etmeyiniz lütfen. Bir başka kitap incelemesi denemesinde görüşmek üzere, tam da şu günlerde esen kalın! (Zeynep K.)
Kitabın Yazarı Peyami Safa Kimdir?
Peyami Safa (d. 1899, İstanbul - ö. 15 Haziran 1961), Türk hikâye ve romancısı. Server Bedi takma ismini de kullanan yazar romanlarının yanı sıra, düşünsel yapıtları, polemikleri, köşe yazarlığı ve gazeteciliği ile de tanınır.
Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur. Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini "9. Hariciye Koğuşu" adlı romanında okurlarıyla paylaşır. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, 13 yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca'sını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini "Biz İnsanlar" adlı eserinde kullanmıştır 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları "20. Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra, roman da tefrika etmiştir. 1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve'nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul'da vefat etmiştir.
Edebî hayatı
İlk romanlarında sola yakın görüşler taşıyan Peyami Safa, bir hastanın psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu (1931) Nazım Hikmet'e ithaf etmişti. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı sorunsalını karakterlerde somutlaştırarak işledi. Safa, bu romanlarında, ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında, anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi öne çıkarması dolayısıyla eleştiriler aldı. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa'nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi. İlk uzun hikâyesi "Gençliğimiz"i 1922 yılında neşreden Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bedi müstear adını kullanmış, bu takma adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur. Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır. Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir "Zalim" olarak tanıttıkları hun hükümdarı Attila'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır. Tüm bu üretkenliğine rağmen yeterince tanınmamış ve tanıtılmamıştır.
Hakkında yapılan çalışmalar
Prof. Dr. Mehmet Tekin, Doç Dr. Mehmet Önal ve Dr. Nan a Lee Peyami Safa hakkında birer doktora tezi vermişlerdir. Beşir Ayvazoğlu'nun yazar (Peyami Safa) hakkında Ötüken Yayınları'ndan çıkmış, biyografik bir eseri bulunmaktadır. Zülfikar Uğur Yıkan, 2004 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde "Peyami Safa'nın Server Bedi İmzalı Romanları" konulu Yüksek Lisans tezini hazırlamıştır. Yazar-çevirmen Sabri Kaliç 2011 yılında Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanını "Exterior Diseases - Ward: 9" adıyla İngilizceye çevirmiştir.
Ayrıca internet üzerinde Peyami Safa hakkındaki bilgilere ulaşabilceğiniz " www.peyamisafa.biz " şeklinde bir internet adresi mevcuttur.
Peyami Safa Kitapları - Eserleri
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
- Fatih Harbiye
- Yalnızız
- Sözde Kızlar
- Matmazel Noraliya'nın Koltuğu
- Bir Tereddüdün Romanı
- Cânân
- Selma ve Gölgesi
- Biz İnsanlar
- Mahşer
- Şimşek
- Bir Akşamdı
- Cingöz Recai - Esrarlı Köşk
- Attila
- Cumbadan Rumbaya
- Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da
- Cingöz Recai - Elmaslar İçinde
- Cingöz Recai - Mişon'un Definesi
- Eğitim - Gençlik - Üniversite
- Cingöz Recai - Zeyrek Cinayeti
- Cingöz Recai - Cingöz Kafeste
- Cingöz Recai - Tiyatro Baskını
- Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı
- Havaya Uçan At
- Cingöz Recai - Sherlock Holmes İstanbul'da
- Cingöz Recai - Şeytani Tuzak
- Türk İnkılabına Bakışlar
- Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları
- Cingöz Recai - Kaybolan Adam
- Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri
- Kadın, Aşk, Aile
- Din, İnkılap, İrtica
- Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca
- Sosyalizm, Marksizm, Komünizm
- İstanbul Hikayeleri
- Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikulade Sergüzeştleri
- Kartal Pençesinde
- Amerika'da Bir Türk Çocuğu
- Ah Minel Aşk
- Deli Gönlüm
- Kağıthane Faciası
- Göztepe Soygunu
- Cingöz Recai - Kibar Serseri
- Sanat, Edebiyat, Tenkit
- Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları 2
- 20. Asır Avrupa ve Biz
- Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar
- Sherlock Holmes'e Karşı Cingöz Recai
- Son Şarkı
- Cingöz Recai - Sağdan Üçüncü Söğüt
- Cesur Çocuklar
- Hikayeler
- Kızıl Çocuğa Mektuplar
- Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikalı Sergüzeştleri
- Bir Varmış Bir Yokmuş
- Gün Doğuyor
- Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm
- Polis Hafiyesi Kartal İhsan’ın Maceraları
- Seçmeler
- Tilki Leman'ın Harikulade Maceraları
- Mistisizm
- Cingöz Recai - Beyaz Cehennem
- Doğu Batı Sentezi
- Çekirge Zehra'nın Harikaları
- Millet ve İnsan
- Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 1
- Korkuyorum
- Küçük Alp'in Yıldızı
- Kızlar ve Yıldızlar
- Zıpçıktılar
- Bir Akşamdı
- Cingöz Recai - Madam Çiviciyan'ın Gerdanlığı
- Kavga Yazıları
- Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 2
- Gençliğimiz
- Deniz Kızı
- İki Öksüz Arkadaş
- Cingöz Merih’te
- Zümrüdüanka Kuşu
- Sosyalizm
- Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 3
- Ramazan Geceleri
- Allo... Allo... Yetişiniz!
- Edebi Akımlar ve Fikir Cereyanları
- Karım ve Metresim
- Mahutlar
- Çılgın Akşamlar
- Kavga Yazıları
- Şeytana Uyanlar
- İçimdeki Yangın
- BİZ İNSANLAR
- Paşa Kızı ile Köylü Çocuğu
- Yürekli Çocuklar
Peyami Safa Alıntıları - Sözleri
- Protoplazmadan insan şuuruna ve oradan da medeniyetlerin tarihine çıkınca önümüzde yığılan harikalar, Allah’a inanmayı bırakıp da tesadüf maymununa iman etmeyi maskara edecek bir zenginliğe varıyor. Hemen ilave edeyim: Allah’ın ispatı bu kadar kolay değil.Fakat,bu kadarcık bir düşünme bile, Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmenin imkansız derecede zor olduğunu hissettirmeye kafi. Aziz okuyucular,bu dar sütundan daha fazlasını beklemezler sanırım. Şu kısa okuyucu mektubu göründüğü kadar ehemmiyetsiz değildir: “Koca Peyami, Şu Allah, Allahçı lafları senin ağzına yakışmıyor.Çünkü kafan işliyor ve mantığın sağlamdır. Yoksa sende de mi öte dünya korkuları başladı?..” İmza yerinde de şu cümle " Komünist filan değil.Sadece Allahsız:Sahir kafalı bir okuyucun” Diyen koca kafalı, dünyanın Eflatun'dan,Farabi'ye, İbn-i Sina'ya, Mevlana'ya,Newton'a,Hegel'e,Einstein'a,Bergson'a ve bugün hayatta bulunan doğulu, batılı meşhur ilim adamları ve filozoflara varıncaya kadar “Kafası işleyen” ve “Mantıkları sağlam” yüzbinlerce dahi ve mütefekkir Allah’a inanırlar. Kafası dalavereden başka bir şeye işlemeyen karaborsacılar,vurguncular,düzenbazlar ve çeşit çeşit günahkarlar arasında Allah’a inanmayanlar pek çoktur. Allah’ı körü körüne inkar etmek kolaydır ve çok kârlı görünür: İnsanı hesap vermekten,mes’uliyetten,vicdan azabından,ceza korkusundan kurtarır.Fakat Allah’ı metafizik felsefi ve ilmi delillerle inkâr etmek, ispat etmekten daha zordur.Allah fikri öyle bir güneştir ki,onsuz her izah karanlıkta kalır. Allahsız filozoflar bile hedefini şaşırmayan karanlık bir tabiat şuuruna inanmışlardır.Arada,bir kelime ve derece farkından başka bir şey kalmaz.Mahiyet aynıdır. Ben Allah’a öteki dünya düşüncesinden en uzak olduğum çocukluk çağımda inanmaya başladım.Bütün ömrüm bu inancımı kontrol etmekle geçti.Mizacım bakımından,inanmaktan ziyade şüphe etmeye meylim vardır.Boşuna inanmaktan ve boşuna şüphe etmekten çok sakınırım.Bence şüphe edilecek şeyden şüphe etmek,ahmaklıktır.Benim imanım şüpheye karşı adım adım kazanılmış bir dikkat,inceleme,tenkid ve bilgi zaferidir. Allah,kendisini kabul ettirmek için insana yeter derecede bilgi imkanı vermiştir.Fakat gizli bir varlığın (hele Allah’ın) yokluğunu isbat etmek için her şeyi bilmek lazımdır.Hiç kimse bu külli bilgiye sahip olduğunu iddia edemez.Allah’a inanmak değil,inanmamak insanın boyunu aşar.Unutma ki insanlar arasında Allah’a inanan dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur,eşekler arasında hiç yoktur!” :) 22 Eylül 1958 Milliyet (Kavga Yazıları)
- — Odur, o melun! Demek hâlâ yalının etrafında dolaşıyormuş! Ah, edepsiz, rezil... (Cingöz Recai - Mişon'un Definesi)
- Hakikaten, insan sevdiklerinin kadrini yokluklarında anlıyor. (Sözde Kızlar)
- Sherlock Holmes çok az konuşan, çok az gülen, daime düşünen ve tetkik eden bir adam olduğu malûmdu. (Cingöz Recai - Kaybolan Adam)
- Bana evlenmekten bahsetme, hayatımda yangından, zelzeleden, fırtınadan, yıldırımdan, hastalıktan ziyade evlenmekten korkarım. (İstanbul Hikayeleri)
- Biri size: "Niçin böyle düşünüyorsunuz?" diye sorsa verilecek hiçbir cevap bulamaz, fakat öyle düşünmekten de kendinizi alamazsınız. (Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da)
- Tecrübe ile hasıl olmuş bir istikşaf, bir seziş hassam vardır. (Korkuyorum)
- Devrimbazın inkılâptan ve medeniyetten hiçbir şey anlamadığı, 36 senedenberi bu mefhumları hiçbir derlitoplu eserle anlatmaya çalışmamasından bellidir. (Doğu Batı Sentezi)
- Allahtan korkmayanların hükümettten, kanundan, nizamdan korkacaklarını sanmak boşunadır. Onların iblis zekası en belli ahlak suçunu bile kitaba uydurmasını bilir. (Kavga Yazıları)
- Canın sıkıldıkça kitaplara sarıl. (Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı)
- Erkeklere galebe eden insan, kadınlara mağlûb olur. (Attila)
- Anlaşılmayan ruhlara deli demek adettir, (Selma ve Gölgesi)
- İki millet döğüşmezse, bu, onların seviştiğini değil, fakat birinin ötekini yeneceğinden emin olmadığını gösterir. (Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm)
- "Zira, para kolay kazanılır ama hayat insana iki defa gelmez " (Cingöz Recai - Elmaslar İçinde)
- “ Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi. “ (Bir Akşamdı)
- "İstanbul'da 'sosyete' dedikleri şeyin bir lâhana turşusu gibi karışık olduğunu bilmiyordu." (Mahşer)
- Hakikati aramak günah değildir... (Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri)
- " Uykuyu taklit edelim.. " . (Attila)
- İnsan yaptığını çeker, bunu bilesin.. (Yalnızız)
- “Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.” (Bir Tereddüdün Romanı)